gelmis, gecmis, gelecek olan en iyi muzik toplulugu. 20 yil sonra biraraya geldikleri live 8 konserlerinden sonra album satislari yuzde 300 gibi astronomik bir rakamda artmistir.onlar gibi bir muzik grubu gelemez bir daha.iste bu yuzden "pink floyd"" onlar.
pink floyd
gelmis gecmis en buyuk rock grubu.live8 te biraraya gelerek hepimizin gozlerini yasartmislardir tekrar.bu muzigi yapanlar insan olamaz diye de sik sik dusunmeme neden olmus bi gruptur.
bir rivayete gore david gilmour, pink floydun veliahti olarak anathemayi gostermis.
ayrica dark side of the moon sarkisi turkiye’dede buyuk yanki uyandirmis.
kafa sakinlestiren,alip baska yerlere goturen grup,suyun icinde kabarciklari izleme hissi veriyor onlari dinlemek.
david gilmour’in oludugu donemde en guzel parcalari comfortably numb, syd barret donemin de ise echoes’tur. comfortably numb’ın son solosu ise takdire sayandir.
can dündar´dan syd barrett üzerinden pink floyd hakkında bir yazı:
o hüzünlü gitar soloyu ilk duyduğumda 15’imde olmalıyım.
gitarın açtığı yoldan bir bateri atak yapıyor, sonra bir çığlık, ağır melodik motiflerle ilerleyen parçayı yırtarcasına yükseliyordu:
"hatırlıyor musun, gençliğinde güneş gibi parıldardın/
şimdi semada kara deliklere benziyor bakışların/
patlat kendini çılgın elmas / haydi gel ve parılda!.."
kimbilir kaç uykusuz gecenin ortağıydı, kapağında yanarak el sıkışan adam olan bu albüm; kaç ayrılık kabusunun, kaç kavuşma hasretinin yoldaşıydı.
"şimdi aynı akvaryumda yüzen iki yitik ruhsuz yalnızca/
yıllar yılı aynı eski toprakları aşındırarak ne bulduk ki?
aynı eski korkulardan başka... / burada olsaydın keşke..."
* * *
şarkıya ilham veren adamın gerçek öyküsünü nice sonra öğrendim. (pink floyd, stüdyo imge, 1996)
adı; syd barret’ti.
cambridge lisesi’nden arkadaşı roger waters’la okul çıkışı, burs paralarını barlarda harcar, geceleri motor yarıştırır, sonra uyuşturucu ve seks için eve kapanırlardı.
o yıllarda bir yandan gitar çalmayı öğreniyor, bir yandan da rolling stones dinleyip, ilerde kuracakları grubu hayal ediyorlardı.
20 yaşına gelince hayalleri gerçek oldu.
syd gitar, roger bas çalıyor, aynı liseden rick wright klavyede, nick mason davulda oturuyordu.
gruba isim ararken syd, hayran olduğu iki cazcının, pink anderson’la flyod council’in adlarını birleştirmişti.
pink floyd böyle doğdu.
* * *
ilk albümde tüm sözleri syd barrett yazmıştı. yan yana düşen çılgın sözcüklerden şaşırtıcı mısralar oluşturan inanılmaz sözlerdi bunlar...
syd bir dahiydi; ama fazla "uçmaya" başlamıştı. güne, kahvesine acid atarak başlıyor, günde 3 - 4 kez tribe giriyordu.
cromwell yolunda harabe bir evde, pink ve floyd adında, kendisi gibi acid düşkünü iki kedi ve bir sürü insanla birlikte yaşıyordu.
1967’de çevresine bir "duvar" ördü ve hepten içine kapandı.
katıldıkları tv programlarında boş bakışlarla oturuyor, konserlerde saatlerce aynı akorları basıyordu.
sonunda 1968’de, adını verdiği ve ilk albümünün bütün sözlerini yazdığı gruptan kovuldu.
pink floyd, "çılgın dahi"sini kaybetmişti.
* * *
annesi syd’i bir sanatoryuma yatırdı. 8 yıl orada kaldı. bütün gün televizyon karşısında oturup şişmanlıyordu.
o, hayattan koparken, pink floyd şöhrete kavuştu. dark side of the moon’la hepten patlamışlardı.
