insani yardım vakfi amaçlı provakasyon toplulugu. din kardeşlerine yardım etmek için ülkesini politik bir krize sokmaktan çekinmeyen ve ölümlere neden olan ama ülkesindeki yoksulluk için açlık için ne yaptıgı belli olmayan kuruluş. ülkemizdeki vakıflar kanununun esnekliğinden faydalanarak yeşil sermayenin ve din sömürücülerinin kamuflajıdır.
bir ülke vatandaşına bir ülkeye gitme yasagı koyabilir. tedbir amaçlı koymalıdırda. zira koymazsa böyle göz göre göre ölüme yollar...
adalet ve kalkınma partisi her olaydan oldugu gibi bu son olaylardan da kendine pay çıkartmayı başarmıştır. zira hiç bir hükümet görülmemiştir ki açık açık gelmeyin denen bir yere halkının gitmesine izin veren. müdahaleye uğrayacağı kesin olan gemiler ve müdahalede vefat eden vatandaşlarımız. bunun sorumlulugunu nasıl taşıyacaktır bu hükümet? bir biçimde vatandaşlarımız katledildikten sonra iyi bir dış politika sergilesen ne olur, sergilemesen ne olur.
bu arada yapılan bir röportajda gemide eşi olan bir bayan kocam zaten oraya şehit olmak için gitti inşallah bu mertebeye ulaşabilmiştir demesi de aslında adalet ve kalkınma partisin açtığı yolla ülkenin ne hale geldiğini göstermesi açısından önemlidir.
bu arada yapılan bir röportajda gemide eşi olan bir bayan kocam zaten oraya şehit olmak için gitti inşallah bu mertebeye ulaşabilmiştir demesi de aslında adalet ve kalkınma partisin açtığı yolla ülkenin ne hale geldiğini göstermesi açısından önemlidir.
1970’lerin sonlarıydı... doktorlar kırmızı şarabın içindeki sağlığa yararlı onlarca maddeyi henüz keşfetmemişlerdi. en popüler tv dizisi “flamingo yolu”nda zengin amerikalı dullar akşamüstü verandada toplandıklarında, birer kadeh “chardonnay alıyorlardı”. beyaz şarap kırmızının önündeydi ve üreticiler talebe yetişemiyordu.
işte o yıllarda, amerika’da fazla kıymetli olmayan siyah üzümler de beyaz şarap için kullanılmaya başlandı. taze üzümün şırası hemen sıkılıp yeşilimsi sarı renkteki şıranın siyah üzüm kabuklarıyla temasına meydan verilmezse, şarap beyaz oluyordu.
bu arada, kimi üretici kabukla teması istemeden biraz kaçırdı ve sonunda çok zarif pembe renkli şaraplar ortaya çıktı. bunlar da şişelenip “blush”, yani “al” etiketleriyle piyasaya sürüldüler ve büyük sükse yaptılar...
işte o yıllarda, amerika’da fazla kıymetli olmayan siyah üzümler de beyaz şarap için kullanılmaya başlandı. taze üzümün şırası hemen sıkılıp yeşilimsi sarı renkteki şıranın siyah üzüm kabuklarıyla temasına meydan verilmezse, şarap beyaz oluyordu.
bu arada, kimi üretici kabukla teması istemeden biraz kaçırdı ve sonunda çok zarif pembe renkli şaraplar ortaya çıktı. bunlar da şişelenip “blush”, yani “al” etiketleriyle piyasaya sürüldüler ve büyük sükse yaptılar...
baş rol oyuncusu andy garcia olan 2009 amerika yapım film. hakkında birşey yazmak oldukça zor. aile komedisi denen olmaz, dramı desen olmaz, trajikomik olaylar zinciri desen belki... filmde andy garcianin etrafında dönen olayları izliyor olduğumuzu hissetsekte ana altı karakterin de portreleri çok iyi çizilmiş. sıkıcılığa hiç yer olmayan, enteresan bir biçimde akan tatlı film. damağınızda çok hafif bir tat bırakan ama yine de hafifçe içinize yayılıp yüzünüze pembe bir gülücük oturtan bir blush gibi.
toothpaste kisses adlı muhteşem şarkı bu gruba aittir.
masallarla büyüyen pek çok çocuğun ezbere bildiği masallardan biridir geniş bir hayal dünyası olan maxin rüyası. hele kitaptaki çizimler, tadından yenmezdi resmen. sonra biz büyüdük, sinema gelişti. walt disney ve dreamworks gibi yapım şirketleri masallara el attı. tim burton bizi fantastik masalların içine attı. ama bu masalda ne disney ne dreamworks ne de burton var. oldukça farklı çok samimi çok sıcak bir film çıkmış ortaya. ama çocuklar için biraz fazla olabilir.
2010un en süpriz filmlerinden biri. twilight sebebi ile bir anda kızların sevgilisi olan robert pattison başrolde. bu sebeple afişi gören izleyicinin çok yüksek bir beklentisi olmuyor. ama film özellikle sonu ile yılın iyileri arasına girmeyi başarıyor. film özellikle doğallı ile kendisini sevdiriyor. bağlantılar, olay örgüsü gayet iyi. sonundaki vurucu olaya yavaş yavaş ama o kadar etkileyici bir dille bağlanıyor ki... yine de sonu görünce şaşırmamak ve ürpermemek elde değil. robert pattison yüzünden önyargılı olmamak gerek çünkü twilighttaki oyunculuğu ile alakası olmayan çok iyi bir oyunculuk sergiliyor, ki zaten filmdeki tüm oyunculuklar oldukça iyi. izlenesi bir film.
-----------------------------spoiler----------------------------:
başıma birşey geldi, artık kuşkum yok. herhangi bir kesinlik ya da apaçıklık gibi değil, bir hastalık gibi belirdi bu. sinsi sinsi, yavaş yavaş yerleşti; biraz tuhaf, biraz tedirgin duydum kendimi, o kadar. yerine oturunca kıpırdamandan kaldı. hiçbir şeyin olmadığına, evhamlandığıma inandırdım kendimi. oysa şimdi dal budak sarmaya başladı.
-----------------------------spoiler----------------------------
başıma birşey geldi, artık kuşkum yok. herhangi bir kesinlik ya da apaçıklık gibi değil, bir hastalık gibi belirdi bu. sinsi sinsi, yavaş yavaş yerleşti; biraz tuhaf, biraz tedirgin duydum kendimi, o kadar. yerine oturunca kıpırdamandan kaldı. hiçbir şeyin olmadığına, evhamlandığıma inandırdım kendimi. oysa şimdi dal budak sarmaya başladı.
-----------------------------spoiler----------------------------
woody allenın muhteşem ötesi filmi. son dönemlerde sık sık avrupada film çekse de sonunda evine, kendi new yorkuna dönmüş. ve kendi bakış açısından new yorku amerikadaki değişimi, eşcinselliği, yahudiliği, zenciliği, aşkı göstermiş. film amanda aman illa bir mesaj vereyim kaygısı taşımıyor amma velakin filmi izleyen pek çok kişi sanırım ardından filmden sahneleri düşünüp kendi kendine gülmüştür. bu gülüş aman da ne komikti gülüşünden farklı bir gülüştür. herşeyi eleştirmiş, klişeleri eleştirip daha da klişeleştirmiştir. neredeyse bütün replikleri çok zekicedir ve daha ilk başında hedef kitlesini açıklar. manyak sayıda spoiler verilip neredeyse bütün replikleri yazılabilir ama ne gerek vardır ki. bu kadar muhteşem bir filmi izlemeyen izleyiciye spoiler-replik ne gerek.
gülme meselesini abartmış kişi.
v harfinin f olarak okunduğu dil. bu mesele insanın kafasını karıştırabilir zira turizm bilgi bürosunu sordugunuzda ilerde 3 f göreceksiniz orası işte derler ama aslında f değildir o elbette. gezer durursunuz boşuna.
kırım tatarı fiziksel özelliklerini taşıyan, büyük ihtimalle tatar şarkıcı.
kanar kanar kanar... bu tip yürekler hep kanar.
bir işi, bir şeyi yapmama, bir ülkeyi, markayı vs vs kınama anlamlarına gelen sözcük.
akıllıca yapılması gereken eylem. bir markayı ya da bir ülkeyi boykot edecek ülke iyi düşünmelidir. günümüz dünyasında artık pek çok marka üretimini kurulduğu ülkede yapmıyor. satacağı ülkede yapıyor. diyelim bir x markayı boykot ettik. ne oluyor, adamlar kendi ülkelerinden mi getirdiler çalışanlarını, yoo kurdular fabrikayı, senin ülkenin insanına iş olanagı sundular, daha yetmedi mağazalar açtılar, bir yerden bir yere taşıdılar hep senin ülkenin insanına iş imkanı. hı kendileri kazanmadılar mı? pastanın büyük payını kendileri yediler. ona lafım yok.
ama boykot önemli mesele. öyle 2 gün boykot edelim 3. gün unutalım da zaten boykot değil. ancak duygusallığımızın göstergesi. ama sen çok güçlü bir ülkeysen, boykotunu ciddi ciddi yapıp fabrikaların magazaların kapanmasına kadar götüreceksen işi, hatta hatta o ülkelere ambargo koyacak kadar ciddiysen, ama sonuçlarına da katlanacaksan, işsiz kalan her vatandaşına ya iş imkanı ya da doğru düzgün bir işsizlik parası vereceksen, haydi boykot edelim israili, fransayı, italyayı... ve bizi kızdıran her ülkeyi. ama olmuyorsa bunlar, halk boykot ederken hükümet mensupları bu ülkelere sürekli geziler düzenliyorsa, evlerinde hollanda peynirleri, fransız şarapları, üstlerinde italyan markaları varsa.... bu yapılan şeyin adı boykot değil, duygusal bir tepkiden öte birşey değildir.
akıllıca yapılması gereken eylem. bir markayı ya da bir ülkeyi boykot edecek ülke iyi düşünmelidir. günümüz dünyasında artık pek çok marka üretimini kurulduğu ülkede yapmıyor. satacağı ülkede yapıyor. diyelim bir x markayı boykot ettik. ne oluyor, adamlar kendi ülkelerinden mi getirdiler çalışanlarını, yoo kurdular fabrikayı, senin ülkenin insanına iş olanagı sundular, daha yetmedi mağazalar açtılar, bir yerden bir yere taşıdılar hep senin ülkenin insanına iş imkanı. hı kendileri kazanmadılar mı? pastanın büyük payını kendileri yediler. ona lafım yok.
ama boykot önemli mesele. öyle 2 gün boykot edelim 3. gün unutalım da zaten boykot değil. ancak duygusallığımızın göstergesi. ama sen çok güçlü bir ülkeysen, boykotunu ciddi ciddi yapıp fabrikaların magazaların kapanmasına kadar götüreceksen işi, hatta hatta o ülkelere ambargo koyacak kadar ciddiysen, ama sonuçlarına da katlanacaksan, işsiz kalan her vatandaşına ya iş imkanı ya da doğru düzgün bir işsizlik parası vereceksen, haydi boykot edelim israili, fransayı, italyayı... ve bizi kızdıran her ülkeyi. ama olmuyorsa bunlar, halk boykot ederken hükümet mensupları bu ülkelere sürekli geziler düzenliyorsa, evlerinde hollanda peynirleri, fransız şarapları, üstlerinde italyan markaları varsa.... bu yapılan şeyin adı boykot değil, duygusal bir tepkiden öte birşey değildir.
nerededir ki kendisi düye merak uyandıran sanırım eski yazar ve moderatör.
brütalizm
çağdaş mimarlık akımı.
ilk olarak 1950 yılında isveçli mimar hans asplundun dostu olan üç ingiliz tarafından ingiltereye getirilen neo brutalist teriminin yerini, kısa süre sonra, ingiliz alison (doğ. 1928) ve peter (dop. 1923) smithson çiftinin çevresinde ortaya çıkan new brutalism terimi aldı. alison-peter smithson çifti, norfolktaki hunstanton orta okulunu yaparak (1954) brütalizm akımının ilk örneğini verdiler.
teknik çözümler ve üslup
mies van der rohenin estetiğinden (binanın yapısının elden geldiğince açık bir biçimde sergilenmesi) büyük ölçüde stkilenmiş olan smithsonların brütalizmi, kendine özgü ve çok daha "çarpıcı" (brütal) olan teknik çözümleriyle (dışarıdan görülen kanalizasyon boruları), mies van der rohenin estetiğini aşar; louis khannın (1901-1974), 1953 yılında new havenda (connecticut, a.b.d.) yale üniversitesinin art center binasını yaparken uyguladığı yapısal ve uzamsal anlayışa da pek uzak sayılmaz; ama bu yeni bir mimarlık üslubundan çok, güncel yapım sorunlarının yeni bir çözümü olduğu için, bir çok eleştirmen ve mimara göre brütalizm, üslup olarak 1956da le courbusiernin neuillyde jaoul evlerini yaptığı sırada doğmuştur. betonarmeden ve tuğladan yapılmış olan bu küçük yapılar gerçekten, ingiliz james frazer stirlingin (ham common apartmanları, londre, 1958) önderliğini yaptığı bir brütalizm akımının başlıca esin kaynağı olmuştur.
uluslararasi akim olarak brütalizm
1960-1965 yıllarına doğru, brütalizm kuramları uluslararası çapta yaygınlaşınca, bir çok akımın yanı sıra, özellikle üstüne bina yapılacak arazinin biçimine uymaya ve iç uzamların işlevsel açıdan düzenlenmesine özen gösteren bir brütalizm akımı doğdu (sheffieldde 1961-1966 yılları arasında j. lewis womersley, jack lynn ve ivor smithinin yaptıkları park hill konutları ). brütalizmle ilgili ilkeler dünyanın çeşitli yerlerinde değişik biçimlerde uygulandı: isviçrede (halen konut bütünü, bern yakınları, 1961; atelier 5 grubu tarafından); japonyada (harumi konut yapıları, tokyo, 1958; kunio mayekawa tarafından); italyada (istituto marchiondi, milano, 1959, vittoriano vigano tarafından). fransada brütalizmin etkisi claude parentın (doğ. 1923) bazı yapılarında görülür; ama bir binanın "yapı"sının, gereçlerinin ve donanımlarının açıkça sergilenmesini öngören ilke, tam anlamıyla georges-pompidou ulusal sanat ve kültür merkezinde (paris) uygulandı.
alıntıdır.
çağdaş mimarlık akımı.
ilk olarak 1950 yılında isveçli mimar hans asplundun dostu olan üç ingiliz tarafından ingiltereye getirilen neo brutalist teriminin yerini, kısa süre sonra, ingiliz alison (doğ. 1928) ve peter (dop. 1923) smithson çiftinin çevresinde ortaya çıkan new brutalism terimi aldı. alison-peter smithson çifti, norfolktaki hunstanton orta okulunu yaparak (1954) brütalizm akımının ilk örneğini verdiler.
teknik çözümler ve üslup
mies van der rohenin estetiğinden (binanın yapısının elden geldiğince açık bir biçimde sergilenmesi) büyük ölçüde stkilenmiş olan smithsonların brütalizmi, kendine özgü ve çok daha "çarpıcı" (brütal) olan teknik çözümleriyle (dışarıdan görülen kanalizasyon boruları), mies van der rohenin estetiğini aşar; louis khannın (1901-1974), 1953 yılında new havenda (connecticut, a.b.d.) yale üniversitesinin art center binasını yaparken uyguladığı yapısal ve uzamsal anlayışa da pek uzak sayılmaz; ama bu yeni bir mimarlık üslubundan çok, güncel yapım sorunlarının yeni bir çözümü olduğu için, bir çok eleştirmen ve mimara göre brütalizm, üslup olarak 1956da le courbusiernin neuillyde jaoul evlerini yaptığı sırada doğmuştur. betonarmeden ve tuğladan yapılmış olan bu küçük yapılar gerçekten, ingiliz james frazer stirlingin (ham common apartmanları, londre, 1958) önderliğini yaptığı bir brütalizm akımının başlıca esin kaynağı olmuştur.
uluslararasi akim olarak brütalizm
1960-1965 yıllarına doğru, brütalizm kuramları uluslararası çapta yaygınlaşınca, bir çok akımın yanı sıra, özellikle üstüne bina yapılacak arazinin biçimine uymaya ve iç uzamların işlevsel açıdan düzenlenmesine özen gösteren bir brütalizm akımı doğdu (sheffieldde 1961-1966 yılları arasında j. lewis womersley, jack lynn ve ivor smithinin yaptıkları park hill konutları ). brütalizmle ilgili ilkeler dünyanın çeşitli yerlerinde değişik biçimlerde uygulandı: isviçrede (halen konut bütünü, bern yakınları, 1961; atelier 5 grubu tarafından); japonyada (harumi konut yapıları, tokyo, 1958; kunio mayekawa tarafından); italyada (istituto marchiondi, milano, 1959, vittoriano vigano tarafından). fransada brütalizmin etkisi claude parentın (doğ. 1923) bazı yapılarında görülür; ama bir binanın "yapı"sının, gereçlerinin ve donanımlarının açıkça sergilenmesini öngören ilke, tam anlamıyla georges-pompidou ulusal sanat ve kültür merkezinde (paris) uygulandı.
alıntıdır.
bolulu hasan ustaun çıkardığı ve reklamlarında nihat doğanın oynadığı dondurmamsı-tatlımsı şey.
what dreams may come filminden görüntülerle hazırlanmış klibi daha da bir etkileyici olmuş muhteşem şarkı.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?