mavi marmara bir insani yardım gemisi ise o kadar insanın ve sanırım bir çogugun o gemide ne işi var diye düşünmek gerek.
yardımın yolları elbette var ve kapalı bir yoldan gitmek yardım etmek midir? karsında deli israil oldugunu bilmek, kontrolsüzce ve arkasında görünmeyen güçleri ile israile ben geliyorum sen izin versen de vermesen de ben bu yardımı yapacam demek mantıgın neresine sığar. zira israilin yaptıgı şeyin katlim oldugu ve israilin filistine yaptıgının yanlışlığı değil konu. konu mavi marmara adlı türk gemisidir. ve bu gemi ulaştırması imkansız olan bir yardımla yola çıkmıştır.
sonuçlarına bakmak gerek durumun. israil mavi marmara yola çıktıktan sonra ne kadar besleyip pkkyı ne kadar şehit vermemize sebep olmuştur. ya da pkknın 1 hazirandan itibaren saldırılarını arttıracagını dünya basınına açıkmalası bir tesadüf müdür? iyi niyetle birşey yapmak zaten jeopolitik açıdan kritik olan ülkemizi ne gibi risklere sokmuştur bunu da düşünmek gerek?
sırf olay mavi marmaraya saldırılması değildir. mavi marmaradan sonra olanlar ve olacakları iyi izlemek gerek. ama bu hata aslında devletin hatasıdır. bunun sonucunun bu olacagı bu kadar belliyken bu yardıma izin vermek akıl karı değil.
sonuçlarına bakmak gerek durumun. israil mavi marmara yola çıktıktan sonra ne kadar besleyip pkkyı ne kadar şehit vermemize sebep olmuştur. ya da pkknın 1 hazirandan itibaren saldırılarını arttıracagını dünya basınına açıkmalası bir tesadüf müdür? iyi niyetle birşey yapmak zaten jeopolitik açıdan kritik olan ülkemizi ne gibi risklere sokmuştur bunu da düşünmek gerek?
sırf olay mavi marmaraya saldırılması değildir. mavi marmaradan sonra olanlar ve olacakları iyi izlemek gerek. ama bu hata aslında devletin hatasıdır. bunun sonucunun bu olacagı bu kadar belliyken bu yardıma izin vermek akıl karı değil.
gece gece beni güldüren sözlük sabihi. zira yazım yatası yapan ilk sözlük yazarı ben değilimdir herhalde. ama muhtemelen yazarlarıyla polemiğe girip sürekli kelime oyunları yaparak üste çıkmaya çalışan ve üstünlüğünü kanıtlama çabasında olan sözlük sabihidir kendisi. kendisine senden büyük allah var der saygılarımı sunarım.
çok çabuk gaza-dolduruşa gelen ülkem.
bir sürü güzel atasözümüz olmasına rağmen bu atasözlerini hiç dinlemeyen, bir dinleyip bin konuşan, keskin sirke olup kabına zarar veren, düşünmeden hareket etmekte üstüne olmayan ülkem. sürekli birilerini birşeyleri protesto eden, etmekte haklı fakat direnmekte zayıf olan, neyi nasıl protesto edeceğini bilemeyen, insani yardım gibi önemli bir şeyi bile eline yüzüne bulaştıran ülkem. ayrıca sürekli yaygara kopardığı için gerçekten önemli yaygaralarının bile dünyada artık önemsenmediği ülkem.
bir sürü güzel atasözümüz olmasına rağmen bu atasözlerini hiç dinlemeyen, bir dinleyip bin konuşan, keskin sirke olup kabına zarar veren, düşünmeden hareket etmekte üstüne olmayan ülkem. sürekli birilerini birşeyleri protesto eden, etmekte haklı fakat direnmekte zayıf olan, neyi nasıl protesto edeceğini bilemeyen, insani yardım gibi önemli bir şeyi bile eline yüzüne bulaştıran ülkem. ayrıca sürekli yaygara kopardığı için gerçekten önemli yaygaralarının bile dünyada artık önemsenmediği ülkem.
aksi tez öne sürmekle ayar vermek arasındaki farkı göremediği açıkça belli olan sözlük sabihi
gök rüzgarı operasyonu başladığından beri neredeyse kesintisiz yayını ve kaliteli konukları ile takdir edilecek kanal. her görüşten konuğa yer vermesi ayrı bir güzellik.
