yine yağmur yağıyor. zamanda dalaştı içimle. ne yapsam olmuyor işte.
biraz sessizlik dilenmesem çokmu bozuk olur acaba?
uykum geliyor, gözlerime tuz çeksem kaç gece biter?
sancılarım içime kıvrılmaya başladı, alnımda kor halinde umut.
gerçekten reyhan renginde mi oluyor acılar? neyse unut gitsin adını nasılsa uzaklığına düşecek boşluğum...
dilimde dolaştı elime galiba yalnızlığımla sarhoşum!!!
nevrotik sayıklamalar
clementine kafam bi güzel sorma. sağda cennet, solda cehennem, ortada el-araf ve üstünde ben. bu ne kararsızlık diyorum kendime. sonra kendim bana diyor ki ya cennet, ya cehennem illede iki seçenek mi? her şeyin bi üçüncüsü olmamalı mı? "doğru" diyorum lan! iyi-kötü, güzel-çirkin, olmak yada olmamak, niye diyorum ikişer tane bunlar clementine niye? niye her durumda melezlik yok ki? çünkü ben ne akım, nede kara clementine. ille melezlik olmasın canım. bence mahzuru yok. ama üçüncü bi seçenek, nolur olsun clementine!
deli gibi tamburada dinliyorum may darling klementayn. dolly’lerini dinliyorum. ama nası dinliyorum may darling. çıllllldırmışşçasına, fütursuzca, hayyyvvvanlar gibi dinliyorum. yırtılıyor beynim clementine. karısını kıra götürecekmiş bugün çetin, gitmemiş ben aradım "gel" dedim diye demin. ne esaslı adam şu çetin.
kafam bi güzel clementine. atina’larını dinliyorum tamburada’nın. var ya nası dinliyorum böyle. boya badana yapasım geliyor. en son ilgimi çeken kız geliyor aklıma may darling. kusura bakma çok oldu unutalı senin yüzünü. seninkiler bir atina çalıyor. ben bir dinliyorum bir görsen. saksafon yırltılıyor clementine. bildiğin gibi değil.
bu arada merdiven’lerini dinle tamburada’nın. kıyak olmuş ellerine sağlık clementine.
hoşçakal clementine.... aklıma gelmişken.. bunu sonra alacağım senden unutturma. kitabıma koyacağım... koyacağım göreceksin.. evet.
deli gibi tamburada dinliyorum may darling klementayn. dolly’lerini dinliyorum. ama nası dinliyorum may darling. çıllllldırmışşçasına, fütursuzca, hayyyvvvanlar gibi dinliyorum. yırtılıyor beynim clementine. karısını kıra götürecekmiş bugün çetin, gitmemiş ben aradım "gel" dedim diye demin. ne esaslı adam şu çetin.
kafam bi güzel clementine. atina’larını dinliyorum tamburada’nın. var ya nası dinliyorum böyle. boya badana yapasım geliyor. en son ilgimi çeken kız geliyor aklıma may darling. kusura bakma çok oldu unutalı senin yüzünü. seninkiler bir atina çalıyor. ben bir dinliyorum bir görsen. saksafon yırltılıyor clementine. bildiğin gibi değil.
bu arada merdiven’lerini dinle tamburada’nın. kıyak olmuş ellerine sağlık clementine.
hoşçakal clementine.... aklıma gelmişken.. bunu sonra alacağım senden unutturma. kitabıma koyacağım... koyacağım göreceksin.. evet.
sigara içiyorum. öööyle kalmışım monitöre ayrılmış ağzım. mustafa var işte bizim. çok matah bi adam değil de, yani işte olmasa da olurdu. aramızda bir sorun varmış gibi olmasın dedim, selam verdim messengerde. vermez olaydım. ben böyle tereddütte kaldığım zaman bir şeyler yapmaya, mutlaka tuhaf bir şeyler oluyor. önseziyede inanmam da. demekki olanları iyi tahlil ediyorum. bu yeni jenerasyon öldürecek beni. bir şey olduğundan da değil, bunun yanında serseri bi kaç tip var takılmıyorum epeydir, selamlaşmıyoruz dahi gıcık oluyorum bebelere. el hasıl bu da bi kaç sefer onların yanında bulunmuş bulundu ya, selamdan nasibini alamayınca tabi... öyle oldu.
öyle işte diye bi bitiriş var bide. yazıyı "öyle işte" diye bitirenleri severim. bilirler çünkü karşı tarafın hala beklemede olduğunu, bunun nereye bağlanacığının merakla beklendiğini bilirler.
mesela: ben dün ali abi’nin oraya gittim bir de ne göreyim, eski sevgilim orda, içim hopladı böyle, böyle bi tuhaf oldum. öyle işte.
gibi. çok sempatik değil mi?
nası kavruluyor içim bide. bi su içeceğim kırk dereden su getiriyorum, kırk saattir sana yazıyorum, kalkamıyorum yerimden. kafamda kıyak gibi ufaktan. nası kavruluyor ama içim. ciğerim yanıyor resmen. "akşam kavurma mı yedin" diye sorulası bi durum yani. tuhaf. tuhaf oldum. öyle işte....
öyle işte diye bi bitiriş var bide. yazıyı "öyle işte" diye bitirenleri severim. bilirler çünkü karşı tarafın hala beklemede olduğunu, bunun nereye bağlanacığının merakla beklendiğini bilirler.
mesela: ben dün ali abi’nin oraya gittim bir de ne göreyim, eski sevgilim orda, içim hopladı böyle, böyle bi tuhaf oldum. öyle işte.
gibi. çok sempatik değil mi?
nası kavruluyor içim bide. bi su içeceğim kırk dereden su getiriyorum, kırk saattir sana yazıyorum, kalkamıyorum yerimden. kafamda kıyak gibi ufaktan. nası kavruluyor ama içim. ciğerim yanıyor resmen. "akşam kavurma mı yedin" diye sorulası bi durum yani. tuhaf. tuhaf oldum. öyle işte....
biz gidiyorduk öyle. öyle bir gitmek idi ki, öyle bir gitmek daha görülmemiştir. düşün, 2008’de türkiye’de ilk gençlik yıllarımızı yaşıyorduk ve gidiyorduk. biliyorum, inanası gelmiyor insanın. boşver yüzünü dökme küçük kız. biz alışmıştık ikibinsekiz türkiyesine ilk gençlik yıllarımızı yaşamaya. o zaman terabyte’larla falan uğraşıyoruz. zor günlerdi ama sen yinede yüzünü dökme küçük kız. biz çünkü, yinede yüzümüzü dökmüyorduk. simit atıyorduk martılara. sofra örtüsü silkeliyorduk serçelere. serçe mi?... sende öyle birşey sordun ki şimdi. köre beyaz’ı anlatmak kadar zor.
neyşınıl coorafik’te vardır görüntüleri ama yetmez ki bir serçe’yi dimağına yerleştirmek için. onun her hareketinde anlam aramak, o hareketleri beyninde çalan bir melodiye uydurmaya çalışmak, serçenin şarkısını yazmaya öykünmek gerektirir.
şöyle eze eze ağzımda bir hormonsuz domates daha yiyemeden ölmekten çok korkuyorum biliyor musun? sonra korkularımı düşünmemenin daha kolay olduğunu öğrendim. bar filozofu oldum bazen, bazen en aristokratik beyi ben oldum fil dişi sahilleri’nin, melankolik "takıl"dığım oldu, çok sofistike ortamlarda buldum kendimi bazen. küu klavyeyle "hormonsuz domates" yazmak kadar zorlanmadım hiç birinde. ki fe klavye de olsa çok farketmiyor. çünkü hormonsuz domates daktilonun bile alkışlandığı bir yerinde kaldı "resmi tarih"in...
neyşınıl coorafik’te vardır görüntüleri ama yetmez ki bir serçe’yi dimağına yerleştirmek için. onun her hareketinde anlam aramak, o hareketleri beyninde çalan bir melodiye uydurmaya çalışmak, serçenin şarkısını yazmaya öykünmek gerektirir.
şöyle eze eze ağzımda bir hormonsuz domates daha yiyemeden ölmekten çok korkuyorum biliyor musun? sonra korkularımı düşünmemenin daha kolay olduğunu öğrendim. bar filozofu oldum bazen, bazen en aristokratik beyi ben oldum fil dişi sahilleri’nin, melankolik "takıl"dığım oldu, çok sofistike ortamlarda buldum kendimi bazen. küu klavyeyle "hormonsuz domates" yazmak kadar zorlanmadım hiç birinde. ki fe klavye de olsa çok farketmiyor. çünkü hormonsuz domates daktilonun bile alkışlandığı bir yerinde kaldı "resmi tarih"in...
bob marleyin oğluna son sözleri şu olmuş: para hayatı satın alamaz. güzel. etkileyici. ama benim canım oyun oynamak istiyor nedense. burada yazmaktan çekinmeyeceğim bir oyun need for speed 2 underground. niye çekineyim ki ayrıca. ayrıca oyun oynayamaz mıyım ben? tabiki oynarım. marleyin (parke değil reggae, rasta) son sözlerini demincek öğrendim. neden bu kadar önemsediğimi bilemiyorum. onu düşünmemek için yazmaya vurmuş olsam da. olmasam da... olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu! bunu yıllardır bilirim örneğin. neden bu değil de öbürü? ayrıca şef seattleı da bilirim bekarevleri posterlerinden. adam konuşmuş. ne diyor? son balık yakalandığında, son ağaç kesildiğinde, beyaz adam ebesinin damını görecek. bu da düşünülmeye değer bir vecize ama rahmetli bob neden böyle söylemiş olabilir ki? neden, neden, neden...
