kadinlar romani ile beni benden alan,sicak su muzigi,buyuk zen dugunu,postane,pis morugun notlari gibi romanlari ile bamba$ka bir hayatlari gozlerimin onune suren,butun ele$tirilere ragmen sevdigim ve sevecegim yazar.
kaptan yemege cikti ve tayfalar gemiyi ele gecirdi ve dunyevi siirlerin son gecesi kitaplari ile benim kendimden bir$eyler bulduguma tanik oldugum e$siz yazardir ayni zamanda.
charles bukowski
kadinlar kitabi ile yazim sanatinin nasil bir $ey oldugunu okuyucularina harika bir $ekilde belli etmi$tir.
isminden sonra ilk akla gelen sarap ve kadin olan sair,yazar.
tanrının dünyada şiir yazması için görevlendirmiş olduğu şahsiyet.
kelimeleri 7.65 kalibre mermiden daha etkilidir.
kelimeleri 7.65 kalibre mermiden daha etkilidir.
(bkz: suda yan ateste bogul )
o kadar yalin, o kadar gunluk dilde yazar ki siirlerini nefret edersiniz onun bu siradan dehasindan, neden sizde yoktur, neden kafkaya bu kadar asikken, shakespear’in soz cambazligina fal tasina donmus gozlerle tepki verirken, bernard shaw’u bu kadar wiseman yakistirmasi ile butunlestirirken, bukowskinin ordan cikip;
numarali tribundeki
saclari kizil boyali fistik
memelerini bana yaslayip
konustu durdu gardena’dan
...
diyerek gelmis gecmis en iyi yazar ve sairlerden biri olmasi sizi cildirtir. adamin dogalligi bu kadar mi sanatsal olur. olur iste.
numarali tribundeki
saclari kizil boyali fistik
memelerini bana yaslayip
konustu durdu gardena’dan
...
diyerek gelmis gecmis en iyi yazar ve sairlerden biri olmasi sizi cildirtir. adamin dogalligi bu kadar mi sanatsal olur. olur iste.
babası polonya asıllı bir amerikan,annesi de bir alman olan bukowski,1920 yılında almanyada dünyaya geldi...
2 yaşındayken ailesiyle amerikaya göç ettiler...
25 yaşındayken yazdığı kısa öyküyle ilk ödülünü aldı...
fırtınalı bir hayatı olan bukowski,fakirliğin,çaresizliğin ve yalnızlığın pençesinden kendini kurtaramadı...
alkol komaları,gayri meşru çocuk sahibi olmalar ve çok az paralara karşılık yaptığı yazarlıklar, hayatının trajik bir süreğenlik içinde olduğunu göstermektedir.
hristiyan olarak yetiştirilen bukowski,kaliforniyada 73 yaşındayken öldüğünde,cenaze merasimi budizm ölçütleri içinde gerçekleştirildi...
2 yaşındayken ailesiyle amerikaya göç ettiler...
25 yaşındayken yazdığı kısa öyküyle ilk ödülünü aldı...
fırtınalı bir hayatı olan bukowski,fakirliğin,çaresizliğin ve yalnızlığın pençesinden kendini kurtaramadı...
alkol komaları,gayri meşru çocuk sahibi olmalar ve çok az paralara karşılık yaptığı yazarlıklar, hayatının trajik bir süreğenlik içinde olduğunu göstermektedir.
hristiyan olarak yetiştirilen bukowski,kaliforniyada 73 yaşındayken öldüğünde,cenaze merasimi budizm ölçütleri içinde gerçekleştirildi...
bi yerde adini gordugumde gulememe sebep olmustu..
aynen soyle : kim siker bukowski yi...
aynen soyle : kim siker bukowski yi...
"... hakkımda yazilanlara gelince;bazi tanitma yazilari ,makaleler,bir kitap ve bibliyografi sayılabilir;ancak onlar bu duvarin arkasindaki dolapta biryerdeler ve şimdi gidip ararsam terler ve sıkılırım.siz de bunu istemezsiniz biliyorum.saolun.ayrica daktilo ve imla yanlisşari için ozur dilerim.ikisine de hiçbir zaman ilgi duyamadim..."
c.bukowski.
c.bukowski.
