ben küçükken çok salaktım.annem ıspanak al diye manava gönderdiğinde pırasa alıp gelmiştim.
ben küçükken çok salaktım
bende küçükken çok salaktım.dansözlerin ritme ayak uydurmaları benim kafamı allak bullak etmiştir.müziği kendi vücutlarından çıkan bir ses olarak algılar ve bende uygulardım lakin bi bok olmazdı.e salaktık tabi.
canlı yayının köşesinde yazan canlı yazısının manasını çözmek için baya uğraşmıştım.ebebeyinlerime sormak yerine.
90 öncesi türkiye de yetişmiş herkesin söylediği cümledir. o yasak bu yasak diye diye hiç bir şey öğrenemedik.
annem ve bendeniz arasında geçen bir dialog
(okumayı daha yeni öğrenmişken)
b:anne senin nüfüs cuzdanın arkasında kızlık soyadı yazıyor ama abimin nüfus cüzdanın arkasında önceki soyadı yazıyor onunkinde de erkeklik soyadı yazılması gerekmez mi?
a:hahaha gerekmiyo kızım.
(okumayı daha yeni öğrenmişken)
b:anne senin nüfüs cuzdanın arkasında kızlık soyadı yazıyor ama abimin nüfus cüzdanın arkasında önceki soyadı yazıyor onunkinde de erkeklik soyadı yazılması gerekmez mi?
a:hahaha gerekmiyo kızım.
küçükken babaannemle teravi namazına giderdim,secdeye varıldığı zaman, herkesin kabul olmasını istediği bir dileğini söylediğini zannederdim. allah ım bana çokomel ver.
allah ım bana çokomel ver.
allah ım bana çokomel ver.
ben küçükken çok salaktım. bakalım ne olacak diye bir paket kibriti tek tek yakıp televizyon sehpasının altına atmıştım. iyi ki çabuk sönüyor şu kibrit denen şeyler.
hava durumunun sunucusu; "havalar hissedilir derecede ısınacak/soğuyacak." dediğinde, ben bunu;"havalar istediğimiz derecede ısınacak/soğucak." anlardım.
yorganın altında hayaletlerden korunurdum
her söylenene inanırdım.mesela
"annen baban seni pazardan aldı "
"lokmanı bitirmezsen arkandan kovalar"
"geceleri tırnak kesilmez ,şeytan çarpar"
"lavoboya sıcak su dökülmez,cin çarpar"
"annem kardeşimle kavga ettiğimizi ağzımızı koklayarak anlar"
"çok çalışarak büyük adam olunur."
"annen baban seni pazardan aldı "
"lokmanı bitirmezsen arkandan kovalar"
"geceleri tırnak kesilmez ,şeytan çarpar"
"lavoboya sıcak su dökülmez,cin çarpar"
"annem kardeşimle kavga ettiğimizi ağzımızı koklayarak anlar"
"çok çalışarak büyük adam olunur."
bülent ersoy bir programa katılmıştı geçmişi hakkında konuşuyolardı.cinsiyet değiştirmeden öncesine milattan önce demişlerdi.tabi ben bunu algılayamayıp normal milat sanıp dehşet içinde nasıl bu kadar uzun yaşabilmiş diye düşünüp durmuştum zaten başlı başına psikoloji bozan bir durumu varken bir de milattan günümüze kadar yaşadığını düşününce yaşadığım korku ve şaşkınlık anlatılmaz görüldüğü gibi hala unutamıyorum.
solucanların büyüğünce yılan , kertenkelelerin de timsah olacağını sanırdım. bahçemiz de ki solucanı görünce , yılan olacağını düşünüp bahçeye çıkmamıştım .
sasdf
hikayeye gelin şimdi sevgili okur/yazar :
takriben 5-6 yaşlarında olmalıyım. sarışın, küt saçlı hafif tombik diye adlandırabileceğimiz bir saf çocuk. yaz günü olmalı, gökyüzünde parlayan güneşi hatırlıyorum çünkü.annem badana yapıyordu, köy yerinde kadınların görevidir.mutfağımızda ahşap bir dolap vardı o zamanlar. badana yapılırken usuldendir eşyalar havalandırılmak üzere dışarı çıkartılır. bu dolap da o gün dışarı çıkarılmıştı, hikayemizin ana unsuru olmak üzere belki de.
ben hakikaten salak bi çocukmuşum, hatırlıyorum çok canım sıkılırdı. hele yaz günleri daha da sıkılırdı çünkü herkes -ailem ve tüm arkadaşlarım- öğle uykusuna yatardı.ben hiç sevmedim çocukken öğle uykusunu. sıcakta allahın güneşinin altında bisiklet sürdüm, sokakta koşturdum, civciv sevdim, çamurdan kapkacak yaptım, pasta yaptım. tek çocuk olmanın da verdiği bir sıkıntıydı belki de. neyse hikayeye dönelim.