bir şeyler geçti elime, bilinmeyen bir yerlerden gelmiş olmalı. bir şeyler geçti elime, bunu buraya yazınca. duruluyorum, duruluyorsun, duruluyor. durulması imkansız bir suyun bulanıklığıydı hayatım. yazdıkça anlıyor insan. o zaman durulmuyordu park edilmez levhasının altına. adam, adamı adam yapan hiç birşeyi bırakıp gitmek istemiyordu. yavaşça kalıyordu sadece. kalıyordu, kalıyordu, kalıyordu ve yazıyordu. kalışlarını yazıyordu. bir daha umutlanana kadar bırakmıştı umutlanmayı. kalmıştı sadece. umutlanıyordu ve kalıyordu çünkü. demek ki diyordu adam "umutlanmak bende hep, amansız bir kalmaya yol açıyorsa, umutlanmyacağım artık bir daha umutlanana kadar"
duygu öldü bir de. ben öldürdüm duyguyu. kahrından öldü kızcağız. ben diyorum ki "sen beni sadece zayıflatıyorsun, hayatta bir amaçlar silsilesi vardır, sen onların içinde sadece küçük bir ayrıntısın" nasıl içleniyor... çok zoruna gidiyor. "hayır" diyor "ben, sizi siz yapan şeyim. ben toprağın bereketiyim, çatlayan tomurcukum ben, sizim, herşeyinizim. o amaçlar dediğiniz şeyler ben olmadan olmazlar" gülüyorum. ayrılıyoruz duyguynan, kaçınılmaz bir ayrılık bu. duygu ölüyor çünkü. ölümsüz sandığım her şey de onunla ölüyor. ben yine anladığımı sanıyorum. ve yanılıyorum...
"cehalet bilgeliktir" diyor adam. düşünüyorum insanı üzen sadece bildikleri mi? "duyarsızlık bizi ot gibi, saman gibi, solucan ve yosun gibi bir şey yapmaz mı?" diyorum. adam, dişlerinin arasında bir çocuk bacağı, sırtarıyor. anladığımı sanıyorum. ve yine yanılıyorum. tanrılar düşünmemizi istemiyor...
duygu öldü bir de. ben öldürdüm duyguyu. kahrından öldü kızcağız. ben diyorum ki "sen beni sadece zayıflatıyorsun, hayatta bir amaçlar silsilesi vardır, sen onların içinde sadece küçük bir ayrıntısın" nasıl içleniyor... çok zoruna gidiyor. "hayır" diyor "ben, sizi siz yapan şeyim. ben toprağın bereketiyim, çatlayan tomurcukum ben, sizim, herşeyinizim. o amaçlar dediğiniz şeyler ben olmadan olmazlar" gülüyorum. ayrılıyoruz duyguynan, kaçınılmaz bir ayrılık bu. duygu ölüyor çünkü. ölümsüz sandığım her şey de onunla ölüyor. ben yine anladığımı sanıyorum. ve yanılıyorum...
"cehalet bilgeliktir" diyor adam. düşünüyorum insanı üzen sadece bildikleri mi? "duyarsızlık bizi ot gibi, saman gibi, solucan ve yosun gibi bir şey yapmaz mı?" diyorum. adam, dişlerinin arasında bir çocuk bacağı, sırtarıyor. anladığımı sanıyorum. ve yine yanılıyorum. tanrılar düşünmemizi istemiyor...
neresi karanlık, neresi aydınlık bilemez oldum. göz gözü görmez bir sis içindeyim. nargilede duman, dağda eşkıyayım. sağımda cehennem, solumda cennet, ortada araf, ben üstündeyim. kararsızın önde gideniyim. bilemiyorum ne tarafa yöneleyim. çaresiz oturuyorum arafın üzerine. bakıyorum cehennemde de cennette de ayrı bir hayat yaşanıyor. bakıyorum, o kadar gerizekalı tip, o kadar özgüvenle varlar ki. ben diyorum, bende, diyorum neden yok? paramız mı yoktu acaba? evde mi yoktu acaba? ebeveynlerim gereken dönemde vermeyi unuttular da, sonra da yaşı mı geçti bunun?
bu ne kontrolsüzlük? bu ne kendiliğindencilik? ille genellemeler mi yapmalıyız? ille de çekinmeli miyiz acaba? korkmalı mıyız? çok mu tehlikeliler? bu cesareti nerden buluyorlar? neye dayanarak hayatımı izinsiz istila ediyorlar ve tam ben alışmaya başlarken, neden gidiyorlar?
bu ne kontrolsüzlük? bu ne kendiliğindencilik? ille genellemeler mi yapmalıyız? ille de çekinmeli miyiz acaba? korkmalı mıyız? çok mu tehlikeliler? bu cesareti nerden buluyorlar? neye dayanarak hayatımı izinsiz istila ediyorlar ve tam ben alışmaya başlarken, neden gidiyorlar?
