(bkz: çarpık bacak sendromu)
birbiriyle çelişen durumlardır.
mesela asla deyip de denileni yaşamak vardır.
misal, ben daha 15 yaşındayken bana sorardı annemin-babamın arkadaşları, "sen de değişim öğrencisi olup gitmek ister misin bir ülkeye" diye. "bilmem, sanmıyorum" derdim hep. "aa, niye? ne güzel gir sınava, kazan, hem iyi puan alırsan amerikaya da gidersin, herkes oraya gitmek ister ya..." diye eklerlerdi. her seferinde, "yok ben istemiyorum, hatta değişimci olmayı bırakın olsam bile amerikayı asla seçmem" diyordum. şimdiki vaziyete bakın. hem değişimciyim, hem amerikadayım. fazlasıyla ironik.
mesela asla deyip de denileni yaşamak vardır.
misal, ben daha 15 yaşındayken bana sorardı annemin-babamın arkadaşları, "sen de değişim öğrencisi olup gitmek ister misin bir ülkeye" diye. "bilmem, sanmıyorum" derdim hep. "aa, niye? ne güzel gir sınava, kazan, hem iyi puan alırsan amerikaya da gidersin, herkes oraya gitmek ister ya..." diye eklerlerdi. her seferinde, "yok ben istemiyorum, hatta değişimci olmayı bırakın olsam bile amerikayı asla seçmem" diyordum. şimdiki vaziyete bakın. hem değişimciyim, hem amerikadayım. fazlasıyla ironik.
hiç tavsiye etmiyorum, çok fena ağlarsınız sonra.
bir aşk nasıl bu kadar cezalandırılır dedirten filmdir. hıçkırarak, hatta artık hoplayarak ağlar izleyenler. çok güzeldir yine de.
bir aşk nasıl bu kadar cezalandırılır dedirten filmdir. hıçkırarak, hatta artık hoplayarak ağlar izleyenler. çok güzeldir yine de.
(bkz: yok öyle bir şey)
az önce bir arkadaşımla konuşuyordum, kız birden saçma sapan bi şey söyledi sonra gülmeye başladı. sonra;
o: yaa ben aslinda bazen ne salagim diorum
ben: bazen aklın yerine gelio da ondan. yoksa hep salaksın.
o: ahahaha
ben: ya da sen hep salaksın da salak olduun için bazen sanıosun.
o: yaa ben aslinda bazen ne salagim diorum
ben: bazen aklın yerine gelio da ondan. yoksa hep salaksın.
o: ahahaha
ben: ya da sen hep salaksın da salak olduun için bazen sanıosun.
çok zararlı. malum radyasyon yayıyo alet, beyne zararlı bi kere.
geçen yıl ankaranın gop ilçesinde, çayhaneden köroğluna doğru yürüyodum. sokakta ilk okul çağında olduğunu tahmin ettiğim iki çocuk kaldırımda oturmuş saklambaç üzerine tartışıyorlardı;
oğlan sen kaça kadar sayabiliyon ki?
diğer oğlan 100. sen?
oğlan ben sonsuza kadar sayarım.
diğer oğlan ben de sayarım!
oğlan hadi lan ordan say da görelim.
diğer oğlan 95ten saymaya başlar.
diğer oğlan 95, 96, 97, 98, 99,100...
oğlan ee noldu? höhöhö sayamıyon di mi!?!?!
diğer oğlan sonsuz bir! sonsuz iki! sonsuz 3!...
oğlan sen kaça kadar sayabiliyon ki?
diğer oğlan 100. sen?
oğlan ben sonsuza kadar sayarım.
diğer oğlan ben de sayarım!
oğlan hadi lan ordan say da görelim.
diğer oğlan 95ten saymaya başlar.
diğer oğlan 95, 96, 97, 98, 99,100...
oğlan ee noldu? höhöhö sayamıyon di mi!?!?!
diğer oğlan sonsuz bir! sonsuz iki! sonsuz 3!...
kendileri için yaratılmıştır:
http://tinyurl.com/ajgtgo
http://tinyurl.com/ajgtgo
noel çakması salak bayram. aslen hristiyan bayramı olup 25 aralıkta kutlanır. isanın doğum günü olduğu iddia edilir ancak incile göre isanın doğum günü bahar ayındadır. bütün geleneği göreneği (çam ağacı, noel baba, hediyeler mediyeler, aile yemekleri, hindi kesme, kırmızı-yeşil kombinasyonu ve niceleri...) alınıp diğer ülkelere "yeni yıl kutlaması" olarak yutturulmuştur. noelin, yeni yıla yakın olmasından dolayıdır ki, kapitalizm, bakmış insanlar bu günde birbirlerine tonalrca hediye vermek için para harcıyorlar, ben de bunu bütün dünyaya yayayım ki insanlar daha çok para harcasın! demiş. biz de şaban gibi kutluyoruz. arkadaşa-sevgiliye alınan kırmızı iç çamaşırları, alışveriş merkezlerinde çocukları kucaklarına oturtan noel babalar, yeni yılla ilgili sinemaya giren filmler ya da dizilerdeki partiler, alınan onca saçma sapan şey ve bu saçma sapan şeylerin kısa süre içersinde işlevsizliklerinden ötürü bir kenara fırlatılmalaı...
saçma değil de nedir?
her gün içebiliriz, her gün eğlenebiliriz, her gün hayatımıza yeni bir sayfa açabiliriz. neden 1 ocak?
saçma değil de nedir?
her gün içebiliriz, her gün eğlenebiliriz, her gün hayatımıza yeni bir sayfa açabiliriz. neden 1 ocak?
yılbaşı ile aynı vasfı taşır. sırf birileri istiyor diye sevgiliye hediye vermek, hizmet etmektir. git hediyeni başka zaman ver canım.
sevgililer günü için mi 2 kuruşluk çiçeğe tonlarca para saçıyoruz? ya da gidip restoranlardan rezervasyonlar yaptırıyoruz, yer bulamayınca ıkınıp sıkılıyorız... romantizmi 14 şubatta yaşamak, ya da onun "niteliği" doğrultusunda yaşamak, romantizmi yerle bir etmektir.
sevgililer günü için mi 2 kuruşluk çiçeğe tonlarca para saçıyoruz? ya da gidip restoranlardan rezervasyonlar yaptırıyoruz, yer bulamayınca ıkınıp sıkılıyorız... romantizmi 14 şubatta yaşamak, ya da onun "niteliği" doğrultusunda yaşamak, romantizmi yerle bir etmektir.
sebebi dizilerin aptal olmasıdır.
sabahın 5:45inde alarmın çalmasıyla birlikte başa gelendir.
iç acıtır. iğrenç ya bu ne diyemezsiniz, derseniz vicdan azabı çekersiniz çünkü öyle dediğinizde size ilgi ve şefkate aç kedi yavrusu gibi bakar sonra. ay ne güzel derseniz de bi şekilde kullanmanızı isticektir, o da olmaz. her şekilde yazıktır, verenin kalbi kırılacaktır.
"bence size çılgınlar gibi tutkun sevgilileriniz ya da istediğiniz an böylelerini bulma garantiniz olmasaydı, aşk üzerine bu kadar atıp tutamazdınız" aslı erdoğan
günlüklerden sıkılmıştı artık sonunda.
bir yerlere saçma sapan kişisel şeyler karalamak yetmiyordu içini boşaltmak için. ne yapacağını şaşırmış, öylece oturdu defterinin başında.
birden aklına geliverdi günlüğünden de yaşlı hatıraları.
geri dönmek istedi onlara bir an, çok küçük bir an ama.
o kadar garipti ki, o dönemde yaşadığı bütün duygular doluvermişti içine o saniyede; özlemişti…
haziran ne kadar güzeldir, kimileri doğar, kimileri doğanın yaşamına girer…
kızın canı o haziran sabahı da sıkkındı gerçi, günün ona neler getireceğinden habersiz…
rutin yaşam;
sabah duşları,
öğleden sonra buluşmaları,
akşam migros’ları…
her rutinden daha farklıydı aslında bu üç öğün; kız, onlar olmadan aç kalacağının farkında değildi.
bir dostla başlamıştı her şey.
ilkin, dostu olacağını bilmeden çağırdı yanına, ukalaca.
geldi yanına ikircikli, merhabalaştılar, akşam görüşelim dedi kız, tamam dedi.
akşam oldu, şans eseri gördüler birbirlerini…
o gün bugündür, yaz geceleri onların oyuncağı oldu, iki kardeşin paylaştığı gibi…
“ne yıldızı yahu, ankara’ da yıldız mı olur? geceleri üç beş bir şeyler parlar, biri de ay zaten…” diyerek izlerlerlerdi gecenin göğsünü ve baygın baygın yatarlardı güneşin kavurucu sıcağında, ellerinde biralarla.
kızın bir kağıdı, bir kalemi, bir de kayığı vardı. kalemiyle çizmişti bu kayığı defterinin sayfalarına. her yerde o vardı zaten; havada, karada, suda, uzayda…
yazıp dururdu, saçma ya da anlamlı, fark etmeden.
ilk okutacağı insan da, yaz şansının ona getirdiği rüzgar parçasıydı.
dost demeye çekinmiyordu ona artık.
o dost, kıza öyle bir armağan verdi ki, hayatının sonuna kadar unutamayacağı, vaz geçemeyeceği, hayatının bir parçası olacak ve ona her kapıyı açtıracak bir anahtar, bir kaynak tutuşturdu ellerine; mavi kitaptı bu.
hediyelerin en kutsalı, yolların en gizemlisi, en güçlü silah ve en şefkatli anne sevgisi, bilgiyi gösterdi ona; onu -uzay gemisi mi desem belediye otobüsü mü, bilemediğim- kayığına bindirdi ve sularında özgürce kürek çekmesini söyledi ona, ağzını bile kıpırdatmadan.
inanılmaz bir şehvet, anlatılmaz bir tutkuydu bu. yüreğinin içini doldulan bir şelale gibi akıyordu bilgiler damarlarında, ve sürekli yenileniyordu soruları, sorguları kızın, her yeni soluğunda.
sonra bir karanlık aylar çemberi geldi ki, sorma. belli etmediğini sanıyordu küçük, kimseye içindeki büyük karaltıları. kız görüyordu ama çocuğun kara gözlerinden. o gözler öyle kara, öyle saydamdı ki, kız baktı mı, aklından geçeni, geçmeyeni görürdü; anlatmasına gerek yoktu yani, anlıyordu onu…
bu durakta fazla durmayalım, otobüs çoktan geçip gitti bile. o otobüsler gibi ikisinin de hayatından pek çok şey geldi ve geçti. ama hiçbiri için “keşke olmasaydı” demedi ikisi de. yaşadıkları birer deneyim; yıkılışlarla gelen kuvvet, kuvvetlerle gelen özgürlüklerdi çünkü. gün geçtikçe birbirlerine benzemeye başladı bu farklı anaların iki –öz kardeşi.
bir gün bir ayrılık çattı kapılarına, göz yumdular hayatın oyunlarına, açıktıklarında birbirlerini görmek umuduyla…
bir yerlere saçma sapan kişisel şeyler karalamak yetmiyordu içini boşaltmak için. ne yapacağını şaşırmış, öylece oturdu defterinin başında.
birden aklına geliverdi günlüğünden de yaşlı hatıraları.
geri dönmek istedi onlara bir an, çok küçük bir an ama.
o kadar garipti ki, o dönemde yaşadığı bütün duygular doluvermişti içine o saniyede; özlemişti…
haziran ne kadar güzeldir, kimileri doğar, kimileri doğanın yaşamına girer…
kızın canı o haziran sabahı da sıkkındı gerçi, günün ona neler getireceğinden habersiz…
rutin yaşam;
sabah duşları,
öğleden sonra buluşmaları,
akşam migros’ları…
her rutinden daha farklıydı aslında bu üç öğün; kız, onlar olmadan aç kalacağının farkında değildi.
bir dostla başlamıştı her şey.
ilkin, dostu olacağını bilmeden çağırdı yanına, ukalaca.
geldi yanına ikircikli, merhabalaştılar, akşam görüşelim dedi kız, tamam dedi.
akşam oldu, şans eseri gördüler birbirlerini…
o gün bugündür, yaz geceleri onların oyuncağı oldu, iki kardeşin paylaştığı gibi…
“ne yıldızı yahu, ankara’ da yıldız mı olur? geceleri üç beş bir şeyler parlar, biri de ay zaten…” diyerek izlerlerlerdi gecenin göğsünü ve baygın baygın yatarlardı güneşin kavurucu sıcağında, ellerinde biralarla.
kızın bir kağıdı, bir kalemi, bir de kayığı vardı. kalemiyle çizmişti bu kayığı defterinin sayfalarına. her yerde o vardı zaten; havada, karada, suda, uzayda…
yazıp dururdu, saçma ya da anlamlı, fark etmeden.
ilk okutacağı insan da, yaz şansının ona getirdiği rüzgar parçasıydı.
dost demeye çekinmiyordu ona artık.
o dost, kıza öyle bir armağan verdi ki, hayatının sonuna kadar unutamayacağı, vaz geçemeyeceği, hayatının bir parçası olacak ve ona her kapıyı açtıracak bir anahtar, bir kaynak tutuşturdu ellerine; mavi kitaptı bu.
hediyelerin en kutsalı, yolların en gizemlisi, en güçlü silah ve en şefkatli anne sevgisi, bilgiyi gösterdi ona; onu -uzay gemisi mi desem belediye otobüsü mü, bilemediğim- kayığına bindirdi ve sularında özgürce kürek çekmesini söyledi ona, ağzını bile kıpırdatmadan.
inanılmaz bir şehvet, anlatılmaz bir tutkuydu bu. yüreğinin içini doldulan bir şelale gibi akıyordu bilgiler damarlarında, ve sürekli yenileniyordu soruları, sorguları kızın, her yeni soluğunda.
sonra bir karanlık aylar çemberi geldi ki, sorma. belli etmediğini sanıyordu küçük, kimseye içindeki büyük karaltıları. kız görüyordu ama çocuğun kara gözlerinden. o gözler öyle kara, öyle saydamdı ki, kız baktı mı, aklından geçeni, geçmeyeni görürdü; anlatmasına gerek yoktu yani, anlıyordu onu…
bu durakta fazla durmayalım, otobüs çoktan geçip gitti bile. o otobüsler gibi ikisinin de hayatından pek çok şey geldi ve geçti. ama hiçbiri için “keşke olmasaydı” demedi ikisi de. yaşadıkları birer deneyim; yıkılışlarla gelen kuvvet, kuvvetlerle gelen özgürlüklerdi çünkü. gün geçtikçe birbirlerine benzemeye başladı bu farklı anaların iki –öz kardeşi.
bir gün bir ayrılık çattı kapılarına, göz yumdular hayatın oyunlarına, açıktıklarında birbirlerini görmek umuduyla…
attila ilhanın deniz gezmiş, yusuf aslan ve hüseyin inanın idamları üzerine yazdığı şiirdir. ahmet kaya tarafından bestelenmiştir.
şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız
gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
o mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız
bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
gittiler akşam olmadan ortalık karardı
bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
geceler uzar hazırlık sonbahara
şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız
gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
o mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız
bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
gittiler akşam olmadan ortalık karardı
bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
geceler uzar hazırlık sonbahara
attila ilhanın o mahur beste adındaki deniz gezmiş, hüseyin inan ve yusuf aslan için yazdığı şiirini bestelemiştir, çok da güzel olmuştur. severek dinlenilesidir...
2008 yılında basılmış, masal- öykü niteliğinde olan mustafa balbay kitabı. kendisine bu kitaptan sonra, gezi yazarı, köşe yazarı gibi niteliklerin yanı sıra tam anlamıyla "edebiyatçı" da denmeli bence.
la fontaine’in tilkiye peynirini kaptıran kargası ’gaak’ deyince süperstar olur...
yazın bol bol dans edip eğlenen ağustosböceği kışın karıncaya veda edip, sıcak iklimlere uçar...
affedersin la fontaine,
üzgünüz gerçekten,
masallarında verdiğin dersler,
tersine döndü.
karga da karınca da şaşkın:
’doğrusu hangi yöndü? ’
affına sığınıp
derslerini bugüne taşıdık.
insanlar alemini incitmemeye dikkat ettik,
biraz kaşıdık...
(arka kapak)
la fontaine’in tilkiye peynirini kaptıran kargası ’gaak’ deyince süperstar olur...
yazın bol bol dans edip eğlenen ağustosböceği kışın karıncaya veda edip, sıcak iklimlere uçar...
affedersin la fontaine,
üzgünüz gerçekten,
masallarında verdiğin dersler,
tersine döndü.
karga da karınca da şaşkın:
’doğrusu hangi yöndü? ’
affına sığınıp
derslerini bugüne taşıdık.
insanlar alemini incitmemeye dikkat ettik,
biraz kaşıdık...
(arka kapak)
yerel seçimlerin sonuçlarına, ülkenin bir çok yerinden gelen itirazlardır.
adanada, akp, chp ve mhpnin seçim sonuçlarına itiraz ederek, seyhan 4. bölge ilçe seçim kuruluna dilekçe vermesi üzerine başlanan 415 sandıktaki büyükşehir belediyesi, merkez ilçe ve belediye meclisi üyeliği oylarının sayımı, parti görevlilerinin de gözlemci olarak bulunduğu adliye binasında gerçekleştiriliyor.
seçim kurulunun sorumluluk bölgesindeki 415 sandıkta kayıtlı 126 bin 770 seçmenden 102 bin 420si büyükşehir belediyesi, 102 bin 2si ise seyhan belediyesi için oy kullanmıştı. seçimlerde, büyükşehir belediye başkanlığında akpye 31 bin 708, mhpye 25 bin 60, chpye 22 bin 966, seyhan belediye başkanlığı seçiminde ise akpye 30 bin 809, chpye 22 bin 672 ve mhpye 22 bin 656 oy çıktığı belirtilmişti.
ayrıca, dtp adana il başkanı hacer taşarsu da, yerel seçimlerin adanada iptal edilmesi gerektiğini söyledi.
taşarsu, belediye başkan adayları ve bir grup partilinin katılımıyla adana adliyesi yakınında yaptığı açıklamada, yerel seçimlerin adanada şaibeli ve şüpheli geçtiğini öne sürdü.
devamı için;http://tinyurl.com/cqtjlm
adanada, akp, chp ve mhpnin seçim sonuçlarına itiraz ederek, seyhan 4. bölge ilçe seçim kuruluna dilekçe vermesi üzerine başlanan 415 sandıktaki büyükşehir belediyesi, merkez ilçe ve belediye meclisi üyeliği oylarının sayımı, parti görevlilerinin de gözlemci olarak bulunduğu adliye binasında gerçekleştiriliyor.
seçim kurulunun sorumluluk bölgesindeki 415 sandıkta kayıtlı 126 bin 770 seçmenden 102 bin 420si büyükşehir belediyesi, 102 bin 2si ise seyhan belediyesi için oy kullanmıştı. seçimlerde, büyükşehir belediye başkanlığında akpye 31 bin 708, mhpye 25 bin 60, chpye 22 bin 966, seyhan belediye başkanlığı seçiminde ise akpye 30 bin 809, chpye 22 bin 672 ve mhpye 22 bin 656 oy çıktığı belirtilmişti.
ayrıca, dtp adana il başkanı hacer taşarsu da, yerel seçimlerin adanada iptal edilmesi gerektiğini söyledi.
taşarsu, belediye başkan adayları ve bir grup partilinin katılımıyla adana adliyesi yakınında yaptığı açıklamada, yerel seçimlerin adanada şaibeli ve şüpheli geçtiğini öne sürdü.
devamı için;http://tinyurl.com/cqtjlm
(bkz: bilge)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?