bahsekonu dolap evin önünde dışarda kapakları açık havalanır vaziyette duruyorken, enerji patlamasıyla beraber sıkıntı patlaması da yaşayan benim aklıma dahiyane bir fikir geldi. dolabın alt kısmında raf yok, tam benim sığabileceğim ebatlarda bir bölüm var. ee girerim ben buraya canım diye girdim, üstüme de kapakları kapadım ama nasıl becerdim bak orasını kestiremeyeceğim.
allahım nasıl sıcak, sıkış tepiş yer. bayılmadan kapakları açıp çıkayım diye debeleniyordum ki açamadım kapakları ve çok kıpırdamış olmalıyım, tombik bir çocuktum da dedim zaten, dolap yere yıkıldı. murphyi falan bilmezdim tabi o yaşta ama o zamandan peşime düşeceği belliymiş. dolabın kapaklarının olduğu yüzü altta kalacak şekilde yıkıldı dolap, içinde salak ben. neyse bağırdım çağırdım da annem zar zor duydu. babamla dolabı kaldırıp beni çıkardılar içinden.
hani duymasalar 3. sayfa haberi olacak mışız yarabbim.
sonradan nasıl oldu da biraz akıllandım bilemiyorum şimdi.ama hakikaten çocukken salakmışım.
takriben 5-6 yaşlarında olmalıyım. sarışın, küt saçlı hafif tombik diye adlandırabileceğimiz bir saf çocuk. yaz günü olmalı, gökyüzünde parlayan güneşi hatırlıyorum çünkü.annem badana yapıyordu, köy yerinde kadınların görevidir.mutfağımızda ahşap bir dolap vardı o zamanlar. badana yapılırken usuldendir eşyalar havalandırılmak üzere dışarı çıkartılır. bu dolap da o gün dışarı çıkarılmıştı, hikayemizin ana unsuru olmak üzere belki de.
ben hakikaten salak bi çocukmuşum, hatırlıyorum çok canım sıkılırdı. hele yaz günleri daha da sıkılırdı çünkü herkes -ailem ve tüm arkadaşlarım- öğle uykusuna yatardı.ben hiç sevmedim çocukken öğle uykusunu. sıcakta allahın güneşinin altında bisiklet sürdüm, sokakta koşturdum, civciv sevdim, çamurdan kapkacak yaptım, pasta yaptım. tek çocuk olmanın da verdiği bir sıkıntıydı belki de. neyse hikayeye dönelim.
bahsekonu dolap evin önünde dışarda kapakları açık havalanır vaziyette duruyorken, enerji patlamasıyla beraber sıkıntı patlaması da yaşayan benim aklıma dahiyane bir fikir geldi. dolabın alt kısmında raf yok, tam benim sığabileceğim ebatlarda bir bölüm var. ee girerim ben buraya canım diye girdim, üstüme de kapakları kapadım ama nasıl becerdim bak orasını kestiremeyeceğim.
allahım nasıl sıcak, sıkış tepiş yer. bayılmadan kapakları açıp çıkayım diye debeleniyordum ki açamadım kapakları ve çok kıpırdamış olmalıyım, tombik bir çocuktum da dedim zaten, dolap yere yıkıldı. murphyi falan bilmezdim tabi o yaşta ama o zamandan peşime düşeceği belliymiş. dolabın kapaklarının olduğu yüzü altta kalacak şekilde yıkıldı dolap, içinde salak ben. neyse bağırdım çağırdım da annem zar zor duydu. babamla dolabı kaldırıp beni çıkardılar içinden.
hani duymasalar 3. sayfa haberi olacak mışız yarabbim.
sonradan nasıl oldu da biraz akıllandım bilemiyorum şimdi.ama hakikaten çocukken salakmışım.
bir salaklık öyküm daha geldi aklıma,işte başlıyoruz.
annemin dediğine göre 3,5-4 yaşındaymışım. edirne’deki bir akrabamızın düğününe mi nişanına mı gidiyoruz annem, babam ve ben. o zaman arabamız yok, otobüsle yolculuk, hani şu sigaranın otobüslerde bile serbest olduğu dönemlerdeyiz.
efendim yolda uyumuşumdur ben kesin;öyle sessiz, sakin bi çocuktum.edirne’ye gelip de artık nerede indiysek otobüsten, muhtemelen gözümü açıp gördüğüm ilk şey o salıncak olmalı ki ipini koparmış gibi koştum, koştum, koştum ve salıncağa kavuştum. ama ne kavuşmak?