(bkz: kaybedenin onde gideni)
tolstoyu hiç sevmeyen, yaşadığı süre içerisinde dünyayı ve insanları pek fazla iplemeyen, yanlızlık hastası, ernest hemingwaye "earnie" diye hitab eden, alkolik, at yarışı delisi, sıradan delilik öyküleri kitabı harika olan, yazmayı herşeyden çok seven, sanırsam 1994 yılında hayatını kaybetmiş usta yazar.
askerde okuduğum "kadınlar" adlı kitabında seviştiği kadınları sayamamakla birlikte,çarpıcı sevişme tasvirleri yüzünden depresyona girmeme sebep olan yazardır.kitabın arkasında fotografı vardı da..tam keş tipi var adamda.. açık sözlü insan..
- otur stirkoff!
- sağolun efendim.
- ayaklarını uzatabilirsin.
- çk lütufkarsınız efendim.
- stirkoff, anladığım kadarı ile adalet ve eşitlik gibi konuları irdeleyen yazılar yazıyormuşsun; coşku ve kurtuluş hakkı üzerine de, doğru mu stirkoff?
- evet efendim.
-dünyada geniş anlamda bir adalet sağlanabilir mi sence?
- hiç sanmam efendim.
- öyleyse bu boktan yazıları neden yazıyorsun? kendini iyi hissetmiyor musun?
- son zamanlarda pek iyi değilim efendim. deliriyorum gibi geliyor bana.
- fazlaca mı içiyorsun stirkoff?
- tabii efendim.
- kendinle oynar mısın?
-sürekli efendim.
- nasıl?
- anlayamadım efendim?
- yani nasıl bir yöntem kullanıyorsun?
- dört-beş çiğ yumurta ve yarım kilo kıymayı dar ağızlı bir vazoya döküyorum. ---cam mı?
- hayır a...
- yahu vazoyu soruyorum cam mı?
- değil efendim.
- hiç evlendin mi?
- defalarca.
- ters giden şey neydi stirkoff?
- her şey efendim.
- hayatının en iyi sevişmesini anlat.
- dört-beş yumurta ve yarım kilo kıymayı dar ağız...
- tamam tamam!
- öyledir efendim.
- daha iyi ve adil bir dünya özleminin aslında, çürümeden ve başarısızlık duygusunda kaynaklandığının farkında mısın?
- evet efendim.
- baban kötü müydü?
- bilmiyorum efendim.
- bilmiyorum ne demek?
- yani kıyaslamak güç efendim. sadece bir babam oldu.
- benimle kafa mı buluyorsun stirkoff?
- hayır efendim: dediğiniz gibi adalet yoktur.
- baban seni döver miydi?
- sıra ile döverlerdi efendim.
- hani bir tek baban vardı?
- herkesin tek bir babası vardır efendim. annemi kastetmiştim. o da kendi payına düşeni alırdı.
- seni sever miydi?
- kendisinin bir uzantısı olarak evet.
- sevgi başka nedir ki?
- iyi bir şeye önem verecek kadar sağduyu sahibi olmaktır. kan bağı gerekmez. kırmızı bir deniz topu veya tereyağlı kızarmış ekmek de olabilir bu efendim.
- tereyağlı kızarmış ekmeğe aşık olabileceğini mi söylüyorsun stirkoff?
- her zaman değil efendim. bazı sabahlarda, güneş ışınları belli bir açıdan gelirken olabilir, aşk habersiz gelir gider.
- bir insanı sevmek mümkün mü?
- iyi tanımadığınız biri ise belki. ben insanları pencereden izlemeyi severim.
- sen bir korkaksın stikoff.
- kesinlikle efendim.
- senin korkak tanımın nedir?
- bir aslanla silahsız dövüşmeden önce tereddüt eden insan.
- peki cesur adam kimdir?
- aslanın ne olduğunu bilmeyen adam efendim.
- herkes aslanın ne olduğunu bilir.
- herkes aslanın ne olduğunu bildiğini sanır.
- ahmak tanımın nedir?
- zaman ve kan ziyan edildiğinin farkında olmayan insan.
- öyleyse bilge kişi kimdir?
- bilge kişi yoktur efendim.
- o takdirde ahmak da yoktur. gece yoksa gündüz olmaz. siyah yoksa beyaz olmaz.
- özür dilerim efendim, ben her şey ne ise odur diye düşünüyorum. başka şeylere bağımlı olmaksızın.
- sen dar ağızlı vazolara fazla girip cıkmışsın stirkofff. her şeyin doğru olduğunu anlamıyor musun? hiçbir şey yanlış olamaz.
- anlıyorum efendim. olan olmuştur.
- başını kestirtirsem ne dersin?
- tek kelime bile söylemem efendim.
- demek istediğim su: başını kestirtirsem ben irade sense bir hiç olursun.
- başka bir şey olurdum efendim.
- benim seçimim altında.
- ikimizin de efendim.
- sakin ol! sakin ol! uzat ayaklarını.
- çok lutüfkarsınız efendim.
- hayır ikimiz de lütüfkarız.
- elbette efendim.
- demek zaman zaman delilik hissediyorsun stirkoff! peki bu durumlarda ne yaparsın?
- şiir yazarım
- şiir delilik midir?
- şiir olmayan her şey deliliktir.
- peki nedir delilik?
- çirkinliktir efendim.
- çirkin nedir?
- kişiye göre değişir.
- delilik gerekli midir?
- vardır.
- gerekli midir?
- bilmiyorum efendim.
- çok şey biliyormuş havalarındasın. bilgi nedir?
- mümkün olduğu kadar az şey bilmektir.
- ne demek o?
- bilmiyorum efendim.
- bir köprü inşa edebilir misin?
- hayır.
- silah yapabilir misin?
- hayır.
- bunlar bilgi ürünleridir.
- köprü köprüdür, silah da silah.
- basını kestireceğim stirkoff.
- sağolun efendim.
- o niye?
- beni motive ettiğiniz için. sıkıntısını çekiyorum efendim.
- ben adaletim.
- belki.
- ben üstünüm. seni işkencelere yatıracağım, çığlıklar atacaksın, ölümünü dileneceksin.
- şüphesiz efendim.
- ben senin efendinim anlamıyor musun?
- beni yönetebilirsiniz. ama yapabileceğiniz şeyler ancak yapılabilir şeyler olacaktır.
- zekice konuşuyorsun ama işkence altında bu kadar zeki olamayacaksın.
- sanmıyorum efendim.
- bana baksana. darius milhaud, vaughn williams dinlemek ne oluyor? beatles duymadın mı?
- onları herkes bilir efendim.
- onları sevmez misin?
- onlardan nefret etmem.
- nefret ettiğin şarkıcı var mı?
- şarkıcılardan nefret edilmez.
- şarkı söylemeye çalışan herhangi birinden?
- frank sinatra
- neden?
- hasta bir toplumun hastalığının depreşmesine neden olduğu için.
- gazete okur musun?
- tek bir gazete.
- hangisi?
- open city
- gardiyan! şu adamı işkence odasına götürün ve derhal işlemlere başlayın!
- efendim, son bir istekte bulunabilir miyim?
- evet.
- vazomu yanıma alabilir miyim?
- hayır, bana lazım!
- efendim?
- yani el koyuyorum. zapta geçecek. gardiyan bu serserimi derhal götür! ve bana biraz şey getir...
- ne efendim?
- yarım düzine çiğ yumurta ve bir kilo kıyma...
gardiyan ve mahkum dışarı çıkarlar. kral öne doğru eğilip düğmeye basar, teypte vaughn williams çalmaya baslar. bitli bir köpek, güneşin altında titreşen harikulade bir limon ağacına işerken dünya dönmeye devam eder...
- sağolun efendim.
- ayaklarını uzatabilirsin.
- çk lütufkarsınız efendim.
- stirkoff, anladığım kadarı ile adalet ve eşitlik gibi konuları irdeleyen yazılar yazıyormuşsun; coşku ve kurtuluş hakkı üzerine de, doğru mu stirkoff?
- evet efendim.
-dünyada geniş anlamda bir adalet sağlanabilir mi sence?
- hiç sanmam efendim.
- öyleyse bu boktan yazıları neden yazıyorsun? kendini iyi hissetmiyor musun?
- son zamanlarda pek iyi değilim efendim. deliriyorum gibi geliyor bana.
- fazlaca mı içiyorsun stirkoff?
- tabii efendim.
- kendinle oynar mısın?
-sürekli efendim.
- nasıl?
- anlayamadım efendim?
- yani nasıl bir yöntem kullanıyorsun?
- dört-beş çiğ yumurta ve yarım kilo kıymayı dar ağızlı bir vazoya döküyorum. ---cam mı?
- hayır a...
- yahu vazoyu soruyorum cam mı?
- değil efendim.
- hiç evlendin mi?
- defalarca.
- ters giden şey neydi stirkoff?
- her şey efendim.
- hayatının en iyi sevişmesini anlat.
- dört-beş yumurta ve yarım kilo kıymayı dar ağız...
- tamam tamam!
- öyledir efendim.
- daha iyi ve adil bir dünya özleminin aslında, çürümeden ve başarısızlık duygusunda kaynaklandığının farkında mısın?