2003’ün 19 mayısıydı. ve ben onunla burayı doldurabilirdim. sayfalarca ve sayfalarca yazabilirdim ancak yetmezdi onu anlatmaya. sevdayı iyi bilmiyorduk, nasıl bilirdiniz?? iyi bilmezdik. gözlerinde kaybolmak kelime öbeği modaydı o zaman ve ben gözlerinde kaybolmayı isterdim. moda olduğu için değil. alıp götüren gözleri olduğu için. sevda nasıl olsa gidecekti ve yerinde kocaman bir boşluk bırakacaktı. bildiğimiz, sevdayı sevda yapanın, bitmek olduğuydu. o halde sevdalanmamalıydık ki bitmemeliydi. ama tüketmekte üzerimize yok. bi baktık tükenmişiz. hepsini sonsuza kadar istiyorduk oysa...
sevda canlı müzikli bir kafeteryaya gelirdi. müziği canlı bir çok cafeden birine gelirdi. çok güzel gözleri vardı ve canlı müzik seviyordu. aşk yasağına hiç takılmadık. o yüzden çok üzülmedik ama bu üzmediğimiz anlamına gelmedi. üzdük, hem de ağız dolusu üzdük. ne kadar kıymetli şey varsa bi ereksiyonda hepsini düzdük. kendine tecavüzden ortaya çıkan yaratığa ne isim vereceğimizi bilemedik. ilk defa bir adam hem anne hem de babaydı şimdi. doğurdu...
ne isim vereceğini bilemedi. hem yasal olmayan bir durumdu bu. yasal olmayan çocuk sorunsalı vardı o zaman. kendine olanca saygısını yitirdi ve kapattı gözlerini. yazarak ölmek istiyordu. kendini ne kadar tüketirse yazmakla, o kadar yazmak, yazmak istiyordu bu illegal çocuğu. tükenmek istiyordu ve durmadan yazıyordu. içinde kalmasından iyiydi, bir şeyler üretebiliyorsa, kendini tükettiği anlamına gelirdu bu.
seni seviyorum zannettim, aslında bütün sevgilerimi sadece zannetmişim. sevmemişim, sevmeyi öğrenememişim. cereyan çarptı sonra. elektrikler gitti. ev yandı. herkes içinde yandı. sonra ev, yıkıldı. herkes içinde kaldı. enkaz, enkaz ve enkaz. ikinci dünya savaşı sonrası stalingrad manzarasıydı. üzülüyordu enkaz. belki de yeryüzünde ilk kez bir enkaz üzülüyordu. üzüntüsünün şarkısını yapabilrdi üzüntüden. ama "sevgilinin yokluğunda yağmalanmış bir kent görüntüsüydü".
özentiden başka bir şey değildi aslında üzüntüsü. üzülmeyi de bilmiyordu tıpkı sevmek gibi. üzüldüğünü sanıyordu sadece. uçlarda yaşadığını sonra. ama yaşadığı uç, ona öğretilen ya da öğrenebildiği kadar uç’tu. uçtu sanra kısa bir ziyaret gerçekleştirmek için. kanatları varken uçsundu zaten. kanat ziyanlığının nedeni yoktu. kanatlarının yarını da yoktu. doya doya yaşadı hayatı. her sevdiğini, bir öncekinden daha çok sevdiğini sandı. sevdiğini aldı, alamadığını sevmedi zaten. üzüntüden dizilişteki seslerin hepsini unuttu, sesi kısıldı ve şarkı söyleyemedi. sevda gitti sonra. hiç bir şey kaldı geriye. çünkü o’ndan sevdayı çıkardığınızda kalan: "sıfır"dı
sevda canlı müzikli bir kafeteryaya gelirdi. müziği canlı bir çok cafeden birine gelirdi. çok güzel gözleri vardı ve canlı müzik seviyordu. aşk yasağına hiç takılmadık. o yüzden çok üzülmedik ama bu üzmediğimiz anlamına gelmedi. üzdük, hem de ağız dolusu üzdük. ne kadar kıymetli şey varsa bi ereksiyonda hepsini düzdük. kendine tecavüzden ortaya çıkan yaratığa ne isim vereceğimizi bilemedik. ilk defa bir adam hem anne hem de babaydı şimdi. doğurdu...
ne isim vereceğini bilemedi. hem yasal olmayan bir durumdu bu. yasal olmayan çocuk sorunsalı vardı o zaman. kendine olanca saygısını yitirdi ve kapattı gözlerini. yazarak ölmek istiyordu. kendini ne kadar tüketirse yazmakla, o kadar yazmak, yazmak istiyordu bu illegal çocuğu. tükenmek istiyordu ve durmadan yazıyordu. içinde kalmasından iyiydi, bir şeyler üretebiliyorsa, kendini tükettiği anlamına gelirdu bu.
seni seviyorum zannettim, aslında bütün sevgilerimi sadece zannetmişim. sevmemişim, sevmeyi öğrenememişim. cereyan çarptı sonra. elektrikler gitti. ev yandı. herkes içinde yandı. sonra ev, yıkıldı. herkes içinde kaldı. enkaz, enkaz ve enkaz. ikinci dünya savaşı sonrası stalingrad manzarasıydı. üzülüyordu enkaz. belki de yeryüzünde ilk kez bir enkaz üzülüyordu. üzüntüsünün şarkısını yapabilrdi üzüntüden. ama "sevgilinin yokluğunda yağmalanmış bir kent görüntüsüydü".
