üniversite öğrencisi insanı idealizmden nihilizme, pragmatizmden realizme bir döngü icinde birakan bu anlamiyla bile onemli bir donemdir. onemlidir ama insanin canini sikiyor olmasiyla sinir bozucudur. bu donemler cogunlukla sikintiyi ifade eder hale gelmeye basladigindan, bolumunden memnun olmayan ne kadar cok insan oldugunun da gostergesidir.
universite ve bolum tercihinin, tercih formunda yuvarlaklari doldurukenki kadar kolay olmadigini her farkedisinde ogrenci -ki genelde final donemlerinde gorulen bir rahatsizlik gibidir bu- aslinda bir tercih yapmis oldugunu hatirlar.
final donemleri velhasili kelam onemlidir.
cogu ogrenci ogrendiklerinin pek cogunu bu donemde ogrenmistir. ya da bilmiyorum benim ogrendigimi sandiklarim -ki pek azdir- hep bu donemden kalmadir.
askin nesiller boyunca farkli yasandigini, farkli algilandigini kaba bir bicimde belirtmek yerine, tolstoy gibi "kalp sayisi kadar sevgi cesidi vardir." sozunu benimseyenlerin nesillere degil insanlara bakacagini bildigimden; bu soz, "yeni ve eski nesiller" arasina kendini sikistiran ve kelime dagarcigi zayif, yaratici olmayan bireyin etrafinda olup bitenlere kizginliginin urunudur.
ayrica farkli uyusturuculari sigarayla ayni fiyata temin edebilecek olmanizdan kelli uyusturucu ticaretinin, yani ulkenin kalkinmasinin da onu acilmis oluyor.
bir de sigaranin getirdigi saglik sorunlarinin ve dolayisiyla masraflarinin, sigara satisiyla elde edilen gelirden çok daha fazla olmasiyla ilgili bir durumdur bu zamlar. kimisi neden sigarayi biraktirmaya calisiyor bu adamlar, ne iyi insanlar, sagligimizi dusunuyorlar diyebilir. isin boyle pek de garip olmayan bir yani da var elbet. tum dunyadaki bu zam yaklasiminin sebebi boyle de degerlendirilebilir. degerlendirilsin.
bir de sigaranin getirdigi saglik sorunlarinin ve dolayisiyla masraflarinin, sigara satisiyla elde edilen gelirden çok daha fazla olmasiyla ilgili bir durumdur bu zamlar. kimisi neden sigarayi biraktirmaya calisiyor bu adamlar, ne iyi insanlar, sagligimizi dusunuyorlar diyebilir. isin boyle pek de garip olmayan bir yani da var elbet. tum dunyadaki bu zam yaklasiminin sebebi boyle de degerlendirilebilir. degerlendirilsin.
zamlar winstona etki etmedi mi nedir?
hiçbir listede adini goremedim winstonun. winston yerli sigara da benim haberim mi yok.
neyse bu zamla farkediyorum ki, sigara icmek de daha da zengin isi oldu.
eskiden zenginlik gostergesiymis tutun cignemek, simdi de karsidan gelen bir adamin elinde sigara varsa cebinde ne kadar para oldugunu anlayacak duruma gelecegiz galiba. ama yine de dertli adamin elinden dusurmedigi bok oldugu icin sigara, dertlilerin sayisini da gostermeye devam edebilir ote yandan.
hiçbir listede adini goremedim winstonun. winston yerli sigara da benim haberim mi yok.
neyse bu zamla farkediyorum ki, sigara icmek de daha da zengin isi oldu.
eskiden zenginlik gostergesiymis tutun cignemek, simdi de karsidan gelen bir adamin elinde sigara varsa cebinde ne kadar para oldugunu anlayacak duruma gelecegiz galiba. ama yine de dertli adamin elinden dusurmedigi bok oldugu icin sigara, dertlilerin sayisini da gostermeye devam edebilir ote yandan.
dostoyevskinin ecinniler mi cinler mi olduğunu anlayamadığım, cinler adıyla okumuş olduğum romanı. biri bu konuya açıklık getirsin lütfen.
ha roman güzel... elimdeki parçalanmış ve defalarca bantlanmış eserden aklımda kalan yoğun bir karmaşa... bu kitabı ilk okuyuşum nietzsche okumalarından sonraydı. bu yüzden "nihilist" diye anılan kişinin dostoyevski tarafından pek tutulmamasını farketmemle (nietzschenin de o dönemler nihilist olduğunu sanıyordum ve dostoyevskiden etkilendiğini biliyordum) kafam epey karışmıştı. sonradan nietzschenin de varoluşçu olduğunu farkedebilmemle (bilmiyorum belki de yanlıştır) rahatsızlıklarım ve yanlış anlamalarım son buldu... bu kitabı ilk okuyuşumda rahat okuyamadığımdan -romanın yoğun karmaşasıyla benim kafa karışıklığım ve bilgisizliğim birleşince- garip bir tat bırakmıştı.