- evet efendim.
- baban kötü müydü?
- bilmiyorum efendim.
- bilmiyorum ne demek?
- yani kıyaslamak güç efendim. sadece bir babam oldu.
- benimle kafa mı buluyorsun stirkoff?
- hayır efendim: dediğiniz gibi adalet yoktur.
- baban seni döver miydi?
- sıra ile döverlerdi efendim.
- hani bir tek baban vardı?
- herkesin tek bir babası vardır efendim. annemi kastetmiştim. o da kendi payına düşeni alırdı.
- seni sever miydi?
- kendisinin bir uzantısı olarak evet.
- sevgi başka nedir ki?
- iyi bir şeye önem verecek kadar sağduyu sahibi olmaktır. kan bağı gerekmez. kırmızı bir deniz topu veya tereyağlı kızarmış ekmek de olabilir bu efendim.
- tereyağlı kızarmış ekmeğe aşık olabileceğini mi söylüyorsun stirkoff?
- her zaman değil efendim. bazı sabahlarda, güneş ışınları belli bir açıdan gelirken olabilir, aşk habersiz gelir gider.
- bir insanı sevmek mümkün mü?
- iyi tanımadığınız biri ise belki. ben insanları pencereden izlemeyi severim.
- sen bir korkaksın stikoff.
- kesinlikle efendim.
- senin korkak tanımın nedir?
- bir aslanla silahsız dövüşmeden önce tereddüt eden insan.
- peki cesur adam kimdir?
- aslanın ne olduğunu bilmeyen adam efendim.
- herkes aslanın ne olduğunu bilir.
- herkes aslanın ne olduğunu bildiğini sanır.
- ahmak tanımın nedir?
- zaman ve kan ziyan edildiğinin farkında olmayan insan.
- öyleyse bilge kişi kimdir?
- bilge kişi yoktur efendim.
- o takdirde ahmak da yoktur. gece yoksa gündüz olmaz. siyah yoksa beyaz olmaz.
- özür dilerim efendim, ben her şey ne ise odur diye düşünüyorum. başka şeylere bağımlı olmaksızın.
- sen dar ağızlı vazolara fazla girip cıkmışsın stirkofff. her şeyin doğru olduğunu anlamıyor musun? hiçbir şey yanlış olamaz.
- anlıyorum efendim. olan olmuştur.
- başını kestirtirsem ne dersin?
- tek kelime bile söylemem efendim.
- demek istediğim su: başını kestirtirsem ben irade sense bir hiç olursun.
- başka bir şey olurdum efendim.
- benim seçimim altında.
- ikimizin de efendim.
- sakin ol! sakin ol! uzat ayaklarını.
- çok lutüfkarsınız efendim.
- hayır ikimiz de lütüfkarız.
- elbette efendim.
- demek zaman zaman delilik hissediyorsun stirkoff! peki bu durumlarda ne yaparsın?
- şiir yazarım
- şiir delilik midir?
- şiir olmayan her şey deliliktir.
- peki nedir delilik?
- çirkinliktir efendim.
- çirkin nedir?
- kişiye göre değişir.
- delilik gerekli midir?
- vardır.
- gerekli midir?
- bilmiyorum efendim.
- çok şey biliyormuş havalarındasın. bilgi nedir?
- mümkün olduğu kadar az şey bilmektir.
- ne demek o?
- bilmiyorum efendim.
- bir köprü inşa edebilir misin?
- hayır.
- silah yapabilir misin?
- hayır.
- bunlar bilgi ürünleridir.
- köprü köprüdür, silah da silah.
- basını kestireceğim stirkoff.
- sağolun efendim.
- o niye?
- beni motive ettiğiniz için. sıkıntısını çekiyorum efendim.
- ben adaletim.
- belki.
- ben üstünüm. seni işkencelere yatıracağım, çığlıklar atacaksın, ölümünü dileneceksin.
- şüphesiz efendim.
- ben senin efendinim anlamıyor musun?
- beni yönetebilirsiniz. ama yapabileceğiniz şeyler ancak yapılabilir şeyler olacaktır.
- zekice konuşuyorsun ama işkence altında bu kadar zeki olamayacaksın.
- sanmıyorum efendim.
- bana baksana. darius milhaud, vaughn williams dinlemek ne oluyor? beatles duymadın mı?
- onları herkes bilir efendim.
- onları sevmez misin?
- onlardan nefret etmem.
- nefret ettiğin şarkıcı var mı?
