leonard cohennin çıkarttığı kitap.
kanadalı yazar, şair, söz yazarı ve müzisyen, müzik ve kelime mühendisi, keşiş....
yaş aldıkça daha çok sevdiğim, anladığım, hayatımın seslerinden olanlardan..
yazmıyor, söylemiyor yaşıyor ve yaşatırken mest ediyor.
viski sesli adam diyorum ama oturup rakı da çok güzel içilebilir cohenle bir de sigara dumanlarının karıştığını düşününce allahım sana geliyorum dediğim an olabilir gibi...bi de bana im your man ni söylese, sanırım dünyanın en mutlu kadını olabilirim.
-----------------------------spoiler----------------------------:
öylesine insanım ki çok fazla kabızlık çekiyorum.
her sabah uyandığımda kendimi neden bu kadar kötü hissediyorum?
tekrar biz olduğumuzda hatırlarız bunu, belki de bir daha asla biz olamayız.
kahrolsun genital emperyalizm! bedenin her köşesi boşalabilir.
içimdeki bütün o dünlerle yeni bir şeye nasıl başlayabilirim.
içimde yaşamak istemiyorum.
senin sabahında büyük harflerle başlayan bir yaratığım.
bir insanın doğasındaki en özgün şey genellikle en umutsuz olandır.
her sürüngen kendisi için!
bu dünya eksiktir!
zehirli dikenlerin arasında, bir çiçek gibi yaşıyorsun burada.
senin gözlerinde, beni olmak istediğim gibi tarif eden bir şey vardı.
armağan
bana diyorsun ki sessizlik
huzura daha yakınmış şiirlerden
ama armağan diye sana
tutup sessizliği getirsem
(çünkü bilirim sessizliği)
derdin ki
sessizlik değil
bu gene şiir
ve bana geri verirdin.
-----------------------------spoiler----------------------------
not:görkemli kaybedenler kitabından alıntılardır..
yaş aldıkça daha çok sevdiğim, anladığım, hayatımın seslerinden olanlardan..
yazmıyor, söylemiyor yaşıyor ve yaşatırken mest ediyor.
viski sesli adam diyorum ama oturup rakı da çok güzel içilebilir cohenle bir de sigara dumanlarının karıştığını düşününce allahım sana geliyorum dediğim an olabilir gibi...bi de bana im your man ni söylese, sanırım dünyanın en mutlu kadını olabilirim.
-----------------------------spoiler----------------------------:
öylesine insanım ki çok fazla kabızlık çekiyorum.
her sabah uyandığımda kendimi neden bu kadar kötü hissediyorum?
tekrar biz olduğumuzda hatırlarız bunu, belki de bir daha asla biz olamayız.
kahrolsun genital emperyalizm! bedenin her köşesi boşalabilir.
içimdeki bütün o dünlerle yeni bir şeye nasıl başlayabilirim.
içimde yaşamak istemiyorum.
senin sabahında büyük harflerle başlayan bir yaratığım.
bir insanın doğasındaki en özgün şey genellikle en umutsuz olandır.
her sürüngen kendisi için!
bu dünya eksiktir!
zehirli dikenlerin arasında, bir çiçek gibi yaşıyorsun burada.
senin gözlerinde, beni olmak istediğim gibi tarif eden bir şey vardı.
armağan
bana diyorsun ki sessizlik
huzura daha yakınmış şiirlerden
ama armağan diye sana
tutup sessizliği getirsem
(çünkü bilirim sessizliği)
derdin ki
sessizlik değil
bu gene şiir
ve bana geri verirdin.
-----------------------------spoiler----------------------------
not:görkemli kaybedenler kitabından alıntılardır..
bir zamanlar, aşkın şapşallığını yaşarken ilk akşam yemeğinde hoş anı bırakan aşk içeceği
-şarap içelim mi ?
- olur
garson çağrılır, şarap söylenir..(heyecandan, kırmızı değil de beyaz şarap söyler adam)
şarap içilir..
gece sonunda ben beyaz şarap sevmem aslında der kadın
adam, ben de sevmem, nasıl söylediğimin farkında bile değilim der, tebessüm ederek.
bir daha hiç birlikte beyaz şarap içilmez ama her kırmızı şarap içildiğinde bu anı akla gelir
ve tebessüm ettirir...
aşk varsa kırmızı şarap vardır, şarap nasıl içildikten sonra buruk bir tad bırakırsa,
aşkta bittikten sonra buruk bir tat bırakır yürekte...
-şarap içelim mi ?
- olur
garson çağrılır, şarap söylenir..(heyecandan, kırmızı değil de beyaz şarap söyler adam)
şarap içilir..
gece sonunda ben beyaz şarap sevmem aslında der kadın
adam, ben de sevmem, nasıl söylediğimin farkında bile değilim der, tebessüm ederek.
bir daha hiç birlikte beyaz şarap içilmez ama her kırmızı şarap içildiğinde bu anı akla gelir
ve tebessüm ettirir...
aşk varsa kırmızı şarap vardır, şarap nasıl içildikten sonra buruk bir tad bırakırsa,
aşkta bittikten sonra buruk bir tat bırakır yürekte...
bir filmini bile izlemediğim şahan gökbakarın saçma salak oluşturduğu karakter.
aleviliğin bir mezhep mi yoksa kültür mü olup olmadığı tartışıla dursun esasında kendi içinde bir çok mezhebi vardır;
nusayrilik
caferilik
ismaililik
zeydiyye
bektaşilik
ahilik
bayramilik
nusayrilik
caferilik
ismaililik
zeydiyye
bektaşilik
ahilik
bayramilik
kırmızı rujun en güzel tamamlayıcısı, öyle birden pat diye güzel sürülmez öğreneceksin, sabır gerek, özveri gerek
sürmeyi öğrendikten sonra en güzel bakışı gözlere çeker.
sürmeyi öğrendikten sonra en güzel bakışı gözlere çeker.
yaş aldıkça oluşan durumdur..
sıkılırsın etrafındaki boş kalabalıktan, gereksiz gelir insanlar, kalabalıklar, gürültü hepsi manasız gelir.
birer birer iptal edersin arkadaşlarınla olan randevularını, türlü türlü bahanelere sığınırsın. gürültülü kalabalık yerlere gitmekten hoşlanmazsın daha ağır olsun dersin, daha sakin..
doymuşsundur insanlara kalabalığa, gürültüye...
sakinliği, dinginliği kendinle kalmayı istersin hep, yalnızlık sığınağın olur. huzur bulursun kendi yalnızlığında eskiden tek başına kahve bile içmeye gidemezken şimdi sadece kendine kahve ısmarlamak istersin, yanında bir kitap, bir de müzik varsa aslında en güzel kalabalık kendi içindeki kalabalık olur.
işin garibi bundan sonsuz keyif alırsın, seversin içindeki yalnızlığı, kendini daha çok seversin, kendini keşfedersin, zevk aldığın şeyler öğrenirsin mutlu olursun kendinle, insanın kendiyle vakit geçirmesi bir bebekle vakit geçirmesi gibidir, her anında yeni bir şey görürsün, bi bakış bir gülümseme gibi yeni keşiflerin olur kendinle.
kalabalık demek sorun demek, huzursuzluk demek, kıskançlık demek, her kafadan bir ses çıkması demek..
eskidenmiş kalabalıklar içindeki mutluluk; insanlar içindeki mutsuzluğu kalabalıklarda dışa vuruyor, aile ile toplanırsın mutlaka bir sorun tartışılır, arkadaşlarla toplanırsın mutlaka sevgili ya da evli çiftin tartışması olur. kız arkadaşlarla bir arada olursun manasız kıskançlıklar olur..
kalabalıkların içindeki mutlu olma zamanı kesinlikle çok daha az ya da benim gözlemim böyle.
tabii bu demek değildir kendinizi dış dünyadan tamamen soyutlayın, yalnız kalın diye.. ama insanın kendiyle yalnız kaldığı zaman dilimleri olmalı mutlaka.
-----------------------------spoiler----------------------------:
kendinizi , yalnızlığınız da bulacaksınız.
hayatta en önemli şey insanın kendi yalnızlığı ile barışmasıdır.
yalnızlık...
eğer kendi seçiminiz ise hayatınızı mükemmelleştirebilecek bir duygu...
mutluluğun en saf hali...
ve , en huzurlu durum...
"bazıları yalnızlığı sevmez. çünkü kendisi , tanıdığı en can sıkıcı insandır."-----------------------------spoiler----------------------------
sıkılırsın etrafındaki boş kalabalıktan, gereksiz gelir insanlar, kalabalıklar, gürültü hepsi manasız gelir.
birer birer iptal edersin arkadaşlarınla olan randevularını, türlü türlü bahanelere sığınırsın. gürültülü kalabalık yerlere gitmekten hoşlanmazsın daha ağır olsun dersin, daha sakin..
doymuşsundur insanlara kalabalığa, gürültüye...
sakinliği, dinginliği kendinle kalmayı istersin hep, yalnızlık sığınağın olur. huzur bulursun kendi yalnızlığında eskiden tek başına kahve bile içmeye gidemezken şimdi sadece kendine kahve ısmarlamak istersin, yanında bir kitap, bir de müzik varsa aslında en güzel kalabalık kendi içindeki kalabalık olur.
işin garibi bundan sonsuz keyif alırsın, seversin içindeki yalnızlığı, kendini daha çok seversin, kendini keşfedersin, zevk aldığın şeyler öğrenirsin mutlu olursun kendinle, insanın kendiyle vakit geçirmesi bir bebekle vakit geçirmesi gibidir, her anında yeni bir şey görürsün, bi bakış bir gülümseme gibi yeni keşiflerin olur kendinle.
kalabalık demek sorun demek, huzursuzluk demek, kıskançlık demek, her kafadan bir ses çıkması demek..
eskidenmiş kalabalıklar içindeki mutluluk; insanlar içindeki mutsuzluğu kalabalıklarda dışa vuruyor, aile ile toplanırsın mutlaka bir sorun tartışılır, arkadaşlarla toplanırsın mutlaka sevgili ya da evli çiftin tartışması olur. kız arkadaşlarla bir arada olursun manasız kıskançlıklar olur..
kalabalıkların içindeki mutlu olma zamanı kesinlikle çok daha az ya da benim gözlemim böyle.
tabii bu demek değildir kendinizi dış dünyadan tamamen soyutlayın, yalnız kalın diye.. ama insanın kendiyle yalnız kaldığı zaman dilimleri olmalı mutlaka.
-----------------------------spoiler----------------------------:
kendinizi , yalnızlığınız da bulacaksınız.
hayatta en önemli şey insanın kendi yalnızlığı ile barışmasıdır.
yalnızlık...
eğer kendi seçiminiz ise hayatınızı mükemmelleştirebilecek bir duygu...
mutluluğun en saf hali...
ve , en huzurlu durum...
"bazıları yalnızlığı sevmez. çünkü kendisi , tanıdığı en can sıkıcı insandır."-----------------------------spoiler----------------------------
auguste rodinnin bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde düşünen adam heykeli.
nusret cephesi lideri
el kaide’ye bağlı ırak islam devleti örgütü lideri ebu bekir el bağdadi’nin, kendilerine bağlı olduğunu ve bundan sonra ırak ve şam islam devleti adı altında devam edeceklerini söylediği örgüt. nusret cephesi lideri ebu muhammed fatih el culani’yi ırak’tan suriye’ye kendilerinin gönderdiğini ve nusret cephesinin ırak islam devleti’nin suriye uzantısı olduğunu iddia etti
katliamlara doymayan canilerin, yeni vahşeti.
nusret cephesi
http://haber.mynet.com/dunya/suriyede-buyuk-vahset-770421-1
nusret cephesi
http://haber.mynet.com/dunya/suriyede-buyuk-vahset-770421-1
içimizdeki raif efendi ve maria puder’i bize gösteren gerçekleri yüzümüze tokat gibi vuran kitap.
sabahattin ali sadece kelimelerle usta bir virtüözün notalarla oynadığı gibi oynamakla kalmamış, insan psikolojisini de incelikle çözmüş olduğunu kanıtlamış. sonuçta da ortaya iç sızlatan bir aşk hikayesi çıkmış. keşke daha uzun yaşasaydı da daha fazla kitabını okuyabilseydik.
-----------------------------spoiler----------------------------:
"kendimi bildim bileli, bütün günlerimi, haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden diğer insanlardan kaçmıştım." (s. 62)
"bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu. biz ancak o zaman sahiden yaşamaya- ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu." (s. 87)
"başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız vardır." (s. 93)
-----------------------------spoiler----------------------------
sabahattin ali sadece kelimelerle usta bir virtüözün notalarla oynadığı gibi oynamakla kalmamış, insan psikolojisini de incelikle çözmüş olduğunu kanıtlamış. sonuçta da ortaya iç sızlatan bir aşk hikayesi çıkmış. keşke daha uzun yaşasaydı da daha fazla kitabını okuyabilseydik.
-----------------------------spoiler----------------------------:
"kendimi bildim bileli, bütün günlerimi, haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden diğer insanlardan kaçmıştım." (s. 62)
"bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu. biz ancak o zaman sahiden yaşamaya- ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu." (s. 87)
"başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız vardır." (s. 93)
-----------------------------spoiler----------------------------
doğduğum, büyüdüğüm, doyduğum, yaş aldığım şehrim...
şehr_i istanbul...
burası öyle bir yer ki nefret ederken tutkulu bir aşk ile bağlı olursunuz.. içinde yaşarken sürekli küfür edip,
nefret cümleleri kurarsınız, gitmek istersiniz..gittiğinizde de geri dönme hayalleri kurarsınız..
bir şehirden nefret ediyorsanız aslında suç şehirde değil içinde yaşayan insanlardadır...
kız kulesi, boğazlar, kadikoy, beyoğlu, beşiktaş masumdur...
türkiyede bir çok şehir gezdim doğu-batı-kuzey-güney, başka bir şehirde de üniversiteye gittim, yaşadım
sanki bu ülkede diğer şehirler uyuyor,
bir tek istanbul çalışıyor bütün yük istanbulun omuzlarındaymış gibi, bir tek yaşayan, hakaret eden koşan, koşuşturan istanbul gibi..
günün her saati kalabalık ve bir yerlere gitmeye çalışan, telaşlı insanlar görürsünüz...
otobüs durakları, vapurlar, metrolar, sokaklar, her yer kalabalıktır içinde insan sirkülasyonu hiç bitmez
belki normal olan hayatı koşuşturmadan, sakince yaşamaktır ama aksine alışık olmadığımız için garip geliyor sakin şehirler...
üst geçitleri koşarak çıkarım, metroda yürüyen merdivenlerde beklemek istemem, ya otobüse yetişmem gerektir, yada servise
en son izmirde arkadaşım, üst geçitten koşarak çıktığım zaman şaşkınla niye koşuyorsun ki, burada insanlar rahattır koşuşturmaz demişti...
işte o zaman fark ettim biz istanbulda yaşamıyoruz, koşuşturuyoruz
belki de durup sakince tadını çıkarmak gerek, etrafta insanlar koşarken ağır ağır yürümek deniz kenarına doğru, sonra oturup çay ve simit keyfi yapmak gerek ...
her şeye rağmen seviyorum bu şehri,
ayrı renklerin birleştiği gökkuşağı misali içine alıyor insanı
tıpkı babazulanın istanbul çocukları şarkısında anlattığı gibi...
arnavutlar, asyalılar, lazlar, romanlar, cenevizliler, aleviler
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
kiminin ayakkabısı yok, kiminde altın bilezik var
bir tanesi mendil satar, diğeri gökyüzüne bakar
kimi yaşar sırça konakta, kimi kalır ancak sokakta
bazısı bali tiner çeker, kimisi yalnız çikolata yer
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
bektaşiler, avrupalılar, yezidiler, ermeniler, ortodokslar, sünniler, japonlar
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
analar, babalar, akrabalar hepiniz kendinize gelin
tevenizi bir sefer de başka gözle seyredin
her yerde hep kan ve hırs silah şiddet vahşet var
hep birilerini öldürüyor bilgisayarda çocuklar
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
afrikalılar, museviler, kürtler, bizanslılar, çerkesler, bulgarlar, müslümanlar, ingilizler, anadolular, rumlar
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
şehr_i istanbul...
burası öyle bir yer ki nefret ederken tutkulu bir aşk ile bağlı olursunuz.. içinde yaşarken sürekli küfür edip,
nefret cümleleri kurarsınız, gitmek istersiniz..gittiğinizde de geri dönme hayalleri kurarsınız..
bir şehirden nefret ediyorsanız aslında suç şehirde değil içinde yaşayan insanlardadır...
kız kulesi, boğazlar, kadikoy, beyoğlu, beşiktaş masumdur...
türkiyede bir çok şehir gezdim doğu-batı-kuzey-güney, başka bir şehirde de üniversiteye gittim, yaşadım
sanki bu ülkede diğer şehirler uyuyor,
bir tek istanbul çalışıyor bütün yük istanbulun omuzlarındaymış gibi, bir tek yaşayan, hakaret eden koşan, koşuşturan istanbul gibi..
günün her saati kalabalık ve bir yerlere gitmeye çalışan, telaşlı insanlar görürsünüz...
otobüs durakları, vapurlar, metrolar, sokaklar, her yer kalabalıktır içinde insan sirkülasyonu hiç bitmez
belki normal olan hayatı koşuşturmadan, sakince yaşamaktır ama aksine alışık olmadığımız için garip geliyor sakin şehirler...
üst geçitleri koşarak çıkarım, metroda yürüyen merdivenlerde beklemek istemem, ya otobüse yetişmem gerektir, yada servise
en son izmirde arkadaşım, üst geçitten koşarak çıktığım zaman şaşkınla niye koşuyorsun ki, burada insanlar rahattır koşuşturmaz demişti...
işte o zaman fark ettim biz istanbulda yaşamıyoruz, koşuşturuyoruz
belki de durup sakince tadını çıkarmak gerek, etrafta insanlar koşarken ağır ağır yürümek deniz kenarına doğru, sonra oturup çay ve simit keyfi yapmak gerek ...
her şeye rağmen seviyorum bu şehri,
ayrı renklerin birleştiği gökkuşağı misali içine alıyor insanı
tıpkı babazulanın istanbul çocukları şarkısında anlattığı gibi...
arnavutlar, asyalılar, lazlar, romanlar, cenevizliler, aleviler
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
kiminin ayakkabısı yok, kiminde altın bilezik var
bir tanesi mendil satar, diğeri gökyüzüne bakar
kimi yaşar sırça konakta, kimi kalır ancak sokakta
bazısı bali tiner çeker, kimisi yalnız çikolata yer
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
bektaşiler, avrupalılar, yezidiler, ermeniler, ortodokslar, sünniler, japonlar
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
analar, babalar, akrabalar hepiniz kendinize gelin
tevenizi bir sefer de başka gözle seyredin
her yerde hep kan ve hırs silah şiddet vahşet var
hep birilerini öldürüyor bilgisayarda çocuklar
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
afrikalılar, museviler, kürtler, bizanslılar, çerkesler, bulgarlar, müslümanlar, ingilizler, anadolular, rumlar
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
belki de sinema tarihinin en çılgın ve tutku dolu ask filmlerinden biri...sevgili ile izlenilirse tadına doyamayabilirsiniz... pulp fiction tadını aldım biraz da
bu filmde hem ask var, hem aksiyon, hem dram, hem komedi, kısacası, takdir edilesi bir film. senaryonun, tarantinoya ait olduğunu tabi ki unutmayalım, bazı noktalar biraz uçuk ve absürt ama çok da güzel oturtulmuş sahneler...
garip başlayan bir ilişki. tek gecelik olarak başladı ama zamanla çılgın ve macera dolu bir yolculuğa dönüştü. peşlerinde acımasız takipçiler, patlayan silahlar, polisler gerçekten müthişti. romantizm ve suçun birbiriyle karışımı. ve şu hızlı yaşa genç öl felsefesi.
elvis presley hayranlığı bence bunlar filmin ne kadar sürükleyici olduğunu açıklamaya yeterli.
filmde çok özgün sahneler var bütünüyle özgün olmasa da birkaç sahnesiyle bu tarz diğer filmlerden farklı bir yapım olmuş.
quentin tarantino filmlerini boşuna beğenmiyoruzu kanıtlayacak tarzda..
diyaloglar da gayet samimi bu da quentin tarantino farkından olsa gerek.
ayrıca samuel l. jackson ben senin bakışına ölem..
not: sondan başa doğru tarantino filmleri izleyen benim, neden bunu sona bıraktım diye hayıflandığım da bir gerçek...
bu filmde hem ask var, hem aksiyon, hem dram, hem komedi, kısacası, takdir edilesi bir film. senaryonun, tarantinoya ait olduğunu tabi ki unutmayalım, bazı noktalar biraz uçuk ve absürt ama çok da güzel oturtulmuş sahneler...
garip başlayan bir ilişki. tek gecelik olarak başladı ama zamanla çılgın ve macera dolu bir yolculuğa dönüştü. peşlerinde acımasız takipçiler, patlayan silahlar, polisler gerçekten müthişti. romantizm ve suçun birbiriyle karışımı. ve şu hızlı yaşa genç öl felsefesi.
elvis presley hayranlığı bence bunlar filmin ne kadar sürükleyici olduğunu açıklamaya yeterli.
filmde çok özgün sahneler var bütünüyle özgün olmasa da birkaç sahnesiyle bu tarz diğer filmlerden farklı bir yapım olmuş.
quentin tarantino filmlerini boşuna beğenmiyoruzu kanıtlayacak tarzda..
diyaloglar da gayet samimi bu da quentin tarantino farkından olsa gerek.
ayrıca samuel l. jackson ben senin bakışına ölem..
not: sondan başa doğru tarantino filmleri izleyen benim, neden bunu sona bıraktım diye hayıflandığım da bir gerçek...
iş hayatına başlar başlamaz zorluklarla başa çıkmasını öğrenemesi gereken kadın..
genelde erkek çalışma arkadaşlarına oranla, 2 kat daha çok çalışıp 1 kat daha az maaş alır.
ve evet özellikle erkek egemen şirketlerde bu zorluklar katmerlenir,
misal hem erkek egemen, hem de zaman zaman şantiye ortamlarında çalışıyorsa hep tetikte olmalıdır..
şantiye ortamında kadın olduğunu unutması gerekir, plazada kadın formatına uyması gerekir... her daim bakımlı, saçlar fönlü, makyajlı ve yüksek topuklu ayakkabılar kostümüdür.
yöneticisi kadın ise; yükselme şansı çok azdır, yaptığı işlerin taktir edilme olanağı yoktur zira kadın yöneticinin yakışıklı prensleri,göz bebekleri vardır hep.. aynı işi yapsanız bile onlar hep bir adım öndedir sizden.
yöneticisi erkek ise; yine şansızdır aciz görür eksik etek görür özellikle teknik işler yapıyorsanız hep yetersizsinizdir... hak ettiğiniz kadroyu ve maaşı isteyince çözüm olarak evlen bu hayatta tek başına geçinmek çok zor elifielife diye beyinsiz açıklamalar yapar..
genelde erkek çalışma arkadaşlarına oranla, 2 kat daha çok çalışıp 1 kat daha az maaş alır.
ve evet özellikle erkek egemen şirketlerde bu zorluklar katmerlenir,
misal hem erkek egemen, hem de zaman zaman şantiye ortamlarında çalışıyorsa hep tetikte olmalıdır..
şantiye ortamında kadın olduğunu unutması gerekir, plazada kadın formatına uyması gerekir... her daim bakımlı, saçlar fönlü, makyajlı ve yüksek topuklu ayakkabılar kostümüdür.
yöneticisi kadın ise; yükselme şansı çok azdır, yaptığı işlerin taktir edilme olanağı yoktur zira kadın yöneticinin yakışıklı prensleri,göz bebekleri vardır hep.. aynı işi yapsanız bile onlar hep bir adım öndedir sizden.
yöneticisi erkek ise; yine şansızdır aciz görür eksik etek görür özellikle teknik işler yapıyorsanız hep yetersizsinizdir... hak ettiğiniz kadroyu ve maaşı isteyince çözüm olarak evlen bu hayatta tek başına geçinmek çok zor elifielife diye beyinsiz açıklamalar yapar..
zaman zaman istanbulun stresinden kaçmak için yaptığım aktivite.
güzel anılar biriktirir insan söyleki ;
10 km ilk orta sert bir rotada yürüdük;
yolculugumuza ağva akçakoca köyünde başladık.. köye girer girmez bizi karşılayan 5 köpek karınlarını doyurduğumuz için peşimizi bırakmadı*,kaya tırmandık, topraktan kaydık, dikenlerin içinde yürüdük dağ, bayır demeden yağmur içinde 5 köpek bize eşlik etti..
kâh zorlandılar kayalardan çıkamadılar kucağımıza aldık, kâh yoruldular ağladılar onları bekledik
başka köylerlerden geçtiğimizde diğer köylerin köpeklerine saygı duydular ses etmeden *peşimizden geldiler, uzun ve zorlu yolu bizimle 7 saat yürüyerek eşlik ettiler..
daha önce bir çok kez doğa yürüyüşlerine gitmiştim, ama bugün ki başkaydı
sadakati, güveni bize öyle güzel gösterdi ki bu hayvalar, sonsuz saygı duyduk onlara..
doğa yürüşleri, doğa ve hayvanlarla olan aranızdaki uçurumu kapatır, siz hayvanlaşırsınız onlar insanlaşır, dağ keçisi gibi çıkarsınız zorlu yamaçları.. kuşlar, böcekler, köpekler yoldaşınız olur. ağaçlar tutunacak dalınız, gölgeniz ve koruyucunuz olur...
günün sonunda yorulmuş bir beden ama dinlenmiş bir zihinle evin yolunu tutarsınız.
eğer kafanızın içindekileri boşaltmak, taze bir zihinle haftaya başlamak istiyorsanız bu aktivite tam size göre...
güzel anılar biriktirir insan söyleki ;
10 km ilk orta sert bir rotada yürüdük;
yolculugumuza ağva akçakoca köyünde başladık.. köye girer girmez bizi karşılayan 5 köpek karınlarını doyurduğumuz için peşimizi bırakmadı*,kaya tırmandık, topraktan kaydık, dikenlerin içinde yürüdük dağ, bayır demeden yağmur içinde 5 köpek bize eşlik etti..
kâh zorlandılar kayalardan çıkamadılar kucağımıza aldık, kâh yoruldular ağladılar onları bekledik
başka köylerlerden geçtiğimizde diğer köylerin köpeklerine saygı duydular ses etmeden *peşimizden geldiler, uzun ve zorlu yolu bizimle 7 saat yürüyerek eşlik ettiler..
daha önce bir çok kez doğa yürüyüşlerine gitmiştim, ama bugün ki başkaydı
sadakati, güveni bize öyle güzel gösterdi ki bu hayvalar, sonsuz saygı duyduk onlara..
doğa yürüşleri, doğa ve hayvanlarla olan aranızdaki uçurumu kapatır, siz hayvanlaşırsınız onlar insanlaşır, dağ keçisi gibi çıkarsınız zorlu yamaçları.. kuşlar, böcekler, köpekler yoldaşınız olur. ağaçlar tutunacak dalınız, gölgeniz ve koruyucunuz olur...
günün sonunda yorulmuş bir beden ama dinlenmiş bir zihinle evin yolunu tutarsınız.
eğer kafanızın içindekileri boşaltmak, taze bir zihinle haftaya başlamak istiyorsanız bu aktivite tam size göre...
ishal yaptığı gözlemlenen meyve çeşidi.
şöyle ki;
dolaptan buz gibi kavunları yiyorsunuz serin serin, ardından bir bardak su içiyorsunuz. ertesi gün tuvaletle aranızda ayrılmaz bir bağ oluşuyor.
şöyle ki;
dolaptan buz gibi kavunları yiyorsunuz serin serin, ardından bir bardak su içiyorsunuz. ertesi gün tuvaletle aranızda ayrılmaz bir bağ oluşuyor.
yatakta, evde, okulda, ofiste, sokakta, mutfakta her yerde farklı olan kadındır..
yani işin özün tek kişilik haremdir...
yani işin özün tek kişilik haremdir...
kolumun kanadımın kırıldığı katliam...
koray kaya 12 yaşında oteldeki en küçük semah dönendi, aynı yaştaydık..
ben televizyon karşısında 12 yaşımda, 12 yaşında olan koray kayanın yakılmasını izledim.
ben büyüdüm koca kadın oldum, koray çocuk kaldı hep 12 yaşında olan gözlerinin ışığı sönmeyen çocuk..
gözlerimin önünden gitmeyen 10 saat, evde ağlıyorduk çünkü çaresizdik sadece ağlamak geliyordu elimizden çaresizce..
annem aman kızım okulda, dışarda alevi olduğunu söyleme diye tembihlerdi, ben anlamazdım...
neden derdim ?
günah mıydı alevi olmak ?
neden saklamak zorundayım
biz kötü insanlar değildik ki ?
türkü dinleyip, semaha dururduk bu neden kötü olsun ki derdim..
2 temmuzda anladım !
konuşmadan, soru sormadan, görerek anladım..
uzun sakallı, garip giyinen koca adamların tekbir sesleri eşliğinde aydınları yakmasını izleyerek anladım..
hayatımda ilk kez o gün duydum tekbir çekilmesini..
tekbiiiiiiiir allahu ekber !!! diye diye ağızlarından salyalar akıtan canavarları görerek anladım,
beynime kazındı o sesler
şimdi; her tekbir duyduğumda korkarım, irkilirim..
yakacaklar bizi yine derim...
ve yine o zaman anladım siyaset, politika denilen şeyin ikiyüzlülüğünü
vicdansızlığı, güçlünün yanında olduğunu, bizim yok sayıldığımızı..
3 maymuna dönen medyayı o zaman gördüm..
20 yıl önce bugün ben, 20 yaş büyüdüm bir günde..
şimdi sorarım size ;
bir çocuk semah döndüğü için yakıldı, hangi vicdan bunu kaldırır ?
hangi vicdan diri diri yakılan çocuğun katilinin zamanını aşındırır, söyleyin bana ?
niye yaktınız, barışa semah dönenleri neden yaktınız ?
bin yıl geçse de unutmayacağım, unutturmayacağım !!!
koray kaya 12 yaşında oteldeki en küçük semah dönendi, aynı yaştaydık..
ben televizyon karşısında 12 yaşımda, 12 yaşında olan koray kayanın yakılmasını izledim.
ben büyüdüm koca kadın oldum, koray çocuk kaldı hep 12 yaşında olan gözlerinin ışığı sönmeyen çocuk..
gözlerimin önünden gitmeyen 10 saat, evde ağlıyorduk çünkü çaresizdik sadece ağlamak geliyordu elimizden çaresizce..
annem aman kızım okulda, dışarda alevi olduğunu söyleme diye tembihlerdi, ben anlamazdım...
neden derdim ?
günah mıydı alevi olmak ?
neden saklamak zorundayım
biz kötü insanlar değildik ki ?
türkü dinleyip, semaha dururduk bu neden kötü olsun ki derdim..
2 temmuzda anladım !
konuşmadan, soru sormadan, görerek anladım..
uzun sakallı, garip giyinen koca adamların tekbir sesleri eşliğinde aydınları yakmasını izleyerek anladım..
hayatımda ilk kez o gün duydum tekbir çekilmesini..
tekbiiiiiiiir allahu ekber !!! diye diye ağızlarından salyalar akıtan canavarları görerek anladım,
beynime kazındı o sesler
şimdi; her tekbir duyduğumda korkarım, irkilirim..
yakacaklar bizi yine derim...
ve yine o zaman anladım siyaset, politika denilen şeyin ikiyüzlülüğünü
vicdansızlığı, güçlünün yanında olduğunu, bizim yok sayıldığımızı..
3 maymuna dönen medyayı o zaman gördüm..
20 yıl önce bugün ben, 20 yaş büyüdüm bir günde..
şimdi sorarım size ;
bir çocuk semah döndüğü için yakıldı, hangi vicdan bunu kaldırır ?
hangi vicdan diri diri yakılan çocuğun katilinin zamanını aşındırır, söyleyin bana ?
niye yaktınız, barışa semah dönenleri neden yaktınız ?
bin yıl geçse de unutmayacağım, unutturmayacağım !!!
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?