salıncağımız saçtan yapılmış, güneşte bir güzel kızmış. benim üzerimde minik bir etek. hevesle koştuğum o sıcacık salıncağa bir oturdum bir kalktım. saniyelik bu oturuşta bile tombik bacaklarım ve popomun belli bir kısmı bi güzel yandı.o anlık acı, o salıncakla kavuşma anında gelen beklenmedik yanma hissi hala beynimde.
neyseki bişey olmadı fiziksel manada, psikolojik etkileri kalmışsa da bilemeyeceğim.
bu olay bile benim salıncak sevdamı bitirmeye yetmemiş. annemler her yaz bahçeye kurardı bir salıncak. bütün gün oturur, "tren gelir hoş gelir, bodaları boş gelir" diye şakırdım. annem pencereden bağırır "yavrum boda değil oda " derdi. ilkinde oda deyip sonra gene bildiğimi okurdum..hey gidi kızanlık..
bak bu yaşıma geldim,hani yaşıtlarımın çoğu parklarda kendi veletlerini sallar, bense bi parkta sığabildiğim bir boş salıncak bulsam kendim sallanırım.ilerde çocuğum olsa da yavrucuğuma kesin benden sıra gelmez.
annemin dediğine göre 3,5-4 yaşındaymışım. edirne’deki bir akrabamızın düğününe mi nişanına mı gidiyoruz annem, babam ve ben. o zaman arabamız yok, otobüsle yolculuk, hani şu sigaranın otobüslerde bile serbest olduğu dönemlerdeyiz.
efendim yolda uyumuşumdur ben kesin;öyle sessiz, sakin bi çocuktum.edirne’ye gelip de artık nerede indiysek otobüsten, muhtemelen gözümü açıp gördüğüm ilk şey o salıncak olmalı ki ipini koparmış gibi koştum, koştum, koştum ve salıncağa kavuştum. ama ne kavuşmak?
salıncağımız saçtan yapılmış, güneşte bir güzel kızmış. benim üzerimde minik bir etek. hevesle koştuğum o sıcacık salıncağa bir oturdum bir kalktım. saniyelik bu oturuşta bile tombik bacaklarım ve popomun belli bir kısmı bi güzel yandı.o anlık acı, o salıncakla kavuşma anında gelen beklenmedik yanma hissi hala beynimde.
neyseki bişey olmadı fiziksel manada, psikolojik etkileri kalmışsa da bilemeyeceğim.
bu olay bile benim salıncak sevdamı bitirmeye yetmemiş. annemler her yaz bahçeye kurardı bir salıncak. bütün gün oturur, "tren gelir hoş gelir, bodaları boş gelir" diye şakırdım. annem pencereden bağırır "yavrum boda değil oda " derdi. ilkinde oda deyip sonra gene bildiğimi okurdum..hey gidi kızanlık..
bak bu yaşıma geldim,hani yaşıtlarımın çoğu parklarda kendi veletlerini sallar, bense bi parkta sığabildiğim bir boş salıncak bulsam kendim sallanırım.ilerde çocuğum olsa da yavrucuğuma kesin benden sıra gelmez.
ay hikayelerim bitmiyor ki, bir tane daha geldi aklıma.
bu kez ilkokul birinci sınıftayım. sabah okula gidiyorum. bizim ev okulun olduğu yol üzerinde, evden okula bir yokus var.
yuruyorken "pıt" diye bir ses geliyor kulağıma. kulagımda sallanan altın yonca küpemin teki düşmüş olmalı diyorum, kulagıma gidiyor elim, yokluyorum, yok yerinde.
aramak yerine kostur kostur eve gidiyorum. "anneeeee, babaaaaa kupem dustu galiba" diye haykırarak topluyorum onları yanıma. beraberce gidiyoruz aramaya. tam da "pıt" sesini duydugum yerde buluyoruz küpemi. kendim de bulabilirdim kafamı yere eğip baksam ama aile denen o bütünlüğe tüm varlığını emanet ettiğin yaşlardasın..
evet özledim çocukluğumu, salaklıklarımı..ailemi ve birilerine sırtını dayamanın rahatlığını.
bu kez ilkokul birinci sınıftayım. sabah okula gidiyorum. bizim ev okulun olduğu yol üzerinde, evden okula bir yokus var.
yuruyorken "pıt" diye bir ses geliyor kulağıma. kulagımda sallanan altın yonca küpemin teki düşmüş olmalı diyorum, kulagıma gidiyor elim, yokluyorum, yok yerinde.
aramak yerine kostur kostur eve gidiyorum. "anneeeee, babaaaaa kupem dustu galiba" diye haykırarak topluyorum onları yanıma. beraberce gidiyoruz aramaya. tam da "pıt" sesini duydugum yerde buluyoruz küpemi. kendim de bulabilirdim kafamı yere eğip baksam ama aile denen o bütünlüğe tüm varlığını emanet ettiğin yaşlardasın..
evet özledim çocukluğumu, salaklıklarımı..ailemi ve birilerine sırtını dayamanın rahatlığını.
bak bu hikaye trajikomik ama anlatasım geldi:
henüz ilkokula başlamamıştım. bizim mahallede almancı diye tabir ettiğimiz bir komşumuz vardı, yalnızca yazları köye uğrayan. bunların da evlerinin bahçe duvarı vardı, o zamanlar henüz yenilememişlerdi ve duvar brikettendi. (halk ağzıyla pirket)
bizim mahalleden birkaç arkadaşla sokakta oynuyorduk. normal bir kız çocuğu gibi oturup, bebeklerle falan oynasam başıma hiç bela gelmeyecek. ama yok yerinde durmam ben, illa bir hareket olacak. sıkılmışım gene kesin.bu duvarın bir kısmı yıkılan briketler yüzünden böyle merdiven gibi. oralarda otururken daha akrobatik hareketler yapasım gelmiş olmalı ki duvarın en üst kısmına yetişip oraya tırmanmaya çalıştım. minik ellerimle tutundum en üst sıradan bir brikete. aman nasıl bir acıııı?
meğer oraya arılar bir koloni kurmuş. elimi atmamla ben bunların hanesine tecavüz etmişim. hepsi minicik elime yapıştı, kalabalık bir arı grubu tarafından sokuldum. alerjim falan olsa orada bayılabilr hatta ölebilirdim.
neyse gözlerimden yaşlar süzüle süzüle koştur koştur eve gittim, hıçkırarak ağlamaktan konuşamıyorum. annem hemen bir sürü buzu boca etti bir kovaya ve ellerimi daldırdım buz dolu kovaya.öylelikle şişmedi sanırım.doktora falan da gitmedik haa.ama çok canım yanmıştı.
sanırım onca arı tarafından sokulduğum için ellerim halen biraz tombik.
henüz ilkokula başlamamıştım. bizim mahallede almancı diye tabir ettiğimiz bir komşumuz vardı, yalnızca yazları köye uğrayan. bunların da evlerinin bahçe duvarı vardı, o zamanlar henüz yenilememişlerdi ve duvar brikettendi. (halk ağzıyla pirket)
bizim mahalleden birkaç arkadaşla sokakta oynuyorduk. normal bir kız çocuğu gibi oturup, bebeklerle falan oynasam başıma hiç bela gelmeyecek. ama yok yerinde durmam ben, illa bir hareket olacak. sıkılmışım gene kesin.bu duvarın bir kısmı yıkılan briketler yüzünden böyle merdiven gibi. oralarda otururken daha akrobatik hareketler yapasım gelmiş olmalı ki duvarın en üst kısmına yetişip oraya tırmanmaya çalıştım. minik ellerimle tutundum en üst sıradan bir brikete. aman nasıl bir acıııı?
meğer oraya arılar bir koloni kurmuş. elimi atmamla ben bunların hanesine tecavüz etmişim. hepsi minicik elime yapıştı, kalabalık bir arı grubu tarafından sokuldum. alerjim falan olsa orada bayılabilr hatta ölebilirdim.
neyse gözlerimden yaşlar süzüle süzüle koştur koştur eve gittim, hıçkırarak ağlamaktan konuşamıyorum. annem hemen bir sürü buzu boca etti bir kovaya ve ellerimi daldırdım buz dolu kovaya.öylelikle şişmedi sanırım.doktora falan da gitmedik haa.ama çok canım yanmıştı.
sanırım onca arı tarafından sokulduğum için ellerim halen biraz tombik.
jetlerin ardinda biraktiklari beyaz cizgi halindeki kutleleri ucaklar icin yapiyorlar sanirdim. ucaklara rota ciziyor onlar; ehe.
düştüğümde ağlamamam için anneannem yere para koyardı . her düştüğünde bak para bulacaksın derdi. inanırdım hatta işi ticarete bile dökmüştüm bazen kendimi bilerek yere atar para arardım , tabi para bulamayınca bu sefer gerçekten ağlardım .
mısırların hızlı haşlanması için içine çok az bir miktar çamaşır suyu konulduğunu duyan annem sırf sokaktaki mısırcılardan mısır almayayım diye " adamın tekini gördüm çoraplarını onun içine sokup yıkadı" demişti. her gelen mısırcının kazanına bakıp çorap arıyordum , hala daha mısır kazanlarına bakmadan mısır almam.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?