özentiden başka bir şey değildi aslında üzüntüsü. üzülmeyi de bilmiyordu tıpkı sevmek gibi. üzüldüğünü sanıyordu sadece. uçlarda yaşadığını sonra. ama yaşadığı uç, ona öğretilen ya da öğrenebildiği kadar uç’tu. uçtu sanra kısa bir ziyaret gerçekleştirmek için. kanatları varken uçsundu zaten. kanat ziyanlığının nedeni yoktu. kanatlarının yarını da yoktu. doya doya yaşadı hayatı. her sevdiğini, bir öncekinden daha çok sevdiğini sandı. sevdiğini aldı, alamadığını sevmedi zaten. üzüntüden dizilişteki seslerin hepsini unuttu, sesi kısıldı ve şarkı söyleyemedi. sevda gitti sonra. hiç bir şey kaldı geriye. çünkü o’ndan sevdayı çıkardığınızda kalan: "sıfır"dı
kalmak istiyorum ben. gitmek istemiyorum. gitmek zorunda olmayı sevmiyorum. aslında bütün zorunlulukları sevmiyorum. "özgürlük, zorunlulukların bilincinde olmak demektir" demişti yazarın biri. ama ben özgür olmayı da istemiyorum.
sadece kalmak istiyorum. fişimi çekmek istiyorum. ötanazi istiyorum. kuytularında bir yerde kaybolmak istiyorum.
"another brick in the wall" geliyor aklıma. hey muallim! çocukları rahat bırak! diyesim geliyor. eğitiminize ihtiyacım yok! sahi nereden çıktı şimdi ayrılık? ne güzel eğleniyorduk şurda. bizbize. takılıyorduk kafamıza göre.
kalmak istiyorum ben. "stand by" konumuna almak istiyorum kendimi. lanet. lanetler okumak istiyorum. sonra "okuduğumuzu anladık mı?" öğrenelim istiyorum. dış kapının mandalı da olsa. ne bileyim. borçlandır beni. sonra içişlerime karış. memur zamlarını sen belirle. ben şemsiyeynen dolaşmaya alıştım. üstelik "açıldı" şemsiye. hani açılmazdı? tavuz kuşu gibi geziyorum sayende...
sadece kalmak istiyorum. fişimi çekmek istiyorum. ötanazi istiyorum. kuytularında bir yerde kaybolmak istiyorum.
"another brick in the wall" geliyor aklıma. hey muallim! çocukları rahat bırak! diyesim geliyor. eğitiminize ihtiyacım yok! sahi nereden çıktı şimdi ayrılık? ne güzel eğleniyorduk şurda. bizbize. takılıyorduk kafamıza göre.
kalmak istiyorum ben. "stand by" konumuna almak istiyorum kendimi. lanet. lanetler okumak istiyorum. sonra "okuduğumuzu anladık mı?" öğrenelim istiyorum. dış kapının mandalı da olsa. ne bileyim. borçlandır beni. sonra içişlerime karış. memur zamlarını sen belirle. ben şemsiyeynen dolaşmaya alıştım. üstelik "açıldı" şemsiye. hani açılmazdı? tavuz kuşu gibi geziyorum sayende...
ben yandım, kalbim kül oldu eski bir kütüphane yangınında. iyimser bi yazı olsun istiyorum bu defa. okuyan baksın, bir daha gülsün. bir tebessüm uyandırmaktan daha güzel bir şey var mı şu hayatta? var. bir kahkaha yaratmak. kötüyken, kırıkken, kırgın ve kırılmışken kimsenin aklına kemal sunal gelmez mesela...
herkes derdini paylaşmak ister. anlayan birilerinin nefes aldığını, aynı acıların başkaları tarafından da çekilebildiğini görüp şaşırmak ister. "demek ki hayat böyleymiş, benim bi suçum yokmuş" demek ister. ama bu, tesellilerde kullanılırsa, bi işe yaramaz. "bunu sadece senin yaşadığını mı düşünüyosun? kaç kişi kalp kırıklığı yaşamıştır şu hayatta bi bilsen" şeklindeki avutma yeltenmeleri hiç bir işe yaramaz. çünkü o an için ağlayanın derdinden daha önemli bir şey yoktur dünyada. çünkü bilir "hayat böylelerini sevmez, bir tekme de o atar." farketmez onun için acısının görkemliliği. acır sadece içinden içinden. hem niye rahatlatsın ki aynı acıları başkalarının yaşadığını da bilmek?
