jill pitkeathley ve david emersonun tek çocuk olmakl başa çıkmanın yollarını anlattıkları eser. asında kişisel gelişim kitaplarına karşı çok önyargılıyımdır ve hiç tercih etmem. gelgelelim günün birinde benim gibi tek çocuk olan kuzenimle dolaşırken gördük bu kitabı. ben alalım dedim o ben sendromlu değilim dedi. ben de sendromlu olduğum için değil sadece öylesine bir okuma olacağını düşünerek almıştım. okurken evet yaşıyorum ben de bunları dedim. ama asıl önemlisi sadece tek çocuklara değil, tek çocukların ailelerine, sevgililerini, eşlerine, dostlarına da çok şey katacak bir kitap. tek çocuk olmak kolay değil ve baş etmek ile ilgili problemleriniz varsa neden okumayasınız ki?
ithaki yayınları şu anda sudan ucuz fiyatlarla kitap satıyor ve bünyesinde jules vernein eserlerini de barındırıyor. jules vernein ki hayal gücünden öte birşeydi muhtemelen. çağında olmayan, olması imkansız olanları yazdı hep, dili basit ve anlaşılır. sadece çocuklar için değil. hala okumadıysanız geç kalmış sayılmazsınız.
jules vernein güney kutbunda geçen bir gemi yolculuğu, bir arayış macerasını anlattığı eseri. aslında arthur gordon pymın öyküsü adlı eserinin devamı olarak yazılmıştır ama kendi basına da rahatlıkla okunabilir. yazarın son büyük romanı olma özelliği taşır.
masanın üstünde duruyor. kah alıp kah bırakıyorum. sevmediğimden, ilgimi çekmediğinden değil. anlatımı müthiş, konusu müthiş, yazarı zaten müthiş. bir seferde okuyu bitecek bir kitap mıdır? ben bir seferde okuyup bitiremiyorum çünkü her kelimeyi öğrenmek, anlatılan herşeyi sonuna kadar anlamak hevesindeyim. kelimelere aşina olmayan birisi için bir solukta okuyup bitirmek imkansız ve manasız.
sigmund freudun yakın arkadaşı ve öğrencisidir. analitik psikolojinin kurucusu kabul edilir. çalışmaları kadar, sonraları ilk kadın psikoalanist olacak hastası sabina spielrein ile yaşadığı ilişkisi ile de tanınmıştır. sabina üstünde ilk psikanaliz denemelerini yapmış bu süreçte freud ile de iletişimde olarak tedaviyi sürdürmüştür. bu konuda daha bilgi için prendimi l’anima adlı film seyredileilinir. ayrıca çok başarılı bir heykeltraştır.
betimlediği aslında bizim çokta tanıdık olmadığımız bir hayat, bir coğrafya, bir toplum, bir dönemdir. en sade cümleleri kullanarak bizleri etkiler. etkilemesi belki de bu sadeliğinden ve içtenliğinden kaynaklanır. günümüz pek çok yazarının yaptığı gibi bir betimlemeyi sayfalarca sürdürmek yerine açık-seçik, anlaşılır bir dil kullanarak anlatmak istediklerini küt diye koyar önümüze. yüzyıllık yalnızlıktaki kişiler ve bunların arasındaki ilişkleri çözebilelim diye bir soyağacını kitaba eklemeyi unutmamıştır.
sarsan, şaşırtan, tetikleyen yazar, yönetmen. pek çok kişinin trainspottingle tanıdığı ama aslında kariyerine çok eser sığdırmış ve hala üretmekte olan kişi. türkçeye çevrildiğini gördüğüm çok fazla kitabı yok. trainspottin, porno, olağanüstü üç kimyasal romans... bunlardan bazıları. kesinlikle ana dilinden okumayı tavsiye ederim. kullanılan terimler, deyimler, kelime oyunları her ne kadar dilimize çevrilmeye çalışılsa bile-ki çevirileri olduka başarılı-orjinal dilinin keyfini veremez. karamizah ve dialog ustasıdır. inanılmaz bir iskoçya geçliği sorgulaması yapar. uyuşturucu kötüdür diye basbas bağırıp aslında hiçbirşey söylemeyenlerden değildir.
adına bakınca farklı çağrışımlar yapsa da mimari ile ilgili bir kitaptır. şevki vanlı mimarlık vakfı yayınıdır. yazarları robert vebturi, denise scott brown, steven izenour dur. arka kapağından alıntı: 20. yüzyılın büyük tasarımcı mimarları mesleki kamuoyuna yalnız inşai değil, yazılı belgelerde sunmak gibi bir zorunlulukla yüz yüze bulunuyorlar. bu durum, albertiyle başlayan bir sürecin beşyüz yıl sonra kitlesem üretim çağına yakışır bir doruk noktasına ulaşması olarak da tanımlanabilir. söz konusu doruk dorukta iki mimar, le corbusier ve robert venturi yaşadıkları dönemi ve o dönemin mimarlığını anlamak için kullanılabilecek temel metinleri yazmakla seçkinleşiyorlardı. bu iki kişiliğin biri modern,ötekiyse post-modern eylem için yaşamsal önemde metinler ortaya koymuşlardır. ..... las vegasın öğrettikleri: mimari biçimin unutulan simgeselliği, mimarlık kuramının ya da ideolojisinin son yıllarda yaşadığı büyük değişimi en iyi örnekleyebilen metinlerden biri olarak özel bir ilgiyi hak etmektedir.-uğur tanyeli
ben bunları çıkıp yaşadım demeseyi kesinlikle ucuz bir kurgu eseri olarak değerlendirirdim. ama yaşadım diyor, tüm detayları ile anlatıyor. kitabın dilini, edebi değerini geçip reklam dehası olarak kutluyorum yazarı. ön yargılarımdan tamamen uzaklaşarak okudum kitabı. edebi bir değeri olmadığını düşünsem de okumanın zaman kaybı olduğunu düşünmüyorum. kötüler olmazsa iyileri fark edemeyiz.
şevki vanlı mimarlık vakfı tarafından yayımlanan robert venturi eseri. arka kapaktan: ... modern mimarlığın aksayan yönlerinin neler olduğunu tepkilerin nereden kaynaklandığını, sorunlaranasıl bir mimari yaklaşımla çözüm bulunabileceğini ilk olarak toparlayıp yazıya döken kaynaklardan biri mimarlıkta karmaşıklık ve çelişki... mimari biçimin unutulan simgeselliği postmodern mimarlık kuramının temel kitabıdır.
çok oldu okuyalı, çok etkilemişti ama kitaptan öte etkileyici olan genco erkalın tek kişilik oyunudur. bir eser bu denli iyi aktarılır ancak sahneye.
mimarlık sevgilimin yazarı aynı zamanda mimar.
şevki vanlı mimarlık vakfının yayınlarıdır ve mimarlığın ulusal ve uluslararası kaynaklarını irdeleyen ve bu konulardaki son gelişmeleri türk meslek grubu ve kamuoyuna duyuracak kitaplar yayınlamayı amaç edinmiştir.
betimlemeleri ile hayal gücü zayıf insanların bile gözünün önünde sahnelerin canlanmasını sağlayabilecek bir eser.
bir solukta okunup bitirilecek kitapların yazarıdır. diğer kitapları da çok başarılı olmasına rağmen herkes onu şibumi ile tanır... şibumi evet baş yapıttır ama diğer kitapları da okunmalıdır...
-samimi insanlar can sıkarlar.neden mi? oyun oynamasını bilmezler. -aşk ne kadar şiddetliyse ayrılıklar ve kavgalarda o denli şiddetli olur. hiç kavga etmeyen aşıklar mı ? onlar sevgililerini değil, ebeveynlerini bulmuşlardır -sabahları sevimsiz uyanan kadınlar beş para etmezler.erkeklere gelince sabahları sevimli uyanları beş para etmezler. bütün çapkınlar bunu bilir, çapkınlığın mahşer günü sabahıdır. -yattıktan sonra terk edilen tüm erkekler bir artı daha diye düşünürler.yattıktan sonra terk edilen tüm kadınlar ise bir eksi daha. erkekler neden o... giderler ? erkek o... kendi yanlızlığını kutlamak için gider. peki ya kadınlar neden çapkınlara giderler ? yanlızlıklarının yasını tutmak için. çünkü terk edilmiş bir kadın kadar rahat elde edilen bir kadın yoktur.bütün çapkınlar bu fırsatı kollarlar. -içgüdülerimiz olmasa kimse kötü ; çıkarlarımız olmasa kimse iyi olmazdı? diye fısıldadı şeytan. ve ekledi , “üstelik iyiler can sıkarlar? -nazik olun ve her zaman terbiyeli konuşun. çünkü bu alemde nezaket ile yapamayacağınız hiçbir kötülük yoktur. -başından büyük bir aşk geçmemiş her kadın için bu bir eksikliktir.. başından büyük bir aşk geçmiş her erkek için ise bu bir fazlalıktır. erkeğin hayatında belki bir aşka yer vardır. kadının ise aşkında belki bir hayata... erkekler deli gibi aşık olurlar, zamanla akıllanırlar. kadınlar ise akıllı gibi aşık olurlar,zamanla delirirler. okuduğum en muhteşem kitaplardan. okumamak büyük kayıp. herkese birşeyler katacaktır.