dostoyevskinin geleceği avrupada görenlere kızdığını hepten biliyoruz. bu kitapta da bunun bir yansıması var elbette... romanı derin yapan, sadece belli şeylerden bahsetmesi değil, kavrayışıdır. klasik olmasının sebebi de tamamen bu kavrayıştır. klasiklerin yazarları belki her zaman haklı değildirler, fakat okunmalıdırlar. roman sevmeseniz bile...
ha roman güzel... elimdeki parçalanmış ve defalarca bantlanmış eserden aklımda kalan yoğun bir karmaşa... bu kitabı ilk okuyuşum nietzsche okumalarından sonraydı. bu yüzden "nihilist" diye anılan kişinin dostoyevski tarafından pek tutulmamasını farketmemle (nietzschenin de o dönemler nihilist olduğunu sanıyordum ve dostoyevskiden etkilendiğini biliyordum) kafam epey karışmıştı. sonradan nietzschenin de varoluşçu olduğunu farkedebilmemle (bilmiyorum belki de yanlıştır) rahatsızlıklarım ve yanlış anlamalarım son buldu... bu kitabı ilk okuyuşumda rahat okuyamadığımdan -romanın yoğun karmaşasıyla benim kafa karışıklığım ve bilgisizliğim birleşince- garip bir tat bırakmıştı.
dostoyevskinin geleceği avrupada görenlere kızdığını hepten biliyoruz. bu kitapta da bunun bir yansıması var elbette... romanı derin yapan, sadece belli şeylerden bahsetmesi değil, kavrayışıdır. klasik olmasının sebebi de tamamen bu kavrayıştır. klasiklerin yazarları belki her zaman haklı değildirler, fakat okunmalıdırlar. roman sevmeseniz bile...
bulgakovun yazildiktan ve yazarinin ölümünden bile pek sonra yayinlanabilen eseri.
can yayınlarından okuduğum çevirisinde yer yer yazım hataları olsa da (can yayınları ile alışıldık bir durum gibi gelmemişti bana), sansürlenen bölümlerin de okuyucuyla buluşturulmasi hoş olmuş. dikkatli okuyucunun neden sansüre uğradığını anlayabileceği bölümler ilk bakışta herhangi bir "sır"dan bahseder gibi görünmemekle birlikte, sistem eleştirisi "sırları" bekleyenleri hayal kırıklığına uğratabilir.
kitabın geneliyle ilgili birkaç şey söyledikten sonra biraz ayrıntıya inilebilir.
kitap, şeytanın (woland) moskovaya gelmesiyle başlar.
sovyet dönemi göze sokmadan eleştirilir.
bulgakovun dinine bağlı bir yazar olduğunu düşünmek yanlış olmamalı. kitabın yasaklanması bile sadece bu bakımından düşünüldüğünde belki anlaşılabilirdir.
ancak yazarın, kurduğu dünyada hassas dengeleri mükemmel bir ahenkle sorgulaması, okuru dine yönlendirmek gibi saçma bir amaç yerine yepyeni bir dünya yaratabilmeyi mükemmel bir biçimde başardığını gösterir. yazarın olay örgülerini ve kurguyu, ayrıntıları absürd olayları bile büyük bir doğallıkla anlatması ve okunabilir kılması takdire şayandır.
pontis pilatus olayı; isanın çarmıha gerilmesi sırasında oradayızdır ve biz de onun çarmıha gerilişini izleriz. şeytan da oradadır ve bu olayı kendi ağzından anlatır. eğer iyi öykücülük/anlatıcılık/romancılık inandırıcılıksa bu bahsettiğim olayın harika anlatılışından yazarın ne denli iyi bir iş çıkardığı (yani ilk sayfalardan bile) söylenebilir.
içerik hakkında ayrıntı vermek garip değilse bile kaçınmak istiyorum. son olarak, kitabın yazılmış en güzel "aşk hikayeleri"nden biri olduğunu söylemeden de geçmek ve sürprizi kaçırmak istemem.
ayrıca bulgakovun bir oyun yazarı olduğu da kitabın içinde rastlanan "sahne"lerden anlaşılabilir.
son eleştirim kitabın iki cilt basılması konusunda olabilir; kitapla ilgili her şeyi açıklamaya özen gösteren yayınevlerinin bunun nedenini açıklamalarını beklerdim.
