çok güzel yazıyor ama bu adam ya.
günümüzde chat sitelerinden yapılan şeydir. şimdiki versiyonunda bazı saflar bazı insanlara para vs bile yollar daha tanışmadan etmeden, sonra apışıp kalır. ne hale gelmişizdir.
edit: ayrıca bahsedilen telsiz olayı fazla saf ve şirin geldi kulağa. hem kalkıp buluşuyosun ki normalmiş o dönem, işi bir de kolayla bitiriyorsun. bunun şimdisini harflere dökmicem bile...
edit: ayrıca bahsedilen telsiz olayı fazla saf ve şirin geldi kulağa. hem kalkıp buluşuyosun ki normalmiş o dönem, işi bir de kolayla bitiriyorsun. bunun şimdisini harflere dökmicem bile...
calistigi bilgileri deftere falan bakmadan sozluge girerse, o zaman 1 tasla 2 kus vurabilecek kisidir. zira bu yolla hem bilgilerini tekrar edip -ki ogrenmenin yolu tekrardan gecer- sinavini gecer, hem de sozluge entry girip bu bilgilerini sozluk ahalisiyle paylasmis olur. cok guzel olabilir bu sey.
pek basarili jazz trombonistidir.
arastirma yapmadiginizi goren ogretmen yaniniza gelir, "bu da ne boyle?" der, "wikipediamsi bi sey ama tam degil, arastirma yapiyorum ben de zaten, ondan yani" dediginizde, "hmm peki devam et sen" der ve gider. boylelikle de entry girmeye devam edilir.
bu ingilizcedir. türkçe karşılığı ise bildiğimiz "fırt"tır.
bu rakam söylendiğinde "seksi" olunmasının sebebi dudaklar haliyle büzüşmektedir ve ortaya öpücük yollayan pozumsu bir şey çıkmaktadır. seksi falan değildir, yapanlar andaval gibi çıkar fotoğraflarda.
manyak olduğu iddia ediliyor.
murathan mungan’ın sıfat dahi verme haddinde bulunmadığım şaheseri. en sevdiğim şiiri sanırım.
ne zaman otursam gecenin başına
ne zaman müziğin;
yazamıyorum sözünü etmek istemediğim şeyleri
birbirinden ışığını saklayan uzak yıldızlar gibi
çekiliyor herşey kendi karanlığına
parmak uçlarımda yıldız tozlarıyla kapıyorum gözlerimi
ey ruhumun en büyük şartı olan tedirginlik!
şimdi saat on iki
şimdi gece ve müzik
ne zaman otursam gecenin başına
ne zaman müziğin
göçüyorum boş kağıdın sessizliğine
kalbim, kapatılmış kireç kuyusu akıyor kendine
bakıyorum gençliğim geçiyor uzaktan
dudaklarında bir ıslık
kitapların on lira olduğu zamanlardan
anayurdum gece, kalbimi yazdım mürekkebinle
gün bir çocuk, yaralanmış
akşamın kıyılarına vuran
yürekteki gizli yemin
gidiyor bir şiirden ötekine
ardında yıkılmış kentler
bayındır düşler var ilerde
gün bir çocuk, yaralanmış
ütopyaları kalelerle değiştiren
güdümlü gündüzlerde
anayurdum gece,
ört pelerinini ışıkları sönmüş odalarda
radyo dinleyen çocukların üstüne
saf kokunun sindiği oturma odaları
zamanın tortusu eşyaların duruşunda
duvarlarda içi boşalmış resimler
yıllardır dağılmayan bir sis
akşam yemeklerinin yendiği muşamba masada
kilit altına alınmış duygular, düşünceler
bütün tetikler çekili durur
gerginliğin geometrik nizamında
ışıkları yanmamış akşam alacası
okul dönüşü saat beş radyoda fasıl çalar
bütün gün iç geçiren
ölgün kadın yüzleri sobanın etrafında
ağrı eşiği alçak,
acı frekansı yüksek
okul ve aile birliğinde parçalanmış çocuklar
bir oda, bir dönümlük dünya
kol demiri iner az sonra
çıplak yara gençlik
günden geceye ilerleyen
yüksek gerilim hattında
odam, yaralı hayvan
gecenin gümüş alaşımında gölgelenen eşyalar