ama şöyle yürekten bi ilgilenenin olsun istersin. ne bileyim sen ağlarken bi işe yaramaz ama mutfakta biri çorba yapıyorsa senin için, nane limon kaynatıyorsa bunu bilmek içten içten unutturur derdini. o an orda ne kadar çaresiz olduğunu dinliyor olmasından iyidir birilerinin senin için bir şeyler yaptığını bilmek. asıl amacın ilgi çekmek değildir elbette. ama bu bambaşka bi hazdır. birilerinin seni dinlemektense senin için bir şeyler yapması candır, püsürdür...
sonra kuşlar, böcekler. içine girdiğin küçük kaygan deliğin, felaketin halini alması. için acıya acıya ilgi çekmeye çalışmak. fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar, herşey emeğin olacak. gelir bayram günü, çalar davullar, ak ellere kına yakılır bir gün
sonra bir ben kalıyorum, bir de yalnızlık. yangınlar, uçurumlar, ben ve yanlızlık. verilen her şey boşmuş gibi geri alınıyor, önce bir bir, sonra hepsi...
herkes derdini paylaşmak ister. anlayan birilerinin nefes aldığını, aynı acıların başkaları tarafından da çekilebildiğini görüp şaşırmak ister. "demek ki hayat böyleymiş, benim bi suçum yokmuş" demek ister. ama bu, tesellilerde kullanılırsa, bi işe yaramaz. "bunu sadece senin yaşadığını mı düşünüyosun? kaç kişi kalp kırıklığı yaşamıştır şu hayatta bi bilsen" şeklindeki avutma yeltenmeleri hiç bir işe yaramaz. çünkü o an için ağlayanın derdinden daha önemli bir şey yoktur dünyada. çünkü bilir "hayat böylelerini sevmez, bir tekme de o atar." farketmez onun için acısının görkemliliği. acır sadece içinden içinden. hem niye rahatlatsın ki aynı acıları başkalarının yaşadığını da bilmek?
ama şöyle yürekten bi ilgilenenin olsun istersin. ne bileyim sen ağlarken bi işe yaramaz ama mutfakta biri çorba yapıyorsa senin için, nane limon kaynatıyorsa bunu bilmek içten içten unutturur derdini. o an orda ne kadar çaresiz olduğunu dinliyor olmasından iyidir birilerinin senin için bir şeyler yaptığını bilmek. asıl amacın ilgi çekmek değildir elbette. ama bu bambaşka bi hazdır. birilerinin seni dinlemektense senin için bir şeyler yapması candır, püsürdür...
sonra kuşlar, böcekler. içine girdiğin küçük kaygan deliğin, felaketin halini alması. için acıya acıya ilgi çekmeye çalışmak. fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar, herşey emeğin olacak. gelir bayram günü, çalar davullar, ak ellere kına yakılır bir gün
sonra bir ben kalıyorum, bir de yalnızlık. yangınlar, uçurumlar, ben ve yanlızlık. verilen her şey boşmuş gibi geri alınıyor, önce bir bir, sonra hepsi...
sigara dumanından süzülüyordu gözyaşların ve ben her iç çekişmelerimde ciğerlerime katranla karışık bir parçanı daha ekliyordum vucuduma sen bilmem hangi uykunun koynunda ısıtıyorken ellerini. oysa ellerin üşüdüğünde usulca sokulurdun hayallerime.
uzak umutlar şekillenirdi gözlerinin ışığında bu şehrin karanlık sokakları beni böylesine yorgun düşürmeden önce.
şimdilerde her gece sana ölüyorum sabah ezanları yankılanırken sensiz odamın duvarlaında... hala seni söylüyor bütün şarkılar ve hala senin için yazılıyor bütün acıklı siirler. sarhoş ağıtlar yükseliyor sokak ortasındaki karartılardan; içim ürperiyor adın düşüyor dilime ... ve ben yine bilindik bir şairin acı yüklü bir kaç mısrasını okuyorum sessizce belki rüyalarının birinde duyarsın diye...
ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin
uzak umutlar şekillenirdi gözlerinin ışığında bu şehrin karanlık sokakları beni böylesine yorgun düşürmeden önce.
şimdilerde her gece sana ölüyorum sabah ezanları yankılanırken sensiz odamın duvarlaında... hala seni söylüyor bütün şarkılar ve hala senin için yazılıyor bütün acıklı siirler. sarhoş ağıtlar yükseliyor sokak ortasındaki karartılardan; içim ürperiyor adın düşüyor dilime ... ve ben yine bilindik bir şairin acı yüklü bir kaç mısrasını okuyorum sessizce belki rüyalarının birinde duyarsın diye...
ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin
zamanında çok eleştirilmiş, yeri gelmiş yerilmiş başlıktır kendisi.
halen yazılıyor olması da güzel bir cevap olmuş.
halen yazılıyor olması da güzel bir cevap olmuş.
uyku? bazen anneyi özlerken ağlayarak dalınan okyanus,bazen babayı özlerken bir kuşcasına semaya yükseliş,bazen kendini özlerken en derin ıssızlıkları, en köhne kuytuları kanatları altına almış şehir, bazen sonbaharın hain alevinde kurumuş, kendini toprağa hafifçe atan bir yaprak, bazen çılgın dalgalara maruz kalmış, mürettebatını en korkunç deniz yaratıklarının midesine kaptırmış bir geminin devrilişi kadar ağır, bazen en coşkulu yada en sakin dünyalara açılan kapının altın anahtarı, bazen sevgilinin kollarında keşf-i cihan, bazen dostun hanesinde bir koltuğun kucağında sevgilinin kokusuyla sevişmek, bazen zat-ı şahanelerini misafir eden eski bir konak, bazen en ulu dervişleri ağırlayan bir dergah, uğruna ejderhalara karşı savaşılan asil prenses...
şimdi en gerekli olan...
şimdi en gerekli olan...
biz de kontör istiyoruz,biz de kontör istiyoruz,bizde kontör istiyoruz,biz de kont...
hani böyle bir yere dalar gözler.. çocuklar çimler üzerinde yalınayak oradan oraya koşarken futbolun kurallarına aykırı cümeleler kurarlar.birisi yere düştü hoop diğeri itiraz eder taç oldu diye.sonra diğeri hayır şimdi sen baraj kuracaksın diye çıkışır ya.. ne güzeldir birbirlerine serzenişleri..oysaki ben de öyle bir cocuktum!!! şimdi artık değil faul.. şike yapmayı biliyorum..
aslında diye başlayan cümleler.
duyulmasını istemediğin kelimeler...
aşkı bahara,hüznü sonbahara sığdırdığın anlar...
gerçekten korktuğunda,bunu kimselere söyleyemediğin dakikalar...
düşünüp,kendine birşey katamadığın yalnızlıklar...
biliyorum deyip,beylik bir ifadenin içinde olduğunda,aslında bilmediğin sözler...
duyulmasını istemediğin kelimeler...
aşkı bahara,hüznü sonbahara sığdırdığın anlar...
gerçekten korktuğunda,bunu kimselere söyleyemediğin dakikalar...
düşünüp,kendine birşey katamadığın yalnızlıklar...
biliyorum deyip,beylik bir ifadenin içinde olduğunda,aslında bilmediğin sözler...
ankara yine siyaha büründü,
ben her gece sana aşık olurum,
herkesten habersiz,
senden bile...
ben her gece sana aşık olurum,
herkesten habersiz,
senden bile...
fox tv açıktı..herkesin tahmin edebileceği üzre bez bebek adlı dizi vardı.yayın akışı ilginç olan bir bir kanal fox tv 23 saat bez bebek yayınlıyorlar...bekliyorum sürekli bir beklenti içerisindeyim.bekliyorum hep.
bitmiyor bu beklemeler huzursuzluk verici...yaz sıcağında sucuk yemek gibi her şey ..hani geğirdiğinde çıkan sarımsak kokusunu üzerine alınmassın ya o hesap.etrafımda bu kokudan rahatsız olabileceğim ne bir insan ne de ’hayır ben sarımsak yemedim ıyy kim yemiş pis pis ’ diyecek bir yüzüm yok.evet bu aralar gerçekten yüzüm yok ..bir çok aile insanının ’sakkalarını kes’ ’oğlum hiiç yakışmıyor’ ’biraz yüzün ferahlasın’ cümlelerini zerre penisime takmıyorum.yol verdim bildiğin uzuyor..düşünüyorum onların da bir beklentisi var ..onlarda kesilmeleri için bir şey bekliyorlar.bir zamanlar bağımlısı olduğum msn messenger zerre ilgilendirmiyor..ulan ne saçmaymış saatlerce milletle yazışmak diyorum.konusu bile açılınca canım sıkılıyor..birliktelikliklerin gerekliliklerini en iyi şekilde yerine getirdiğimi düşünerek kendime haksızlık ediyorum...bu sıkıntıların yersiz olduğu ortadayken gerekli ortayı yapıp gol atamayacak kadar basit bir oyun anlayışı sergiliyorum..halbuki ne kadar saçma şu maraton programı iki adam oturmuş bildiğin hepimizle ağır taşak geçiyor..sonra aklıma takılan bir şey hayatın bir oyun mu yoksa reel gerçeklere dayanan bir temeli var mı sorusu geliyor. ’bu nası soru lan ’ diyerek vazgeçiyorum.insan ömründe uyumaya