(bkz: ntv mimarlık)
sözlüğün sabihi olması sebebi ile düşüncesine ters bakan her yazara ayar verme hakkını kendinde gören zat-ı muhterem.
uluslararası sularda saldırılmasını elbette kınadığım ama çokta masum olmadığına inandığım gemi. yardımın yolları vardır. eğer bu yolla yardım edemeyeceğiniz kesinse bunun amacı sadece kışkırtmaktır.
şu dakika toplanıp israili protesto eden ama pkknın eylemlerine ses çıkartmayan insanların bulunduğu isatanbul ilçesi.
muhtelemen kimsenin israili haklı göremeyeceği operasyondur. operasyon uluslararası denizlerde olmuştur. her ülkenin 12(yanlış hatırlıyor olabilirim) deniz mili karasuları olmasına rağmen 70 deniz mili açıkta böyle bir operasyon yapmaya kesinlikle hakkı yoktur. ayrıca israil bir insani yardım gemisine saldırmıştır. antalya gümrük müdürü gemilerde kesinlikle ateşli silah bulunmadığını açıklamıştır. ama diğer yandan bu operasyonun olacağı ve devamında çirkinleşeceği daha yardım yola çıkmadan belli değil midir? israil gelen yardımın kendi limanlarına indirilmesini ve kendilerinin ileteceklerini söylemiştir. ki daha önce hiç iletmişler midir acaba? durum bu kadar açıkken hadi biz yola çıkıyoruz diye çıkıp gitmek nasıl bir mantıktır anlamak mümkün değil. hadi yardım yola çıktı diyelim 600 kişi gitmek, gemi de bir de çocuk olması nasıl açıklanılabilinir ki? filistine yardım etmek bürokratik bir iştir, insani yardım adı altında yapılan şeyler karşınızda israil gibi bir ülke varsa ancak krize neden olur. devletin basiretsizliğini orda yok olan canlar ödedi.
muhtelemen kimsenin israili haklı göremeyeceği operasyondur. operasyon uluslararası denizlerde olmuştur. her ülkenin 12(yanlış hatırlıyor olabilirim) deniz mili karasuları olmasına rağmen 70 deniz mili açıkta böyle bir operasyon yapmaya kesinlikle hakkı yoktur. ayrıca israil bir insani yardım gemisine saldırmıştır. antalya gümrük müdürü gemilerde kesinlikle ateşli silah bulunmadığını açıklamıştır. ama diğer yandan bu operasyonun olacağı ve devamında çirkinleşeceği daha yardım yola çıkmadan belli değil midir? israil gelen yardımın kendi limanlarına indirilmesini ve kendilerinin ileteceklerini söylemiştir. ki daha önce hiç iletmişler midir acaba? durum bu kadar açıkken hadi biz yola çıkıyoruz diye çıkıp gitmek nasıl bir mantıktır anlamak mümkün değil. hadi yardım yola çıktı diyelim 600 kişi gitmek, gemi de bir de çocuk olması nasıl açıklanılabilinir ki? filistine yardım etmek bürokratik bir iştir, insani yardım adı altında yapılan şeyler karşınızda israil gibi bir ülke varsa ancak krize neden olur. devletin basiretsizliğini orda yok olan canlar ödedi.
birşeyin olacağı bu kadar belliyken, gemiye çocukta alıp binen, düşüncelerinin yardım etmek mi yoksa politik bir krize neden olmak mı oldugu belli olmayan insanlar taşıyan gemi. mavi marmaranın son durumu twitterdan da takip edilebilinir. gemideki biri uygu bağlantısı kesilene kadar mesaj geçiyordu. son tweet 20 saat önce.
gerçekten bilgiye ulaşılabilen sözlüklerden...
nedense her önemli olayda yurtdışında olmayı başaran başbakan!
norveçin 1996 yılında ölen önemli kahramanlarından birinin adı. direnişçi.
hitler, naziler diyince aklımıza ilk gelen doğal olarak yahudi soykırımıdır. peki o dönemde yaşanan bir tek bu muydu? hitler pek çok ülkeyi işgal edip, bir çok(yani yahudi olmayan da birçok) insanın ölümüne sebep olmadı mı? ama biz gerek sinema gerekse okullarda okutulan tarih kitapları ile olayın tek bir yönünü daha net biliyoruz. en azından araştırmacı olmayan pek çoklarımız...
işte norveçli bu kahramanın öyküsünün anlatıldığı bu filmde hitler-yahudi soykırımı eşleşmesinin ötesine geçilip yaşanan farklı şeyleri de görme şansı buluyoruz. savaş filmleri katagorisinde yer alsa da sadece bir savaş filmi olmanın ötesinde çok şey barındıran bir film. duygusal yoğunluğu hayli fazla. yaşanmış olaylardan bir uyarlama olması daha da etkileyici yapıyor. bir milletin işgale karşı duruşunu gözler önüne seriyor ve bu arada bize dostluk, savaş psikolojisi, biraz da aşk ile ilgili görsel bir şölen sunuyor.
aksiyon beklentisi içerisinde bu filmi izleyecek olanlar muhtemelen hayal kırıklığı yaşayacaklardır ama yine de değer. ayrıca pek çok hollywood yapımının aksine dilinin ingilizce olmaması ise filmi daha da başarılı yapmıştır.
konunun meraklıları için kaçırılmaması gereken, meraklısı olmayıpta kaliteli film izlemek isteyenler için de doyurucu bi film.
hitler, naziler diyince aklımıza ilk gelen doğal olarak yahudi soykırımıdır. peki o dönemde yaşanan bir tek bu muydu? hitler pek çok ülkeyi işgal edip, bir çok(yani yahudi olmayan da birçok) insanın ölümüne sebep olmadı mı? ama biz gerek sinema gerekse okullarda okutulan tarih kitapları ile olayın tek bir yönünü daha net biliyoruz. en azından araştırmacı olmayan pek çoklarımız...
işte norveçli bu kahramanın öyküsünün anlatıldığı bu filmde hitler-yahudi soykırımı eşleşmesinin ötesine geçilip yaşanan farklı şeyleri de görme şansı buluyoruz. savaş filmleri katagorisinde yer alsa da sadece bir savaş filmi olmanın ötesinde çok şey barındıran bir film. duygusal yoğunluğu hayli fazla. yaşanmış olaylardan bir uyarlama olması daha da etkileyici yapıyor. bir milletin işgale karşı duruşunu gözler önüne seriyor ve bu arada bize dostluk, savaş psikolojisi, biraz da aşk ile ilgili görsel bir şölen sunuyor.
aksiyon beklentisi içerisinde bu filmi izleyecek olanlar muhtemelen hayal kırıklığı yaşayacaklardır ama yine de değer. ayrıca pek çok hollywood yapımının aksine dilinin ingilizce olmaması ise filmi daha da başarılı yapmıştır.
konunun meraklıları için kaçırılmaması gereken, meraklısı olmayıpta kaliteli film izlemek isteyenler için de doyurucu bi film.
demekki amaç herkesin istediği gibi anlamasını sağlamakmış ve bunu başarmış diyerek başlanabilir sanırım.
tony gatlifin yine kendini aştığı bir film. belki de en büyük özelliği filmin tüm müziklerinin kendisine ait olması. ilk sahnede bir vücud detayı ile başlıyoruz. ve ordan cıplak bir erkek bedenine kayıyoruz. elindeki bir bardağını yüksek bir kattan aşağı bırakan ve karşısındaki çıplak kadına cezaire gidelim diyebilen bir erkek. ki bu sahnedeki şarkının sözleri "its an emergency to talk about freedom. its urgent, emergency to question those who were absent..." dir. bu çıplaklık ve gatlif filmlerindeki beklenmedik anlardaki beklenmedik çıplaklıklar izleyicileri rahatsız etse bile aslında çıplaklığın doğallığı kesinlikle iğrençleşilmeden verilmiştir.
exils yani sürgündekiler işte bu sahneyle başlar. bir yol hikayesinden çok bir köklerini arayış vardır filmde. adam- ki o adam gatlif in en sevdiği oyunculardan olan romain duristir- bilinçli bir biçimde köklerini ararken, bu yolculuğa çıktığında içten içe köklerini aramakta ya da en azından köklerine yönlenmiş olduğunun farkında değildir. bundandır cezair e yaklaştıkça basan sıkıntılar, cezair sokaklarındaki bunalımlar...
çiftimizin küçük bir kasabada tanıştıkları gençlerle yaptıkları konuşmalarda paris ve cezaire dair yorumlar aslında filmin temelini ortaya koyar. ve filmde çok konuşulan belki de son yılların en başarılı erotik sahnesi olan şeftali bahçesi sahnesinde tony gatlif artık sanatının doruk noktasındadır ve onu anlamsız çıplaklıkla suçlayanlara tokadını atar. çünkü izleyici o anda anlar ki çıplaklığı basit bir erotizm için kullanmıyor. ama o kadar sözden sonra tükürdüğünü yalayamaz izleyici... adem ile havvayı yeniden ele almıştır. işte o tutkudur ki meyveyi dalı yapragı aynı anda yedirten...
hakkında daha çok şey yazılabilecek bir film exils ama o sonundaki zikir, dans, trans, kendini kaybediş, kendini buluş sahnesinde işte amaç seyirciyi bir nebze rahatsız ederek belki sende en azından bir silkelenmelisin duygusunu vermektir. uzun bir sahnedir ama tek plan çekim sahneyi daha da izlenir kılmıştır. belki bu çekim tekniği kullanılmasa bu kadar hissedemeyecektik...
uzun lafın kısası film muhteşemdir izleyiniz.
-----------------------------spoiler----------------------------:
gömülen keman ile gatlif gadjo diloya bir selam çalar.
ve duyduğum en güzel bebek duasıydı... -----------------------------spoiler----------------------------
tony gatlifin yine kendini aştığı bir film. belki de en büyük özelliği filmin tüm müziklerinin kendisine ait olması. ilk sahnede bir vücud detayı ile başlıyoruz. ve ordan cıplak bir erkek bedenine kayıyoruz. elindeki bir bardağını yüksek bir kattan aşağı bırakan ve karşısındaki çıplak kadına cezaire gidelim diyebilen bir erkek. ki bu sahnedeki şarkının sözleri "its an emergency to talk about freedom. its urgent, emergency to question those who were absent..." dir. bu çıplaklık ve gatlif filmlerindeki beklenmedik anlardaki beklenmedik çıplaklıklar izleyicileri rahatsız etse bile aslında çıplaklığın doğallığı kesinlikle iğrençleşilmeden verilmiştir.
exils yani sürgündekiler işte bu sahneyle başlar. bir yol hikayesinden çok bir köklerini arayış vardır filmde. adam- ki o adam gatlif in en sevdiği oyunculardan olan romain duristir- bilinçli bir biçimde köklerini ararken, bu yolculuğa çıktığında içten içe köklerini aramakta ya da en azından köklerine yönlenmiş olduğunun farkında değildir. bundandır cezair e yaklaştıkça basan sıkıntılar, cezair sokaklarındaki bunalımlar...
çiftimizin küçük bir kasabada tanıştıkları gençlerle yaptıkları konuşmalarda paris ve cezaire dair yorumlar aslında filmin temelini ortaya koyar. ve filmde çok konuşulan belki de son yılların en başarılı erotik sahnesi olan şeftali bahçesi sahnesinde tony gatlif artık sanatının doruk noktasındadır ve onu anlamsız çıplaklıkla suçlayanlara tokadını atar. çünkü izleyici o anda anlar ki çıplaklığı basit bir erotizm için kullanmıyor. ama o kadar sözden sonra tükürdüğünü yalayamaz izleyici... adem ile havvayı yeniden ele almıştır. işte o tutkudur ki meyveyi dalı yapragı aynı anda yedirten...
hakkında daha çok şey yazılabilecek bir film exils ama o sonundaki zikir, dans, trans, kendini kaybediş, kendini buluş sahnesinde işte amaç seyirciyi bir nebze rahatsız ederek belki sende en azından bir silkelenmelisin duygusunu vermektir. uzun bir sahnedir ama tek plan çekim sahneyi daha da izlenir kılmıştır. belki bu çekim tekniği kullanılmasa bu kadar hissedemeyecektik...
uzun lafın kısası film muhteşemdir izleyiniz.
-----------------------------spoiler----------------------------:
gömülen keman ile gatlif gadjo diloya bir selam çalar.
ve duyduğum en güzel bebek duasıydı... -----------------------------spoiler----------------------------
muhtemelen yalan olmuştur. ama fikir çalınmış başkaları tarafından uygulanmıştır.
(bkz: ortakantin.com)
(bkz: kantin tv)
(bkz: ortakantin.com)
(bkz: kantin tv)
bir gus van sant hayranı olarak çok objektif olamayacagım film. filmi izledikten sonra hakkında yazılanları okuyunca ciddi anlamda bir şaşkınlık yaşadım. şaşkınlığım film için özellikle kullanılan sıkıcı sözcüğünden dolayı değil çünkü deneysel sinemaya alışık olmayan kişiler için oldukça sıkıcı olması yüksek muhtemel. ama bir sinema severin, hele ki vertovun kino eye kavramını bilen bir sinema severin, hele hele bir de man with a movie camerafilmini izlemiş bir sinema severin tadından yiyemeyeceği filmdir. vertovdan yıllar sonra bu kavramın bu kadar güzel işlenişi şahanedir.
film zaten 81 dakika gibi kısa bir süreye sahiptir. bu süreçte her bir karakteri yarım saatte tanıyabileceğimizden çok daha fazla tanıtması ile ayrı bir yere sahiptir. hiç bir karaktere yüklenmeden anlatmak istediğini bir çok farklı bakıştan anlatır. columbine katliamının belgeselidir diye düşünmek yanlış ve belki de yetersiz olur. zira katliam hakkında yapılan araştırmaların -ki bu araştırmalarda katliamı düzenleyen kişinin tam bir psikopat oldugu ortaya çıkmıştır- harika bir sentezi ortaya konmuştur. film yönetmenin tamamen yorumsuzca bir toplumsal sorun hakkındaki ağıtı olarak düşünülebilir. senaryosu kopuk karmaşık ve alakasız diyenler ve diyebilecekler için sormak gerekir bu tip bir katliamda nasıl bir bütünlük, mantık olabilir? film bir katliamın gerçekleşmesini tertemiz bir biçimde gözler önüne serer. uzun koridor sahneleri ve oyuncuların sırtlarından izlediğimiz sahneler olayların gelişimini kendi gözlerimizle görebilmemizi saglar.
zannediyorum ki kamera açıları ve renkler ile ilgili tartışılacak hiçbirşey yoktur. saygı duyulasıdır. başlangıç sahnesi ile zaten etkileyiciliğini sergilemeye başlamıştır.
yapılabilecek tek eleştiri bu filme eşcinsellik konusu illaki yerleştirilme miydi hakkında olabilir. ki grup toplantısındaki konuşmaların aslında çok dogru ve anlamlı olduguna inanıyorum ama sona dogru iki katliamcı cocugun duştaki öpüşme sahneleri ve hemen ardından birbirlerine dostum diye hitap etmeleri sanki biraz rahatsız ediyor. ki etmesinin de bir sakıncası var mı acaba?! ölmeden önce kimseyi öpmemiş olmak...
filmi izlerken bir anda fili gördüm. aslında pek beklemiyordum görmeyi. film bittiğinde acaba nerden gelmiş bu isim diye düşünürüm diyordum kendime ama katliamcı gencin yani alex oluyor kendisi piyano çaldıgı sahnede duvarda bir anda fili görüyorsunuz... enfes bir görüntü...ayrıca alexin çaldığı parçanın fur elise olması...
kesinlikle izlenmesi gereken film. ama imdb notu ne yazık ki 7.3
film zaten 81 dakika gibi kısa bir süreye sahiptir. bu süreçte her bir karakteri yarım saatte tanıyabileceğimizden çok daha fazla tanıtması ile ayrı bir yere sahiptir. hiç bir karaktere yüklenmeden anlatmak istediğini bir çok farklı bakıştan anlatır. columbine katliamının belgeselidir diye düşünmek yanlış ve belki de yetersiz olur. zira katliam hakkında yapılan araştırmaların -ki bu araştırmalarda katliamı düzenleyen kişinin tam bir psikopat oldugu ortaya çıkmıştır- harika bir sentezi ortaya konmuştur. film yönetmenin tamamen yorumsuzca bir toplumsal sorun hakkındaki ağıtı olarak düşünülebilir. senaryosu kopuk karmaşık ve alakasız diyenler ve diyebilecekler için sormak gerekir bu tip bir katliamda nasıl bir bütünlük, mantık olabilir? film bir katliamın gerçekleşmesini tertemiz bir biçimde gözler önüne serer. uzun koridor sahneleri ve oyuncuların sırtlarından izlediğimiz sahneler olayların gelişimini kendi gözlerimizle görebilmemizi saglar.
zannediyorum ki kamera açıları ve renkler ile ilgili tartışılacak hiçbirşey yoktur. saygı duyulasıdır. başlangıç sahnesi ile zaten etkileyiciliğini sergilemeye başlamıştır.
yapılabilecek tek eleştiri bu filme eşcinsellik konusu illaki yerleştirilme miydi hakkında olabilir. ki grup toplantısındaki konuşmaların aslında çok dogru ve anlamlı olduguna inanıyorum ama sona dogru iki katliamcı cocugun duştaki öpüşme sahneleri ve hemen ardından birbirlerine dostum diye hitap etmeleri sanki biraz rahatsız ediyor. ki etmesinin de bir sakıncası var mı acaba?! ölmeden önce kimseyi öpmemiş olmak...
filmi izlerken bir anda fili gördüm. aslında pek beklemiyordum görmeyi. film bittiğinde acaba nerden gelmiş bu isim diye düşünürüm diyordum kendime ama katliamcı gencin yani alex oluyor kendisi piyano çaldıgı sahnede duvarda bir anda fili görüyorsunuz... enfes bir görüntü...ayrıca alexin çaldığı parçanın fur elise olması...
kesinlikle izlenmesi gereken film. ama imdb notu ne yazık ki 7.3
enteresan bir film. hakkındaki yorumları okudugumda begenenler ile nefret edenlerin nasıl bir algı farkı oldugunu anlayamadım. begenenler eleştirel bir film derken beğenmeyenler amerikanın kendini aklama çabası, amerikanın kendini övmesi vs demişler.
ben begenen taraftayım. hoş julia roberts in yerine başka biri oynasa daha iyi olurmuş ama elden ne gelir. her halükarda aslında birazcık objektif gözle bakıp hollywood sadece amerikayı öven filmler yapar düşüncesini bir kenara bırakabilirseniz görecekleriniz şunlardır: abd siyasetçilerinin dünya ile ilgili hiç bi bok bilmedikleri, ancak gerçekten yüzyüze kalınca problemi algılayabildikleri, uyuşturucu ve seksin politikalarının nası içine geçmiş olduğu, bir amaçla bişi yaparken sonrasını hiç düşünmedikleri (ki bu afganistana silah verip sonra o silahlarla vurulmalarında görülmüş oldu), savaş için milyonlarca doları harcayan bir ülkenin eğitim için bir milyon dolar veremeyişinin adiliğini, cia in eleştirisi ... bu sebeplerle bu film eleştirel bir filmdir. bu belki bir kendini aklama değil ama bir günah çıkartma olarak görülebilir. son dönem için hele de bu kadroyla oldukça eleştireldir ki insana acaba bu popüler insanlarda bu siyasetçiler gibi ne yaptıklarının farkına varmadan mı davranıyorlar sorusunu sordurabilir.
sıkıcı gelebilir bir hayli de uzundur ama başka bir bakıştır, başka bir yaklaşımdır, izlenilmesi zaman kaybı olmaz. imdb puanı 7.4tür.
-----------------------------spoiler----------------------------:
a boy is given a horse on his 14th birthday. everyone in the village says, oh how wonderful. but a zen master who lives in the village says, we shall see. the boy falls off the horse and breaks his foot. everyone in the village says, oh how awful. the zen master says, we shall see. the village is thrown into war and all the young men have to go to war. but, because of the broken foot, the boy stays behind. everyone says, oh, how wonderful. the zen master says, we shall see.
-----------------------------spoiler----------------------------
-----------------------------spoiler----------------------------:
"...and then we fucked up the end game." charlie wilson
-----------------------------spoiler----------------------------
ben begenen taraftayım. hoş julia roberts in yerine başka biri oynasa daha iyi olurmuş ama elden ne gelir. her halükarda aslında birazcık objektif gözle bakıp hollywood sadece amerikayı öven filmler yapar düşüncesini bir kenara bırakabilirseniz görecekleriniz şunlardır: abd siyasetçilerinin dünya ile ilgili hiç bi bok bilmedikleri, ancak gerçekten yüzyüze kalınca problemi algılayabildikleri, uyuşturucu ve seksin politikalarının nası içine geçmiş olduğu, bir amaçla bişi yaparken sonrasını hiç düşünmedikleri (ki bu afganistana silah verip sonra o silahlarla vurulmalarında görülmüş oldu), savaş için milyonlarca doları harcayan bir ülkenin eğitim için bir milyon dolar veremeyişinin adiliğini, cia in eleştirisi ... bu sebeplerle bu film eleştirel bir filmdir. bu belki bir kendini aklama değil ama bir günah çıkartma olarak görülebilir. son dönem için hele de bu kadroyla oldukça eleştireldir ki insana acaba bu popüler insanlarda bu siyasetçiler gibi ne yaptıklarının farkına varmadan mı davranıyorlar sorusunu sordurabilir.
sıkıcı gelebilir bir hayli de uzundur ama başka bir bakıştır, başka bir yaklaşımdır, izlenilmesi zaman kaybı olmaz. imdb puanı 7.4tür.
-----------------------------spoiler----------------------------:
a boy is given a horse on his 14th birthday. everyone in the village says, oh how wonderful. but a zen master who lives in the village says, we shall see. the boy falls off the horse and breaks his foot. everyone in the village says, oh how awful. the zen master says, we shall see. the village is thrown into war and all the young men have to go to war. but, because of the broken foot, the boy stays behind. everyone says, oh, how wonderful. the zen master says, we shall see.
-----------------------------spoiler----------------------------
-----------------------------spoiler----------------------------:
"...and then we fucked up the end game." charlie wilson
-----------------------------spoiler----------------------------
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?