müziğin dördüncü duvarı, karanlığın kundağı
sarıyor gündüzün yaralarını
kendime yerleşmek, kendimden uzaklaşmak için gözlerimi kapıyorum
dinliyorum uçurumlara oturmuş ağaçlar gibi başka odalardaki yalnızlıkları
odam yasak kitaplar
suç ortağı şiirler
sevdiğim bir kaç poster
odam bir karaduygu fotoğrafı
o çember zaman içinde
yoktu ki varolmanın başka yolları
yastığımın altında
tutukluk yapmaz silahım
uykumu bekleyen kelimeler
geri dönüyorum
geçmişte çalınan bir gecenin kapılarından
yarım kalmış bir sevişme hatırlıyorum
bir daha hiç tamamlanmamış olan
sonra bir diğerini, bir diğerini daha
derken dağılmış kristal
odalarda sızlayan
sonra seni
siyah motorsikletli çocuk
deri ceketin odamın duvarında asılı kaldı
yıllar yılı birbirimizi paralamaktan
vazgeçip seviştiğimiz ilk ve tek akşamdı
benim için sus payı bir kaç şiirsin artık eski hatıra
ya sen ne yaptın bunca zaman
değişmesi gerekeni sağlaştırmaktan başka
bak duyuyor musun
deep purple, led zeppelin
emerson, lake and palmer
plak zarflarında yitirdiğimiz ritüel
bugün birinci viteste yaşıyormuş gibi
bir duyguya kapılıyor musun ara sırada olsa
buluştuğun birileri var mı
gecenin, müziğin, şiirin toprak hattında
kapamadan gittiğin arka kapı
bak açık duruyor hala
uğrar mısın bir gün unuttuğun ceketini almaya
hırsızlığın ürpertili monologu:
kendime hayatımı anlatıyorum
daha o zamanlar biliyordum
yapmaya çalıştığım her şeyin
kendime hayatımı anlatmak olduğunu.
sözcükleri sevmeyi, büyütmeyi, büyülemeyi,
onları sivriltip silah yapmayı, yaralamayı da
süsleyip gönül almayı da
aynı zamanlarda öğrendim.
sözcüklerin karbon ve elmas gücünü keşfettim.
gecenin geometrisinde, müziğin matematiğinde
saklı duruyor şimdi gizli sözlüğüm
uzakta değil
hırsızlığın ürpertili monologu
dilimin ucunda siyanürüm.
duvarlarda uzak bir geleceğin koyu gölgeleri
şiirlerimizi okurduk mahcup bir fısıltıyla
plaklar dinletirdik birbirimize, filmler anlatırdık
sonra gizlerimizi vermeye gelirdi sıra
dünyayı anlamanın yakıcı isteğiyle
gömüldüğümüz kitaplar, genç ölenlerin matemi...
hiçbir şey ilham vermezdi aşka ve kavgaya
eric clapton’ın gitarı, genesis’in tarihi
ve ayın öteki yüzü kadar
şimdi radyoyu açsam
biliyorum dünyanın bütün radyolarındasınız
gençliğini kirletilmiş takvimlerde yaşayanlar!
artık ne montumun cebindeki çakı
ne yüreğimde tetiği düşmüş sözcükler
çok zaman oldu
odamızın kapısını çekip
o evlerden çıkalı
ellerimizi ve yüreğimizi kirletmeden geçtik
vahşetin yakın tarihinden
ucuza yaralandık, pahalıya ölmedik
biz radyonun son çocukları
anayurdum gece,
ört pelerinini ıslığını yenileyen
çocukların üstüne
gece ve müzik
kapanış programı
bu kitabın da
kili dağılıyor
kendime yazdığım serüvenin
her şiir tabletler halinde bölünüyor birbirine
çoğalıyor birbirinin içinden
gündelik dile transpoze edilmiş şarkıların
biliyorum, kimi derin yaralar okunmaz kalp ağrısı
kırgınlıklarım
kimi eski hatıra ecza dolaplarında saklı mırıldanlıklarım
ne zaman otursam gecenin başına
ne zaman müziğin;
yazamıyorum sözünü etmek istemediğim şeyleri
birbirinden ışığını saklayan uzak yıldızlar gibi
çekiliyor herşey kendi karanlığına
parmak uçlarımda yıldız tozlarıyla kapıyorum gözlerimi
ey ruhumun en büyük şartı olan tedirginlik!