- şarkıcılardan nefret edilmez.
- şarkı söylemeye çalışan herhangi birinden?
- frank sinatra
- neden?
- hasta bir toplumun hastalığının depreşmesine neden olduğu için.
- gazete okur musun?
- tek bir gazete.
- hangisi?
- open city
- gardiyan! şu adamı işkence odasına götürün ve derhal işlemlere başlayın!
- efendim, son bir istekte bulunabilir miyim?
- evet.
- vazomu yanıma alabilir miyim?
- hayır, bana lazım!
- efendim?
- yani el koyuyorum. zapta geçecek. gardiyan bu serserimi derhal götür! ve bana biraz şey getir...
- ne efendim?
- yarım düzine çiğ yumurta ve bir kilo kıyma...
gardiyan ve mahkum dışarı çıkarlar. kral öne doğru eğilip düğmeye basar, teypte vaughn williams çalmaya baslar. bitli bir köpek, güneşin altında titreşen harikulade bir limon ağacına işerken dünya dönmeye devam eder...
john fante gibi içten bir yazarı bize tanıtmıştır.
(bkz: pis morugun notlari)
kasabanın en güzel kızı romanını acaba kimi anlatıyor ki diye merak ederek aldığım ama evde benden önce bulduğu her bir şeyi okuyan büyük dayım tarafından okunduktan sonra kendim okurken "ulaaaa dayıya naaptım ben böyle" diye bıyık altından gülümsediğim ve küçülüp bir kadın vajinasına sığabilen adam, evindeki türlü vahşi hayvanlarla sevişen kadın ile "dört-beş çiğ yumurta ve yarım kilo kıymayı dar ağızlı bir vazoya döküyorum" diyen adamın hikayelerine bayıldığım yazar tipi.
henry charles bukowski, 1920 doğumlu amerikalı şair ve yazar. binlerce şiir, yüzlerce kısa hikaye, 6 roman yazmıştır ve bu eserleri 50’den fazla kitapta toplanmıştır. eserlerinde los angeles’taki hayatından çok etkilendiği görülür. tarzı en çok taklit edilen yazarlardan biridir.
bukowski, 16 ağustos 1920 tarihinde andernach, almanya’da dünyaya geldi. asıl adı heinrich karl bukowski’ydi. annesi katharina fett bir almandı ve kadın terzisiydi, babası ise polonya kökenli bir amerikalıydı, askerdi. ikili birinci dünya savaşı sonunda tanışmıştı. bukowski 2 yaşındaylen ailesi los angeles’a taşındı. yazarın “ham on rye” romanında detaylı biçimde anlattığına göre babası sürekli işsizdi ve bukowski’yi sürekli döverdi. los angeles lisesi’nden mezun olduktan sonra los angeles üniversitesi’ne kaydolan bukowski burada edebiyat, gazetecilik ve sanat dersleri aldı, 2 yıl sonunda okulu bıraktı. yazar sadece babasına değil, tüm topluma aldığı karşı tavrı bu dönemlerde filizlendirmişti. çok küçük yaşta alkolle tanıştı.
okul yıllarında bukowski eline geçen herşeyi okumaya ve hikayeler yazmaya başlamıştı. birgün babası hikayelerinden bazılarını buldu ve öfkeden deliye dönmüş bir şekilde tüm eşyalarını ve yazılarını yok etti. bunun üzerine bukowski evi terk etti.
24 yaşına geldiğinde, yazarın “aftermath of a lengthy rejection slip” adlı kısa hikayesi story magazine adlı dergide basıldı. bu, kariyeri için bir dönüm noktası idi. bundan 2 yıl sonra “20 tanks from kasseldown” hikayesi portfolio iii dergisinde yayınlandı. bukowski, hikayelerinin yavaş gelişen basım sürecinde hayal kırıklığına uğrayarak yaklaşık 10 yıl boyunca yazı yazmadı. bu 10 yıl boyunca los angeles’ta yaşamaya devam etti ancak bir yandan da amerika’nın dört bir yanını dolaşarak tuhaf işlerde çalıştı. 1950lerin başında los angeles’ta postacı olarak çalışmaya başladı ama bu işi de 2.5 yıl sonra bıraktı. 1955’te ülser yüzünden hastaneye kaldırıldı. ölümden dönmüştü. hastaneden çıktıktan sonra şiir yazmaya başladı. 1957’de yazar ve şair barbara frye’la evlendi. frye, “harlequin” adında bir şiir dergisi çıkarıyordu. tanışmalarından önce frye, bukowski’ye boynunu kısa gösteren ve doğuştan gelen hastalığı yüzüden kimsenin onla evlenmeyeceğinden korktuğunu söyleyen bir mektup yazmıştı. bukowski de bu mektuba karşılık olarak onunla evlenebileceğini söylemişti. çift, 1959’da boşandı. bu boşanmanın ardından bukowski yeniden içki içmeye ve şiir yazmaya başladı. aynı yıl, ilk şiir kitabı olan “flower, fist and bestial wail” piyasaya sürüldü.
