confessions

zeytin dali

- Yazar -

  1. toplam entry 49
  2. takipçi 1
  3. puan 7604

öğrenci evi

zeytin dali
bir kaç satır daha karalamak farz oldu artık benim için. ben öğrenci evleri çok düzenli, tertemiz askeri disiplin içinde yaşanılan yerler olsun demedim. anlamadığım şeyin pislik, dağınıklık konusundaki bu yarışı anlayamadığımı dile getirmek istedim.

evet biraz "vurdulu kırdılı" olduğu doğrudur. lakin utanılacak birşeyin de matah bir bokmuş gibi sunulması rahatsız etti beni. kırdığım arkadaşlardan özür diliyorum, söylediklerimin de aynen arkasındayım.

özelleştirme

zeytin dali
iktisatla ilgili arkadaşların hepsi teknik tanımlar yapmışlar sağolsunlar. ben de kendi dünya görüşüme göre sığ yorumlarla katkıda bulunayım.

özelleştirme lafını ne zaman duysam aklıma eski türk filmleri geliyor. yeşilçam dönemi falan sanmayın. o kadar eskiler değil. seksenli yıllardakiler. bu filmlerde tecavüzcü coşkun abimizin uyuşturucuya alıştırdığı eroinman tipler geliyor.

"deneme" amaçlı başlanılan uyuşturucu başlarda kahramanımıza keyif veriyor. tabi bu meret pahalı da. yolsuz eroinmanımız bittabi fakir fukaranın teki. babası küçükken ölmüş, annesiyle yaşıyor. ne diyorduk? bu keyifli "uçuş" seansları yavaş yavaş bağımlılığa dönüşüyor. her seferinde daha fazla istiyor bünye bunun içinde daha çok para gerekiyor doğal olarak. ilk önce annesinin kefen parasını bu zıkkıma yatırıyor delikıanlı. daha sonra evdeki eşyaları satmaya başlıyor. çünkü "sıcak" paraya ihtiyacı var. her seferinde daha çok parça mal satıyor ki daha fazla para geçsin eline.

işte tam da bu noktada özelleştirmeler geliyor aklıma. özelleştirmelere sarılan iktidarları işte bu eroinmana benzetirim hep. hatta durumları bundan da kötü. eroinman yediği bokun farkında. bu adamlar sattıklarıyla övünüyorlar..
evde satılmaya değer bir şey kalmayınca ne bok yiyeceğim diye düşünmüyorlar. "iktidarımız yine günü kurtardı. buı sene o kadar sattık, o kadar sattık ki aklınız hayaliniz almaz."

elde avuçta bir şey kalmayınca ne olacağını da ben söyleyeyim. kriz...

evet kriz.

her iki olayda da kriz yaşanıyor sonunda. tabi fark var arada. hikaye de eroinman, krizden hiç olmazsa kendisi etkileniyor, belediyenin zehirlediği köpekler gibi titreye tireye ölüyor. ama siyasi arenadaki "eroinmanlara" hiç bir şey olmuyor. bu eroinman zihniyet 60 yıla yakın zamndır iktidarda zira. düzülen, ırzına geçilen yine halk oluyor. hiç bir şeyden haberi olmayan, gariban halk...

öğrenci evi

zeytin dali
pisliğiyle övünen puştlarız hepimiz. pislik oldu mu söz konusu yarışa giriyoruz. tamam en berbat, en sersefil, en hayvan bağlasan durmaz ev sizin. harikasınız. hepiniz bok yiyip, püsürük sıçıyorsunuz.

iş, kendi kendine bok atmak olunca herkes nambır van. sizi tanıyan biri yolda karşılaştığınızda "naber lan mınakoduğum pis herifi" dese kavga çıkarırsınız değil mi?

kendi kendinizi aşağılamaktan haz alıyorsunuz. biri size aşağılık dediğinde küplere biniyorsunuz. tamam öğrencilik zordur. evler o kadar düzenli de olmayabilir ama bu yarış niye? biri diyor "biz o kadar pisliğiz o kadar pisliğiz ki sittin sene bulaşık yıkamayız". başka biri çıkıp "ohoo o da bişey mi bizim götümüz boklu" diye yapıştırıyor cevabı.

devam edin. pisliğe, hayvanca yaşama alıştırın kendinizi, bu kafayla asla insanca yaşamaya layık değilsiniz...

fethullah gülen terörü onleyici bir unsurdur

zeytin dali
bazı kişilerin şiddetle savundukları düşünce.

terörü önleyici midir tartışılır? lakin neleri tetikleyen bir unsur olduğu ortadadır.

tamamen kendi gözlemlerim olan birkaç bir şey söylemek istiyorum komplo teorisi diyebilirsiniz. şimdiden eyvallah.