şimdi saat on iki
şimdi gece ve müzik
ne zaman otursam gecenin başına
ne zaman müziğin
göçüyorum boş kağıdın sessizliğine
kalbim, kapatılmış kireç kuyusu akıyor kendine
bakıyorum gençliğim geçiyor uzaktan
dudaklarında bir ıslık
kitapların on lira olduğu zamanlardan
anayurdum gece, kalbimi yazdım mürekkebinle
gün bir çocuk, yaralanmış
akşamın kıyılarına vuran
yürekteki gizli yemin
gidiyor bir şiirden ötekine
ardında yıkılmış kentler
bayındır düşler var ilerde
gün bir çocuk, yaralanmış
ütopyaları kalelerle değiştiren
güdümlü gündüzlerde
anayurdum gece,
ört pelerinini ışıkları sönmüş odalarda
radyo dinleyen çocukların üstüne
saf kokunun sindiği oturma odaları
zamanın tortusu eşyaların duruşunda
duvarlarda içi boşalmış resimler
yıllardır dağılmayan bir sis
akşam yemeklerinin yendiği muşamba masada
kilit altına alınmış duygular, düşünceler
bütün tetikler çekili durur
gerginliğin geometrik nizamında
ışıkları yanmamış akşam alacası
okul dönüşü saat beş radyoda fasıl çalar
bütün gün iç geçiren
ölgün kadın yüzleri sobanın etrafında
ağrı eşiği alçak,
acı frekansı yüksek
okul ve aile birliğinde parçalanmış çocuklar
bir oda, bir dönümlük dünya
kol demiri iner az sonra
çıplak yara gençlik
günden geceye ilerleyen
yüksek gerilim hattında
odam, yaralı hayvan
gecenin gümüş alaşımında gölgelenen eşyalar
müziğin dördüncü duvarı, karanlığın kundağı
sarıyor gündüzün yaralarını
kendime yerleşmek, kendimden uzaklaşmak için gözlerimi kapıyorum
dinliyorum uçurumlara oturmuş ağaçlar gibi başka odalardaki yalnızlıkları
odam yasak kitaplar
suç ortağı şiirler
sevdiğim bir kaç poster
odam bir karaduygu fotoğrafı
o çember zaman içinde
yoktu ki varolmanın başka yolları
yastığımın altında
tutukluk yapmaz silahım
uykumu bekleyen kelimeler
geri dönüyorum
geçmişte çalınan bir gecenin kapılarından
yarım kalmış bir sevişme hatırlıyorum
bir daha hiç tamamlanmamış olan
sonra bir diğerini, bir diğerini daha
derken dağılmış kristal
odalarda sızlayan
sonra seni
siyah motorsikletli çocuk
deri ceketin odamın duvarında asılı kaldı
yıllar yılı birbirimizi paralamaktan
vazgeçip seviştiğimiz ilk ve tek akşamdı
benim için sus payı bir kaç şiirsin artık eski hatıra
ya sen ne yaptın bunca zaman
değişmesi gerekeni sağlaştırmaktan başka
bak duyuyor musun
deep purple, led zeppelin
emerson, lake and palmer
plak zarflarında yitirdiğimiz ritüel
bugün birinci viteste yaşıyormuş gibi
bir duyguya kapılıyor musun ara sırada olsa
buluştuğun birileri var mı
gecenin, müziğin, şiirin toprak hattında
kapamadan gittiğin arka kapı
bak açık duruyor hala
uğrar mısın bir gün unuttuğun ceketini almaya
hırsızlığın ürpertili monologu:
kendime hayatımı anlatıyorum
daha o zamanlar biliyordum
yapmaya çalıştığım her şeyin
kendime hayatımı anlatmak olduğunu.
sözcükleri sevmeyi, büyütmeyi, büyülemeyi,
onları sivriltip silah yapmayı, yaralamayı da
süsleyip gönül almayı da
aynı zamanlarda öğrendim.
sözcüklerin karbon ve elmas gücünü keşfettim.
gecenin geometrisinde, müziğin matematiğinde
saklı duruyor şimdi gizli sözlüğüm
uzakta değil
hırsızlığın ürpertili monologu
dilimin ucunda siyanürüm.
duvarlarda uzak bir geleceğin koyu gölgeleri
şiirlerimizi okurduk mahcup bir fısıltıyla
plaklar dinletirdik birbirimize, filmler anlatırdık
sonra gizlerimizi vermeye gelirdi sıra
dünyayı anlamanın yakıcı isteğiyle
gömüldüğümüz kitaplar, genç ölenlerin matemi...
hiçbir şey ilham vermezdi aşka ve kavgaya
eric clapton’ın gitarı, genesis’in tarihi
ve ayın öteki yüzü kadar
şimdi radyoyu açsam
biliyorum dünyanın bütün radyolarındasınız
gençliğini kirletilmiş takvimlerde yaşayanlar!