1975’te yeni bir albüm için abbey road stüdyosuna girdiklerinde tuhaf bir şey oldu. hep önce müziği yapıp, sonra üzerine söz yazdıkları halde bu kez david’in hüzünlü gitar solosunu duyan roger, syd için bir şarkı yazmak istedi "keşke burada olsaydın" döküldü dilinden...
sonrasını rick wright anlatıyor:
"stüdyoya geldiğimde kanepede şişman, iri yarı, kel bir adam oturuyordu. miksaj masasında çalışmaya başladık. roger’e adamın kim olduğunu sordum, bilmediğini söyledi. 45 dakika sonra aniden bu adamın syd barrett olduğunu fark ettim. yıllardır onu görmemiştik ve tam kendisi için yazılan bir parçanın vokallerini kaydederken çıkagelmişti. dişlerini fırçalayıp yanımıza geldi:
’- peki ben gitar kayıtlarını ne zaman yapıyorum?’ diye sordu.
’- üzgünüz syd, gitar kayıtları yapıldı’ dedik."
roger waters ise o günü şöyle hatırlıyor:
"karşımda iri, şişman, delirmiş bir adam vardı. üstelik tam ’keşke burada olsaydın’ı kaydederken gelmişti. gözyaşlarımı tutamadım. syd tutkulu insanların yok oluşunun en uç noktasını simgeler. modern hayatın hüznüyle ancak böyle baş edebiliyordu".
* * *
geçen ay pink floyd, 35. yıldönümünü "echoes" (yankılar) adlı bir albümle kutladı. 26 eski şarkının yer aldığı albümü alıp cd - çalarıma koyduğumda, 15 yaşında başucumdan eksik etmediğim albümün kapağındaki "tokalaşırken yanan adam" geldi gözümün önüne...
buruk gitar soloylo başlayan parçayı seçtim ve onun hüzünlü tellerine tutunup çeyrek asır öncesine geçtim:
"hatırlar mısın, gençliğinde güneş gibi parıldardın /
şimdi semada kara delikler gibi bakışların... (..)
keşke burada olsaydın...
o hüzünlü gitar soloyu ilk duyduğumda 15’imde olmalıyım.
gitarın açtığı yoldan bir bateri atak yapıyor, sonra bir çığlık, ağır melodik motiflerle ilerleyen parçayı yırtarcasına yükseliyordu:
"hatırlıyor musun, gençliğinde güneş gibi parıldardın/
şimdi semada kara deliklere benziyor bakışların/
patlat kendini çılgın elmas / haydi gel ve parılda!.."
kimbilir kaç uykusuz gecenin ortağıydı, kapağında yanarak el sıkışan adam olan bu albüm; kaç ayrılık kabusunun, kaç kavuşma hasretinin yoldaşıydı.
"şimdi aynı akvaryumda yüzen iki yitik ruhsuz yalnızca/
yıllar yılı aynı eski toprakları aşındırarak ne bulduk ki?
aynı eski korkulardan başka... / burada olsaydın keşke..."
* * *
şarkıya ilham veren adamın gerçek öyküsünü nice sonra öğrendim. (pink floyd, stüdyo imge, 1996)
adı; syd barret’ti.
cambridge lisesi’nden arkadaşı roger waters’la okul çıkışı, burs paralarını barlarda harcar, geceleri motor yarıştırır, sonra uyuşturucu ve seks için eve kapanırlardı.
o yıllarda bir yandan gitar çalmayı öğreniyor, bir yandan da rolling stones dinleyip, ilerde kuracakları grubu hayal ediyorlardı.
20 yaşına gelince hayalleri gerçek oldu.
syd gitar, roger bas çalıyor, aynı liseden rick wright klavyede, nick mason davulda oturuyordu.
gruba isim ararken syd, hayran olduğu iki cazcının, pink anderson’la flyod council’in adlarını birleştirmişti.
pink floyd böyle doğdu.
* * *
ilk albümde tüm sözleri syd barrett yazmıştı. yan yana düşen çılgın sözcüklerden şaşırtıcı mısralar oluşturan inanılmaz sözlerdi bunlar...
syd bir dahiydi; ama fazla "uçmaya" başlamıştı. güne, kahvesine acid atarak başlıyor, günde 3 - 4 kez tribe giriyordu.
cromwell yolunda harabe bir evde, pink ve floyd adında, kendisi gibi acid düşkünü iki kedi ve bir sürü insanla birlikte yaşıyordu.
1967’de çevresine bir "duvar" ördü ve hepten içine kapandı.
katıldıkları tv programlarında boş bakışlarla oturuyor, konserlerde saatlerce aynı akorları basıyordu.
sonunda 1968’de, adını verdiği ve ilk albümünün bütün sözlerini yazdığı gruptan kovuldu.
pink floyd, "çılgın dahi"sini kaybetmişti.
* * *
annesi syd’i bir sanatoryuma yatırdı. 8 yıl orada kaldı. bütün gün televizyon karşısında oturup şişmanlıyordu.
o, hayattan koparken, pink floyd şöhrete kavuştu. dark side of the moon’la hepten patlamışlardı.
1975’te yeni bir albüm için abbey road stüdyosuna girdiklerinde tuhaf bir şey oldu. hep önce müziği yapıp, sonra üzerine söz yazdıkları halde bu kez david’in hüzünlü gitar solosunu duyan roger, syd için bir şarkı yazmak istedi "keşke burada olsaydın" döküldü dilinden...
sonrasını rick wright anlatıyor:
"stüdyoya geldiğimde kanepede şişman, iri yarı, kel bir adam oturuyordu. miksaj masasında çalışmaya başladık. roger’e adamın kim olduğunu sordum, bilmediğini söyledi. 45 dakika sonra aniden bu adamın syd barrett olduğunu fark ettim. yıllardır onu görmemiştik ve tam kendisi için yazılan bir parçanın vokallerini kaydederken çıkagelmişti. dişlerini fırçalayıp yanımıza geldi:
’- peki ben gitar kayıtlarını ne zaman yapıyorum?’ diye sordu.
’- üzgünüz syd, gitar kayıtları yapıldı’ dedik."
roger waters ise o günü şöyle hatırlıyor:
"karşımda iri, şişman, delirmiş bir adam vardı. üstelik tam ’keşke burada olsaydın’ı kaydederken gelmişti. gözyaşlarımı tutamadım. syd tutkulu insanların yok oluşunun en uç noktasını simgeler. modern hayatın hüznüyle ancak böyle baş edebiliyordu".
* * *
geçen ay pink floyd, 35. yıldönümünü "echoes" (yankılar) adlı bir albümle kutladı. 26 eski şarkının yer aldığı albümü alıp cd - çalarıma koyduğumda, 15 yaşında başucumdan eksik etmediğim albümün kapağındaki "tokalaşırken yanan adam" geldi gözümün önüne...
buruk gitar soloylo başlayan parçayı seçtim ve onun hüzünlü tellerine tutunup çeyrek asır öncesine geçtim:
"hatırlar mısın, gençliğinde güneş gibi parıldardın /
şimdi semada kara delikler gibi bakışların... (..)
keşke burada olsaydın...
(bkz: pinkfloydturk)
sabah gazetesinden mehmet tez´in yazısı.
pink floyd tarihin en büyük grubudur
i podçulara bir haberim var. muhtemelen daha uzun yıllar radiohead şarkılarını i podlarında dinleyemeyecekler. nedenini solist thom yorke şöyle açıklıyor: "biz albümlerimizi bir bütün olarak dinlensin diye yaptık. içindeki şarkılar 99 cente tek tek satılsın diye değil." işte karakter budur. haberi qda okuyunca büyük grup olmakla ilgili fikirlerim netleşti.
waters istanbulda
büyük grup demişken pink floyd sevgim şu sıra yeniden yeşeriyor. sebebi, roger watersın 20 haziran istanbul konseri ve david gilmourun yeni çıkan albümü on an island. şimdi sıkı durun bir haber daha veriyorum. gilmour nisan ayında grubun klavyecisi rick wright ile turneye çıkıyor. roger waters da aynı dönemde davulcu nick mason ile turnede olacak. buraya gelecek grubun içinde nick masonın olup olmadığını bilmiyorum ama mason, watersla çalacak o kesin. ekip bir türlü bir araya gelemiyor o da kesin. bu denli bölünmüş bir grup da ben müzik tarihinde bilmiyorum. pink floyd tarihin en büyük grubudur benim için. en büyük müzik girişimidir. en büyük fenomendir. rock tarihinin en çok satan albümü hala the dark side of the moon (1973). 30 milyondan fazla sattı. billboard listelerinde 20 yıla yakın kaldı. hala da satıyor. dünyanın dört bir yanında pink floydu bilir insanlar ve yaşlı genç fark etmez, müziğini dinlerler. 70lerin başında yükselen değerler rockn roll, sahne şovu, festivaller, cinsel özgürlük, disko, kokain, marihuana, çiçek çocuklar, bob dylan, john lennon, led zeppelin, rolling stonesboşlukları siz doldurun. saymaya kalksam sayfalar yetmez. bütün bunları bir kenara koyun, pink floydu diğer kenara. boy boy resim çektirmemiş, çapkınlık ve skandallarla magazin basınının gözdesi olmamış, sahnede kafa sallamamış, kendini promosyona adamamış, çok fazla röportaj da vermemiş bir ekip. şimdiki gibi mtv bombardımanı olmayan, grupların sadece şarkıları aracılığıyla tanındığı bir dönemde, üstelik bu kadar da mütevazı bir tavırla nasıl bu kadar büyük olunabiliyor? sanırım işini iyi yapmak ve trendlere kulak asmamak çok önemli kalıcı olmak için. iyi ve değerli bir şey, her zaman hak ettiği yeri buluyor. en azından pink floyda bakınca buna inanmak için bir nedeniniz oluyor. (syd barretttan başka bir yazıda söz etmeye ne dersiniz? belki bu konuda bana yazacağınız şeyler vardır david gilmourun yeni albümü on an islandda 10 şarkı var. albüm, hayata karşı alacak verecek hesabını tamamlamış 60larında bir insanın albümü. kendisi birkaç yıl önce 100 milyon pound u aşan servetini çocuklar yararına çalışan bir vakfa bağışladı. "benim bu yaşta o kadar paraya niye ihtiyacım olsun ki" diyerek. her yaşı hakkıyla yaşayan insanları seviyorum. 60 yaşında hala kadın peşinde olmayan, estetik yaptırmayan, hayatının amacı salata yemek olmayan insanlarıböyle bir insan bana gitar çalıp bir şey anlatmaya çalışıyorsa onu dinlerim. kulak veririm. pink floydu bilmesem de kulak veririm.
modasi hiç geçmez
albüme gelince; ben kimi zaman wish you were heredeki shine on you crazy diamondı, kimi zaman the dark side of the moondaki timeı, breathi, kimi zaman da final cuttaki post war dreami dinler gibi oldum. hayatımda dinlediğim en iyi albüm değil. listeme girmesi de zor, ne yalan söyleyeyim. ama bu on an islandın iyi ve batıda dendiği gibi timeless yani modası geçmeyecek bir albüm olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
http://www.sabah.com.tr/cm/yaz1588-10340-101-20060317-103.html
pink floyd tarihin en büyük grubudur
i podçulara bir haberim var. muhtemelen daha uzun yıllar radiohead şarkılarını i podlarında dinleyemeyecekler. nedenini solist thom yorke şöyle açıklıyor: "biz albümlerimizi bir bütün olarak dinlensin diye yaptık. içindeki şarkılar 99 cente tek tek satılsın diye değil." işte karakter budur. haberi qda okuyunca büyük grup olmakla ilgili fikirlerim netleşti.
waters istanbulda
büyük grup demişken pink floyd sevgim şu sıra yeniden yeşeriyor. sebebi, roger watersın 20 haziran istanbul konseri ve david gilmourun yeni çıkan albümü on an island. şimdi sıkı durun bir haber daha veriyorum. gilmour nisan ayında grubun klavyecisi rick wright ile turneye çıkıyor. roger waters da aynı dönemde davulcu nick mason ile turnede olacak. buraya gelecek grubun içinde nick masonın olup olmadığını bilmiyorum ama mason, watersla çalacak o kesin. ekip bir türlü bir araya gelemiyor o da kesin. bu denli bölünmüş bir grup da ben müzik tarihinde bilmiyorum. pink floyd tarihin en büyük grubudur benim için. en büyük müzik girişimidir. en büyük fenomendir. rock tarihinin en çok satan albümü hala the dark side of the moon (1973). 30 milyondan fazla sattı. billboard listelerinde 20 yıla yakın kaldı. hala da satıyor. dünyanın dört bir yanında pink floydu bilir insanlar ve yaşlı genç fark etmez, müziğini dinlerler. 70lerin başında yükselen değerler rockn roll, sahne şovu, festivaller, cinsel özgürlük, disko, kokain, marihuana, çiçek çocuklar, bob dylan, john lennon, led zeppelin, rolling stonesboşlukları siz doldurun. saymaya kalksam sayfalar yetmez. bütün bunları bir kenara koyun, pink floydu diğer kenara. boy boy resim çektirmemiş, çapkınlık ve skandallarla magazin basınının gözdesi olmamış, sahnede kafa sallamamış, kendini promosyona adamamış, çok fazla röportaj da vermemiş bir ekip. şimdiki gibi mtv bombardımanı olmayan, grupların sadece şarkıları aracılığıyla tanındığı bir dönemde, üstelik bu kadar da mütevazı bir tavırla nasıl bu kadar büyük olunabiliyor? sanırım işini iyi yapmak ve trendlere kulak asmamak çok önemli kalıcı olmak için. iyi ve değerli bir şey, her zaman hak ettiği yeri buluyor. en azından pink floyda bakınca buna inanmak için bir nedeniniz oluyor. (syd barretttan başka bir yazıda söz etmeye ne dersiniz? belki bu konuda bana yazacağınız şeyler vardır david gilmourun yeni albümü on an islandda 10 şarkı var. albüm, hayata karşı alacak verecek hesabını tamamlamış 60larında bir insanın albümü. kendisi birkaç yıl önce 100 milyon pound u aşan servetini çocuklar yararına çalışan bir vakfa bağışladı. "benim bu yaşta o kadar paraya niye ihtiyacım olsun ki" diyerek. her yaşı hakkıyla yaşayan insanları seviyorum. 60 yaşında hala kadın peşinde olmayan, estetik yaptırmayan, hayatının amacı salata yemek olmayan insanlarıböyle bir insan bana gitar çalıp bir şey anlatmaya çalışıyorsa onu dinlerim. kulak veririm. pink floydu bilmesem de kulak veririm.
modasi hiç geçmez
albüme gelince; ben kimi zaman wish you were heredeki shine on you crazy diamondı, kimi zaman the dark side of the moondaki timeı, breathi, kimi zaman da final cuttaki post war dreami dinler gibi oldum. hayatımda dinlediğim en iyi albüm değil. listeme girmesi de zor, ne yalan söyleyeyim. ama bu on an islandın iyi ve batıda dendiği gibi timeless yani modası geçmeyecek bir albüm olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
http://www.sabah.com.tr/cm/yaz1588-10340-101-20060317-103.html
we dont need education
we dont need self control diyerek olayi bitirmistir.
we dont need self control diyerek olayi bitirmistir.
comfortably numb adında tüm zamanların en iyi solosuna sahip şarkıyı yapmış olan gruptur.
(bkz: efsane)
(bkz: floydian)
queen’den sonra beğendiğim diğer eski grupların başında gelen gruptur.
bu akşam 00:00 itibariyle kanaltürkte belgeselleri yayınlanacak olan grup.
ilk dinlemeye basladigim ve cok sevdigim bir gruptur.en sevdigim sarkilari
(bkz: comfortably numb)
(bkz: hey you)
(bkz: high hopes)
(bkz: comfortably numb)
(bkz: hey you)
(bkz: high hopes)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?