80 öncesinde sol rüzgarlar eserken bunun bir şekilde önüne geçilmesi gerektiği fikri oluştu birtakım derin oluşumlarda. etnikçi, mezhepçi, bölgeselci, bölücü sol örgütlerin önü açıldı. pkk’yı mit’in kurdurduğu iddiaları dolaşıyor bugün. uğur mumcu’nun, öcalan’ın mit ajanı olabileceği konusunda kuşkuları vardı. zaten çok yaşamadı bu kuşkularından sonra. şu an bir iki tane meczup cezaevinde uğur mumcu’nun katili diye yatıyor ama onların sadece tetikçi olduğu aşikar. bu bağlamda dönemin emniyet genel müdürü mehmet ağar’ın güldal mumcu’nun "neden araştırmayı genişletmiyorsunuz?" sorusuna verdiği "bu duvarın altından bir taş çekilirse hepimiz altında kalırız" cevabı çok ilginçtir. neyse dağılmayalım.

derken pkk güçlendi, ve dikkat edin pkk güçlendikçe türkiye’de sol bitti. çünkü solculuk, bölücülükle, kürtçülükle, eşanlamlı hale getirilmeye çalışıldı ve başarılı olundu.

daha sonra her yeraltı oluşum gibi -bu benim kanaatim- pkk’da kontrolden çıktı. bir frenkeştayn yaratılmış oldu. pkk bölgede kendi başına bir insiyatif olmaya başlayınca başka oluşumlar, başka frenkeştynlar yaratıldı. türkçesi sıçılan bokun üstü kumla örtülmeye çalışıldı. radikal islamcı örgüt hizbullah pkk’ya karşı da savaşıyordu ve bir müddet faaliyetlerine göz yumuldu bu yüzden. evet bir frenkeştayn’ın daha yaratıldığına tanık olmuştuk o dönem ana haber bültenlerini izlerken. gavur bağı, evlerin temellerinden çıkan yüzlerce ceset, gulay kuris gibi haberlerle yatıp kalkmaya başladık.

fetullah gülen’i bugün bir unsur olarak kabul edeceksek eğer kimler için devrede olan bir unsur olduğunu gözardı etmememiz gerekir. fetullah gülen’in bu "ılımlı", ladin’i lanetlerken ırak’ta müslümanları kıyımdan geçiren abd’ye ses çıkaramayan tavrı, kimlerin "unsuru" olduğu konusunda ipuçları veriyor.ileride bugünkü şablon ve aktörlerin ne adına hareket ettiği netleşecektir.



anne ile babanın sevişmesi

zeytin dali
yıllar yıllr önce fırlama bir arkadaşımla sokakta oynayan küçük bir çocuğun diyaloğunu hatırlıyorum.

f: fırlama arkadaşım
ç: çocuk

f: hiiişt len. baban var ya?
ç: ee ne olmuş salak?
f: anneni sikiyo.
ç: (ağlayarak) yalançı amanakodumun piçi. babam yapmaz öyle şey. insan insanı siker mi hiç?

kopya çekme teknikleri

zeytin dali
kopya çekmek tasvip edilmesi mümkün olmayan bir olaydır öncelikle onu belirteyim.

illa ki çekilecekse en iyi teknik olan hiçbir teknik kullanmama tekniği kullanılabilir. biraz daha açayım isterseniz. kopya çekmek doğal bir şeymiş gibi yaklaşacaksınız olaya. yoksa böyle teknikler, taktikler falan derken fazla üstüne düşerseniz sınav anında bu heyecanlanmanıza ve vücudunuzun biyolojik tepkiler*vermesine sebebp olacaktır. bu yüzden en geçerli metod özürlü gibi alta kitabı açıp, şakur şukur sayfa çevirerek rahat bir şekilde kopya çekmektir. ben bunu çok yaşadım zamanında biz, yöntemdi, taktikti uğraşıp yakalanırken, alenen kopya çeken arkadaşlar sittin sene yakalanmıyordu.

o halde altın kural olağan dışı, öğretmenin dikkatini çekebilecek davranışlardan kaçınmak.

bir de bir yanılgı vardır. "arka sıralarda oturan öğrenci kopyanın gözüne vurur" diye. kısmen doğrudur bu. fakat benim bildiğim sınıflarda en arka sıralarda genelde haylaz, kopya çekmeye en yatkın, sınıfın azılıları oturur. böyle olunca da nasıl bir teknik direktör rakip takımın gole yakın oyuncularına adam markajı uygulatıyorsa hoca da arka sıralarda oturan öğrencilere "ulan bu ibneler kopya çekicek ama nahh çektiririm" düşüncesiyle hareket edip kopya çekmenize imkan vermeyebilir. "kopya çekicez oğlum" diye girip bir bok yiyemeden sınavı tamamlarsınız. üstelik hoca, sınav boyunca sadece sizin tepenizde dikildiğinden sınıfın diğer elemanları harıl harıl kopya çekecektir. muhtemelen mallar gibi bütün sınıfın notlarını coşturduğu bir sınavdan sıfıra yakınsayan bir not alıp göt olduğunuzla kalacaksınız.

böyle durumlarda çözüm hocanın karakterinde gizlidir. hemen başınızda durduğu diğer sınavları düşünüp nabza göre şerbet vermelisiniz. gerektiğinde orta sıralarda hatta ve hatta en önde bile oturmayı bilmelisiniz.

tabi yukarıdaki saydıklarım adı çıkmamış bir öğrenci için geçerlidir. adınız kopyaci serefize çıktı mı yandınız. nereye oturursanız oturun, hangi tekniği kullanırsanız kullanın mimlenmişsinizdir bir kere. cimbomlu arif gibi
yalancı çobana dönmüşsünüzdür artık haklı penaltılarınız bile verilmez. namuslu bir öğrenci olmaya karar verip, kopyayı bıraksanız bile aslanlar gibi çalışıp aldığınız yüksek notlardan kıllanmalar olacak, bu da hocanın kanaatini olumsuz yönde etkileyecektir.

en iyisi başta da söylediğim gibi hiç bulaşmamaktır. bulaştıysan da çaktırmamak... taktik, maktik bunlar işin hikaye kısmı.

gazili ülkücu tayfa

zeytin dali
gazi üniversitesinin kötü bir şöhret edinmesinde aslan payına * sahip olan insan topluluğu. topsakallı, uzun saçlı öğrencilerin dövülmesi gibi vatanseverlik gerektiren eylemlerin üstesinden başarıyla gelmeleri de takdir edilesidir. geceleri sabancı kız yurdu civarında ahlak zabitaligi yapıp nizam ve intizamın sağlanmasındaki katkılarından dolayı teşekkürü bir borç bilirim.

ülkücülük? ilk bakışta insana sanki siyasi bir kavrammış gibi geliyor. ulku, varılmak istenen idea. ülkücülük bakın ne kadar boyalı, bir o kadar da içi boş bir laf. ama yukarıda saydıklarımdan hangileri siyasi bir amaca hizmet ediyor bana ülkücü bir arkadaşım açıklasın. açıklayamaz çünkü açıklanabilecek hiç bir tarafı yok. gazi üniversitesi hep bu a kapısının önünde şişeyle maç yapan, ’’delikanlı’’ insanlarla anılıyor.

ülkücüler tarihsel olarak baktığımızda solculara karşı örgütlendirildikleri için herhangi siyasi ya da felsefi temelleri yoktur. bakın büyük türkçü düşünürlere kendi düşüncelerini bilimsel bir zemine oturtmaktan çok komünizmin ne kadar büyük bir tehlike olduğunu anlatmaya çalışırlar sürekli. bir ülkücü için en büyük tehdit komünizm ve komünistlerdir. 80 darbesiyle sağ ve solun tasfiyesi, 90 da sovyetlerin dağılmasıyla üniversitelerdeki bu ülkücü tayfa karşılarında çatışacak bir topluluk bulamamıştır. felsefi ve siyasi olarak bir temelleri olmadığı için de insanların kılıyla tüyüyle uğraşmaya başlamışlardır.