artık ne montumun cebindeki çakı
ne yüreğimde tetiği düşmüş sözcükler
çok zaman oldu
odamızın kapısını çekip
o evlerden çıkalı
ellerimizi ve yüreğimizi kirletmeden geçtik
vahşetin yakın tarihinden
ucuza yaralandık, pahalıya ölmedik
biz radyonun son çocukları
anayurdum gece,
ört pelerinini ıslığını yenileyen
çocukların üstüne
gece ve müzik
kapanış programı
bu kitabın da
kili dağılıyor
kendime yazdığım serüvenin
her şiir tabletler halinde bölünüyor birbirine
çoğalıyor birbirinin içinden
gündelik dile transpoze edilmiş şarkıların
biliyorum, kimi derin yaralar okunmaz kalp ağrısı
kırgınlıklarım
kimi eski hatıra ecza dolaplarında saklı mırıldanlıklarım
murathan munganın pek güzel bir şiiri.
i-
ahreli bir kağıt üstüne simsiyah kapanmışım
kazırım kendimi bir secdeden, ellerimde gizli hattatlar
ve söze gelmez devrik duyarlıklarım
gözlerim -hüznün dilsiz masalcısı-
gözlerimde hiçbir dile çevrilmez intiharlar
oysa saklı hançerimi mağrur bildiniz
kendimin tenha bir yerinde vurulmuşum, yatarım
orası bir denizin gölgesidir, göremezsiniz
ölüm üzre bir akrepken menekşelenirsiniz
ve ahreli kağıtlar dürülür ferman diye
yufka ölümlerin hazin tarihleriyle
kar altında kalmış imzasız karanlıklarım
ve azgın sularda kendini arayan deniz
ben konuşmam, susarım
bu aklamaz ki sizi
katilimsiniz
ii-
katilimsiniz en azgın sularda
ellerinizde kan mürekkepleri sarhoş
ölüm nasıl bir sarmaşık ki
(deniz gören) en mağrur balkonlarda
bir gün siz de katilleri seversiniz
i-
ahreli bir kağıt üstüne simsiyah kapanmışım
kazırım kendimi bir secdeden, ellerimde gizli hattatlar
ve söze gelmez devrik duyarlıklarım
gözlerim -hüznün dilsiz masalcısı-
gözlerimde hiçbir dile çevrilmez intiharlar
oysa saklı hançerimi mağrur bildiniz
kendimin tenha bir yerinde vurulmuşum, yatarım
orası bir denizin gölgesidir, göremezsiniz
ölüm üzre bir akrepken menekşelenirsiniz
ve ahreli kağıtlar dürülür ferman diye
yufka ölümlerin hazin tarihleriyle
kar altında kalmış imzasız karanlıklarım
ve azgın sularda kendini arayan deniz
ben konuşmam, susarım
bu aklamaz ki sizi
katilimsiniz
ii-
katilimsiniz en azgın sularda
ellerinizde kan mürekkepleri sarhoş
ölüm nasıl bir sarmaşık ki
(deniz gören) en mağrur balkonlarda
bir gün siz de katilleri seversiniz
muhteşem bir murathan mungan şiiri.
biri beyaz biri kara iki kedi..
birbirlerinin omzuna kollarını dolamışçasına birbirlerine şefkatle sarılarak,
birbirlerine dayanarak yola çıkmışlar.
gölgeler akşamüstünü söylüyor.
yorgun bir günün sonunda eve dönüyorlarmış gibi.
yüzlerini görmüyoruz ama eminim mırıl mırıl konuşuyorlardır. belli sınanmış, denenmiş bir dostluk bu,
uzun yolları da göze alabilen bir dostluk
ya biz, binde bir karşımıza çıkan dostluk, arkadaşlık, sevgililik fırsatlarını ne yapıyoruz?
akşam üstünün bir saatinde yorgun gövdemizi yaslayıp mırıl mırıl konuşabileceğimiz,
omzumuza dolanan bir kolun, başımızı yaslayabileceğimiz bir omzun,
belimizi kavrayan bir elin, uzun yollara dayanıklı ayakların sahibi karşımıza çıktığında tanıyabiliyor muyuz onu,
değerini biliyor, biricikliğini, benzersizliğini anlayabiliyor muyuz? ...
yoksa hayatı sonsuz, fırsatları sayısız sanıp
kendimizi hep ilerde bir gün karşılaşacağımızı sandığımız bir başkasına,
bir yenisine ertelerken hayat yanımızdan geçip gidiyor mu? karşımıza çerken çıkmış insanları yolumuzun dışına sürüklerken
bir gün geri dönüp onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyor muyuz?
