(bkz: yağmurdan sonra)
can dündar
(bkz: canlı gaste)
(bkz: erkek dediğin)
esini aldattigi haberleri ortaya cikmis yazardir. resimli belgesi bile var. laf etmeyin bence iyi yapmistir erkek dedigin butun hatunlara saldirmali.
dicle koğacıoğlu ile ilgili yazısı şöyledir:
can dündar - 10 ekim cumartesi 2009
günlerdir beynimde iki basit cümle çınlayıp duruyor: “çok acı var. dayanamıyorum.”
boğaziçi köprüsü üzerinde terk edilmiş bir otomobilden çıkan not bu...
4 kelimelik bir mutsuzluk manifestosu...
yazarı, 37 yaşında bir öğretim üyesi...
öğrencilerine göre “gözlerinin içi gülen, hayat dolu bir insan...”
gece köprüye sürmüş aracını...
bir yerde durmuş.
sonra kaybolmuş.
eldeki tek bilgi, “köprünün korkuluklarına doğru yürüyen bir kadın gördüm” diyen bir taksicinin ifadesi...
bir de arabadan çıkan o not:
“annem, babam, poyraz! beni affedin. çok acı var. dayanamıyorum.”
* * *
töre cinayetlerini, kadın bedeninin nasıl namus üzerinden disipline edildiğini inceliyormuş dicle hoca...
hayata duyarlı insanlar için her araştırma bir kuyu, her haber bülteni bir uçurumdur.
dicle hoca’nın kayıp haberinin çıktığı günün gazetelerine baktım. para imparatorlarının kehanetleri vardı:
“bu yıl 60 milyon insan işsiz kalacak.
“gelecek yıl 90 milyon kişi aşırı yoksullaşacak. “afrika’da on binlerce çocuk ölecek.
“bizi toplumsal huzursuzluklar, siyasi istikrarsızlık ve savaş bekliyor.”
bu dünyayla nasıl başa çıkabiliriz ki?
bir arada, el ele, omuz omuza durarak ancak...
* * *
oysa aynı gazetelerde, bu kara kehanetlere karşı omuz omuza duranların nasıl dayağa, suya, göz yaşartıcı gaza boğulduğunun fotoğrafları da vardı.
göz yaşartıcıydı gerçekten...
bayramda şeker toplarken kaybolan çocuklardan söz ediyordu gazeteler...
parasızlıktan böbreklerini satan fukaralardan...
koyun otlatırken paramparça olan kız çocuğundan...
ve insana ölümsüzlüğün kapısını açan “ebedi hayat hayali”ne verilen nobel ödülünden...
* * *
insan, tam da ölümsüzlük kapılarının aralandığı çağda niye “böyle hayat sizin olsun” deyip o ebediyet kapısını çarpıp çıkar ki?
intihar edenler genelde belleği güçlü kişilermiş.
hafızası, katili olabilir insanın...
unutamamak öldürebilir.
günbegün daha da hoyratlaşan hayat karşısında eli kolu bağlı kalmanın duygusal yükü, günün birinde taşınamaz hale gelebilir.
duyarlı yürek, her gün bin kez ölmektense, bir gün ansızın durmayı seçebilir.
bir pazartesi seherinde “medeniyetleri” birbirine bağladığı söylenen köprü üstünde böylesi medeniyete lanet edip dönüşü olmayan bir yolculuğa niyetlenmek, çaresizliğe öfkeyi katık edip sonsuz karanlığa karışıvermek yegâne çare gibi görülebilir.
* * *
sabancı rektörü, kaybın ardından şu açıklamayı yaptı:
“bu olay bize, aramızda ölçülmez en büyük değerin kişiler olduğunu, olası bir kaybın geri dönülmezliğini ve derin acısını hatırlatıyor.”
“en büyük değer”in, en çok değersizleştiği çağdayız.
boş bir vaat gibi hayat; uzadıkça anlamsızlaşıyor.
