kesinlikle anlamak konusunda basarisiz kaldigim durumdur. dur len kesin vardir altinda bir sey diye onyedimilyonsekizbindokuzyuzatmisdokuz kere okuduktan sonra bile bir kucak dolusu soru isareti ile bakakalinmistir.
cok bir seyler kendi icinde celismektedir.
bir kere olaylarin butun sorumlulugunu babacan bir sekilde ustlenen sozluk jedilerimizden independence, yaptirimlarin tamamini baska kullanicilara uygulamistir. "en buyuk hata benim" demek her ne kadar buyukluk gibi gozuksede, aslinda altinda gerekli sorumlulugun birebir alinmasi yatmiyorsa sadece gelecek olasi tepkileri bastirmak icin kullanilan bir ara birim gorevi gormektedir.
sebep bilgi sozlugun buyumesi ve ihtiyaclarinin artmasidir.
peki sozluk yonetiminin minimize edilmesi bu soruna nasil yardimci olucaktir ? her ne kadar yol verilen bilgi sozluk ailesi elemanlarinin duygulari ve onurlari olabildigince korunmak icin "abi valla sizi de anliyoruz, yogunsunuz" dogrultusunda cumleler kurulmus olsa da davranislar sozlerden cok daha yuksek sesle konusmus ve buyuk harflerle "siktirin len butun isi zaten bu elemanlar yapiyor" demistir.
bu konuda benim fikrimce bazi kisilerin hakkini yememek lazim. gorevde kalan moderatorler goetica ve angelus sozluge gercekten butun hayatlari buna bagliymiscasina zaman ayiran sorumluluk bilinci gelismis insanlar olmasi nedeniyle, uzerlerine dusen gorevi, ellerinden gelen en iyi sekilde yerine getireceklerinden hic suphem yoktur. kucuk bir parantez acmak gerekirse bu konuda... (ismi gecen bilgi sozluk ailesinin iki uyesi de zaman zaman asiri baski altinda daha sonradan yanlis sayilabilicek kararlar vermis olduklari icin, uzerlerine daha fazla stress yuklenmis olmasi beni ayrica bir kosede sok etmistir.) ayrica sozlukte benim icin uzlasi ve gorev sorumlulugunun birebir cevirisi olan maliyeci ve tutarli olmakla kalmayip oldukca surekli olan gammazlariyla myysteriouss’a haksizlik edildigi kanaatindeyim.
bunun disinda gammaz’lardan kimilerinin yetkilerinin kaldirilmasinin isletmecilik perspektifinden bakildiginda, birinin gammazligi kaldirilip digerininki kaldirilmazsa kusucek insanlari daha az kusturmek yada "kim calisiyor kim calismiyor" sonucunu gercekci olarak vericek bir arastirmanin zamanindan tassarruf etmek amaci guttugu gozukmektedir.
bunlari soylemis olmakla beraber bu tip konularda yaptigim gibi olayi su satirdan itibaren kisisellestiriyorum.
zamaninda sozlukte gunde ortalama 100 entry girmekten (tematik veya copy paste olmaksizin) once gammazlik sifati ile birlikte 60lara sonrasinda ise moderatorluk sifati ile 10lara dusmus entry sayim, sozlukte eskiye kiyasla daha az zaman harcadigimin birebir gostergesi degildir.
gammazlanan hicbir entrynin 36 saatten fazla gammazlanmis entryler arasinda kalmamasi.
comez yapilanlar haric onay bekleyen yazar olmamasi.
bilgi sozluk airlines ve silinen basliklar/entryler basliklarinin sozlugun gelismesine tutarli olarak sabit ivme ile kullanilmasi bana moderatorluk islemlerinin elimizdeki imkanlar cercevesinde iyi bir sekilde yonetildigine isaret ederken diger moderator arkadaslarimin yapmiyor oldugu
ukde konusuna kafayi takmis olmak, sacmalari ve doldurulmuslari toplayip temizlemek.
aktif yazarlar icin diger moderatorlerin kullanabilecegi log girisleri tutmak.
yaklasik 3 aydir, sozluk yonetiminin ve gammazlarin ortak bir sekilde calismasini saglayacak bir bilgi sozluk anayasasi yaziyor olmamam epey zaman alamaktadir. (aaa bilmiyorduk denebilir, bilmesi gereken kisiler biliyordu...)
olasidir ki, butun bu yapilanlar yeterli degildir. o zaman su iki sorun kalir elimizde.
birincisi, bilgi sozluk hizli gelismesine yonetim olarak hazir degilse bile yapilan yaptirimlar buna nasil bir katki saglamaktadir? yonetimi gecerseniz bilgi sozluk son derece kisir olan ve linux’te hepten calismayan ara butonu, islemeyen arsiv ve ben butonlari ve giderek kutuplasan yazar cevresi ile hazir midir devasa bir sozluk olmaya? alt yapisi bunu kaldirmaya yeter mi? yoksa yaptigimiz tohumdan meyve mi beklemektedir. yada bir seyin sorumlulugunu baska bir seye yuklemek olmaz mi bu?
sozluk amator aile ruhunu her gun artan popuplari ve sozluk kullanicilarinin yaptiklari yerine para ugruna satilmis themalari ile mi koruyacaktir. her acitigmda karsima daha ticari cikan bir sozlukten nasil boyle bir karar cikar?
daha onemlisi bilgi sozluk ailesi adina boyle bir adim nasil atilir? ataturk adina yapilmis 80 darbesinden beri hicbir yapilan sey, ugruna yapildigini soylendigi sey ile bu kadar celismemektedir. sozlugun eski ve kendini kanitlamis yazarlarinin tamami uyurken sirtlarindan bicaklamak mi sozluk ailesini guzellestiricektir? iki buyuk kardes ve bir teyzeyi gece yarisi kursuna dizmekle mi guven saglanacaktir? verilmek istenen izlenim "gorevinizi yapmazsaniz basariz tekmeyi" ise bunun ne aile ile, ne yuva ile bagdasan yani vardir. bilgi sozluk ailesi kendine ihanet etmistir. amerika’nin karavan parklarinda birbirini siken siyam ikizlerine donmustur.
sen uzak, ve uzaklara ait kadin.
bir gun soz, butun muzur gulumsememle bitecegim yaninda,
o gun sicaginda,
o gun yaninda,
o gun seninle...
bir sokak cingenesinden alinmis bir buket cicekle gelebilirim,
yada, bir torba misketle cikabilirim kapina
bir yasak duvarin altindan bakabilirim,
bir visneli pasta verebilirim sana.
ve sen,
bir sabah italya’da
nereye gittigimizi bilmedigimiz bir trende,
saclarin dagilmis, ve yanaklarinin pembeligiyle
ve gunes vururken kollarina
ve dudaklarin kurumus
ve kolun uyusmus
uyanabilirsin yanimda.
acilan telefonlarin menzilinde olabilirsin,
yada acilmayan(larin) umutlarinda,
birkac fotograf arkasinda el yazin,
yada gonderilmeyecek, pulsus, adressiz mektuplarda.
oysa daha 6 sene once sen degil miydin,
benim defter arkasi siirlerimi okuyan,
kutuphanelerde yanina oturucam diye pesinden kostugum,
beni evime kadar gizli gizli takip eden,
ve sen degilmiydin uzun yoldan gelmis,
yol boyunca uyumus,
sevimsiz haliyle
migrosta asik oldugum sirinem.
sen...
kucugum,
peri kizim.
sarhoslugumun basinc noktasi,
sifatsizliginin dikey duzlemi,
sen,
peri kizim,
hic vaz gecmedigim,
yillardir ugrastigim,
hic bitiremedigim siir.
...
..
.
.
.
bir gun soz, butun muzur gulumsememle bitecegim yaninda,
o gun sicaginda,
o gun yaninda,
o gun seninle...
bir sokak cingenesinden alinmis bir buket cicekle gelebilirim,
yada, bir torba misketle cikabilirim kapina
bir yasak duvarin altindan bakabilirim,
bir visneli pasta verebilirim sana.
ve sen,
bir sabah italya’da
nereye gittigimizi bilmedigimiz bir trende,
saclarin dagilmis, ve yanaklarinin pembeligiyle
ve gunes vururken kollarina
ve dudaklarin kurumus
ve kolun uyusmus
uyanabilirsin yanimda.
acilan telefonlarin menzilinde olabilirsin,
yada acilmayan(larin) umutlarinda,
birkac fotograf arkasinda el yazin,
yada gonderilmeyecek, pulsus, adressiz mektuplarda.
oysa daha 6 sene once sen degil miydin,
benim defter arkasi siirlerimi okuyan,
kutuphanelerde yanina oturucam diye pesinden kostugum,
beni evime kadar gizli gizli takip eden,
ve sen degilmiydin uzun yoldan gelmis,
yol boyunca uyumus,
sevimsiz haliyle
migrosta asik oldugum sirinem.
sen...
kucugum,
peri kizim.
sarhoslugumun basinc noktasi,
sifatsizliginin dikey duzlemi,
sen,
peri kizim,
hic vaz gecmedigim,
yillardir ugrastigim,
hic bitiremedigim siir.
...
..
.
.
.
insan bol bol yesin diye yaratilmis bir meyve.
bir kere kabuklu, istediginiz mekana etrafa bulastirmadan tasiyabiliyorsunuz onun disinda sahip oldugu kabuktan siz istediginiz zaman kolayca kurtulma ozelligine sahip. hatta altinda acmayi kolaylastirmak icin olusturulmus, icine bas parmaginizi sokabileceginiz bir buradan aciniz yeri bile var.
sonra kabugunu soydugunuz halde etrafa bulasmama, yapismama ozelligini korumaya devam eden cok ender meyvelerden, mandalinanin pratikligi bununla da bitmiyor,
ya meyve kendiliginden hazir dilimlere ayrilmis olarak geliyor elimize, bu kadar mi olur, bicak kullanmadan az cok birbiriyle esit dilimlere bolebiliyoruz ve daha da sasirticisi kendi dilimimizi yerken diger dilimler etrafa yapismama, bulasmama ozelliklerini korumaya devam ediyorlar.
tadi sevilsin sevilmesin tembel insan icin en yenesi besin maddesidir mandalina. turuncgillerin 17lik kivircik sacli kizidir.
bir kere kabuklu, istediginiz mekana etrafa bulastirmadan tasiyabiliyorsunuz onun disinda sahip oldugu kabuktan siz istediginiz zaman kolayca kurtulma ozelligine sahip. hatta altinda acmayi kolaylastirmak icin olusturulmus, icine bas parmaginizi sokabileceginiz bir buradan aciniz yeri bile var.
sonra kabugunu soydugunuz halde etrafa bulasmama, yapismama ozelligini korumaya devam eden cok ender meyvelerden, mandalinanin pratikligi bununla da bitmiyor,
ya meyve kendiliginden hazir dilimlere ayrilmis olarak geliyor elimize, bu kadar mi olur, bicak kullanmadan az cok birbiriyle esit dilimlere bolebiliyoruz ve daha da sasirticisi kendi dilimimizi yerken diger dilimler etrafa yapismama, bulasmama ozelliklerini korumaya devam ediyorlar.
tadi sevilsin sevilmesin tembel insan icin en yenesi besin maddesidir mandalina. turuncgillerin 17lik kivircik sacli kizidir.
mutfakta ahci,
yatakta orospu,
sokakta hanim efendi,
banyoda dus jeli,
tribunde davul,
okulda uclu kalem,
oturma odasinda kum torbasi,
himalayalarda mutfak robotu...
peki nerede kendi olucak bu kadin...
yatakta orospu,
sokakta hanim efendi,
banyoda dus jeli,
tribunde davul,
okulda uclu kalem,
oturma odasinda kum torbasi,
himalayalarda mutfak robotu...
peki nerede kendi olucak bu kadin...
yedinci entrysi baskasi olsun istedigim o yuzden altinci entrysini yazdigim yazar.
yıllardan 2006, gunlerden 20 haziran. sıcak, kuru, bulutsuz bir istanbul yazı. saat salı.
zaten olayın istanbul,da geciyor olması bambaska bir buyu yaratmısz uzerimde. sehire ucaktan ineli henüz 72 saat olmamıs. 3 saatlik rotarın etkisinden bile çıkamamış ki bünye.
pixie ve kardeşimi alıp otobüs durağına gidiyorum, bu konseri benim kadar umursamadığı için hafif tartışıyoruz durakta. sanki dünyada herhangi biri bu konseri benim kadar önemseyebilirmiş gibi. biniyoruz otobüse, akbil’ler unutulmuş. aman ne leziz. söförün pis bakışları altında bir dahaki durakta inip büfeye depar atıyorum, içeriden kardeşim "bu ne kardeşim bileti olmayan binmesin" diyor. gülenlere kızmıyorum, dusam ben de gülerdim.
maslak’ta garanti bankası genel merkezine gidiyoruz. oradan bize biletleri temin eden, hatta bana zamanında pink floyd’u öğreten uber-cool baba ile bulusucaz. valide hanım da bize katılarak şeref verme lutfunu göstermişler o gece.
o anda fark ediyoruz ki o gece bize gelecek olan 13 yaşındaki kuzenime anahtar bırakmadan çıkmışız. ne zeki bir aileyiz biz. ne sorumluyuz oyle. biniyoruz arabaya bir yandan annem telefonla sitenin güvenlik görevlisi ve komşuları arıyor. herkez panik ve stres içinde. ne o konsere gidiyoruz.
maslaktan sahile inmeye çalışırken şeytanın bulaşmayacağı türden bir yokuştan iniyoruz. sanki araba ile bungee jumping yapıyoruz da kıçımızda ipi yokmuş gibi bir his üzerimde. bir taksinin arkasından dönmemiz ile kabus başlıyor.
bizim tarafta 8 karşı tarafta 14 tane araba, hiç kimsenin hiç bir yere kımıldamasına imkan yok. bir de üzerine 55 derecelik bir egim. babamın kafasında ter boncuları, herkes birbirine bağırıyor. hayır arabaları da sınavla mı almıslar ne yapmıslarsa bizim passat içlerinde en dandiği kalıyor. dokunduğun her tampon yarım milyar hesap çıkarıcak nitelikte. annem arabanın her kıpırtısına "ay ay ay" diye tempo tutarak sanki bizi konserin ritmine hazırlıyor. çıkıyorum arabadan, arkadaki arabalarla konusuyorum, biraz geri gidiyorlar, biz kaldırıma çıkıyoruz, babam ömründen 3 yıl kaybediyor, ben babamın direksiyon becerisine hayran kalıyorum. aynı anda 3 kişi sağ yap, 4 kişi sol yap, bir kişi topla gel derken bir karar vermek kolay olmasa gerek.
neyse çıkıyoruz cehennemden ve yaklaşık konser alanına 2 km ileride sahilde resmen cillop gibi bir yer buluyoruz da bırakıyoruz arabayı. bu gün ilk defa bir şeyin iyi gitmiş olması dikkatimi çekiyor.
güneş yavaş yavaş batarken kolumun altında pixie ve elimde kardeşimle boğazın sularının üzerinde yürüyoruz. balık lokantaları ve balıkçı teknelerinin selamında istanbul doluyor içim. 10 metre kadar önümüzde annemle babam el ele. evet diyorum. güzel bir gün bu.
bu arada içindeki bütün belgelerin çıkarılması 1 ay alacak cüzdanımı kaybettiğimi fark ediyorum. içindeki kimlikler kredi kartları yine o kadar önemli değil ama askerlik belgelerı hollanda oturumum falan hepsi içinde. düşünüyorum, o yokuşta arabadan çıkarken mi düşürdüm, yoksa arabada mı bıraktım diye. en sonunda ko götüne diyip tekrar boğaza çeviriyorum gözlerimi.
en sonunda geliyoruz konser alanına. birden içimde bir şeyler kıpırdıyor. bir şairin durmaz parmakları gibi bacaklarım. incecik ve kıpır kıpır. karaborsacılar geçiyor etrafımızdan, çok yaklaşanlara gururla bileti gösteriyorum. çıkışta buluşmak için bir yer karar verip giriyoruz içeri.
içeride konser afişinin önünde tam prizmanın altında resim çektiriyoruz. niyeyse fikir çok hoşuna gidiyor insanların, bir anda orası bir monument oluyor, her gelen bir afişin önüne atıyor kendini. içeri girince bizim peder beyin istekleri doğrultusunda sahneye hafif yukardan bakan bir tepe konuşlanıyoruz. ve tam 21:34’te kafama kazınmış çekiç figürleri, waters’ın isyankar sesi ve the wall’un simgeleşmiş elektro solosu ile başlıyor konser.
ilk anda alkışlıyamıyorum bile, sahneden verilen kutsal ışık bedenimi delip geçiyor, gözlerimi kapayıp kollarımı açıyorum, waters bas gitara her dokundugunda adını bilmediğim bir turfanı çarpıyor yüzüme. ilk parça bittiğimde kollarım havada bir elimde rock diğerinde barış işareti ve sesim şimdiden kısılmış şekilde geliyorum kendime. pixie bedeninin yaslıyor bana, babam gülümsüyor, göz ucuyla görüyorum.
kardeşimle pixie’yi bırakıp annemle babamın yanına gidiyorum. tam mother başladığında sarılıyorum anneme. o şarkının içinden sadece "mother" kelimesini anladığı için büyük ihtimalle "sevgi dolu türkülerle annemize dönelim" tarzında bir şeyler söylendigini zannediyor. bense kollarımı beline sarmış, gözlerimi kapamış "mother will she tear your little boy apart" diye mırıldanıyorum. tam "have a cigar" başlarken kolumu babamın omzuna atıyorum. aradaki otuz yılın tanrısallığa ulaşmış 3 nota ile birleştirildiği o anda baba ve oğul olmanın bağını hissediyorum içimde. o konser alanında birbirimizi o anda en iyi birbirimiz anlıyoruz.
görüntülerde radyoyu görünce zaten wish you were here’ın başlayacağını anlamak için bir dahi olmak gerekmiyor. "so... so you think you can tell/ heaven from hell, blue skies from..." pixıe nin gözlerinin arkasında elimdeki kahverengi gitarla bu şarkıda ben, bensiz bu şarkının dinlendiği onlarca gece, benim ona bu şarkıda nelerin anlatıldığını açıkladığım gece, pixie’nin gözlerinin arkasında anılar, pixie’nin gözlerinde yaşlar "two lost souls swimming in a fish bowl...".
daha sonrasındaa final cut, onlarca yıl önce amerika ve ingilterenin tutumunu protesto etmek için yazılmış şarkıların hala bütün gerçekliğini koruyor olmasının acı tadı gelıyor dudaklarıma. fonda bir kısa filmmişcesine işlenmiş görüntüler, duvarda bush’un resimlerı, sehircilerden kopan alkış "its the only connection they feel"
babama bir öpücük veriyorum, annema sarılıyorum, tutuyorum pixie’nin elini, diger elimde de kardeşim, hoop dalıyoruz kalabalığa.
hücum botu gibi insan dalgalarını yara yara ilerliyoruz sahneye. tek sorun normalde omuzu koyup gececegin bir ton insanın senden 20 yaş büyük olması... inciltmeden, kabalaşmadan, sigaraların arasından hugo gibi hoplaya zıplaya ilerliyoruz.
derken ara veriyor konser. her ilerleyen şey gibi bizim de bir duruşumuz oluyor. millet oturmuş yerlere simsiyah kıyafetlerle uzerlerine basmak da istemiyorum. kendimizi güzel bir lokomotif bulup biraz daha onların arkasından ambulans ardına takılmış cingöz gibi ilerliyoruz.
orada etraftaki insanlarla laklak ederken ne olduğunu anlamadan başlıyor yine konser. ayın karanlık yüzünde kayboluyoruz hepimiz.
bir ara transın üst noktalarında gezinirken biri arkadan omzuma dokunuyor, dönüp bakıyorum, 40larının ortalarında bir adam "kolunu indir" diyor. "hassiktir len" gibisinden bir bakıyorum adama dönüyorum dans etmeye, 3 dakika geçmiyor ki tekrar bu sefer daha yüksek sesle
-kolunu indir
-yok duydum zaten ne dediğinizi...
yok canım... ben 7 yıl beklemişim bu konser için. çağın en protest grubuyla kendımden geçerken biliyorum ki ömrümde bir daha olmayacak. ve kollarımı indiricekmişim. hadi len...
neyse tabi 10 saat zaten o şekilde durmanın imkanı olmadığı için indiriyorum kollarımı. bir ara bir saksafon solonun gazıyla tam tekrar kaldırıyorum ki adam geliyor aklıma, soldaki mavi t-shirtlu arkadaşa yüklenip bir adım yana kayıyorum.
solo bittiginde amca elini denım sırtıma koyoyur gülümseyerek, "ben bu anı 30 yıldır beklıyorum" diyor... bir anda fark ediyorum ki ben 7 yıldır bekliyorusam adam 27 yıldır bekliyor bu konseri. bu yaşında kısa boylu ve yapayalnız adamcağıza çok acıyorum. elimi adamın omzuna atıp "benim de bu anı 30 yıldır bekleyen bir babam var, zaten o yüzden burada olma şansım var" diyorum. konser salonunun ortasında sarılıyoruz adamla birbirimize. öpsem ayıp mı olur diyorum, bir yandan da hayırdır manyak mıyım neyim.
vokal’ler başlangıçta teknik sorun çekselerde açılıyorlar sonra, müzik, ortam ve görsel şölen sarıp sarmalıyor insanı ve sözler minicik yapıp yok ediyor.
dark side of the moon bitip the wall başlıyınca otoriteye karşı birikmiş kollektif nefret adına ne warsa çıkyor dışarı. yumruklar sıkılmış bağırıyoruz çığlık çığlıga, beyin yıkamasına, kalıplaşmışlığa, ön yargılara, savaşa karşı 3 nesil bir arada. sanki biz değiliz öss sınavına giren, karikatür için adam öldürüp bir top peşinde fanatikleşen.
pixie’nin saçlarından kokusu yayılıyor içime, gözlerimi kıstıkça içim akıyor ona. sırtını, kollarını, kalçalarını hissediyorum üzerimde, ayrılık susatıyor insanı.
ikinci bir kadın yanımda. belki pixie’nin beni belli bir seviyeye kadar paylaşmaktan rahatsız olmayacağı tek kadın. canım. kardeşim.
o günden sonraki bir hafta boyunca hiç bir müzik dinleyemeyeceğimi bilsem de tadını çıkarıyorum elimdekinin. kendimi bir göz yaşında kaybedip geri dönerken neden "hey you"’yu çalmadılar diye hayıflanıyorum.
arabada buluyorum cüzdanımı. pixie yolda kucagımda uyuyor. yaslanıyorum koltuğun arkasına. mırıldanıyorum "together we’ll stand, divide and we’ll fall..."
zaten olayın istanbul,da geciyor olması bambaska bir buyu yaratmısz uzerimde. sehire ucaktan ineli henüz 72 saat olmamıs. 3 saatlik rotarın etkisinden bile çıkamamış ki bünye.
pixie ve kardeşimi alıp otobüs durağına gidiyorum, bu konseri benim kadar umursamadığı için hafif tartışıyoruz durakta. sanki dünyada herhangi biri bu konseri benim kadar önemseyebilirmiş gibi. biniyoruz otobüse, akbil’ler unutulmuş. aman ne leziz. söförün pis bakışları altında bir dahaki durakta inip büfeye depar atıyorum, içeriden kardeşim "bu ne kardeşim bileti olmayan binmesin" diyor. gülenlere kızmıyorum, dusam ben de gülerdim.
maslak’ta garanti bankası genel merkezine gidiyoruz. oradan bize biletleri temin eden, hatta bana zamanında pink floyd’u öğreten uber-cool baba ile bulusucaz. valide hanım da bize katılarak şeref verme lutfunu göstermişler o gece.
o anda fark ediyoruz ki o gece bize gelecek olan 13 yaşındaki kuzenime anahtar bırakmadan çıkmışız. ne zeki bir aileyiz biz. ne sorumluyuz oyle. biniyoruz arabaya bir yandan annem telefonla sitenin güvenlik görevlisi ve komşuları arıyor. herkez panik ve stres içinde. ne o konsere gidiyoruz.
maslaktan sahile inmeye çalışırken şeytanın bulaşmayacağı türden bir yokuştan iniyoruz. sanki araba ile bungee jumping yapıyoruz da kıçımızda ipi yokmuş gibi bir his üzerimde. bir taksinin arkasından dönmemiz ile kabus başlıyor.
bizim tarafta 8 karşı tarafta 14 tane araba, hiç kimsenin hiç bir yere kımıldamasına imkan yok. bir de üzerine 55 derecelik bir egim. babamın kafasında ter boncuları, herkes birbirine bağırıyor. hayır arabaları da sınavla mı almıslar ne yapmıslarsa bizim passat içlerinde en dandiği kalıyor. dokunduğun her tampon yarım milyar hesap çıkarıcak nitelikte. annem arabanın her kıpırtısına "ay ay ay" diye tempo tutarak sanki bizi konserin ritmine hazırlıyor. çıkıyorum arabadan, arkadaki arabalarla konusuyorum, biraz geri gidiyorlar, biz kaldırıma çıkıyoruz, babam ömründen 3 yıl kaybediyor, ben babamın direksiyon becerisine hayran kalıyorum. aynı anda 3 kişi sağ yap, 4 kişi sol yap, bir kişi topla gel derken bir karar vermek kolay olmasa gerek.
neyse çıkıyoruz cehennemden ve yaklaşık konser alanına 2 km ileride sahilde resmen cillop gibi bir yer buluyoruz da bırakıyoruz arabayı. bu gün ilk defa bir şeyin iyi gitmiş olması dikkatimi çekiyor.
güneş yavaş yavaş batarken kolumun altında pixie ve elimde kardeşimle boğazın sularının üzerinde yürüyoruz. balık lokantaları ve balıkçı teknelerinin selamında istanbul doluyor içim. 10 metre kadar önümüzde annemle babam el ele. evet diyorum. güzel bir gün bu.
bu arada içindeki bütün belgelerin çıkarılması 1 ay alacak cüzdanımı kaybettiğimi fark ediyorum. içindeki kimlikler kredi kartları yine o kadar önemli değil ama askerlik belgelerı hollanda oturumum falan hepsi içinde. düşünüyorum, o yokuşta arabadan çıkarken mi düşürdüm, yoksa arabada mı bıraktım diye. en sonunda ko götüne diyip tekrar boğaza çeviriyorum gözlerimi.
en sonunda geliyoruz konser alanına. birden içimde bir şeyler kıpırdıyor. bir şairin durmaz parmakları gibi bacaklarım. incecik ve kıpır kıpır. karaborsacılar geçiyor etrafımızdan, çok yaklaşanlara gururla bileti gösteriyorum. çıkışta buluşmak için bir yer karar verip giriyoruz içeri.
içeride konser afişinin önünde tam prizmanın altında resim çektiriyoruz. niyeyse fikir çok hoşuna gidiyor insanların, bir anda orası bir monument oluyor, her gelen bir afişin önüne atıyor kendini. içeri girince bizim peder beyin istekleri doğrultusunda sahneye hafif yukardan bakan bir tepe konuşlanıyoruz. ve tam 21:34’te kafama kazınmış çekiç figürleri, waters’ın isyankar sesi ve the wall’un simgeleşmiş elektro solosu ile başlıyor konser.
ilk anda alkışlıyamıyorum bile, sahneden verilen kutsal ışık bedenimi delip geçiyor, gözlerimi kapayıp kollarımı açıyorum, waters bas gitara her dokundugunda adını bilmediğim bir turfanı çarpıyor yüzüme. ilk parça bittiğimde kollarım havada bir elimde rock diğerinde barış işareti ve sesim şimdiden kısılmış şekilde geliyorum kendime. pixie bedeninin yaslıyor bana, babam gülümsüyor, göz ucuyla görüyorum.
kardeşimle pixie’yi bırakıp annemle babamın yanına gidiyorum. tam mother başladığında sarılıyorum anneme. o şarkının içinden sadece "mother" kelimesini anladığı için büyük ihtimalle "sevgi dolu türkülerle annemize dönelim" tarzında bir şeyler söylendigini zannediyor. bense kollarımı beline sarmış, gözlerimi kapamış "mother will she tear your little boy apart" diye mırıldanıyorum. tam "have a cigar" başlarken kolumu babamın omzuna atıyorum. aradaki otuz yılın tanrısallığa ulaşmış 3 nota ile birleştirildiği o anda baba ve oğul olmanın bağını hissediyorum içimde. o konser alanında birbirimizi o anda en iyi birbirimiz anlıyoruz.
görüntülerde radyoyu görünce zaten wish you were here’ın başlayacağını anlamak için bir dahi olmak gerekmiyor. "so... so you think you can tell/ heaven from hell, blue skies from..." pixıe nin gözlerinin arkasında elimdeki kahverengi gitarla bu şarkıda ben, bensiz bu şarkının dinlendiği onlarca gece, benim ona bu şarkıda nelerin anlatıldığını açıkladığım gece, pixie’nin gözlerinin arkasında anılar, pixie’nin gözlerinde yaşlar "two lost souls swimming in a fish bowl...".
daha sonrasındaa final cut, onlarca yıl önce amerika ve ingilterenin tutumunu protesto etmek için yazılmış şarkıların hala bütün gerçekliğini koruyor olmasının acı tadı gelıyor dudaklarıma. fonda bir kısa filmmişcesine işlenmiş görüntüler, duvarda bush’un resimlerı, sehircilerden kopan alkış "its the only connection they feel"
babama bir öpücük veriyorum, annema sarılıyorum, tutuyorum pixie’nin elini, diger elimde de kardeşim, hoop dalıyoruz kalabalığa.
hücum botu gibi insan dalgalarını yara yara ilerliyoruz sahneye. tek sorun normalde omuzu koyup gececegin bir ton insanın senden 20 yaş büyük olması... inciltmeden, kabalaşmadan, sigaraların arasından hugo gibi hoplaya zıplaya ilerliyoruz.
derken ara veriyor konser. her ilerleyen şey gibi bizim de bir duruşumuz oluyor. millet oturmuş yerlere simsiyah kıyafetlerle uzerlerine basmak da istemiyorum. kendimizi güzel bir lokomotif bulup biraz daha onların arkasından ambulans ardına takılmış cingöz gibi ilerliyoruz.
orada etraftaki insanlarla laklak ederken ne olduğunu anlamadan başlıyor yine konser. ayın karanlık yüzünde kayboluyoruz hepimiz.
bir ara transın üst noktalarında gezinirken biri arkadan omzuma dokunuyor, dönüp bakıyorum, 40larının ortalarında bir adam "kolunu indir" diyor. "hassiktir len" gibisinden bir bakıyorum adama dönüyorum dans etmeye, 3 dakika geçmiyor ki tekrar bu sefer daha yüksek sesle
-kolunu indir
-yok duydum zaten ne dediğinizi...
yok canım... ben 7 yıl beklemişim bu konser için. çağın en protest grubuyla kendımden geçerken biliyorum ki ömrümde bir daha olmayacak. ve kollarımı indiricekmişim. hadi len...
neyse tabi 10 saat zaten o şekilde durmanın imkanı olmadığı için indiriyorum kollarımı. bir ara bir saksafon solonun gazıyla tam tekrar kaldırıyorum ki adam geliyor aklıma, soldaki mavi t-shirtlu arkadaşa yüklenip bir adım yana kayıyorum.
solo bittiginde amca elini denım sırtıma koyoyur gülümseyerek, "ben bu anı 30 yıldır beklıyorum" diyor... bir anda fark ediyorum ki ben 7 yıldır bekliyorusam adam 27 yıldır bekliyor bu konseri. bu yaşında kısa boylu ve yapayalnız adamcağıza çok acıyorum. elimi adamın omzuna atıp "benim de bu anı 30 yıldır bekleyen bir babam var, zaten o yüzden burada olma şansım var" diyorum. konser salonunun ortasında sarılıyoruz adamla birbirimize. öpsem ayıp mı olur diyorum, bir yandan da hayırdır manyak mıyım neyim.
vokal’ler başlangıçta teknik sorun çekselerde açılıyorlar sonra, müzik, ortam ve görsel şölen sarıp sarmalıyor insanı ve sözler minicik yapıp yok ediyor.
dark side of the moon bitip the wall başlıyınca otoriteye karşı birikmiş kollektif nefret adına ne warsa çıkyor dışarı. yumruklar sıkılmış bağırıyoruz çığlık çığlıga, beyin yıkamasına, kalıplaşmışlığa, ön yargılara, savaşa karşı 3 nesil bir arada. sanki biz değiliz öss sınavına giren, karikatür için adam öldürüp bir top peşinde fanatikleşen.
pixie’nin saçlarından kokusu yayılıyor içime, gözlerimi kıstıkça içim akıyor ona. sırtını, kollarını, kalçalarını hissediyorum üzerimde, ayrılık susatıyor insanı.
ikinci bir kadın yanımda. belki pixie’nin beni belli bir seviyeye kadar paylaşmaktan rahatsız olmayacağı tek kadın. canım. kardeşim.
o günden sonraki bir hafta boyunca hiç bir müzik dinleyemeyeceğimi bilsem de tadını çıkarıyorum elimdekinin. kendimi bir göz yaşında kaybedip geri dönerken neden "hey you"’yu çalmadılar diye hayıflanıyorum.
arabada buluyorum cüzdanımı. pixie yolda kucagımda uyuyor. yaslanıyorum koltuğun arkasına. mırıldanıyorum "together we’ll stand, divide and we’ll fall..."
duvar dekorasyonunda son trenddir kendisi, ilkbahar yaz kreasyonuna yonelik olan sivrisinek lekelerindense icinde bulundugumuz kis aylarinda daha pastel renkler iceren hamam bocekleri kullanilmalidir.
anlam vermekte cok zorlandigim bir davranistir. din tanim geregi dogmatiktir bu bir. ikincisi din sadece inanan kisi ve kisinin inandigi tanri kavrami arasindadir buda iki.
gelin hep beraber bunlari biraz daha inceliyelim.
dogmatizm zaten sorgulanamaz demektir. "-ama neden domuz eti yemiyoruz" sorusunun cevabi asla "-cunku domuz kendi pisligini yer, insan bir ton hastalik kapabilir" degildir, "-cunku tanri oyle emretti" dir. bitti. ayrica din kendi icinde dogmatik cercevede tutarlidir. dine gore biz olumlulerin sinirli zekasi, yaraticiligi ve algisi tanriyi anlamak icin yetersizdir. yoksa verilmis her yarginin olumlu ve olumsuz yonleri vardir. din isin bu yaniyla ilgilenmez. koydugu noktanin devami yoktur.
daha onemlisi dini zaten din olarak kabul edip anliyan kisi sorgulamaz. kabul eder. kendini daha yuksek bir gucun ellerine birakir ve o gucun koydugu kurallara gore yasar. bir inanan icin tanriyi yada tanrinin sozlerini sorgulamak basli basina "yanlistir", bu ilk basta kendi inandigi seylerle celisir.
dine inanmayan birinin ise dini sorgulamasi zaman kaybidir. dinin icindeki kendine gore tutarsiz noktalari gosterip , "ehe ehe allah burayi yanlis yapmis" demek icin bir "allah" kavramini kabul etmek gerekir. eger evrendeki tek guc saf fizik ise din ve tanri zaten yoktur. kisi olmayan bir seyi sorgulamaz. ancak isterse olduguna inanan kisilere kendince laf sokma hevesine girebilir.
birakin dine inanmayan biriyle inanan birinin birbirlerine bu kadar algisal bir konuyu empoze etmeye calismasini, kisinin herhangi bir konuda tanri anlayisini elestirmesi gereksizdir. kotudur demiyorum, gereksizdir, zaman kaybidir.
din sorgulanmaz.
kabul edilir.
edenler etmiyenleri,
etmiyenler edenleri,
ve edenler kendi aralarinda birbirlerini,
lutfen rahat biraksinlar.
gelin hep beraber bunlari biraz daha inceliyelim.
dogmatizm zaten sorgulanamaz demektir. "-ama neden domuz eti yemiyoruz" sorusunun cevabi asla "-cunku domuz kendi pisligini yer, insan bir ton hastalik kapabilir" degildir, "-cunku tanri oyle emretti" dir. bitti. ayrica din kendi icinde dogmatik cercevede tutarlidir. dine gore biz olumlulerin sinirli zekasi, yaraticiligi ve algisi tanriyi anlamak icin yetersizdir. yoksa verilmis her yarginin olumlu ve olumsuz yonleri vardir. din isin bu yaniyla ilgilenmez. koydugu noktanin devami yoktur.
daha onemlisi dini zaten din olarak kabul edip anliyan kisi sorgulamaz. kabul eder. kendini daha yuksek bir gucun ellerine birakir ve o gucun koydugu kurallara gore yasar. bir inanan icin tanriyi yada tanrinin sozlerini sorgulamak basli basina "yanlistir", bu ilk basta kendi inandigi seylerle celisir.
dine inanmayan birinin ise dini sorgulamasi zaman kaybidir. dinin icindeki kendine gore tutarsiz noktalari gosterip , "ehe ehe allah burayi yanlis yapmis" demek icin bir "allah" kavramini kabul etmek gerekir. eger evrendeki tek guc saf fizik ise din ve tanri zaten yoktur. kisi olmayan bir seyi sorgulamaz. ancak isterse olduguna inanan kisilere kendince laf sokma hevesine girebilir.
birakin dine inanmayan biriyle inanan birinin birbirlerine bu kadar algisal bir konuyu empoze etmeye calismasini, kisinin herhangi bir konuda tanri anlayisini elestirmesi gereksizdir. kotudur demiyorum, gereksizdir, zaman kaybidir.
din sorgulanmaz.
kabul edilir.
edenler etmiyenleri,
etmiyenler edenleri,
ve edenler kendi aralarinda birbirlerini,
lutfen rahat biraksinlar.
hayatinizdaki butun sorumluluklarin onun yanaklarindaki kirmiziliklari bir saniye daha gormek adina onemlerini kaybettikleri, okulu, isi, arkadalari, aileyi, hatta yasami onun dudaklarina ulasip, kokusunu duymak urunda feda edebileceginiz an.
ve kaninizin bedeninizden bir anda cekilip, sonra yogun bir sarap kivamiyla her kalp atisinda damarlarinizdan sevgilinizin kaninin ilerledigini hissettiginiz.
ve uzun kavgalar, sebepsiz soru isaretlerinin cevabini bir anda ogrenip cozdukten sonra hayatinizdaki hafifleme hissi, butun omrunuzun dinamosu haline gelen enerji fazlasi, bir anda butun dunyayi kaldirabilecek, yada durdurabilecek gibi hissetmeniz.
bedeninizin daha iyi calismaya baslamasi. kahvesiz bir gunde uyanmak, bunyeye soguk dus etkisi. klavye uzerinde daha siz dusunmeye firsat bulamadan yazmaya baslayan parmaklar ve butun imla yanlislarinizi aklinizin daha yerinde oldugu bir gune birakmaniz.
ve cami acip disariya "seni seviyorum peri kizi" diye bagirmak. cosmak, kudurmak. yada kendi dudaklarini aralayip arasinda usulca fisildamak sevdigini. ruzgara karsi uflemek. bir nefesin kirpik ayagina baglayip sevgini mesaj gondermek sevgiliye telefonsuz. beyaz kanat cirpislarini izlemek arkasindan.
asik olduguna emin olmak.
asik kalacaginin bilincine varmak.
sevmek,
cok.
coooooooook.
coooooooooooooooooook sevmek.
ve kaninizin bedeninizden bir anda cekilip, sonra yogun bir sarap kivamiyla her kalp atisinda damarlarinizdan sevgilinizin kaninin ilerledigini hissettiginiz.
ve uzun kavgalar, sebepsiz soru isaretlerinin cevabini bir anda ogrenip cozdukten sonra hayatinizdaki hafifleme hissi, butun omrunuzun dinamosu haline gelen enerji fazlasi, bir anda butun dunyayi kaldirabilecek, yada durdurabilecek gibi hissetmeniz.
bedeninizin daha iyi calismaya baslamasi. kahvesiz bir gunde uyanmak, bunyeye soguk dus etkisi. klavye uzerinde daha siz dusunmeye firsat bulamadan yazmaya baslayan parmaklar ve butun imla yanlislarinizi aklinizin daha yerinde oldugu bir gune birakmaniz.
ve cami acip disariya "seni seviyorum peri kizi" diye bagirmak. cosmak, kudurmak. yada kendi dudaklarini aralayip arasinda usulca fisildamak sevdigini. ruzgara karsi uflemek. bir nefesin kirpik ayagina baglayip sevgini mesaj gondermek sevgiliye telefonsuz. beyaz kanat cirpislarini izlemek arkasindan.
asik olduguna emin olmak.
asik kalacaginin bilincine varmak.
sevmek,
cok.
coooooooook.
coooooooooooooooooook sevmek.
sabah ereksiyonunu karsilama bildirisi.
musabakanin en heyecanli aninda gong calar, round biter, faten kosesine cekilir, kosede bulunan yardimci koc ithilquessir faten’in kasindaki acigi kapar, gozundeki kani siler.
faten: hoca cok pis hirpaliyor sozluk.
ithilquessir: yilma iyi gidiyorsun yordun epey.
faten: baksana agiz burun dumduz oldu
ithilquessir: simdi beni iyi dinle, ustune geldigi an kacma, saga dogru bir adim at ve sol frame’ine calis.
faten: abi bi siktir git bide senle ugrasmiyim adimiz cikti zaten.
ithilquessir: gecen haftanin en begenilen entrylerine vur.
faten: abi manyak misin ?
ithilquessir: cirkeflik yap, topugunla kimler var butonuna bas, tuzluk yedir, houston’dan aparkat yolla.
faten: hoca cok pis hirpaliyor sozluk.
ithilquessir: yilma iyi gidiyorsun yordun epey.
faten: baksana agiz burun dumduz oldu
ithilquessir: simdi beni iyi dinle, ustune geldigi an kacma, saga dogru bir adim at ve sol frame’ine calis.
faten: abi bi siktir git bide senle ugrasmiyim adimiz cikti zaten.
ithilquessir: gecen haftanin en begenilen entrylerine vur.
faten: abi manyak misin ?
ithilquessir: cirkeflik yap, topugunla kimler var butonuna bas, tuzluk yedir, houston’dan aparkat yolla.
15 yasinda hayati anladigini sanan gerizekalilar zaten tibbi olarak gerizekalilarsa hayati anlamayacaklardir. hem gerizekalililar tehlikeli olabilirler, ellerinde keskin cisimler varken yaklasmamak gerekir.
yok 15 yasinda hayati anladigini sandigi icin bir cocuga gerizekali deniyorsa elimizde bir cekmece dolusu soru isareti kalir. bunlardan bazilari soyledir.
benim icin 15 yasinda hayati anladigini idda eden bir cocuk, cocuklugunun verdigi sirinligin yaninda en azindan hayatin bir anlami oldugunun farkindadir ve onu anlama cabasi icerisindedir. 47 yasina gelip hayati hic sorgulamamis yetiskinlere kiyasla cok daha az gerizekalidir.
15 yas lise seviyesinde ergenlige giris 1.01 dersidir. hayat okulunda 23 kredisi vardir, yetiskinlik projesine katilabilmek icin gecilmesi zorunlu derstir. ve hatirladigim kadariyla bombok bir donemdir. cocuklugun basitligi bir anda akar gider uzerinizden. anlamadiginiz bir ton duygu hayatiniza girer, onlari kullanacak yetiye sahip degilsinizdir, ama sizin hayatinizi degistiricek kadar varliklari kesindir. aynaya her baktiginizda daha cok killandiginizi gorup evrim surecini tersine yasadiginizi sanarsiniz, kizlar aniden asiri kilo alirlar, henuz vucut hatlari da oturmamistir ki 21. yuzyilda kaburgalari gozukmeyen her kiza sisman muamelesi yapan zihniyet hakimdir. (o zihniyeti ayrica kola asitiyle eritmek gerekir)
bu donemin icinde eger adam cikip dogu felsefesiyle, var olusculukla, islam yada herhangi baska bir dinin teolojisiyle, yada hande yener’in bir pop sarkisiylada olsa icinde bulundugu sureci aciklama ihtiyacini duyuyorsa icinde adam olucak cocuktur, en azindan potansiyeli vardir.
ilk okulda hepimiz butun matematigi bildigimizi zannederiz cunku carpma bolme toplama cikartmadir hepsi...
ayrica hangimiz, sadece genc sozluk yazarlari degil, 7mizden 77mize, baris abi dahil olmak uzere, hangimiz hayati anlayabilmis ki 15 yasinda bir cocugun annamamasi garipsenmistir. yoksa o kucuk cocugun hayati anlama yoluna gitmesi, arastirmasi, ama asla yeterince bilmeyeceginin farkinda olup, mutevazilik ve duyarlilik erdemleriyle yogurulmus olmasi mi beklenmektedir. acikcasi benim sokakta tanistigim ortalama insanlarin uzerinde bu kadar yogun beklentilerim yoktur. hele lise caglarindaki kendimi dusundugumde 15 yasindaki bir cocuktan kesinlikle yoktur.
yok 15 yasinda hayati anladigini sandigi icin bir cocuga gerizekali deniyorsa elimizde bir cekmece dolusu soru isareti kalir. bunlardan bazilari soyledir.
benim icin 15 yasinda hayati anladigini idda eden bir cocuk, cocuklugunun verdigi sirinligin yaninda en azindan hayatin bir anlami oldugunun farkindadir ve onu anlama cabasi icerisindedir. 47 yasina gelip hayati hic sorgulamamis yetiskinlere kiyasla cok daha az gerizekalidir.
15 yas lise seviyesinde ergenlige giris 1.01 dersidir. hayat okulunda 23 kredisi vardir, yetiskinlik projesine katilabilmek icin gecilmesi zorunlu derstir. ve hatirladigim kadariyla bombok bir donemdir. cocuklugun basitligi bir anda akar gider uzerinizden. anlamadiginiz bir ton duygu hayatiniza girer, onlari kullanacak yetiye sahip degilsinizdir, ama sizin hayatinizi degistiricek kadar varliklari kesindir. aynaya her baktiginizda daha cok killandiginizi gorup evrim surecini tersine yasadiginizi sanarsiniz, kizlar aniden asiri kilo alirlar, henuz vucut hatlari da oturmamistir ki 21. yuzyilda kaburgalari gozukmeyen her kiza sisman muamelesi yapan zihniyet hakimdir. (o zihniyeti ayrica kola asitiyle eritmek gerekir)
bu donemin icinde eger adam cikip dogu felsefesiyle, var olusculukla, islam yada herhangi baska bir dinin teolojisiyle, yada hande yener’in bir pop sarkisiylada olsa icinde bulundugu sureci aciklama ihtiyacini duyuyorsa icinde adam olucak cocuktur, en azindan potansiyeli vardir.
ilk okulda hepimiz butun matematigi bildigimizi zannederiz cunku carpma bolme toplama cikartmadir hepsi...
ayrica hangimiz, sadece genc sozluk yazarlari degil, 7mizden 77mize, baris abi dahil olmak uzere, hangimiz hayati anlayabilmis ki 15 yasinda bir cocugun annamamasi garipsenmistir. yoksa o kucuk cocugun hayati anlama yoluna gitmesi, arastirmasi, ama asla yeterince bilmeyeceginin farkinda olup, mutevazilik ve duyarlilik erdemleriyle yogurulmus olmasi mi beklenmektedir. acikcasi benim sokakta tanistigim ortalama insanlarin uzerinde bu kadar yogun beklentilerim yoktur. hele lise caglarindaki kendimi dusundugumde 15 yasindaki bir cocuktan kesinlikle yoktur.
uzerimde leopar derisi cizmelerim ve ellerimdeki vazelin kavanozuna bakarak dusunuyorum. "bana mi oyle geliyor yoksa seksin dogasina ihanet mi var bu eylemde." sag arka caprazda ekrem abi olaya ritm kazandiriyor, elimi nurten ablanin omzuna dayayip kendimi daha guvenli bir pozisyona aliyorum.
"hani karisdakine ne kadar yaklasabilir, olusturdugunuz iki kisilik vucudu dunyanin kalanindan ne kadar ayirabilirsen o kadar guzeldi sevismek. " ekrem abi arka caprazdaki pozisyonunu guclendiricek hamleler yapiyor, iceri ilk girdigimde begendigim kizil sacli bir kiz vardi ama onumu kesiyolar, arkadaslar bir saniye diyorum, dinliyen yok.
"bu inliyen et yiginin toplu masturbasyonu mu sevismek. bosuna seks dememisler, sevmek fiilinden tureyecek bir seye benzemiyor pek"
ekrem abinin belimdeki eliyle irkiliyorum. yataktan atlayip odanin kosesine kosarken selin ile busra yolumu kesiyorlar. bir sure sevisiyoruz. bir yandan ekrem abiyle aramdaki mesafeyi koruyorum.
konsantre na-mumkun zaten. arkadaslar sessiz olun kendi inledigimi duyamiyorum. optugum kiz bagiriyor. ben dusunurken degismis sanirim. hosuna gitmeyen bir seyler yapmis olmaliyim. beni birakip baskasiyla yiyismeye basliyor.
birden butun o kalabaligin ve surtunmenin ortasinda nasil oluyorsa usumeye basliyorum. leopar derisi botlarima ragmen ciplak hissediyorum kendimi. kacmak, duvarlara ulasmak istiyorum ama birakmiyorlar. kuculuyorum. onlarca sevisen insanin icinde sevilmeyen bir kose bulup oturuyorum. yatagin kenarindan yere dusmur bir oyuncak ayi buluyorum odanin eksi kokan puslu sisinde. kucagima aliyorum. sariliyorum.
ekrem abi gelip yanima oturuyor. aglama diyor. ona sarilip agliyorum.
uyaniyorum sonra.
kicim acikta kalmis.
"hani karisdakine ne kadar yaklasabilir, olusturdugunuz iki kisilik vucudu dunyanin kalanindan ne kadar ayirabilirsen o kadar guzeldi sevismek. " ekrem abi arka caprazdaki pozisyonunu guclendiricek hamleler yapiyor, iceri ilk girdigimde begendigim kizil sacli bir kiz vardi ama onumu kesiyolar, arkadaslar bir saniye diyorum, dinliyen yok.
"bu inliyen et yiginin toplu masturbasyonu mu sevismek. bosuna seks dememisler, sevmek fiilinden tureyecek bir seye benzemiyor pek"
ekrem abinin belimdeki eliyle irkiliyorum. yataktan atlayip odanin kosesine kosarken selin ile busra yolumu kesiyorlar. bir sure sevisiyoruz. bir yandan ekrem abiyle aramdaki mesafeyi koruyorum.
konsantre na-mumkun zaten. arkadaslar sessiz olun kendi inledigimi duyamiyorum. optugum kiz bagiriyor. ben dusunurken degismis sanirim. hosuna gitmeyen bir seyler yapmis olmaliyim. beni birakip baskasiyla yiyismeye basliyor.
birden butun o kalabaligin ve surtunmenin ortasinda nasil oluyorsa usumeye basliyorum. leopar derisi botlarima ragmen ciplak hissediyorum kendimi. kacmak, duvarlara ulasmak istiyorum ama birakmiyorlar. kuculuyorum. onlarca sevisen insanin icinde sevilmeyen bir kose bulup oturuyorum. yatagin kenarindan yere dusmur bir oyuncak ayi buluyorum odanin eksi kokan puslu sisinde. kucagima aliyorum. sariliyorum.
ekrem abi gelip yanima oturuyor. aglama diyor. ona sarilip agliyorum.
uyaniyorum sonra.
kicim acikta kalmis.
sevgili(m)e...
ve seninle saklambac oynamak istiyorum, ve sana giysilerimi verip ayakkabi bagciklarinin ne kadar guzel olduklarini soylemek, ve sen dus alirken kapinin esiginde sarki soylemeni dinlemek, ve sirtini ovmak ve ayaklarini opmek ve elini tutmak.
seninle yemege cikip benim yemegimi yemene aldirmamak, oglen yemeklerinde rudy’s de bulusup gunden konusmak, ve mektuplarini yazmak ve kutularini tasimak. ve paranoyana gulmek ve sana dinlemeyecegin teypler vermek, ve harika filmler izlemek ve berbat filmler izlemek, radyodan sikayet etmek ve uyurken resimlerini cekmek. ve senden once uyanip sana kahve yapmak, ve sicak ekmek almak, ve gazete, ve gece yarisi mutfakta kahve icmek ve sen sigaralarimi calip dururken hicbir zaman kibrit bulamamak.
ve seni goz hastanesine goturmek, ve sakalarina gulmemek...
ve sabahin korunde senden once uyanip yatakta deli gibi seni istemek ama kiyamayip uyumana izin vermek, ve saclarini oksamak ve sirtinda parmaklarimi dolastirmak, ve sana soylemek ne kadar cok sevdigimi... gozlerini, dudaklarini, boynunu, goguslerini, bacaklarini.
ve basamaklarda oturup komsun gelene kadar sigara icmek, ve basamaklarda oturup "sen" gelinceye kadar sigara icmeye devam etmek, ve gec kaldiginda telaslanmak ve erken geldiginde sasirmak ve sana aycicekleri vermek ve seni partilerime cagirip nefessizlikten morarana kadar dans etmek ve hatali oldugumda uzulmek, ve sevinmek beni affettiginde, ve resimlerine bakarken seni tanidigimdan bile uzun suredir taniyor olmayi istemek ve kulaklarimda sesini duymak ve tenimde tenini hissetmek.
ve sinirlendiginde korkmak ve bir gozun kirmizi digerin mavi olup boynun yana yikilmasini gormek, ve sana ne kadar "guzel" oldugunu soylemek, ve korktugunda sana sarilmak, canin acidiginda ellerimi uzerine koymak, ve kokunu duydugumda seni istemek, ve sana dokundugumda seni kizdirmak ve yanindayken soylenmek, ve yaninda degilken soylenmek ve geceliyin uzerimden yorgani aldiginda usumek, ve almadiginda sicak gelmesi.
ve gulumsediginde erimek, kahkaha attiginda cozulmek, ve seni reddetmezken neden reddettigimi dusundugunu anlamamak, ve seni nasil reddebilecegimi merak etmek, ve kim oldugunu dusunmek, ve yine de kabul etmek.
ve sana seni sevdigi icin butun okyanusun uzerinden ucan orman perisini anlatmak, ve sana siirler yazmak ve bana neden inanmadigini dusunmek ve kelime arama zahmetini bir turlu birakmasam da bir turlu gordugum sekilde anlatmayi basaramadigim derinlikte bir seyler hissetmek, ve sana bir gun bir kedi yavrusunu getirmek, ve sonra onunla benle oynadigindan cok oynadigin icin kiskanmmak.
gitmen gerekirken seni yatakta tutmak, ve sonunda gitmeyi becerebildiginde arkandan bebek gibi aglamak, ve sana sevmedigin hediyeler almak, ve sonra hediyelerimi geri almak, ve diz cokup sana tekrar evlenme teklif etmek. ve bana tekrar hayir demen, ve aslinda serserilik yaptigimi dusunsende ilk sordugum gunden beri aslinda deli gibi ciddi olmak, istanbul’da dolasirken sensiz cok bos oldugunu dusunmek, ve istedigini istemek, ve kendimi kaybetmek, ve yaninda guvende oldugumu bilmek.
"ve kendimle ilgili en kotuyu soylemek, ve kendimle ilgili en iyiyi sana vermek, daha azini hak etmedigini dusunmek, istemedigim anlarda bile sorularina cevap vermek, ve hosuna gitmeyecek olsa da tercih edecegini bildigim icin dogruyu soylemek"
"bittigini dusunmek, ve buna ragmen beni hayatindan cikarip atmadan onceki son bes dakikada bile dayanmak, ve kendimi unutmak, ve sana yakin olmak istemek. cunku cok guzel bir sey seni ogrenmek"
ve seninle cok kotu ingilizce ve daha kotu almanca konusmak, ve gecenin ucunde seninle sevismek, ve bir sekilde, bir sekilde, bir sekilde icimdeki bu guclu, olumsuz, baskin, kosulsuz, her seyi geride birakmis, giderek artan, kalp agritan, beyin patlatan, bitimsiz aski sana anlatabilmek.
(istiyorum)
ve seninle saklambac oynamak istiyorum, ve sana giysilerimi verip ayakkabi bagciklarinin ne kadar guzel olduklarini soylemek, ve sen dus alirken kapinin esiginde sarki soylemeni dinlemek, ve sirtini ovmak ve ayaklarini opmek ve elini tutmak.
seninle yemege cikip benim yemegimi yemene aldirmamak, oglen yemeklerinde rudy’s de bulusup gunden konusmak, ve mektuplarini yazmak ve kutularini tasimak. ve paranoyana gulmek ve sana dinlemeyecegin teypler vermek, ve harika filmler izlemek ve berbat filmler izlemek, radyodan sikayet etmek ve uyurken resimlerini cekmek. ve senden once uyanip sana kahve yapmak, ve sicak ekmek almak, ve gazete, ve gece yarisi mutfakta kahve icmek ve sen sigaralarimi calip dururken hicbir zaman kibrit bulamamak.
ve seni goz hastanesine goturmek, ve sakalarina gulmemek...
ve sabahin korunde senden once uyanip yatakta deli gibi seni istemek ama kiyamayip uyumana izin vermek, ve saclarini oksamak ve sirtinda parmaklarimi dolastirmak, ve sana soylemek ne kadar cok sevdigimi... gozlerini, dudaklarini, boynunu, goguslerini, bacaklarini.
ve basamaklarda oturup komsun gelene kadar sigara icmek, ve basamaklarda oturup "sen" gelinceye kadar sigara icmeye devam etmek, ve gec kaldiginda telaslanmak ve erken geldiginde sasirmak ve sana aycicekleri vermek ve seni partilerime cagirip nefessizlikten morarana kadar dans etmek ve hatali oldugumda uzulmek, ve sevinmek beni affettiginde, ve resimlerine bakarken seni tanidigimdan bile uzun suredir taniyor olmayi istemek ve kulaklarimda sesini duymak ve tenimde tenini hissetmek.
ve sinirlendiginde korkmak ve bir gozun kirmizi digerin mavi olup boynun yana yikilmasini gormek, ve sana ne kadar "guzel" oldugunu soylemek, ve korktugunda sana sarilmak, canin acidiginda ellerimi uzerine koymak, ve kokunu duydugumda seni istemek, ve sana dokundugumda seni kizdirmak ve yanindayken soylenmek, ve yaninda degilken soylenmek ve geceliyin uzerimden yorgani aldiginda usumek, ve almadiginda sicak gelmesi.
ve gulumsediginde erimek, kahkaha attiginda cozulmek, ve seni reddetmezken neden reddettigimi dusundugunu anlamamak, ve seni nasil reddebilecegimi merak etmek, ve kim oldugunu dusunmek, ve yine de kabul etmek.
ve sana seni sevdigi icin butun okyanusun uzerinden ucan orman perisini anlatmak, ve sana siirler yazmak ve bana neden inanmadigini dusunmek ve kelime arama zahmetini bir turlu birakmasam da bir turlu gordugum sekilde anlatmayi basaramadigim derinlikte bir seyler hissetmek, ve sana bir gun bir kedi yavrusunu getirmek, ve sonra onunla benle oynadigindan cok oynadigin icin kiskanmmak.
gitmen gerekirken seni yatakta tutmak, ve sonunda gitmeyi becerebildiginde arkandan bebek gibi aglamak, ve sana sevmedigin hediyeler almak, ve sonra hediyelerimi geri almak, ve diz cokup sana tekrar evlenme teklif etmek. ve bana tekrar hayir demen, ve aslinda serserilik yaptigimi dusunsende ilk sordugum gunden beri aslinda deli gibi ciddi olmak, istanbul’da dolasirken sensiz cok bos oldugunu dusunmek, ve istedigini istemek, ve kendimi kaybetmek, ve yaninda guvende oldugumu bilmek.
"ve kendimle ilgili en kotuyu soylemek, ve kendimle ilgili en iyiyi sana vermek, daha azini hak etmedigini dusunmek, istemedigim anlarda bile sorularina cevap vermek, ve hosuna gitmeyecek olsa da tercih edecegini bildigim icin dogruyu soylemek"
"bittigini dusunmek, ve buna ragmen beni hayatindan cikarip atmadan onceki son bes dakikada bile dayanmak, ve kendimi unutmak, ve sana yakin olmak istemek. cunku cok guzel bir sey seni ogrenmek"
ve seninle cok kotu ingilizce ve daha kotu almanca konusmak, ve gecenin ucunde seninle sevismek, ve bir sekilde, bir sekilde, bir sekilde icimdeki bu guclu, olumsuz, baskin, kosulsuz, her seyi geride birakmis, giderek artan, kalp agritan, beyin patlatan, bitimsiz aski sana anlatabilmek.
(istiyorum)
kadinlarda makyajla ulasilmak istenen her sonucu ortaya cikaran hadise. dudaklar dolgunlasir, yanaklar kizarir, gozler parildar, kirpikler bibirinden ayrilip uzun gozukur.
belki de bu yuzden cekip gidemeyiz.
belki de bu yuzden cekip gidemeyiz.
bu adamlar epi topu 5 tanedir, yine de uyarilacaklari zaman hostonun mesaj bolumunden degilde, duyurular kismindan uyarilirlar. uyarililar ki gorevlerini yapmadiklari herkes tarafindan bilinsin, ne kadar sorumsuz yaratiklar olduklari sozluk ailesi tarafindan kafa sallamalari ve "hmm" sozcukleriyle beraber onaylansin.
oysa eminim ki sozluk bunyesinde calisan, ve sozluge girecek hevesi olmadigi zamanlarda bile gammazlik sifatinin sorumlulugu adina sinav donemi , tiyatro provasi demeden girilmis entryleri kontrol eden, hatali entry sahiplerine ulasan, duzeltilmeyen, yada duzeltilecek gibi olmayanlari uyaran gammazlar vardir. ama gammazlar her ne kadar aslinda diger sozluk yazarlarindan yetki olarak cok da ustun olmasalarda bolunemez bir butundurler. parmakla gosterip "arkadaslar cok savsakladiniz, alirim bak gammazliginizi" denilecekse hem ayirip secmeden, hem de olabildigince cok kisiye ulastirilarak yapilmasi gerekmektedir. ileride sozlugumuzun daha genis bir reklam butcesi oldugunda gorsel ve yazili basinda bu her birini uyarmaya calistiginda isguzarlikla suclanan gammazlarin gorevlerine nasil sahip cikmadigi belirtilecek, "cnn" bilgi sozluk genel merkezinden canli yayinda son gelismeleri merakli halk kitlesine aktaracaktir.
aslinda bu gammazlar sozlugu seven, ve sozluk icin calismaktan zevk alan yazarlardir. sanda seferte, nicklerini basina gelecek farkli bir sifatda gozleri yoktur. eger gorevlerini yapmiyorlarsa kisisel olarak uyarilmaktan, yine yapmiyolarsa yazarliga geri donmeye hicbiri kirilmayacaktir.
gammaz olmak ilginizi cekmeyen entryleri okuyup dogruluklarini internetten kontrol etmek demektir. gammaz olmak arkadaslarinizin yazdigi entryleri silinmeye gonderirken arkadasinizin gonlunu nasil yapicaginizi dusunmektir. eve yorgun argin gelmisken msnden yine kavga cikti diye mesaj alip kavga eden kisilere a4ler dolusu sakinlestirici mesajlar yazmak, arkadasinizin tarafini tutamamaktir. gammaz olmak geriye bir sey almadan cok sey vermektir.
bu entrynin bundan oncesine su anda gammazlik gorevini benimle paylasan, gecmiste gammazlik yapmis ve gelecekte yapacak her gammazin katilacagina inanarak yazdim. bundan sonrasini kendi adima yaziyorum:
ben bana gorev olarak verilmis seyin gereklerini yerine getirdigime inaniyorum. bu konuda su ana kadar ne bir ovgu duydum, ne de birinden takdir aldim, ne boyum uzadi, ne evime celenk birakildi. sozlugu sevdigim, ve daha iyi olmasinda katkim olsun istedigim icin yaptim. tabii ki bir gorevi iyi yapmak normatif bir kavramdir. bu bana gore boyledir. bunu boyle dusunmeyenler yetkililere basvurabilirler. yok bunu dusunen yetkililerse o gorevden alinmamin sakincasi yoktur. kapi da sapi da oradadir.
oysa eminim ki sozluk bunyesinde calisan, ve sozluge girecek hevesi olmadigi zamanlarda bile gammazlik sifatinin sorumlulugu adina sinav donemi , tiyatro provasi demeden girilmis entryleri kontrol eden, hatali entry sahiplerine ulasan, duzeltilmeyen, yada duzeltilecek gibi olmayanlari uyaran gammazlar vardir. ama gammazlar her ne kadar aslinda diger sozluk yazarlarindan yetki olarak cok da ustun olmasalarda bolunemez bir butundurler. parmakla gosterip "arkadaslar cok savsakladiniz, alirim bak gammazliginizi" denilecekse hem ayirip secmeden, hem de olabildigince cok kisiye ulastirilarak yapilmasi gerekmektedir. ileride sozlugumuzun daha genis bir reklam butcesi oldugunda gorsel ve yazili basinda bu her birini uyarmaya calistiginda isguzarlikla suclanan gammazlarin gorevlerine nasil sahip cikmadigi belirtilecek, "cnn" bilgi sozluk genel merkezinden canli yayinda son gelismeleri merakli halk kitlesine aktaracaktir.
aslinda bu gammazlar sozlugu seven, ve sozluk icin calismaktan zevk alan yazarlardir. sanda seferte, nicklerini basina gelecek farkli bir sifatda gozleri yoktur. eger gorevlerini yapmiyorlarsa kisisel olarak uyarilmaktan, yine yapmiyolarsa yazarliga geri donmeye hicbiri kirilmayacaktir.
gammaz olmak ilginizi cekmeyen entryleri okuyup dogruluklarini internetten kontrol etmek demektir. gammaz olmak arkadaslarinizin yazdigi entryleri silinmeye gonderirken arkadasinizin gonlunu nasil yapicaginizi dusunmektir. eve yorgun argin gelmisken msnden yine kavga cikti diye mesaj alip kavga eden kisilere a4ler dolusu sakinlestirici mesajlar yazmak, arkadasinizin tarafini tutamamaktir. gammaz olmak geriye bir sey almadan cok sey vermektir.
bu entrynin bundan oncesine su anda gammazlik gorevini benimle paylasan, gecmiste gammazlik yapmis ve gelecekte yapacak her gammazin katilacagina inanarak yazdim. bundan sonrasini kendi adima yaziyorum:
ben bana gorev olarak verilmis seyin gereklerini yerine getirdigime inaniyorum. bu konuda su ana kadar ne bir ovgu duydum, ne de birinden takdir aldim, ne boyum uzadi, ne evime celenk birakildi. sozlugu sevdigim, ve daha iyi olmasinda katkim olsun istedigim icin yaptim. tabii ki bir gorevi iyi yapmak normatif bir kavramdir. bu bana gore boyledir. bunu boyle dusunmeyenler yetkililere basvurabilirler. yok bunu dusunen yetkililerse o gorevden alinmamin sakincasi yoktur. kapi da sapi da oradadir.
pi sayisinin gercek acilimi virgulden sonraki 57 milyon basamagiyla beraber yazilabilir.
yada guney iskandinav yengeclerinin gen haritasi kodlanabilir.
yada guney iskandinav yengeclerinin gen haritasi kodlanabilir.
-peki sayin pollyanna sahnedeki hayatinizda cizdiginiz karakteri kepimiz taniyoruz, ozel hayatinizda nasilsiniz?
+siz... siz meyda surtukleri, siz hayatiniz boyunca bir kisinin kanini diger bir surtugun parasina satan lanetli cesetler.
-ee. sey.
+sucladigim siz degilsiniz. karanligin ortasina firlatilmis bir olumun yavas cekim tekrarinda nefes aldigini sanan butun mahluklar aynisiniz.
-pollyanna hanim simdi...
+kendinize ve bana soylediginiz tum yalanlar geceleri uyuyamadiginiz gercegini degistiriyor mu? butun gun is ve okul gelgitinde suruklenip giderken kendinizi bin parcaya ayirdiginizi, karakterinizi yok edip varliginiza ihanet ettiginizi biliyor musunuz?
-su sahne rolunuze donsek.
+en azindan sizin gibi degilim.
+siz... siz meyda surtukleri, siz hayatiniz boyunca bir kisinin kanini diger bir surtugun parasina satan lanetli cesetler.
-ee. sey.
+sucladigim siz degilsiniz. karanligin ortasina firlatilmis bir olumun yavas cekim tekrarinda nefes aldigini sanan butun mahluklar aynisiniz.
-pollyanna hanim simdi...
+kendinize ve bana soylediginiz tum yalanlar geceleri uyuyamadiginiz gercegini degistiriyor mu? butun gun is ve okul gelgitinde suruklenip giderken kendinizi bin parcaya ayirdiginizi, karakterinizi yok edip varliginiza ihanet ettiginizi biliyor musunuz?
-su sahne rolunuze donsek.
+en azindan sizin gibi degilim.
limit teorisi ile cokertilecek atasozudur.
"ne kadar sallarsan salla" kavrami sonsuza sonsuz yakinlikta yaklasacak kadar cok sayida sallama anlamina geldigi icin alet hicbir zaman dona girmeyecek, boylece son damla asla dona dusemeyecektir.
"ne kadar sallarsan salla" kavrami sonsuza sonsuz yakinlikta yaklasacak kadar cok sayida sallama anlamina geldigi icin alet hicbir zaman dona girmeyecek, boylece son damla asla dona dusemeyecektir.
koca gunes tutulurken yaninda birde cuk tutulmus lafi mi olur.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?