hayat her zaman cömert davranmaz bize, tersine çoğu kez zalimdir,
her zaman aynı fırsatları sunmaz, toyluk zamanlarını ödetir. hoyratça kullandığımız arkadaşlıkların, eskitmeden yıprattığımız dostlukların
savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalırız bir gün...
bir akşamüstü yanımızda kimse olmaz,
ya da olanlar olması gerekenler değildir.
yıldızların bizim için parladığını göremeyen gözlerimiz,
gün gelir kayan yıldızların gömüldüğü maziye kilitlenir...
kedilerin özel bir anını yakalamak gibidir
kendi hayatımızdaki olağanüstü anları ve olağanüstü kişileri yakalamak.
bazılarının gelecekte sandıkları bir gün geçmişte kalmıştır oysa;
hani şu karşıdan karşıya geçerken, trafik ışıklarında rastladığınız,
omzunun üzerinden şöyle bir baktığınız sonra da boşverip
nasıl olsa ilerde bir gün tekrar karşıma çıkar. dediğinizdir.
oysa tam da o gün bu zalim şehri terk etmiştir o,
boş yere bu sokaklarda aranırsınız...
biri beyaz biri kara iki kedi..
birbirlerinin omzuna kollarını dolamışçasına birbirlerine şefkatle sarılarak,
birbirlerine dayanarak yola çıkmışlar.
gölgeler akşamüstünü söylüyor.
yorgun bir günün sonunda eve dönüyorlarmış gibi.
yüzlerini görmüyoruz ama eminim mırıl mırıl konuşuyorlardır. belli sınanmış, denenmiş bir dostluk bu,
uzun yolları da göze alabilen bir dostluk
ya biz, binde bir karşımıza çıkan dostluk, arkadaşlık, sevgililik fırsatlarını ne yapıyoruz?
akşam üstünün bir saatinde yorgun gövdemizi yaslayıp mırıl mırıl konuşabileceğimiz,
omzumuza dolanan bir kolun, başımızı yaslayabileceğimiz bir omzun,
belimizi kavrayan bir elin, uzun yollara dayanıklı ayakların sahibi karşımıza çıktığında tanıyabiliyor muyuz onu,
değerini biliyor, biricikliğini, benzersizliğini anlayabiliyor muyuz? ...
yoksa hayatı sonsuz, fırsatları sayısız sanıp
kendimizi hep ilerde bir gün karşılaşacağımızı sandığımız bir başkasına,
bir yenisine ertelerken hayat yanımızdan geçip gidiyor mu? karşımıza çerken çıkmış insanları yolumuzun dışına sürüklerken
bir gün geri dönüp onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyor muyuz?
hayat her zaman cömert davranmaz bize, tersine çoğu kez zalimdir,
her zaman aynı fırsatları sunmaz, toyluk zamanlarını ödetir. hoyratça kullandığımız arkadaşlıkların, eskitmeden yıprattığımız dostlukların
savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalırız bir gün...
bir akşamüstü yanımızda kimse olmaz,
ya da olanlar olması gerekenler değildir.
yıldızların bizim için parladığını göremeyen gözlerimiz,
gün gelir kayan yıldızların gömüldüğü maziye kilitlenir...
kedilerin özel bir anını yakalamak gibidir
kendi hayatımızdaki olağanüstü anları ve olağanüstü kişileri yakalamak.
bazılarının gelecekte sandıkları bir gün geçmişte kalmıştır oysa;
hani şu karşıdan karşıya geçerken, trafik ışıklarında rastladığınız,
omzunun üzerinden şöyle bir baktığınız sonra da boşverip
nasıl olsa ilerde bir gün tekrar karşıma çıkar. dediğinizdir.
oysa tam da o gün bu zalim şehri terk etmiştir o,
boş yere bu sokaklarda aranırsınız...
(bkz: nazım oratoryosu)
(bkz: nazım oratoryosu)
nazım hikmetin şiirlerini besteleyen fazıl sayın oratoryosudur. cso ile yapılan oratoryoda şarkıları sertab erener söyler, şiirleri ise genco erkal okur. bilkent senfoni orkestrasıyla olan oratoryosu da vardır. muhteşem bir sanat eseridir.
http://www.youtube.com/watch?v=i7bwfwjfjt0&feature=related
genco erkal ın sesinden, nazım oratoryosundan.
genco erkal ın sesinden, nazım oratoryosundan.
zırt pırt giren çıkan, mesaj atan falan olursa onların rahatsız edici sesini susturmak için, bir de geveze şahısları kendinden uzak tutmak için böyle olabilmekteler.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?