can yayınlarından okuduğum çevirisinde yer yer yazım hataları olsa da (can yayınları ile alışıldık bir durum gibi gelmemişti bana), sansürlenen bölümlerin de okuyucuyla buluşturulmasi hoş olmuş. dikkatli okuyucunun neden sansüre uğradığını anlayabileceği bölümler ilk bakışta herhangi bir "sır"dan bahseder gibi görünmemekle birlikte, sistem eleştirisi "sırları" bekleyenleri hayal kırıklığına uğratabilir.
kitabın geneliyle ilgili birkaç şey söyledikten sonra biraz ayrıntıya inilebilir.
kitap, şeytanın (woland) moskovaya gelmesiyle başlar.
sovyet dönemi göze sokmadan eleştirilir.
bulgakovun dinine bağlı bir yazar olduğunu düşünmek yanlış olmamalı. kitabın yasaklanması bile sadece bu bakımından düşünüldüğünde belki anlaşılabilirdir.
ancak yazarın, kurduğu dünyada hassas dengeleri mükemmel bir ahenkle sorgulaması, okuru dine yönlendirmek gibi saçma bir amaç yerine yepyeni bir dünya yaratabilmeyi mükemmel bir biçimde başardığını gösterir. yazarın olay örgülerini ve kurguyu, ayrıntıları absürd olayları bile büyük bir doğallıkla anlatması ve okunabilir kılması takdire şayandır.
pontis pilatus olayı; isanın çarmıha gerilmesi sırasında oradayızdır ve biz de onun çarmıha gerilişini izleriz. şeytan da oradadır ve bu olayı kendi ağzından anlatır. eğer iyi öykücülük/anlatıcılık/romancılık inandırıcılıksa bu bahsettiğim olayın harika anlatılışından yazarın ne denli iyi bir iş çıkardığı (yani ilk sayfalardan bile) söylenebilir.
içerik hakkında ayrıntı vermek garip değilse bile kaçınmak istiyorum. son olarak, kitabın yazılmış en güzel "aşk hikayeleri"nden biri olduğunu söylemeden de geçmek ve sürprizi kaçırmak istemem.
ayrıca bulgakovun bir oyun yazarı olduğu da kitabın içinde rastlanan "sahne"lerden anlaşılabilir.
son eleştirim kitabın iki cilt basılması konusunda olabilir; kitapla ilgili her şeyi açıklamaya özen gösteren yayınevlerinin bunun nedenini açıklamalarını beklerdim.
(bkz: master i margarita)
ismine günlük dense de kullananların daha çok farklı şekilde hitap etmeleri gereken şeydir, benim günlük tutan edebiyatçı/yazarlardan anladığım bu oldu.
(bkz: dünlük)
(bkz: 2-3 günlük)
ayrıca tomris uyarın yaklaşımları için; (bkz: günlerin tortusu) ve günlük ismine alternatif olarak (bkz: gündökümü)
(bkz: dünlük)
(bkz: 2-3 günlük)
ayrıca tomris uyarın yaklaşımları için; (bkz: günlerin tortusu) ve günlük ismine alternatif olarak (bkz: gündökümü)
tam tersine dair bir baslik acilsa senede bir entry ile beni gecen olmaz. herkes kendi ilgi alaniyla ilgileniyor madem, ben de kendi aczimi yazayim dedim.
beni de ovun... neyimi oveceginizi bilmiyorum... aaa ben hata ediyormuşum senelerdir. şimdi farkettim.
evet bir klişe de benden...
(bkz: en cok satilip en az okunan yazar)
(bkz: en cok yazip en az okunan yazar)
beni de ovun... neyimi oveceginizi bilmiyorum... aaa ben hata ediyormuşum senelerdir. şimdi farkettim.
evet bir klişe de benden...
(bkz: en cok satilip en az okunan yazar)
(bkz: en cok yazip en az okunan yazar)
3. nesil olmama ragmen hala yarisina gelemedim 100un... kısaca kiskandigim kisilerin yaptigi bir eylemdir.
her konuda fikri olan, sonsuza kadar fikridir. yurtta fikri cihanda fikri.
eevet, o fikri benim. adimi degistiremem.
elestirel basliklara dayanamiyorum.
eevet, o fikri benim. adimi degistiremem.
elestirel basliklara dayanamiyorum.
ne izleyeceğimin bilinciyle gittiğim bir ezel akay filmi sanıyordum. zira yönetmenin önceki işlerini çok beğenmiştim. çok eğlenecek; muhtemelen bol bol gülecek, görmek istediğim gibi gerçek bir görsel şölen izleyecektim. bu düşüncelerle, filme gitmeden yorumlara bakmayı bile düşünmedim ve hatta önceden hazırlanmış bir tebessümle utanmadan sinemadaki yerimi aldım.
tüm beklentilerimin boşa çıkması bir yana, filmi seyrettiğime öyle pişman oldum ki ne yapacağımı bilemedim. paramı geri istemeyi bile düşündüm...
eğer uzun uzadıya yapılan "kekeme" esprilerinden, öylesine konmuş ünlüler geçidinden, argo konuşmuş olmak için konuşan oyunculardan ve yersiz küfürlerden hoşlanıyorsanız gidin/izleyin derim.
ayrıca eğer görsellik istiyorsanız -ki yönetmen bu konuda başarılı, başarısı da tescilli-, müzikal seviyorsanız da izleyin/gidin derim.
bunun dışında nurgül yeşilçay’ı sevdiğimi sanıyordum bu filmde hakkında düşündüğüm olumlu şeyleri aklımdan biraz biraz silmeyi başardı.(şaka şaka o kadar değil.) öylesine oynamış oyuncular kadrosundan bahsetmeyeceğim. çünkü neden her şeyin bu kadar abuk bir biçimde abartıldığını ve bu abartının da göze battığını anlayamadım. oyuncu seçimi bile abartılıydı bana kalırsa... ben de abartılarla dolu ama güzel bir şey bekliyordum, neyle karşılacağımı bildiğimi düşünüyordum. maaselef izlediğim en kötü ezel akay filmi ve benim gibi düşünen insan sayısının azlığına bakarsanız ben haksız gibiyim.
bu da bir "haksızın savunması" olsun... elle tutulur bir şey bile söyleyemedim baksanıza. sevenler hep haklı olsun.
tüm beklentilerimin boşa çıkması bir yana, filmi seyrettiğime öyle pişman oldum ki ne yapacağımı bilemedim. paramı geri istemeyi bile düşündüm...
eğer uzun uzadıya yapılan "kekeme" esprilerinden, öylesine konmuş ünlüler geçidinden, argo konuşmuş olmak için konuşan oyunculardan ve yersiz küfürlerden hoşlanıyorsanız gidin/izleyin derim.
ayrıca eğer görsellik istiyorsanız -ki yönetmen bu konuda başarılı, başarısı da tescilli-, müzikal seviyorsanız da izleyin/gidin derim.
bunun dışında nurgül yeşilçay’ı sevdiğimi sanıyordum bu filmde hakkında düşündüğüm olumlu şeyleri aklımdan biraz biraz silmeyi başardı.(şaka şaka o kadar değil.) öylesine oynamış oyuncular kadrosundan bahsetmeyeceğim. çünkü neden her şeyin bu kadar abuk bir biçimde abartıldığını ve bu abartının da göze battığını anlayamadım. oyuncu seçimi bile abartılıydı bana kalırsa... ben de abartılarla dolu ama güzel bir şey bekliyordum, neyle karşılacağımı bildiğimi düşünüyordum. maaselef izlediğim en kötü ezel akay filmi ve benim gibi düşünen insan sayısının azlığına bakarsanız ben haksız gibiyim.
bu da bir "haksızın savunması" olsun... elle tutulur bir şey bile söyleyemedim baksanıza. sevenler hep haklı olsun.
ana mat dan sonra okuduysanız bu eseri muhtemelen pek şaşıracaksınız zira ben şaşırmıştım.
eğer gorkiyi dümdüz komünist sananlardansanız kendisinin intihar edişini okuyuşunuzda bir hayli şaşıracaksınız.
öte yandan bu kitap bir döneme ışık tutmasının ve gorkinin hayatını yansıtmasının yanı sıra, hayat içerisinde karşılaştığı fikirlerle, gorkinin, hayatının nasıl şekillendiğini ve en sonunda onun üniversitelerden kastının hayat üniversitesi olduğunu farkedeceksiniz.
beni bu yalın ve sade anlatımda gerçekten etkileyen şey hayat üzerine söylenmiş sözler ve yapılmış tespitler, tartışmalar değil, kendi yaşayışımda ve bizim yaşayışımızda sanki bir tür eksikliğe işaret eden, hayatın içinde ve "önemli" hususlar üzerine kafa patlatan insanların çokluğu olmuştu. zira saçma, hiçbir şeye temas etmediğini fakettiğim günlük konuşmalarda, köşe bucak kaçtığım muhabbetlerde aradığım şeyin aslında biraz ele gelir konular konuşmak ve dertlerimizden bahsedebilmek olduğunu ve bu sorunların hiç de gerilerde kalmadığını ve üzerinde durulmaya değer olduğunu farkettirmiştir bana "benim üniversitelerim".
okunması gereken bir kitap olduğunu söylemek saçma. muhtemelen bu eseri seven insan, sevdiği her esere yaptığı gibi bunu yeniden ve yeniden gözden geçirecektir.
eğer gorkiyi dümdüz komünist sananlardansanız kendisinin intihar edişini okuyuşunuzda bir hayli şaşıracaksınız.