çok acı var.
ve bunlar karşısında yapayalnızız.
bize kıyanlar karşısında özkıyım kaldı, tek silahımız...
oysa koyun otlatırken paramparça olan kürt kızının da, böbreğini satan fukaranın da, acılara dayanamaz hale gelen hocanın da tek çaresi var:
çoğalmak... bir arada durmak... dayanışmak...
biber gazına, göz yaşartıcı bombaya, kâbus senaryolarına rağmen, savaşa, yoksulluğa, ölüme karşı hayatı savunmak...
çok acıyı, ancak paylaştıkça azaltırız.
hayatı unutarak ya da uzatarak değil, ancak umut katarak kurtarırız.
can dündar - 10 ekim cumartesi 2009
günlerdir beynimde iki basit cümle çınlayıp duruyor: “çok acı var. dayanamıyorum.”
boğaziçi köprüsü üzerinde terk edilmiş bir otomobilden çıkan not bu...
4 kelimelik bir mutsuzluk manifestosu...
yazarı, 37 yaşında bir öğretim üyesi...
öğrencilerine göre “gözlerinin içi gülen, hayat dolu bir insan...”
gece köprüye sürmüş aracını...
bir yerde durmuş.
sonra kaybolmuş.
eldeki tek bilgi, “köprünün korkuluklarına doğru yürüyen bir kadın gördüm” diyen bir taksicinin ifadesi...
bir de arabadan çıkan o not:
“annem, babam, poyraz! beni affedin. çok acı var. dayanamıyorum.”
* * *
töre cinayetlerini, kadın bedeninin nasıl namus üzerinden disipline edildiğini inceliyormuş dicle hoca...
hayata duyarlı insanlar için her araştırma bir kuyu, her haber bülteni bir uçurumdur.
dicle hoca’nın kayıp haberinin çıktığı günün gazetelerine baktım. para imparatorlarının kehanetleri vardı:
“bu yıl 60 milyon insan işsiz kalacak.
“gelecek yıl 90 milyon kişi aşırı yoksullaşacak. “afrika’da on binlerce çocuk ölecek.
“bizi toplumsal huzursuzluklar, siyasi istikrarsızlık ve savaş bekliyor.”
bu dünyayla nasıl başa çıkabiliriz ki?
bir arada, el ele, omuz omuza durarak ancak...
* * *
oysa aynı gazetelerde, bu kara kehanetlere karşı omuz omuza duranların nasıl dayağa, suya, göz yaşartıcı gaza boğulduğunun fotoğrafları da vardı.
göz yaşartıcıydı gerçekten...
bayramda şeker toplarken kaybolan çocuklardan söz ediyordu gazeteler...
parasızlıktan böbreklerini satan fukaralardan...
koyun otlatırken paramparça olan kız çocuğundan...
ve insana ölümsüzlüğün kapısını açan “ebedi hayat hayali”ne verilen nobel ödülünden...
* * *
insan, tam da ölümsüzlük kapılarının aralandığı çağda niye “böyle hayat sizin olsun” deyip o ebediyet kapısını çarpıp çıkar ki?
intihar edenler genelde belleği güçlü kişilermiş.
hafızası, katili olabilir insanın...
unutamamak öldürebilir.
günbegün daha da hoyratlaşan hayat karşısında eli kolu bağlı kalmanın duygusal yükü, günün birinde taşınamaz hale gelebilir.
duyarlı yürek, her gün bin kez ölmektense, bir gün ansızın durmayı seçebilir.
bir pazartesi seherinde “medeniyetleri” birbirine bağladığı söylenen köprü üstünde böylesi medeniyete lanet edip dönüşü olmayan bir yolculuğa niyetlenmek, çaresizliğe öfkeyi katık edip sonsuz karanlığa karışıvermek yegâne çare gibi görülebilir.
* * *
sabancı rektörü, kaybın ardından şu açıklamayı yaptı:
“bu olay bize, aramızda ölçülmez en büyük değerin kişiler olduğunu, olası bir kaybın geri dönülmezliğini ve derin acısını hatırlatıyor.”
“en büyük değer”in, en çok değersizleştiği çağdayız.
boş bir vaat gibi hayat; uzadıkça anlamsızlaşıyor.
çok acı var.
ve bunlar karşısında yapayalnızız.
bize kıyanlar karşısında özkıyım kaldı, tek silahımız...
oysa koyun otlatırken paramparça olan kürt kızının da, böbreğini satan fukaranın da, acılara dayanamaz hale gelen hocanın da tek çaresi var:
çoğalmak... bir arada durmak... dayanışmak...
biber gazına, göz yaşartıcı bombaya, kâbus senaryolarına rağmen, savaşa, yoksulluğa, ölüme karşı hayatı savunmak...
çok acıyı, ancak paylaştıkça azaltırız.
hayatı unutarak ya da uzatarak değil, ancak umut katarak kurtarırız.
gazeteci, yazar, belgeselci.
16 haziran 1961 yılında ankara’da doğdu.
1982 yılında a.ü. s.b.f. basın yayın yüksek okulu’ndan mezun oldu.
1979’den itibaren sırasıyla yankı, hürriyet, nokta, haftaya bakış, söz ve tempo’da çalıştı.
1986’da ingiltere’de “london school of journalism”i bitirdi.
odtü siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümünde siyaset bilimi dalında yüksek lisansını 1988’de, aynı bölümünde doktorasını 1996 ‘da tamamladı.
televizyona 1988’de trt’de başladı. 1989’da “32.gün”de çalışmaya başladı. mehmet ali birand ve bülent çaplı ile birlikte 1991’de “demirkırat”ı, 1994’de “12 mart”ı yaptı.
1992’de “cumhuriyet’in kraliçeleri”ni, 1993’de “sarı zeybek”i hazırladı.
1993-94 yıllarında birand’la birlikte “çapraz ateş”i yaptılar.
1994-95 yıllarında “gölgedekiler” belgesel dizisini hazırladı.
1996-97’de hazırladığı 10 bölümlük “aynalar” belgeseli show tv’de yayınlandı. yine show tv’de 2 yıl süre ile “40 dakika” haber programını hazırlayıp sundu.
1998’de “yükselen bir deniz”i hazırladı.
1999’da “ismet paşa” belgeselini bülent çaplı ile birlikte hazırladı.
"zaten tiyatro dediğin nedir ki?" isimli devlet tiyatroları belgeselini 1999’da hazırladı. köy enstitüleri için hazırladığı belgesel 2000 yılında atvde yayınlandı. 2000 yılında ntvye 10 bölümlük “4.nesil” ve “iş bankası” belgesellerini , 2001’de cnn türk’e “halef” belgeselini hazırladı.
2002 ocak ayında hazırladığı nazım hikmet belgeseli cnn türk kanalında yayınlandı.
2002’de 3 bölümlük fenerbahçe’nin tarihinin anlatıldığı “bahçedeki fener” belgeselini hazırladı.
2003 yılında “bir yaşam iksiri”belgeselini ve “o gün” belgesel dizisini , 2004’te “yüzyılın aşkları” ve “karaoğlan”ı hazırladı.
2005 yılında "yetiştik çünkü biz!.." mülkiye belgeselini hazırladı.
2006 şubatında adnan menderes-ayhan aydan aşkını anlatan "tatarım" belgeselini yaptı.
köşe yazarlığı 1994te aktüelde başladı. aynı yıl günlük köşe yazıları yazmaya başladığı yeni yüzyıl gazetesinde 5 yıl çalıştı. 1999 ocakından 2000 aralık sonuna kadar sabah gazetesinde köşe yazarlığı yaptı.
2001 ocak ayından beri milliyet gazatesinde köşe yazılarına devam etmekte.
1994-2005 yılları arasında aktüel dergisinde köşe yazıları yazdı.
basılı kitapları; “demirkırat” , “12 mart”, “sarı zeybek”, “gölgedekiler”, “hayata ve siyasete dair”, “yağmurdan sonra”, “ergenekon” , “yarim haziran”, “benim gençliğim”, “köy enstitüleri”, “yaveri atatürk’ü anlatıyor”, “nereye?”, “uzaklar”, “yükselen bir deniz”, “savaşta ne yaptın baba?”, “büyülü fener”, “bir yaşam iksiri”, “atatürk aramızda”, “sedat alp”, "kırmızı bisiklet", “yıldızlar”, “duvar”, “nazım”, “ilk durak-iett”, "özel arşivinden belgeler ve anılarıyla vehbi koç", "yüzyılın aşkları" .
can dündar evli ve bir çocuk babası.
16 haziran 1961 yılında ankara’da doğdu.
1982 yılında a.ü. s.b.f. basın yayın yüksek okulu’ndan mezun oldu.
1979’den itibaren sırasıyla yankı, hürriyet, nokta, haftaya bakış, söz ve tempo’da çalıştı.
1986’da ingiltere’de “london school of journalism”i bitirdi.
odtü siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümünde siyaset bilimi dalında yüksek lisansını 1988’de, aynı bölümünde doktorasını 1996 ‘da tamamladı.
televizyona 1988’de trt’de başladı. 1989’da “32.gün”de çalışmaya başladı. mehmet ali birand ve bülent çaplı ile birlikte 1991’de “demirkırat”ı, 1994’de “12 mart”ı yaptı.
1992’de “cumhuriyet’in kraliçeleri”ni, 1993’de “sarı zeybek”i hazırladı.
1993-94 yıllarında birand’la birlikte “çapraz ateş”i yaptılar.
1994-95 yıllarında “gölgedekiler” belgesel dizisini hazırladı.
1996-97’de hazırladığı 10 bölümlük “aynalar” belgeseli show tv’de yayınlandı. yine show tv’de 2 yıl süre ile “40 dakika” haber programını hazırlayıp sundu.
1998’de “yükselen bir deniz”i hazırladı.
1999’da “ismet paşa” belgeselini bülent çaplı ile birlikte hazırladı.
"zaten tiyatro dediğin nedir ki?" isimli devlet tiyatroları belgeselini 1999’da hazırladı. köy enstitüleri için hazırladığı belgesel 2000 yılında atvde yayınlandı. 2000 yılında ntvye 10 bölümlük “4.nesil” ve “iş bankası” belgesellerini , 2001’de cnn türk’e “halef” belgeselini hazırladı.
2002 ocak ayında hazırladığı nazım hikmet belgeseli cnn türk kanalında yayınlandı.
2002’de 3 bölümlük fenerbahçe’nin tarihinin anlatıldığı “bahçedeki fener” belgeselini hazırladı.
2003 yılında “bir yaşam iksiri”belgeselini ve “o gün” belgesel dizisini , 2004’te “yüzyılın aşkları” ve “karaoğlan”ı hazırladı.
2005 yılında "yetiştik çünkü biz!.." mülkiye belgeselini hazırladı.
2006 şubatında adnan menderes-ayhan aydan aşkını anlatan "tatarım" belgeselini yaptı.
köşe yazarlığı 1994te aktüelde başladı. aynı yıl günlük köşe yazıları yazmaya başladığı yeni yüzyıl gazetesinde 5 yıl çalıştı. 1999 ocakından 2000 aralık sonuna kadar sabah gazetesinde köşe yazarlığı yaptı.
2001 ocak ayından beri milliyet gazatesinde köşe yazılarına devam etmekte.
1994-2005 yılları arasında aktüel dergisinde köşe yazıları yazdı.
basılı kitapları; “demirkırat” , “12 mart”, “sarı zeybek”, “gölgedekiler”, “hayata ve siyasete dair”, “yağmurdan sonra”, “ergenekon” , “yarim haziran”, “benim gençliğim”, “köy enstitüleri”, “yaveri atatürk’ü anlatıyor”, “nereye?”, “uzaklar”, “yükselen bir deniz”, “savaşta ne yaptın baba?”, “büyülü fener”, “bir yaşam iksiri”, “atatürk aramızda”, “sedat alp”, "kırmızı bisiklet", “yıldızlar”, “duvar”, “nazım”, “ilk durak-iett”, "özel arşivinden belgeler ve anılarıyla vehbi koç", "yüzyılın aşkları" .
can dündar evli ve bir çocuk babası.
eski işim gayrimenkul işine döneli ilk ev gösterdiğim kişi ünvanına sahiptir. 10 dakika sürdü beraberliğimiz. bu kısa zamanda sadece mütevaziliğini ve alçak gönüllüğünü gördüm. keşke daha uzun bi vakitte tekrar görüşebilsek. düünün hayran olduğunuz bi adamla geçirdiğiniz vakitleri.
(bkz: lüsyen)
"ve aşk; o omzuna yattığında, rahatsız olmasın diye kılını bile kıpırdatmamaktır."
"bazen ne onunla yapabilirsiniz, ne de onsuz. ne terkedebilirsiniz, ne de yeniden sevebilirsiniz; sürünür gidersiniz."
"eğer bir kadının gerçek aşkı olmayı başarabilmişseniz; çok şanslısınız, çünkü sizin için hayat asla sıradan olmayacak."
"içine rastgele atılmış eşyalardan oluşan çantadaki telefonu, tek eliyle ve bakmadan bulabilen o muhteşem kişiye "kadın" denir."
"aşk, yalnızca onunla birlikte olmak değildi. herkesi ona benzetip, hiçbirini onun yerine koyamamaktı."
"hani bazen insan birini yanında tutmayı bilmez,
ama onun yokluğunu da istemez.
onu kaybetmeyi göze alamaz,
ama onu kazanmak için mücadele etmez.
ona bağlanmaya cesaret edemez,
... ama ondan tamamen kopmayı da beceremez.
ne sevilmekten vazgeçer,
ne sevmeyi bilir...
hani çok sonra zaman geçer de onu kaybeder ya,
işte o zaman dökülür dudaklardan, itiraf edercesine:
ne gözümü alabildim, ne göze alabildim..."
ama onun yokluğunu da istemez.
onu kaybetmeyi göze alamaz,
ama onu kazanmak için mücadele etmez.
ona bağlanmaya cesaret edemez,
... ama ondan tamamen kopmayı da beceremez.
ne sevilmekten vazgeçer,
ne sevmeyi bilir...
hani çok sonra zaman geçer de onu kaybeder ya,
işte o zaman dökülür dudaklardan, itiraf edercesine:
ne gözümü alabildim, ne göze alabildim..."
m.e.b. baglı okulların bilgisayarında can dündarın sitesine www.candundar.com adresine giriş yasaklanmış.
bedia ceylan güzelce nin yazısından anladığımız kadarı ile can dündar ın internet sitesi, milli eğitim bakanlığı tarafından sakıncalı bulunarak erişime engellenmiş.
çok zaman önceydi.
o kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu.
insanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı.
bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı.
derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan.
bir parçasına dün dedi,
diğer parcasına bugün,
öteki parçasına da yarın.
sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu.
dünü düsünüp pişman oldu,
yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı
tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı.
farkında olmadan rezil etti bu gününü.
oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu.
bir türlü beceremedi. bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı.
bu günü eline yüzüne bulaştırdı... mutsuz oldu insan.
ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı;
ama bugünü hiç yaşayamadı.
bu ve bunun gibi bir çok anlamlı yazıyı yazan ve benim okurken hayallere daldığım yazar, gazeteci
o kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu.
insanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı.
bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı.
derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan.
bir parçasına dün dedi,
diğer parcasına bugün,
öteki parçasına da yarın.
sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu.
dünü düsünüp pişman oldu,
yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı
tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı.
farkında olmadan rezil etti bu gününü.
oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu.
bir türlü beceremedi. bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı.
bu günü eline yüzüne bulaştırdı... mutsuz oldu insan.
ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı;
ama bugünü hiç yaşayamadı.
bu ve bunun gibi bir çok anlamlı yazıyı yazan ve benim okurken hayallere daldığım yazar, gazeteci
milliyet gazetesindeki i$inden atilmi$. atilmasinin sebeplerini de $u $ekilde aciklami$;
http://tinyurl.com/l24k6f4
http://tinyurl.com/l24k6f4
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?