verilen zaman ortalama 25 yıl diye bir olay duydum oha diyerekten uykularımı azalttım ama can sıkıntılarım arttı.fenerbahçenin lige başladığı kötü sonuca sevinmiş bir beşiktaşlı olarak mutluluğu doya doya yaşayamayacak kadar bitkinim..yaz sıcakları kavuruyor komşunun küçük cocuğu kapımı çalıyor ..’abi topunu versene bana’ diyor ..hay sizin topunuzu diyerekten veriyorum tüm toplarımı ..toplar onlarda olmasına ramen hayat benden çalıyor faul düdüklerini..hakem nerede diyorum? sağıma bakıyorum soluma bakıyorum ..yukarı yine bakmıyorum.tırsıyorum.irdelemiyorum. babamn tansiyonu normale döndü 13 8 oldu diye seviniyorum..hiç olur mu koskoca 190 cm 100 kg adam hastalanır mı akıllara sığmıyor bu ..oluyormuş demekki.içleniyorum kafamdan bunlar gecerken..paranoya hat safhada neden olmak zorunda ki şu ’o aslında iyi biri’ biz arkadaştan öte değiliz ’kalan geçmmişte kaldı’ tarzında hayatı zehreden insanlar..yok canım güveniyorum ama arabalarının altına bomba koyma istemimi engellemiyor tüm bunlar..yaz ayında fırtına içindeki balıkçı teknesi gibi olmayı kendim mi seçiyorum? bilmem iredelemem de.. ha demiştim bak nerden nereye geldi olay.olmuyor işte o olmuyor ben ölüyor o gelmiyor ben bekliyorum...
nero...
bitmiyor bu beklemeler huzursuzluk verici...yaz sıcağında sucuk yemek gibi her şey ..hani geğirdiğinde çıkan sarımsak kokusunu üzerine alınmassın ya o hesap.etrafımda bu kokudan rahatsız olabileceğim ne bir insan ne de ’hayır ben sarımsak yemedim ıyy kim yemiş pis pis ’ diyecek bir yüzüm yok.evet bu aralar gerçekten yüzüm yok ..bir çok aile insanının ’sakkalarını kes’ ’oğlum hiiç yakışmıyor’ ’biraz yüzün ferahlasın’ cümlelerini zerre penisime takmıyorum.yol verdim bildiğin uzuyor..düşünüyorum onların da bir beklentisi var ..onlarda kesilmeleri için bir şey bekliyorlar.bir zamanlar bağımlısı olduğum msn messenger zerre ilgilendirmiyor..ulan ne saçmaymış saatlerce milletle yazışmak diyorum.konusu bile açılınca canım sıkılıyor..birliktelikliklerin gerekliliklerini en iyi şekilde yerine getirdiğimi düşünerek kendime haksızlık ediyorum...bu sıkıntıların yersiz olduğu ortadayken gerekli ortayı yapıp gol atamayacak kadar basit bir oyun anlayışı sergiliyorum..halbuki ne kadar saçma şu maraton programı iki adam oturmuş bildiğin hepimizle ağır taşak geçiyor..sonra aklıma takılan bir şey hayatın bir oyun mu yoksa reel gerçeklere dayanan bir temeli var mı sorusu geliyor. ’bu nası soru lan ’ diyerek vazgeçiyorum.insan ömründe uyumaya verilen zaman ortalama 25 yıl diye bir olay duydum oha diyerekten uykularımı azalttım ama can sıkıntılarım arttı.fenerbahçenin lige başladığı kötü sonuca sevinmiş bir beşiktaşlı olarak mutluluğu doya doya yaşayamayacak kadar bitkinim..yaz sıcakları kavuruyor komşunun küçük cocuğu kapımı çalıyor ..’abi topunu versene bana’ diyor ..hay sizin topunuzu diyerekten veriyorum tüm toplarımı ..toplar onlarda olmasına ramen hayat benden çalıyor faul düdüklerini..hakem nerede diyorum? sağıma bakıyorum soluma bakıyorum ..yukarı yine bakmıyorum.tırsıyorum.irdelemiyorum. babamn tansiyonu normale döndü 13 8 oldu diye seviniyorum..hiç olur mu koskoca 190 cm 100 kg adam hastalanır mı akıllara sığmıyor bu ..oluyormuş demekki.içleniyorum kafamdan bunlar gecerken..paranoya hat safhada neden olmak zorunda ki şu ’o aslında iyi biri’ biz arkadaştan öte değiliz ’kalan geçmmişte kaldı’ tarzında hayatı zehreden insanlar..yok canım güveniyorum ama arabalarının altına bomba koyma istemimi engellemiyor tüm bunlar..yaz ayında fırtına içindeki balıkçı teknesi gibi olmayı kendim mi seçiyorum? bilmem iredelemem de.. ha demiştim bak nerden nereye geldi olay.olmuyor işte o olmuyor ben ölüyor o gelmiyor ben bekliyorum...
nero...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?