yalınlığı ile derinden etkileyen bir kitap uçurtma avcısı. dili, konusu, betimlemesi... herşeyi yalın. tesadüfen bir kitapçıda görüp kapağı ile beni çeken ama tesafüs eseri alıpta bu kadar beğendiğim az kitaptan biri. afganistan ve afgan sorunu ile ilgili hiç bir şey okumamıştım gazeteler harici bu kitaba kadar. ama zaten bu kitapta evet bahsi geçen bir afgan sorunu vardı ama asıl önemlisi bunun bir çocuk gözünden nasıl görüldüğünü anlatması, çocuklara neler yaşattığını gözler önüne sermesiydi. arada kalmak, din-mezhep ayrılıkları, statülerin bilinçaltına işleyişi, nedenler ve sonuçlar, dosltuk ve affediş üzerine okuduğum en önemli kitaplardandı. bağlılığın ve inancın hem gücünü hem de yükünü, çocukların belki de en zalimden bile zalim olabileceklerini şaşkınlıkla okuyup, ilk kelimemizin belki de kaderimizi çizdiğini görebileceğimiz ve okunmamasının kayıp olacağı kitap.... *** hasanla aynı memeden süt emmiştik. ilk adımlarımızı aynı bahçede, aynı çimenlerin üzerinde atmıştık. ve ilk sözcklerimizi aynı çatının altında söylemiştik. benimki baba idi. onunkiyse emir. benim adım.
eskiden çok severek okuduğum, her sayısını takip ettiğim bir dergi iken ne yazıkki yozlaşmış, bilimde bile seciciliğe gitmiş, bilim dünyasının dogrularını reddetmese bile en azından bari yayınlamayalım düstüru ile hareket eden dergi.
kitap içinde çıkan ayraçtaki bilgilerdir. 1954te japonyanın nagasaki şehrinde doğdu. eğitimini, beş yaşındayken ailesiyle birlikte geldiği ingilterede tamamladı. kent üniversitesinde ingilizce ve felsefe eğitimi aldı. east anglia üniversitesinde malcolm braduryden yaratıcı yazarlık eğitimi aldı ve yazarlık kariyerinin ilk dönemlerindeki akıl hocası angela carterla tanıştı. 1981de üç tane kısa hikayesi yayımlandı ve o tarihten beri sadece yazarlık yapıyor. 1982de ilk romanı a pale viee of hills ( uzak tepeler, çev: pınar besen,1992) yayımlandı ve winifred holtby memorial ödülünü kazandı. 1983te granta dergisi tarafından en iyi genç ingiliz yazarları arasında gösteridi. 1986da yayımlanan ikinci romanı an artist of the floating worldle whitbread book of the year ödülünü aldı, booker ödülüne aday gösterildi. 1989a yayımlanan üçüncü romanı the remains of the day (günden kalanlar, çev: şebnem susam, 1993) booker ödülünü kazandı ve 1993te james ivory tarafından filme alındı. 1995te cheltenham ödülünü alan romanı the unconsoled, 2000de booker ödülüne ve whitbread ödülüe aday olan when we were orphans ( çocukluğumu ararken, çev. nilden beyazıt tunç, 2002) yayımlandı. 1995te edebiyata katkılarından dolayı obe(officer of the order of the british empire) payesiyle ödüllendirildi. 1998de fransa hükümeti tarafından sanat ve edebiyat şövalesi nişanıyla (chevalier de lordre des arts et des letters) ödüllendirildi. son romanı beni asla bırakma (2005), aynı yıl time tarafından ingilizce yazılmuş en iyi 100 roman listesinde gösterildi, alex ödülünü aldı ve national book critics circle ödülüne aday gösterildi. romanları otuzdan fazla dile çevrilen kazuo ishiguro, karısı ve kızıyla birlikte londrada yaşamaktadır. yazarın sadece beni asla bırakma adlı eserini kitapçıda öylesine dolaşırken gördüm ve arka kapağında yazanlar sayesinde okumaya başladım. oldukça akıcı ve net bir dili var. zaman içerisinde ileri geri giderek kafanızı karıstırmaktan ve okuyucunun dikkatini hep ayakta tutmaktan hoşlandığı belli. tek bir eserini okumakla yargılara varmak doğru olmaz, bu yüzden okumanın hoş olabileceği en azından zaman kaybına yol açtığı düşüncesini uyandırmayacak bir yazar. duygulara dokunmaktan korkmuyor ama çok derinlere inmiyor...
kazuo ishiguronun 2005 yılında yayımlanmış son romanı. arka kapak yazıları: yatılı okul hailsam öğrencileri, bahçe duvarının arkadındaki karanlık ormandan çok korkarlar. haftasonları veya tatillerde evlerine gitmezler, hailshamdan önceki yaşamlarını hatırlamazlar. dış dünyayla bağlantıları yoktur. öğretmenler değil, gözetlenler tarafından eğitilirler. spor ve sanata büyük önem veren gözetmenler, hailsham öğrencilerine sürekli özel olduklarını hatırlatırlar ve bedenlerine çok iyi bakmaları gerektiğini tekrarlarlar. kathy h. de bir hailsham mezunu. otuz bir yaşında ve bakıçılık yapıyor. hailshamdaki en yakın iki arkadaşının yeniden hayatına girmesi üzerine, onlarla paylaştığı geçmişi gözden geçirmek zorunda kalıyor. onları özel kılan şeyin ne olduğunu ve bundan sonraki hayatlarını nasıl biçimlendireceğini daha derinden anlamaya ihtiyacı var. şu sorunun cevabını da bulması gerek: sanat ve aşk zamanı durdurabilir mi? kazuo ishiguro, yayımlandığı yıl times tarafından ingilizce yazılmış en iyi 100 roman listesine alınan beni asla bırakmada, yıkıma götüreceğini bile bile kendi kaderlerini kabullenenlere odaklanmış görünüyor. - bir kitapçıda dolaşırken arka kapağındaki tek bir sözden etkilenip aldığım kitap. daha önce hakkında hiç birşey duymamış, kimsenin okuduğunu görmemiştim ama yikima götüreceğini bile bile kendi kadererini kabullenenler oldukça sasıcı bir cümleydi. dili yalın, net, akıcı... konusu ilk sayfalarda bir yatılı okul gibi görünse de daha derin şeyler olduğunu sayfalar ilerledikçe anlıyorsunuz, şüpheleniyorsunuz birşeylerden ama uzunca bir süre net olarak o okuldaki çocukların kimler olduğunu dile getirmiyor yazar. uzun uzun anlatıyor yaşanları, zaman içinde atlaya zıplaya dolaşıyor. kimi yerlerde çok detaya giriyor o an ordaymış gibi hissediyorsunuz, kimi yerlerde ama neden bu kadar yüzeysel geçti ki diye iç geçiriyorsunuz. ama bir noktada anlıyorsunuz. aslında anlatmaya çalıştığı hiç bir örneği olmayan ama ya bir gün olursa diye aklımızdan geçirip sonuclarını tahmin bile edemeyeceğimiz bir durumun psikolojisini yansıtmaya çalışıyor. bunu anlayınca saygınız artıyor yazara.... sonu sanki sayfa sınırlaması olan bir yazının yazarın anlatacağı çok şey olmasına karşın artık bitmeli diye bitirmesini benzemiş. duygu bu kadar kısa bir biçimde anlatıldığı içinde bu kadar çarpıcı olmuş olablir. kitabın kapağını kaatır kapatmaz bu yazıyı yazdığım için emin olamıyorum. belki bir süre geçtikten sonra daha net olabilirim. yinede içimden bir ses fısıldıyor? neden kaçıp gitmek akıllarına hiç gelmedi ki? ne kadar şartlandırılmış olursak olalım birşeylere hayat ve aşk bu kadar kolay vazgeçilebilinecek şeyler mi?
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?