yazar, bu sıralarda postanedeki eski işine geri döndü ve 10 yılı aşkın bir süre bu işi yaptı. birlikte yaşadığı ancak hiç evlenmediği frances smith’ten 1964 yılında mariana louise bukowski adlı bir kızı oldu. tuscon’da yaşamaya başladı. burada jon ve gypsy lou webb’le tanıştı. webbler, “the outsider” adında bir dergi çıkarıyordu ve bukowski’nin bazı şiirlerini bu dergide yayınladılar. yazar, jon ve gypsy lou’nun bir arkadaşı olan franz douskey ile bu sırada tanıştı. dördü, sürekli olarak webblerin evinde zaman geçiriyorlardı. 1969’da, yayıncı john martin’den ayda 100$ maaş karşılığında black sparrow yayıncılık’tan (şimdiki ismiyle harpercolins/ecco) çalışma teklifi alan bukowski, postanedeki işini bırakıp tüm zamanını yazarlığa ayırma kararı aldı. bukowski bu kararı için “postacı olarak kalmak ya da yazar olup açlıktan sürünmek” arasında kaldığını ve ikinci seçeneği tercih ettiğini söylemişti. postaneden ayrıldıktan sonraki 1 ay içinde, yazar, ilk romanı “post office”’i bitirdi. bukowski fenomeni bu noktada hız kazanmaya başladı. kendisine karşı olan inancına ve finansal yardımlarına karşılık olarak, bukowski kitaplarının birçoğunu black sparrow’dan çıkarttı. 1976’da linda lee beighle’la tanışan yazar, 2 yıl onunla birlikte yaşadıktan sonra doğu hollywood’a taşındı. “women” ve “hollywood” adlı kitaplarında “sara” adıyla anılan beighle ve bukowski, 1985 yılında evlendi.
charles bukowski, 9 mart 1994’te san pedro, kalifornia’da lösemiden öldü. “pulp fiction” adlı romanını ölümünden kısa bir süre önce tamamlamıştı. ölüm töreni budist rahipler tarafından yönetildi. yazarın mezar taşına “denemeyin” yazıldı. eşi linda’ya göre bunun anlamı şu; “eğer tüm zamanınızı deneyerek harcıyorsanız, tek yaptığınız denemek demektir. bu yüzden denemeyin, sadece yapın.”
eleştirmenler, bukowski’nin yapıtlarının erkeklerin fantazilerinin detaylı bir tasviri olduğunu düşünüyordu çünkü yazar, eserlerinde her zaman sorumsuz, özgür ve serseriydi. ölümünden sonra da hayatı ve eserleri hakkında birçok eleştiri kitabı basıldı. alkol problemi olan ve hayattan hoşnutsuz birçok insan için bir rol modeli olsa da, bukowski akademik çevrelerden hiçbir zaman yeterli ilgiyi göremedi. ancak bukowski hakkında onlarca eleştirel kitap yayınlandı.
ecco yayınevi, halen yazarın küçük çaplı dergilerde çıkan hikayelerini kitap halinde yayınlamakta. eşi linda, yazarın arşivini 2006 yılında huntington kütüphanesi’ne bağışladı. bukowski’nin hayatının anlatıldığı ya da kitaplarından uyarlanan belgesel ve filmler ise şöyle: “bukowski” (1973), “tales of ordinary madness” (1981), mickey rourke ve faye dunaway’in rol aldığı 1987 yapımı “barfly” (bukowski’nin hollywood adlı romanında bu filmin çekimleri anlatılmaktadır), belçika yapımı “crazy love” (1987), “cold moon” (1988), bono, tom waits, sean penn gibi bukowski hayranı ünlülerin yer aldığı “bukowski: born into this” (2004), yunanistan yapımı “social dinner” (2004), aynı adlı romanından uyarlanan ve matt dillon’un oynadığı “factotum” (2004) ve “bring me your love” (2006).
bukowski’nin bir yazar olarak kullandığı favori öğelerden biri los angeles’tı. bu şehri ne kadar çok sevdiğini birçok röportajında tekrar tekrar dile getirmiş, ruhen her zaman orada olacağını söylemişti. john fante, fyodor dostoyevsky, anton chekhov, ernest hemingway, yazarın etkilendiği isimlerdi.
bukowski, kitaplarında kendisi için henry chinaski ismini kullanır. eserlerinde alkol, uyuşturucu, seks ve sefil hayatlardan bahseder. bazen olağadışı öğeleri kullanır. çoğunlukla kendi hayatından kesitler sunar ve bunu her zaman keskin ve süssüz cümleler kullanarak yapar. geniş bir hayalgücüne ve ufka sahiptir. başlıca tutkuları at yarışı, kadınlar ve alkoldür. sean penn, 1995 yapımı “the crossing guard” adlı filmini yazara ithaf etmiş ve onu çok özlediğini söylemiştir. jean genet ve jean-paul sartre, bukowski’yi “amerika’nın en iyi şairi” olarak tasvir eder.
bukowski, 16 ağustos 1920 tarihinde andernach, almanya’da dünyaya geldi. asıl adı heinrich karl bukowski’ydi. annesi katharina fett bir almandı ve kadın terzisiydi, babası ise polonya kökenli bir amerikalıydı, askerdi. ikili birinci dünya savaşı sonunda tanışmıştı. bukowski 2 yaşındaylen ailesi los angeles’a taşındı. yazarın “ham on rye” romanında detaylı biçimde anlattığına göre babası sürekli işsizdi ve bukowski’yi sürekli döverdi. los angeles lisesi’nden mezun olduktan sonra los angeles üniversitesi’ne kaydolan bukowski burada edebiyat, gazetecilik ve sanat dersleri aldı, 2 yıl sonunda okulu bıraktı. yazar sadece babasına değil, tüm topluma aldığı karşı tavrı bu dönemlerde filizlendirmişti. çok küçük yaşta alkolle tanıştı.
okul yıllarında bukowski eline geçen herşeyi okumaya ve hikayeler yazmaya başlamıştı. birgün babası hikayelerinden bazılarını buldu ve öfkeden deliye dönmüş bir şekilde tüm eşyalarını ve yazılarını yok etti. bunun üzerine bukowski evi terk etti.
24 yaşına geldiğinde, yazarın “aftermath of a lengthy rejection slip” adlı kısa hikayesi story magazine adlı dergide basıldı. bu, kariyeri için bir dönüm noktası idi. bundan 2 yıl sonra “20 tanks from kasseldown” hikayesi portfolio iii dergisinde yayınlandı. bukowski, hikayelerinin yavaş gelişen basım sürecinde hayal kırıklığına uğrayarak yaklaşık 10 yıl boyunca yazı yazmadı. bu 10 yıl boyunca los angeles’ta yaşamaya devam etti ancak bir yandan da amerika’nın dört bir yanını dolaşarak tuhaf işlerde çalıştı. 1950lerin başında los angeles’ta postacı olarak çalışmaya başladı ama bu işi de 2.5 yıl sonra bıraktı. 1955’te ülser yüzünden hastaneye kaldırıldı. ölümden dönmüştü. hastaneden çıktıktan sonra şiir yazmaya başladı. 1957’de yazar ve şair barbara frye’la evlendi. frye, “harlequin” adında bir şiir dergisi çıkarıyordu. tanışmalarından önce frye, bukowski’ye boynunu kısa gösteren ve doğuştan gelen hastalığı yüzüden kimsenin onla evlenmeyeceğinden korktuğunu söyleyen bir mektup yazmıştı. bukowski de bu mektuba karşılık olarak onunla evlenebileceğini söylemişti. çift, 1959’da boşandı. bu boşanmanın ardından bukowski yeniden içki içmeye ve şiir yazmaya başladı. aynı yıl, ilk şiir kitabı olan “flower, fist and bestial wail” piyasaya sürüldü.