öte yandan bu kitap bir döneme ışık tutmasının ve gorkinin hayatını yansıtmasının yanı sıra, hayat içerisinde karşılaştığı fikirlerle, gorkinin, hayatının nasıl şekillendiğini ve en sonunda onun üniversitelerden kastının hayat üniversitesi olduğunu farkedeceksiniz.
beni bu yalın ve sade anlatımda gerçekten etkileyen şey hayat üzerine söylenmiş sözler ve yapılmış tespitler, tartışmalar değil, kendi yaşayışımda ve bizim yaşayışımızda sanki bir tür eksikliğe işaret eden, hayatın içinde ve "önemli" hususlar üzerine kafa patlatan insanların çokluğu olmuştu. zira saçma, hiçbir şeye temas etmediğini fakettiğim günlük konuşmalarda, köşe bucak kaçtığım muhabbetlerde aradığım şeyin aslında biraz ele gelir konular konuşmak ve dertlerimizden bahsedebilmek olduğunu ve bu sorunların hiç de gerilerde kalmadığını ve üzerinde durulmaya değer olduğunu farkettirmiştir bana "benim üniversitelerim".
okunması gereken bir kitap olduğunu söylemek saçma. muhtemelen bu eseri seven insan, sevdiği her esere yaptığı gibi bunu yeniden ve yeniden gözden geçirecektir.
sonuyla okuyan hemen herkesi hicrana ve soru işaretlerine boğan sabahattin ali yapıtı. açıkcası içinde yer alan düşünceler kitabın kurgusuyla kıyaslandığında sabahattin alinin bir yerlerde hata yaptığını düşünmek mümkün. fakat yorum yapmakta özgürsek mümkün bu. sen kimsin diyecek olursa biri, bu eser iyidir hoştur efendim derim. zira aslen gerçekte beğendiğim güzel bir eserdir. okunmalıdır. ama öte yandan, insanın içini kemiren ve "yahu yapmayaydınız sayın ali, tecessüsle okuduğumuz bu esere melodram oğelerini böyle kolaylıkla sokmamalıydınız. biz böyle düşlemememiştik." demesine yol açan sitemvari sözlere de kulak kabartılmalıdır. bu yönüyle çok küçük bir olmamışlık vardır. ama çok hoş bir eser olduğunu yineleyeyim...
başlıktan emin olamadım. sözlükte ele geçen kârı nereden görebiliyoruz diye aranmadım değil. ama yanlış anlamışım sanıyorum. sözlükten birilerinin kârının olmadığını düşününce de rahatladım, sözlükten kârı kaldırmak devrimci bir söylem olabilirdi ve yöneticilere bir isyanın işareti sayılabilirdi zira.
sanilanin aksine bence yanaktan yanaga da basarilabilen eylemdir. biz oyle sanariz ki yolda gordugunuz kisiyle kabaca `opusmek` durumunda kaldigimizdan birakalim karsimizdaki opecekse opsundur. biz de yanaga karsidaki gibi abanacak olursak bu opusme esnasinda dudaklari daha ice gomuk olan kimse, karsidakinin kafasini tutmak durumda kalir gibi dusunulur.
sonuc itibariyle yanak yanaga opusmeyi goren ve bunu aliskanlik haline getiren bizler, `kim opecek` handikapina kapilmamak icin yanaklari birbirine surtmek suretiyle yasariz bu ani.
yoldan gordugun herkesi de opemezsin ya arkadas derseniz, ne diye yanaklarinizi surtuyorsunuz birbirinize diye sorarim. boyle adet mi olur? ha sen sevdigin kisiyle yanaklari surtuyorsan birbirine, ne anlami vardir bunun derim.
kisaca sorun diye dusunulen seyin cozumu basittir. dudaklarini yanaga uzatan biri varsa ve digeri de sadece opulmenin degil opmenin de zevklerini yasamak istiyorsa, o da karsidakinin kulagina dogru gelmisken dudaklarini saga dogru uzativerir. lan vallaha zor degil. ben bunu denedim hem de defalarca, oyle guzeldir ki, bunu yasamayan insanlarin cinsel hayatlarindan suphe ederim. 2 tarafin da birbirine ayni muameleyi yaptigi cinsel pozisyonlar gibidir bu an. bu zevk bambaskadir.
sonuc itibariyle yanak yanaga opusmeyi goren ve bunu aliskanlik haline getiren bizler, `kim opecek` handikapina kapilmamak icin yanaklari birbirine surtmek suretiyle yasariz bu ani.
yoldan gordugun herkesi de opemezsin ya arkadas derseniz, ne diye yanaklarinizi surtuyorsunuz birbirinize diye sorarim. boyle adet mi olur? ha sen sevdigin kisiyle yanaklari surtuyorsan birbirine, ne anlami vardir bunun derim.
kisaca sorun diye dusunulen seyin cozumu basittir. dudaklarini yanaga uzatan biri varsa ve digeri de sadece opulmenin degil opmenin de zevklerini yasamak istiyorsa, o da karsidakinin kulagina dogru gelmisken dudaklarini saga dogru uzativerir. lan vallaha zor degil. ben bunu denedim hem de defalarca, oyle guzeldir ki, bunu yasamayan insanlarin cinsel hayatlarindan suphe ederim. 2 tarafin da birbirine ayni muameleyi yaptigi cinsel pozisyonlar gibidir bu an. bu zevk bambaskadir.
ozgur ask nedir bilmesin diyenler icin; (bkz: jules and jim)
kendisine hayran oldugum bir yazar oguz atay hakkinda sunlari soylemektedir.
oguz atay:"bat dunya bat"
"1972 yilinda tutunamayanlar`i cikar cikmaz aldim, okudum ve bir daha okudum. yazari da kendisi de hic taninmayan kitap, sanki bana bir sir verir gibi konusuyordu; bu yuzden de (baska sebepler arasinda) cok sevmistim. yirmi yasindaydim, edebiyatci olmak istiyor, teknik universite`de sikilarak okuyor, hayatta ne yapmak istedigimi tam bilmiyordum. genc edebiyatci arkadaslarim yoktu. kitabi, ciktiginin haftasi kendi kendime bulmus, ele gecirmistim, kimse bana bu kitaptan soz etmemisti. ama bu da buyuk bir sezgi degildi hic. turkiye`de o zamanlar (simdi de) senede dogru durust kirk cilt roman ancak yayimlaniyordu. bunlarin yarisindan cogunun kotu oldugunu kitapcida soyle bir karistirir, biraz okur anlardim. geri kalan yirmi romani da satin alir, hepsini ciddiyetle okumaya girisirdim. daha basindan, ilk sayfadan tutunamayanlar`in ilginc, baska, degisik oldugunu kestirmek zor degildi. oyuncu, zeki ve bizdeki romancilara kiyasla kulturlu bir yazar! o zamanlar (simdi de) bir romanciyi sevmek, onunla ilgilenmek icin bu kadari bile yeterliydi, yeterlidir. bir gorev duygusu, yuksek bir ahlakcilik ve cemaat havasi icerisinde toplumsal meselelere ve siyasete kafalarini takmis elestirmenlerimizin kitabi farkedebilmeleri gene de yillar aldi.
tutunamayanlar ve oguz atay ilk ciktiginda neden bana ozel bir sekilde sesleniyordu?
1. kahramanlar teknik unversite`de okuyan muhendislerdi. ben de teknik universite`de okuyordum. babam da amcam da oradandi. teknik universite koridorlarinda yuruyup felsefe, sanat, hayat ve turkiye hakkinda akil karisikligiyla dusunmek nedir biliyordum.
2.yazarin duyarligi, dikkat ettigi seyler (esyalarin tuhafligi) yazarin guvensizlikleri, korkulari, alayciligi, kendi kendine konusmasi ("yahu bu olric de nereden cikti") bana benziyordu. yirmi yas buyuk olsaydim bu kitabi ben de yazmis olabilirdim.
3.kulturluydu yazarimiz. ama kimi baska yazarlar gibi, bati kulturunu ust sinifa mensup olmanin bir gostergesi, herkesten ayri olmanin bir yolu olarak gormuyordu da kendini ifade etmek icin kullaniyordu kulturu.
4. aydinlardan soz ediyordu oguz atay. kitaplari seven, benim gibi insanlardan. turkiye`de bati kulturunu sevmis, ulkenin hayatiyla bu kultur arasinda bocalayan insanlar onun konusuydu. ama onlari suclamiyor, abartili teorilerle onemsemiyor, sorumluluklardan, gorevlerden fazlaca bahsedip kafa utulemiyordu. batililasmis aydinlardan siradan insanlardan soz eder gibi sevgi ve anlayisla soz edebilen ilk yazarimiz oguz atay`dir. simdi kolay gozuken zor bir adim. buyurgan milliyetci ya da solcu siyasal nutuk geleneginden sonra aydinlarin da insan oldugunu gormek rahatlaticiydi.
5. hayatin anlatilmayan pek cok yonu onun sayesinde romana ilk defa girdi: radyodan futbol maci dinlemek, araba kulanmasini dersle ogrenmek, kitaplar arasinda kaybolmus sevimli aydinlar vs.
yazarlari bildigimiz ama yazmadigimiz seyleri yazdiklari icin severiz. hem baskalarina benzemedigimiz icin edebiyatla ilgleniriz hem de edebiyat bize baskalarina benzedigimizi ogretir.
iki turlu oguz atay okuru vardir. 1. "ah canim selim!" duyarligina ilgi duyan kultur ve melodram duskunu okur. 2. "bat dunya bat" sinizmini seven alayci okur.
ben ikinci takimdanim ve birincilerin oguz atay`dan pek bir sey anladiklarini sanmiyorum."
yukardaki satirlarin yazari buyuk yazarimizin adini vermemenin belki de daha iyi olacagini dusunuyordum. zira bu yazarimizi sevmeyenler, sevenlerden cok oldugundan ve bu yazarimizin ovdugu seylere ilgi yerine ilgisizlik, dusmanlik duymayi ovunc kaynagi haline getirmis kisilerin oguz atay`a da ayni yaklasimi gostereceklerinden korktugumdan boyle olmasinin daha iyi olacagina kanaat getirmistim ki, `bana ne oluyor?` dedim en sonunda.
yukardaki yaziya ekleyecegim kucuk sey, yazinin sonunda yer alan okuyucuyu tasviridir. yazar saniyorum akilli bir okurun kitaplari nasil okudugunun da altini cizmis. kitabin sonuna hizla kosan kullanilan kelimeleri, kurulan cumleleri pek onemsemeyen okurla, yazarin duyarligina ilgi duyan okuru birbirinden akillica ayirmis bana gore...
neyse yukaridaki yazi orhan pamuk`un oteki renkler kitabindan alinmistir.
oguz atay:"bat dunya bat"
"1972 yilinda tutunamayanlar`i cikar cikmaz aldim, okudum ve bir daha okudum. yazari da kendisi de hic taninmayan kitap, sanki bana bir sir verir gibi konusuyordu; bu yuzden de (baska sebepler arasinda) cok sevmistim. yirmi yasindaydim, edebiyatci olmak istiyor, teknik universite`de sikilarak okuyor, hayatta ne yapmak istedigimi tam bilmiyordum. genc edebiyatci arkadaslarim yoktu. kitabi, ciktiginin haftasi kendi kendime bulmus, ele gecirmistim, kimse bana bu kitaptan soz etmemisti. ama bu da buyuk bir sezgi degildi hic. turkiye`de o zamanlar (simdi de) senede dogru durust kirk cilt roman ancak yayimlaniyordu. bunlarin yarisindan cogunun kotu oldugunu kitapcida soyle bir karistirir, biraz okur anlardim. geri kalan yirmi romani da satin alir, hepsini ciddiyetle okumaya girisirdim. daha basindan, ilk sayfadan tutunamayanlar`in ilginc, baska, degisik oldugunu kestirmek zor degildi. oyuncu, zeki ve bizdeki romancilara kiyasla kulturlu bir yazar! o zamanlar (simdi de) bir romanciyi sevmek, onunla ilgilenmek icin bu kadari bile yeterliydi, yeterlidir. bir gorev duygusu, yuksek bir ahlakcilik ve cemaat havasi icerisinde toplumsal meselelere ve siyasete kafalarini takmis elestirmenlerimizin kitabi farkedebilmeleri gene de yillar aldi.
tutunamayanlar ve oguz atay ilk ciktiginda neden bana ozel bir sekilde sesleniyordu?
1. kahramanlar teknik unversite`de okuyan muhendislerdi. ben de teknik universite`de okuyordum. babam da amcam da oradandi. teknik universite koridorlarinda yuruyup felsefe, sanat, hayat ve turkiye hakkinda akil karisikligiyla dusunmek nedir biliyordum.
2.yazarin duyarligi, dikkat ettigi seyler (esyalarin tuhafligi) yazarin guvensizlikleri, korkulari, alayciligi, kendi kendine konusmasi ("yahu bu olric de nereden cikti") bana benziyordu. yirmi yas buyuk olsaydim bu kitabi ben de yazmis olabilirdim.
3.kulturluydu yazarimiz. ama kimi baska yazarlar gibi, bati kulturunu ust sinifa mensup olmanin bir gostergesi, herkesten ayri olmanin bir yolu olarak gormuyordu da kendini ifade etmek icin kullaniyordu kulturu.
4. aydinlardan soz ediyordu oguz atay. kitaplari seven, benim gibi insanlardan. turkiye`de bati kulturunu sevmis, ulkenin hayatiyla bu kultur arasinda bocalayan insanlar onun konusuydu. ama onlari suclamiyor, abartili teorilerle onemsemiyor, sorumluluklardan, gorevlerden fazlaca bahsedip kafa utulemiyordu. batililasmis aydinlardan siradan insanlardan soz eder gibi sevgi ve anlayisla soz edebilen ilk yazarimiz oguz atay`dir. simdi kolay gozuken zor bir adim. buyurgan milliyetci ya da solcu siyasal nutuk geleneginden sonra aydinlarin da insan oldugunu gormek rahatlaticiydi.
5. hayatin anlatilmayan pek cok yonu onun sayesinde romana ilk defa girdi: radyodan futbol maci dinlemek, araba kulanmasini dersle ogrenmek, kitaplar arasinda kaybolmus sevimli aydinlar vs.
yazarlari bildigimiz ama yazmadigimiz seyleri yazdiklari icin severiz. hem baskalarina benzemedigimiz icin edebiyatla ilgleniriz hem de edebiyat bize baskalarina benzedigimizi ogretir.
iki turlu oguz atay okuru vardir. 1. "ah canim selim!" duyarligina ilgi duyan kultur ve melodram duskunu okur. 2. "bat dunya bat" sinizmini seven alayci okur.
ben ikinci takimdanim ve birincilerin oguz atay`dan pek bir sey anladiklarini sanmiyorum."
yukardaki satirlarin yazari buyuk yazarimizin adini vermemenin belki de daha iyi olacagini dusunuyordum. zira bu yazarimizi sevmeyenler, sevenlerden cok oldugundan ve bu yazarimizin ovdugu seylere ilgi yerine ilgisizlik, dusmanlik duymayi ovunc kaynagi haline getirmis kisilerin oguz atay`a da ayni yaklasimi gostereceklerinden korktugumdan boyle olmasinin daha iyi olacagina kanaat getirmistim ki, `bana ne oluyor?` dedim en sonunda.
yukardaki yaziya ekleyecegim kucuk sey, yazinin sonunda yer alan okuyucuyu tasviridir. yazar saniyorum akilli bir okurun kitaplari nasil okudugunun da altini cizmis. kitabin sonuna hizla kosan kullanilan kelimeleri, kurulan cumleleri pek onemsemeyen okurla, yazarin duyarligina ilgi duyan okuru birbirinden akillica ayirmis bana gore...
neyse yukaridaki yazi orhan pamuk`un oteki renkler kitabindan alinmistir.
giristeki levhaya dikkatli bakilirsa burasi pek faydali seylerin yapildigi bir yere benziyor. ilk gittigimde saniyorum 18 yasimdaydim, bundan uzun uzun (kisaca uzuuuuun) yillar evveldi.
iceri girdigimde, kaynayan tencereler, garip tupler icerisinde cesitli renklerde sivilar vardi. iceride, bir beyaz onlugu eksik insanlar, calisiyordu. ama ne yaptiklarini bir turlu anlayamadim. demem o ki; benim icin esrarengiz bir yerdi ve etkisinde kalmistim. ne yaptiklarini bile bilmeden `artik burasi icin calisacagim` dedim kendi kendime. simdi de kendi kendime konusmayi birakmam ve bunu herkesle paylasmam gerektigine karar verdim.
adindan da anlasilabildigi gibi, pek cok kesfin, iyilestirici suruplarin, ilaclarin bulundugu, uretildigi, yapildigi yerdir burasi. ornek:(bkz: #880070)
iceri girdigimde, kaynayan tencereler, garip tupler icerisinde cesitli renklerde sivilar vardi. iceride, bir beyaz onlugu eksik insanlar, calisiyordu. ama ne yaptiklarini bir turlu anlayamadim. demem o ki; benim icin esrarengiz bir yerdi ve etkisinde kalmistim. ne yaptiklarini bile bilmeden `artik burasi icin calisacagim` dedim kendi kendime. simdi de kendi kendime konusmayi birakmam ve bunu herkesle paylasmam gerektigine karar verdim.
adindan da anlasilabildigi gibi, pek cok kesfin, iyilestirici suruplarin, ilaclarin bulundugu, uretildigi, yapildigi yerdir burasi. ornek:(bkz: #880070)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?