çok klişe olacak ama bu insanlar okulda azınlık bir gruptur. fakat örgütlü azınlık çoğunluğa hükmettiği için her gün birinin suratı dağılmakta, -boktan sebeplerden dolayı- başka birinin ağzıyla burnunun yeri değişmektedir. ama ben bu arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum. hiç bir solcu bir ülkücü kadar sola hizmet edemez. bugün gazi üniversitesine herhangi bir görüşü olmadan gelmiş öğrenci okuldan solcu olarak ayrılıyor neredeyse. hem de öyle ankara üniversiteliler gibi tatlı su solcusu değil gerçekten bilinçli bir solcu olarak. çünkü herkesin solcu olduğu (ya da solcu göründüğü) ortamda solcu olmak kolaydır. önemli olan gazi üniversitesinde solcu olmak, solcu olarak kalabilmek...

ağustos böceği ve karınca

zeytin dali
ilkokulu okuyan herkesin bildiği bir hikaye vardır. ağustos böceği ve karınca.öğrencilere çalışkanlığın erdemini, faydalarını anlatmak için hep bu hikaye anlatılır.bu hikayeyi dinledikten sonra karıncanın ne kadar çalışkan olduğunu, ne kadar,azimli olduğunu ve bu azminin karşılığını er ya da geç aldığını görürüz. buraya kadar her şey normal gözüküyor.

ama ya ağustos böceği... tembel, işe yaramaz, beş para etmez böceğin teki. karıncaya olan sevgimizi ağustos böceğini ötekileştirerek kazandık. oysa ağustos böcekleri kadar işini ciddiyetle yapan hiçbir varlık yoktur. nedir bu mahlukun görevi? ötmek. yazın kırlara, parklara, ormanlara , korulara çıktığınız da ağaçların dibinde çatlamış böcekler görürsünüz, ağustos böcekleri... çatlayana kadar öterler.şimdi söyleyin başka hangi varlıkta var bu iş ahlakı? ağustos böceklerinden `la fonten ` adına özür diliyorum.

asıl değinmek istediğim nokta ilkokul sıralarından beri beyinlerimize kazınan bu ötekileştirme kültürü. iliklerimize kadar sinmiş farklı olanı olduğu gibi kabul etmeme, dışlama alışkanlığı. bunun getirdiği bölük börçük bir toplumsal yapı. bu ülkede solcular nazım hikmet ’i sevdi, necip fazıl’a küfretti. neden, çünkü gericiydi, dinciydi. sağcılar da necip fazıl’a toz kondurmadı, nazım hikmetin ne allahsızlığı kaldı ne moskofluğu.

halbuki birlik olmaya çalışırken birey olmayı beceremeyen insanlar bilime, sanata, edebiyata ideolojik yaklaşmanın akıldışı olduğunu göremediler. ne nazım hikmet şiirlerini sadece solcular için yadı, ne de necip fazıl sadece sağcılar için yazdı.bir insanın düşüncesini beğenmeyebilirsiniz. ben necip fazıl’la aynı görüşleri paylaşmam. ama bir şair allah’ı, ölümü, bu kadar mı güzel işler şiirlerinde. keza nazım hikmet... yaşama sevinci nedir, memleket sevgisi nedir,insana değer vermek nedir ben nazım hikmet’ten öğrendim.

nesnel yaklaşımları, eleştirel bakış açısının ne olduğunu daha sağlam bir zemine oturtmamız lazım.ideolojik yaklaşımlar edebiyatın, estetiğin canına okuyor. "çocuklar ölmesin, şeker deyiyebilsin." bu kelama hangi sağcı,hangi insan katılmaz. maalesef söylenenden çok söyleyeni tartıştık. kısır çekişmelerle birbirimizi yedik yıllarca.şüphesiz her insanın yakın olduğu bir felsefe, ideoloji, dünya görüşü olacaktır. ama bakış açımız "göte göt" diyebilen can yücel kadar objektif olmalıdır...
2 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol