confessions

schumi

- Yazar -

  1. toplam entry 1335
  2. takipçi 1
  3. puan 59758

mehmet altan

schumi
bugünkü yazısında cumhuriyet ve demokrasiyi çok iyi tetkik etmiş gazeteci-yazar:

suriye’de cumhuriyet tehlikede mi?

ilginizi çekti mi, bilmiyorum ama pazar günü suriye’de bir referandum vardı. neyin referandumu? cumhurbaşkanı esad’ın görev süresinin bir kez daha uzatılıp, uzatılmayacağının...

başka aday var mıydı?tabii ki yoktu... ve beşar esad ülkedeki fiilen tek parti olan baas’ın parlamentodaki temsilcileri tarafından tek aday olarak belirlendi.

peki seçime ne kadar kişi katıldı?

suriye’de 12 milyon kayıtlı seçmenden 11 milyonu bu referanduma katıldı.

peki, kaçı evet dedi?

referanduma katılanların yüzde 97,62’si...

böylece ‘suriye cumhuriyeti, şu andaki iktidardaki cumhurbaşkanının görev süresini yedi yıl daha uzatmış oldu.’

***
suriye cumhuriyeti’nin ‘demokrasi’ ile ilişkisinin ne durumda olduğunu bbc’nin yorumu çok berrak bir şekilde resmetmekteydi:

‘suriyeli yetkililer referandumu ülke demokrasisine örnek olarak gösteriyor. fakat oylamayı boykot eden muhalefet partileri tam aksini düşünüyor.

referandumun öncesinde ülke istikrarını tehlikeye attıkları gerekçesiyle bir grup siyasi muhalife 3 ila 12 arasında değişen hapis cezaları verilmişti.

suriye’deki 12 milyon kayıtlı seçmenden 11 milyonunun katıldığı referandumda beşar esad’ın ikinci bir dönem görevde kalmasına evet ya da hayır oyu kullanıldı.

sadece 200 bin seçmen hayır seçeneğini işaretledi ya da boş oy attı.

sonuçları duyuran içişleri bakanı bassam abdülmecid, referandumun ortaya koyduğu mutabakatın suriye’nin siyasi olgunluğunu ve çok partili demokratik sisteminin güzelliğini kanıtladığını söylüyor.

fakat orta doğu’daki muhabirimiz kim ghattas’a göre, herkesin sıkı kontrol altında tutulduğu ülkede referanduma katılmamak, cesaret işi.

muhalefetin ülke içinde neredeyse hiç varlık gösteremediği suriye’de tek bir adayın katıldığı bir seçimin demokratikliği konusunda farklı düşünenler var.

beşar esad iktidara geldiğinde ülkede yeni bir reform sürecini başlatacağını vaad etmişti. ancak muhabirler ekonomik liberalleşme politikasının son derece yavaş ilerlediğine dikkat çekiyor.

önde gelen insan hakları eylemcileri ve muhalif aydınlardan oluşan bir gruba geçen ay verilen hapis cezaları, demokratik özgürlükler açısından da bir ilerleme kaydedilmediği şeklinde yorumlanıyor.’

***
türkiye hala cumhuriyet ile demokrasi arasındaki çok büyük farkı görmezden geliyor...

cumhuriyet hanedanın elinden iktidarı alır, ama çoğulculuğu garanti etmez.

işte suriye’nin durumu...

üstelik suriye cumhuriyeti’nde hanedanın elinden iktidarın alınmış olduğunu söylemekte çok zor.
çünkü aynı azerbaycan cumhuriyeti’nde olduğu gibi burada da iktidar babadan oğula geçti.

dün, suriye’de iktidarda hafız esad vardı. bugün ise beşar esad...

***
demokrasi ise çoğulculuğu, benzemezliği, farklılığı, ötekinin hakkını ve hukukunu güvence altına alır.

şiddet önermeyen her türlü fikrin özgürce ifadesini vazgeçilmez sayar...

bugün azınlıkta olanın yarın çoğunluk olabileceğini asla unutmaz.

bir ülkenin rejiminin demokratik cumhuriyet olması, yani iktidarı hanedanın elinden alıp bunu diktatörlere sunmak yerine çok partili bir rejime dönüştürmesi, tabii ki ideal olanıdır.

ama böyle bir olanak yoksa, demokrasinin cumhuriyetten çok daha önemli olduğu gün gibi ortada...

nasıl mı ortada?

ingiltere, cumhuriyet değil ama en gelişmiş demokrasi...

suriye, cumhuriyet ama tek parti faşizminin en koyusundan bir rejim...

***
yarın bir gün suriye’de demokrasi talepleri yükselse...

tek parti rejimi kendini tehdit altında hissetse...

baas partisi’ni...

suriye ordusunu...

suriye istihbaratını kontrol eden beşar esad...

altındaki zeminin kaydığını düşünse...

ne mitingleri yaptırırdı?

beşar esad için cumhuriyet mi tehlikede sayılırdı, yoksa demokrasi mi?

***
yarın bir gün, suriye’de ‘cumhuriyet tehlikede’ mitingleri görürseniz anlayın ki demokrasi tırmanıyor...

demokrasinin olmadığı ülkelerde her nedense cumhuriyetin tehlikede olduğu varsayılır...

engin ardıç

schumi
bugünkü yazısıyla yine beni benden almış gazeteci. kesinlikle okunmaya değer, sonuna kadar tabi...

üniversiteler

iyi de, bir hafta tatil yapamayacak mıyız be kardeşim? yokluğumuzda bu sefer tutmuşlar, boğaziçi’nin rektörü ayşe’ye saldırmışlar. yeni duydum.

çünkü boğaziçi, orhan pamuk’a fahri doktora vermiş. (mimar sinan, “fethullahçı” hilmi yavuz’a verince kimse ağzını açmamış ama, hayret!)

bir kız öğrenci “türbanla gitar” çalmış (ahmet hakan gibi bir şey olsa gerek), bir folklor topluluğu da bildiğimiz bitlis oynamış (peşmergeye benziyorlarmış, herhalde güneydoğu folklor oyunları smokinle oynanmalıdır, çağdaş türkiye’ye yakışan budur.)

kavga şuradan çıkıyor: “kaliteli” üniversitelerimizde liberal bir hava esiyor, kelek olanlarda faşizm kokusu var.

çocukların ösys tercihlerinde hangilerini üst sıraya yazdıklarına bakarsanız, toplumun özlemini de anlayabilirsiniz tabii. bu özlem, 12 eylül döneminde “dizayn edilmiş” üniversite kalıbına uymuyor.

fakat bürokratik oligarşi, her çocuğu aynı tornaya sokup taptuk emre tekkesinin değnekleri gibi birörnek odunlar çıkarmak için direniyor.

profesör ayşe soysal, “boğaziçi türkiye için biraz fazla özgür kaldı” demiş. kibar kadındır, “iki numara büyük geldi” dememiş. oysa çok iyi hatırlayacaktır, otuz yedi yıl önce, ayşe ve ben orada okuduğumuzda da öyleydi, eski robert college.

oysa türkiye’yi boğaziçi’nin düzeyine çekebilseydik memleket kurtulacaktı.

yök, çekemezsin diyor.

yök yasası’na göre, üniversiteler, “atatürk inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda atatürk milliyetçiliğine bağlı, türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, aile, ülke ve millet sevgisiyle dolu, türkiye cumhuriyeti devleti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren” öğrenciler yetiştirmekle yükümlüdürler.

buna göre, yabancı uyruklu bir öğrenci bizim üniversitelerimizde ya okuyamaz, ya da gizli servislerimize ajan olarak girer.

bekâr kalması da son derece sakıncalıdır, “aile sevgisi” direktifine uymaz.

ya da bu yasayı yumurtlayanlar, tuzla piyade okulu’yla üniversiteyi karıştırmışlar!

üniversitenin görevi atatürkçü yetiştirmek değildir. aslına bakarsanız, üniversitenin birinci görevi öğrenci yetiştirmek, birilerini meslek sahibi yapmak, o­nlara para kazandırmak, askere gittiklerinde yedeksubay olmalarını sağlamak falan da değildir.

üniversite bilim üretir ve bunu öğrencilerine aktararak bilimi kimin “işe vurmaya yetkili” olacağını saptar. doktor yetiştirmez, tıp bilimini kimin özümseyip kimin özümseyemediğine ve bunu kimin uygulayabileceğine karar verir.

ama bizde üniversite, azıcık sosyal bilimler dışında hiçbir bok üretemez.

çünkü yüksek lisedir.

yök, yeni çıkardığı bir yönetmelikle, kendi yasasında yer alan, yukarıda da zikrettiğim ilkelere ters düşen yabancı diplomaları da denk saymıyor, tanımıyor ve o­naylamıyor. öğrencinin, dışarıda, yök’ün hoşuna gitmeyecek “herhangi bir ders almış” olması yeterli, seçmeli meçmeli de olsa... diplomanın kendisi, seçilen bilim alanı falan önemli değil, bir tek ders yeterli!

örneğin harvard’ı bitirseniz, orada cinsel sapmalar üzerine bir psikoloji dersi aldıysanız, sizin diploma bizim burada paçavra. çünkü “türk aile mefhumuna” uymaz.

elbette bu yönetmelik el ezher ya da tahran üniversitesi gibi yerlerde okuyan “potansiyel el kaide militanlarını” ufalamak üzere çıkarılmış ama yarın bir manyağın bunu benim dediğim düzeye çekmeyeceği ne malum?

buna göre, kurtuluş savaşımızın karşı cepheden görünüşünü, yunan ordusunun harekât planını da inceleyemezsiniz, vatana ihanet olur.

ben de ayvayı yedim ayşeciğim, çünkü 1972-73 ders yılında, rahmetli profesör ali alparslan’dan (o zamanlar doçentti) hem merak ettiğim için, hem de not ortalaması yükseltmek amacıyla “osmanlıca” dersi almıştım! eski yazıyı da bayağı sökmüş, dili çok koyu olmamak şartıyla osmanlı metinlerini şakır şakır okumaya ve de kendim de yazmaya başlamıştım... gitti çöpe bizim kapı gibi boğaziçi diploması! o dersi almama izin veren bizim mantikas’ın (eski kayıt işleri müdürümüz) elleri kırılsaydı!... fakat adamcağız günün birinde türkiye’nin böyle cılkının çıkacağını nereden bilebilirdi?

sevgili bürokrasi, buna da faşizm denir, zarar yok.

nasıl olsa yakın zamanda bunu açık açık da uygulayacaksınız, bahçeşehir’i, boğaziçi’ni falan kapatırsınız, ayşe de evinin kadını olur. baksanıza, “ben aslında yemek yapmayı severim” demiş, bu hıyar toplumda üniversite yönetmekten o da memnun değil.

bilgi sözlük

schumi
yöneticisiyle, yazarıyla, polemikleriyle, ayarlarıyla, acısıyla, tatlısıyla ilginç bir sözlüktür. aslında ilginç de değildir. insanların bulunduğu yerde fikir farklılıkları kaçınılmazdır. hatta bir ortamda herkes aynı düşünüyorsa orada eşşek kadar büyük bir sorun var demektir. bu sebepten son derece normal bir oluşumdur da diyebiliriz.

son polemikte başrolü oynayanlardan birisi olarak ben kesinlikle bir polemik oluşturmak amacıyla entry girmedim. dikkat edildiyse yazdıklarım bir temele dayandırdığım bazı şeylerden hareketle çıkarımlarda bulunmaktı. herkesçe bilinen kavramlara önkabulle dayanarak çeşitli çıkarımlarda bulunmak. ecevit’in -ki gerçekten usta bir siyasetçidir- "lütfen bu hanıma haddini bildiriniz" sözünün siyasi olarak bir hata olduğunu, halkçı olduğunu iddia eden bir siyasetçinin bu sözü söylemesini halkın pek takdirle karşılamadığını belirttim sadece. ama nedense bu ecevit’e sövmüşüm gibi anlaşıldı ve üstüste iyi niyetle ecevit’i savunma çabası içinde bulunulan ama mevzuyla zerre kadar alakası olmayan entryler girildi. benim ecevit’i eleştirmem, ecevit’e sövdüğüm anlamına mı gelir? veya tayyip’in bir yönünü takdir etmem tayyipçi olduğum anlamına mı gelir? -tayyipe sövmek yüzünden 1-2 hafta çömez oldum ben ya- yani meselenin özü insanların bir kaşıkta fırtına koparması ve -iyi niyetle- savunduğu insanı savunduğunu sözlük ahalisine belli etme çabasıdır.

daha da ilginci yöneticilerin polemik sebebiyle entrylerin tamamını silmesi üzerine feci bir şekilde eleştirilmeleri. ya siz değil miydiniz modlar çalışmıyo diyen? -yöneticilere yalakalık falan yaptığım yok, 6-7 aydır buradayım daha bir yöneticiyle doğru dürüst muhabbetim yok, neyse- çok kolay zannediliyo heralde yöneticilik. "otur pc başına, işine gelmeyeni sil" zannediliyor galiba. bi yönetici olun da göreyim ben sizi... -ben de kızmıyor değilim yöneticilere benim belki de girdiğim 1000 entryden en sağlam olduğunu düşündüğüm entrym uçtu-

şunu farkettim, genelin aksine bir düşünceye sahipsen genel tarafından hunharca yerden yere vuruluyorsun.
(bkz: sözlükteki kanka faktörü)
birisi okumuş benim entrymi, kendince bir yorumda bulunmuş, kankalarına haber vermiş "lan sözlükte biri mal mal entryler giriyo" demiş, kankaları da "vay ibne" nidalarıyla girmiş sözlüğe, tartışılan konunun ne olduğundan habersiz ’çat’ yaz bi şey yolla... "safımız belli olsun" hesabı... iyi, tamam, bir şekilde soğutun, uzaklaştırın farklı düşünenleri, kendi kendinize yazar, dünyanın hep sizin düşündüğünüz gibi olduğuna inanır durursunuz...

bi de sözlükte yazarlar o kadar yazmaya kaptırmış ki kendini, okunmuyo yazılanlar.. sen o kadar emek ver, yaz, uğraş, didin.. çat gelsin biri sövsün sana. lan bi oku ne yazıyo orda. senin yazdığından farklı bir şey mi yazıyorum ben? farklı bir pencereden bakıyorum sadece... ben yazdığım uzun bi entryde birine sövsem kimsenin haberi olmayacak var ya.. bigün deneyecem bunu. sövecem birine bakayım kaç gün sonra anlaşılıyo

bir yazarın bir kaç entrysini okuyarak o yazar hakkında herhangi bir fikir sahibi olduğunu düşünüyor bazı insanlar ve o yazarın entrylerini görünce okumuyor diye düşünüyorum. yazarların kafalarında belli kalıplar var, seni istediği bi yere yerleştiriyor. kalıp sayısı da o kadar çok değil. dinci, laik, cumhuriyetçi, şeriatçı. bu kadar. daha fazla yok. hakkaten yok.

bi entry giriliyor, uzun bi şey, kim yazmış bi bakıyor schumi "aha ver eksiyi aq bu antikemalist", dolanıyor geliyor bi bakıyor mitili "yine cinsel içerikli entry girmiştir bu", etom’u görüyor "bu da dincilere, yobazlara sövmüştür" diyor ve her yazılanı okumuş sayıyor kendini. şunu düşünmüyor yazarlar: "bu adam benim fikrimden olmasa dahi ondan öğrenebileceğim şeyler olabilir" kötü, hep kötü; iyi, hep iyi midir? neyse işte öyle bişey...

türk milleti zeki midir

schumi
fazla hayalperest gibi gözüken bir video. tabi hayalperest gibi gözükmesi her kelimesinin yanlış olduğunu göstermez. doğru kısımlar vardır. fakat hepsi doğru diye bir şey de yoktur. verilen bilgilerin de tamamı doğru değildir üstelik. muhtemelen vatansever bir kişi izlediği amerikan filmi sonrası kafasında canlananları kaleme almıştır.

dini karalamaya çalışan insanlar

schumi
şimdi bu başlığı tanımlamak için üç ara başlık kullanmak durumundayız:
1)din
2)dini karalamaya çalışan insanlar
3)dini karalayarak ellerine ne geçeceği

1)din; genelde olağanüstü, kutsal ve ahlaki öğeler taşıyan, insanlara kendisine uyması halinde dünyada veya başka bir alemde artılar vadeden inançlar bütününe verilen isim veya tanımdır. dogmadır. bununla birlikte şahsen fikirlerinin bir çoğunu tasvip etmediğim ancak bir kısmını da takdir ettiğim, üstad kabul ettiğim murat belge şöyle diyor: "insanlar herhangi bir inancı öyle bir biçimde benimser ki, bunun dini inançtan hiçbir farkı olmaz" misal ülkemizde kemalizm bazı gruplarca öylesine benimsenmiş ve tabulaştırılmış ki bunun dini inançtan bir farkı yok gibidir. bu da dogma haline gelmiştir. daha geniş düşünecek olursak buna inançlar bağlamından bakmamız gerekir. çünkü gördüğümüz üzere sadece dini inançlar dogma değildir, felsefi ve ideolojik inançlar da bazı çevrelerce dogma olarak önümüze sunuluyor. hasılı bu ara başlıkta din kelimesinin yerine daha geniş olan inanç kelimesini kullanmak istiyorum. nedenini daha sonra farkedeceksiniz.

2)dini karalamaya çalışan insanlar... başlıkta bu insanların herhangi bir dini değil tüm dinleri karaladıkları belirtildiği için iki seçenek çıkıyor karşımızı:
a-dinlere inanıp da dini karalayanlar
b-dinsiz olup da dini karalayanlar

a-dinlere inanıp dini karalamak tarafımca pek mümkün gözükmüyor. dinlere inanıp sorgulamak/eleştirmek olabilir, yeri geldiğinde olmalıdır da ancak eleştirmek yerine karalamak olursa bu da zaten dine ne veya nasıl şekilde inandığını gösterir karalayan bireyin.
b- dinsiz olup da dini karalayanlar: bu tür insanlar herhangi bir dine mensup olmadıkları için kendilerine göre dini yerden yere vurmakta serbesttirler. çünkü "sen neye inanıyosun" şeklinde bir soru yönelttiğinizde bu şahıslara onlar "ben hiç bir dine inanmıyorum" cevabı vereceklerdir. mesela bir budist islam’ı karalasa, ona karşı sen de budizmdeki çelişkileri bulur gösterirsin. fakat ateist bir adam hiç bir şeye inanmıyor, yani suçlanmayı karşı suçlama ile savuşturma şansınız yok bu durumda. (bu yazılandan embesilce sen suçlandığında hemen karşı tarafı mı suçlarsın düşüncesi çıkmasın, herhangi bir tartışmada üstünlük kurabilmeniz için gerekli olan materyaller bunlar) evet, işte bu yüzden yukarıdaki din tanımını genişleterek inanç olarak belirttim. ateizm bir din midir? evet dinse zaten problem yok. hayır, değilse nihayetinde bu da bir inançtır ve bir dini inançla aynı kefeye konulması elzemdir.

3)dini karalayan insanların ellerine ne geçer? bu klasik ben özgürüm, hiçbir inanç benim özgürlüğüme engel olamaz, ben tanrı bile tanımayacak kadar özgürlüğü hissediyorum, ben kendi hayatımın yaratıcısıyım, vb.. düşüncelerini herkese göstererek kendisinin ne kadar özgür olduğunu, dine inanan insanların ne kadar ebleh ve aptal insanlar olduğunu dolayısıyla kendisinin aşmış bir zekaya sahip olduğunu herkese duyurma ihtiyacını gidermesidir.

garip bir şey vardır. gerçekten ilgintir. hiç bir müslüman, hiç bir dinsizi ayıplamaz, hor görmez. amma velakin bizim ’özgür’ insanımız islam’a bok atar durur. senin attığın bokla kirlenecek islam’a bu kadar insan inanır mıydı sanıyor bu şahıslar bilinmez.

/

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol