kendini ifade edemeyen neslimizin en doğal yakarışıdır. ne hissettiklerini, düşündüklerini kendileri bile tanımlayamazken başkalarının karşısında da kendilerini ifade edemedikleri için anlaşılmaları imkansızdır. yoksa pek ala da anlayan birileri çıkar.
önyargılardan doğan bir durumdur. neden sinema tiyatrodan daha eğlenceli görülür, bilemiyorum. belki de tiyatronun daha eski bir sanat olması sinamanın daha çağdaş olduğunun düşünülmesine yol açıyordur. bu cümleyi kuran insanların çoğu da -okulda zorla götürülen oyunlar dışında- tiyatroya gitmemiş insanlardır. belki de okullarda çocukları tiyatroya götürme uygulaması, bunun zorunlu olması ters bir tepkiye yol açıyordur. ama yazıktır, günahtır, onca oyuncunun verdiği emeğe. hem de izlemeyenler tiyatronun o büyüsünü kaçırıyorlardır.
ulaşamayacakları şeylerden veya zor şeylerden hoşlanan kadınlardır. bencillerse allem edip kallem edip erkeği karısından ayırmanın yoluna bakarlar. hiç tasvip vermediğim bir durumdur. aşkından ölsen de erkek evliyse bağrına taş basmak gerek.
mevlananın kimi topluluklarda yaptığı konuşmaları oğlu sultan veledin toplamasıyla oluşmuştur. siyasi konulara da değinmiştir.
prof. dr. coşkun akın her beyitte bulmayı başardığı divan edebiyatı söz sanatı. bazen "leff u nesr bulacağım." diye kendini zorladığını düşünüyorum. divan edebiyatından sınav olacak bütün öğrencilerin söz sanatları kısmında kendilerini kasıp bir takım sözcükler arasında kendilerince bir alaka kurarak yazmalarını öneririm.
kuranda bir sure adıdır aynı zamanda.
"o kadar çirkinim ki onca ısrarıma rağmen hiç bir erkek evime gelmek istememişti şimdiye kadar tamirci bey"
pink floydun "dark side of the moon" albümüyle dinlendiğinde görüntülerin tamamen uyumlu olduğu söylenen film. izledim, evet uyum yakalayan yerler var, ama abartıldığı kanısındayım.
anlamını "ölü ozanlar derneği"ni izlerken öğrendiğim cümle. "anı yaşa" demek. yaşadığın anın tadını çıkar. filmde bu cümleden yola çıkarak öğrencilerini eğiten edebiyat hocası idolümdür. lakin filmde yetişkinler(!) o edebiyat hocasına tahammül edemezler tabii. ki gerçek hayatta da genellikle böyle oluyor. bize öğretilmeye çalışılanların tersini söyleyen cümle.
bayan öğretmenlerin erkek öğrencilerine karşı ilgisine pek rastlanmasa ya da en azından su yüzüne çıkmasa da erkek öğretmenlerin, özellikle lise döneminde, kız öğrencilerine ilgi duyması sık rastlanan bir durumdur. bu ilgiye aşk demek ne kadar doğrudur tartışılır, ama kimi kız öğrencilerle fazlasıyla yakın olan erkek öğretmenler vardır. "a kızım benim, evladım" diye baba ayağına yatıp samimiyeti abartabilirler. zavallı kız da bazen dersten geçememe korkusuyla, bazen bir şey demeye çekindiği için ses çıkaramaz. zaten sesini çıkarsa ne olacaktır ki? öğretmenin cevabı hazırdır. "sen benim evladım sayılırsın." bu hocanın elinin kızın göğüs kısımlarında, bacaklarında gezdirmesini ne kadar haklı kılar tartışılır. belki gerçekten de evladı gibi sever kızı hoca. ensest ilişkilere karşı
zaafı varsa tabii.
zaafı varsa tabii.
batıdaki eski geleneklere göre kız babası kızıyla evlendiği için damada bu parayı verir. yani baba kızını verir, bir de üstüne para verir bir bakıma. bu açıdan bakınca "herhalde onlar da kız evladı olmaktan pek memnun değiller." diye düşünmeme yol açar. bazı kızlar drahoma parasını bulamadıkları için dönemin gece mekanlarında şarkıcılığa başlarlarmış. bu parayı kazanana kadar yaşlanırlar, çirkinleşirlermiş. bu yüzden sevgilileri evlenmekten vaz geçebilirmiş. veya para kazanmak için gurbete gittilerse döndüklerinde sevgililerini evlenmiş bulabilirlermiş. kimileri de bu uğurda batağa saplanıp kalırlarmış tabii.
mercury denilen biriyle yaptığı (kim olduğunu hiç bilmem) "sen neyin peşindesin?" diye çok güzel bir albümü vardır. abimin tozlu kasetleri arasında bulduğumdan beri dinlemekten sıkılmadığım bir albümdür. "beni anlatacak kadar yalnız değil sokaklar." diye çok hoş bir söz vardır bu albümde. şarkılar ya çok melankolik ya da çok neşelidir. ama her şekilde çok güzeldir. kendine bir site hazırladığının haberini aldım son zamanlarda. bekliyorum.
söylenenlerle yetinmeyip araştırmayı, eldekilerle yetinmeyip daha büyük düşünmeyi, hedeflerinin peşinden koşmayı ve bunu yaparken çevredeki caydırıcı kişileri dinlememeyi çocuklara, onların hayal dünyasına uygun bir şekilde anlatan güzel kitap. samed behrenginin öldürülmesine yol açmış olması ve hatta bir dönem türkiyede yasaklanmış olması nasıl bir gençlik istenildiğini gösteriyor elbet.
isteyen herkesin yapabileceği bir eylem. ve bunu sesli de yapabilmeli. aksi takdirde düşünceler yayılmaz, düşünceler yayılmazsa eleştirilmez, eleştirilmeyen düşünceler de gelişmez. "hz. muhammedi eleştirmek kimin haddine." demek yanlıştır. bir müslüman eleştirebileceği gibi bir ateist de eleştirir. ateist veya deist olan biri zaten hz. muhammedin allahın peygamberi olduğuna inanmaz, bu durumda "kimse allahın elçisini eleştiremez." yargısını ırgalamazlar. ama şu durum oldukça yanlıştır: kimi insanlar, dindarları oradan buradan duyduklarına inanıyorlar, araştırmıyorlar diye eleştiriyor. evet, hz. muhammedle ilgili anlatılan pek çok olumlu şeyin de kanıtı yok gördüğüm kadarıyla, zamanla ağızdan ağıza dolaşmış, belki bir zaman sonra kitaplara geçmiş ama yine de sağlam kanıtları olmayan şeyler. zaten nasıl bir kanıtı olabilir ki her yaptığının o dönemde. bu durumda hz. muhammed hakkında anlatılan olumlu şeyler gibi olumsuz şeylerin de kesinliği yoktur. bu durumda kesin yargılar getirmek yanlış olacaktır. böyle durumlarda hz. muhammedi eleştirenler de söylentilerden yola çıkıyordur. bir de kimi zaman ateistler, deistler de çok dogmatik olabiliyor. dinsizliğin dogmatizmi. eğer eleştiriyorlarsa onlar da objektif olmalılar. aksi takdirde dindar yobazlardan bir farkları kalmaz.
elbette eleştiriyle hakaret arasındaki ince çizgiyi kaçırmamak gerekir ama hz. muhammedi eleştirmek de inananlara saygısızlık demek değildir. insanlar düşüncelerini paylaşmalı, tartışmalıdır ki insanlık ve toplum gelişme kaydetsin. aksi takdirde olduğumuz yerde kalırız ve başkaları bizi ezip geçer.
elbette eleştiriyle hakaret arasındaki ince çizgiyi kaçırmamak gerekir ama hz. muhammedi eleştirmek de inananlara saygısızlık demek değildir. insanlar düşüncelerini paylaşmalı, tartışmalıdır ki insanlık ve toplum gelişme kaydetsin. aksi takdirde olduğumuz yerde kalırız ve başkaları bizi ezip geçer.
lise yıllarımda en büyük hayalim olan, ama hayal olarak kalacağında emin olduğum konser. türkiyeye geldiği takdirde yapabileceklerimi hesapladığım ama yine de gerçekleşebileceğinden hiç emin olmadığım konser. bir gün roger watersın istanbula geleceğini duyduğumda biletixteki ilanı görene kadar inanamadığım konser. biletlerin 100 ytl olduğunu gördüğümde gidememekten korktuğum fakat hemen akabinde millette dilenmeme sebep olmuş konser. bileti aldıktan sonraysa konser başlayana kadar -yaklaşık iki aylık bi süreç- sürekli ya kaza geçirir de gidemezsem, ya tam da o gün annem babam ölür de gidemezsem, ya o zamana kadar roger ölürse ya da ona bişi olursa, biletime bişi olursa diye korkmama sebep olan konser. roger waters sahneye çıkana kadar konserin gerçekleşeceğine inanmakta zorluk çektiğim konser. ve evet, sahneye çıktı, "set the controls for the heart of the sunı çalarken tüylerimi diken diken etti. ne kadar şanslıydım ki ışık kulesinin önündeki demirlerde yer bulup bütün sahneyi, ışık gösterilerini hiç zorlanmadan izleyebilmiştim. konser bittiğinde içimde bitmiş olmasının burukluğu vardı. bir de kesinlikle "hey you"yu çalmalıydı. onun dışında olağanüstü bir konserdi.
insanın en değerli hazinesini öldürmesi. o olmadığı zaman hiç bir şeyimiz olmuyor oysa. yine de memleketim insanının en çok yaptığı eylemdir(!) hiç bir şey yapmaya vakti yoktur bu vakit öldüren insanların. erkekler kahvede kös kös oturmaya, ev hanımları evde televizyonun karşısına geçip o garip programları izlemeye vakit bulur. ama kitap okumaya, bir kursa gitmeye, her hangi kendilerini geliştirecek ya da hayatlarını renklendirecek bir şey yapmaya vakit yoktur nedense. hatta ev hanımları çalışan hanımlardan daha fazla şikayet ediyor vakitsizlikten. çünkü zaman öldürmek insanın ruhunu öldürür ve insan evdeki masa konumuna gelir. işin kötüsü gençler de böyle. insanın en aktif olması gereken dönem olan üniversite dönemini kafelerde barlarda oturup çene çalan, konuşan, konuştuğuyla kalan, eylemsiz kuram insanları. hatta bazen tamamen kuramsız bir genç yığını. bir gaz sıkmışlar sanki memleketimin üstüne, hareket etmek istemiyor insanlar. oturuyorlar, antika gramofanlar gibi garip sesler çıkarıyorlar, ama sadece oturuyorlar. doğuyorlar oturuyorlar, oturarak büyüyorlar, oturarak ölüyorlar, ama daha ölmeden çürüyorlar.
azıcık yaşını başını almış bir kadın, eğer de kendine bakmıyorsa baş örtüsüyle iyice yaşlı gözüküyor. ki ülkemin klasik "teyzeleri" genelde başına örtü bağlayan ve kendine bakmayan tiplerdir. bundan dolayı insanlar ilk bakışta onların yaşlı görünümlerine aldanıp da yer veriyor olabilirler. başı açık ama yaşını başını almış kadınlarsa genellikle kendilerine daha fazla baktıklarından daha genç gözüküyorlar. bu da aldanmalara yok açıyor ve bir çok genç bu aldanmalar yüzünden aslında çok da yaşlı olmayan insanlara yer veriyor.
hayattan bezdiğim karamsar günlerde izlediğimde beni gülümseten, bir süre için küçük şeylerden mutlu olmamı sağlayan -şehrimin merkezinde taş atınca güzel sesini dinleyebileceğim bir nehir olduğunu da bu sayede fark ettim- mükemmel bir filmdir. filmde ne tam anlamıyla bir olay vardır, ne de ana kahramanlar. tek amelie vardır, onun mutlulukları, hüzünleri, aklından geçenler, hayalleri... şiir gibi bir film. izlerken "pariste yaşasan tabii şiir gibi olur hayat" denebilir. bunun işin kolayına kaçmak olduğunu bile bile. bu şairanelik filmin müziklerinden, görüntülerinden mi; şehrin kendisinden mi, yoksa amelienin kendisi mi şiir, pek kestiremesem de dünyaya onun gözleri gibi bir gözden bakabilmek için kendimi düzene kaptırdığımı fark ettiğim an izlediğim bir film.
oblomov, 1984, mülksüzler, nietzche ağladığında...
kullanım amacına göre yapılacak yorum değişebilir. kendini göstermek, çiftleşmek için kullanan çok insan olduğu gibi başka amaçları olan insanlara da hizmet edebilir. iletişimimin koptuğu bir çok eski arkadaşımla tekrar görüşmemi sağlamıştır. ve de fotoğrafını koymadığın ve tanımayan insanların bulaşmamasını özellikle belirttiğin sürece gerçekten de gereksiz mesaj atanlar azalıyor.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?