yazar, bu sıralarda postanedeki eski işine geri döndü ve 10 yılı aşkın bir süre bu işi yaptı. birlikte yaşadığı ancak hiç evlenmediği frances smith’ten 1964 yılında mariana louise bukowski adlı bir kızı oldu. tuscon’da yaşamaya başladı. burada jon ve gypsy lou webb’le tanıştı. webbler, “the outsider” adında bir dergi çıkarıyordu ve bukowski’nin bazı şiirlerini bu dergide yayınladılar. yazar, jon ve gypsy lou’nun bir arkadaşı olan franz douskey ile bu sırada tanıştı. dördü, sürekli olarak webblerin evinde zaman geçiriyorlardı. 1969’da, yayıncı john martin’den ayda 100$ maaş karşılığında black sparrow yayıncılık’tan (şimdiki ismiyle harpercolins/ecco) çalışma teklifi alan bukowski, postanedeki işini bırakıp tüm zamanını yazarlığa ayırma kararı aldı. bukowski bu kararı için “postacı olarak kalmak ya da yazar olup açlıktan sürünmek” arasında kaldığını ve ikinci seçeneği tercih ettiğini söylemişti. postaneden ayrıldıktan sonraki 1 ay içinde, yazar, ilk romanı “post office”’i bitirdi. bukowski fenomeni bu noktada hız kazanmaya başladı. kendisine karşı olan inancına ve finansal yardımlarına karşılık olarak, bukowski kitaplarının birçoğunu black sparrow’dan çıkarttı. 1976’da linda lee beighle’la tanışan yazar, 2 yıl onunla birlikte yaşadıktan sonra doğu hollywood’a taşındı. “women” ve “hollywood” adlı kitaplarında “sara” adıyla anılan beighle ve bukowski, 1985 yılında evlendi.
charles bukowski, 9 mart 1994’te san pedro, kalifornia’da lösemiden öldü. “pulp fiction” adlı romanını ölümünden kısa bir süre önce tamamlamıştı. ölüm töreni budist rahipler tarafından yönetildi. yazarın mezar taşına “denemeyin” yazıldı. eşi linda’ya göre bunun anlamı şu; “eğer tüm zamanınızı deneyerek harcıyorsanız, tek yaptığınız denemek demektir. bu yüzden denemeyin, sadece yapın.”
eleştirmenler, bukowski’nin yapıtlarının erkeklerin fantazilerinin detaylı bir tasviri olduğunu düşünüyordu çünkü yazar, eserlerinde her zaman sorumsuz, özgür ve serseriydi. ölümünden sonra da hayatı ve eserleri hakkında birçok eleştiri kitabı basıldı. alkol problemi olan ve hayattan hoşnutsuz birçok insan için bir rol modeli olsa da, bukowski akademik çevrelerden hiçbir zaman yeterli ilgiyi göremedi. ancak bukowski hakkında onlarca eleştirel kitap yayınlandı.
ecco yayınevi, halen yazarın küçük çaplı dergilerde çıkan hikayelerini kitap halinde yayınlamakta. eşi linda, yazarın arşivini 2006 yılında huntington kütüphanesi’ne bağışladı. bukowski’nin hayatının anlatıldığı ya da kitaplarından uyarlanan belgesel ve filmler ise şöyle: “bukowski” (1973), “tales of ordinary madness” (1981), mickey rourke ve faye dunaway’in rol aldığı 1987 yapımı “barfly” (bukowski’nin hollywood adlı romanında bu filmin çekimleri anlatılmaktadır), belçika yapımı “crazy love” (1987), “cold moon” (1988), bono, tom waits, sean penn gibi bukowski hayranı ünlülerin yer aldığı “bukowski: born into this” (2004), yunanistan yapımı “social dinner” (2004), aynı adlı romanından uyarlanan ve matt dillon’un oynadığı “factotum” (2004) ve “bring me your love” (2006).
bukowski’nin bir yazar olarak kullandığı favori öğelerden biri los angeles’tı. bu şehri ne kadar çok sevdiğini birçok röportajında tekrar tekrar dile getirmiş, ruhen her zaman orada olacağını söylemişti. john fante, fyodor dostoyevsky, anton chekhov, ernest hemingway, yazarın etkilendiği isimlerdi.
bukowski, kitaplarında kendisi için henry chinaski ismini kullanır. eserlerinde alkol, uyuşturucu, seks ve sefil hayatlardan bahseder. bazen olağadışı öğeleri kullanır. çoğunlukla kendi hayatından kesitler sunar ve bunu her zaman keskin ve süssüz cümleler kullanarak yapar. geniş bir hayalgücüne ve ufka sahiptir. başlıca tutkuları at yarışı, kadınlar ve alkoldür. sean penn, 1995 yapımı “the crossing guard” adlı filmini yazara ithaf etmiş ve onu çok özlediğini söylemiştir. jean genet ve jean-paul sartre, bukowski’yi “amerika’nın en iyi şairi” olarak tasvir eder.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?