confessions

aello

- Yazar -

  1. toplam entry 2101
  2. takipçi 1
  3. puan 35158

kızarmış dondurma

aello
muhteşem ötesi bir tatlıdır . bazı yerlerde çikolatalı dondurmayı kızartıp etrafına muzla bir şeyler yaparlar. tarif edemiyorum, ama öyle yendiğinde orgazmik kıvılcımlar duyarsınız ağzınızla mideniz arasında.

hardal

aello
eğer bahsedilen hardal acı hardal ise, yanlışlıkla fazla kaçtığında burundan başlayıp kulaklara, oradan da elmacık kemiklerinize kadar suratınızdaki her yerinizi yakabilen, bir o kadar da leziz olan sos. sonucunda burnunuz akar, genzinizin, ciğerlerinizin falan açıldığını hissedersiniz.
bazı toplumlar tarafından bal ile karıştırıldığında kızarmış tavukla yenmesi için hazırlanmış bir sosa dönüşür ki kulağa iğrenç gelse bile aslıdna tadı güzeldir.

sis

aello
tevfik fikret şiiri.

sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,
bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.
tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;
bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim,
lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!
ey sahn-ı mezâlim…evet, ey sahne-i garrâ,
ey sahne-i zî-şâ’şaa-i hâile-pîrâ!
ey şa’şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı
şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı;
ey kanlı mahabbetleri bî-lerziş-i nefret
perverde eden sîne-i meshûf-ı sefâhet;
ey marmara’nın mâi der-âguuşu içinde
ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;
ey köhne bizans, ey koca fertût-ı müsahhir,
ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;
hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.
hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün
çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!
mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;
üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.
te’sîs olunurken daha, bir dest-i hıyânet
bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet!
hep levs-i riyâ, dalgalanır zerrelerinde,
bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde.
hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffu’;
yalnız bu… ve yalnız bunun ümmîd-i tereffu’.
milyonla barındırdığın ecsâd arasından
kaç nâsiye vardır çıkacak pâk u dirahşan?

örtün, evet, ey hâile… örtün, evet, ey şehr;
örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..

ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
kaatil kuleler, kal’alı zindanlı saraylar;
ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu ma’bed;
ey gırre sütunlar ki birer dîv-i mukayyed,
mâzîleri âtîlere nakletmeye me’mûr;
ey dişleri düşmüş, sırıtan kaafile-i sûr;
ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;
ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârat;
ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer
te’mîn edebilmiş nice bin sâil-i sâbir;
"geçmişlere rahmet!" diyen elvâh-ı mekaabir;
ey türbeler, ey herbiri pür-velvele bir yâd
iykâz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;
ey ma’reke-i tîn ü gubâr eski sokaklar;
ey her açılan rahnesi bir vak’a sayıklar
vîrâneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ;
ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ
temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin;
ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın
gam-dîde ocaklar ki merâretle somurtmuş,
yıllarca zamandan beri, tütmek ne…unutmuş;
ey mi’delerin zehr-i tekâzâsı önünde
her zilleti bel’eyleyen efvâh-ı kadîde;
ey fazl-ı tabîatle en âmâde ve mün’im
bir fıtrata makrûn iken aç, âtıl ü âkim;
her ni’meti, her fazlı, her esbâb-ı rehâyı
gökten dilenen züll-i tevekkül ki.. mürâyi!
ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtâz
insanda şu nankörlüğü tel’in eden âvâz;
ey girye-i bî-fâide, ey hande-i zehrîn;
ey nâtıka-ı acz ü elem, nazra-i nefrîn;
ey cevf-i esâtîre düşen hâtıra: nâmus;
ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs;
ey havf-i müsellâh, ki hasârâtına râci’
öksüz, dul ağızlardaki her şevke-i tâli’;
ey şahsa masûniyyet ü hürriyyete makrûn
bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kaanûn;
ey va’d-i muhâl, ey ebedî kizb-i muhakkak,
ey mahkemelerden mütemâdî sürülen hak;
ey savlet-i evhâm ile bî-tâb-ı tahassüs
vicdanlara temdîd edilen gûş-ı tecessüs;
ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar;
ey gayret-i milliye ki mebgûz u muhakkar;
ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-ı siyâsî;
ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî;
ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeye me’lûf;
eşrâf ü tevâbi’, koca bir unsûr-ı ma’rûf;
ey re’s-i fürûberde, ki akpak, fakat iğrenç;
ey taze kadın, ey onu ta’kîbe koşan genç;
ey mâder-i hicranzede, ey hemser-i muğber;
ey kimsesiz, âvâre çocuklar… hele sizler,
hele sizler…

örtün, evet, ey hâile… örtün, evet, ey şehr;
örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!...

(orijinali)


sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
ey zulümler sâhası... evet, ey parlak alan,
ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
sefahate susamış bağrında yaşatan.
ey marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
ey köhne bizans, ey koca büyüleyici bunak,
ey bin kocadan artakalan dul kız;
güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
içerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
yalnız işte bu... ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
milyonla barındırdığın insan kılıklarından
parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

örtün, evet ey felâket sahnesi... örtün artık ey şehir;
örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar.
ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
“geçmişlere rahmet! ” diye yazılı kabir taşları.
ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan
vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
sembole eden harap ve sessiz evler;
ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: nâmus;
ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: ayak öpme yolu.
ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”!
ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek
vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet!
ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
ey kimsesiz; âvâre çocuklar... hele sizler,
hele sizler...

örtün, evet, ey felâket sahnesi... örtün artık ey şehir;
örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!

(türkçeleştirilmiş hali)

tevfik fikret

aello
atatürk tarafından kitabı basılan ilk şairimiz.
ateisttir. dinin insanları birbirine düşürmek için uydurulmuş bir yalan olduğuna inanır. ancak oğlunun kanada’da bir hristiyan olarak ölmesi tezatlık olmuştur.

istanbul

aello
dünyada ortasından deniz geçen tek cennet’vari kent.

tevfik fikret’in sis adlı şiiri de istanbul’a ithafen yazılmıştır. şiirin doğruluğunu hala koruduğunu görmek akılları karıştırmaktadır. yine de en sevdiğim şehir.

kumas pantolonu göbeğin uzerine kadar çekmek

aello
bazı siyasetçilerimiz tarafından yapıldığının gözlemlenmesi de ayrı bir tezatlık oluşturmuştur. zira, içlerinden bazıları köseliyi falan bırakın, çıkarıp ayaklarını yayar gri çoraplarıyla birlikte, açar bacaklarını öyle poz verirler. yalnız onda da hak vermek lazım; ya beyaz giyseydi de kiri görünseydi? gir en azından pislerini gizlemiş. hem ne kadar modern değil mi ama?(!!!!)

farklı dilde rüya görmek

aello
yabancı bir ülkede, gereğinden uzun kalındığında başa gelendir. beklemediğiniz bir anda olur. rüyayı görüp uyandığınızda acayip şaşırırsınız hatta kendinize kızarsınız özünüzden izole olduğunuzu düşündüğünüz için. ama sonra alışırsınız, özle mözle akalası yok, adaptasyonla ilgili dersiniz. bu da zaten bir ülkeye, oranın diline vs tam anlamıyla adapte olduğunuzu gösterir. istem dışıdır.
91 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol