confessions

sercovi

- Yazar -

  1. toplam entry 154
  2. takipçi 2
  3. puan 9108

yas theme

sercovi
bir indirilip bir bindirildiğimiz alametin farikanın bilgi sözlüğe yansımış sureti.
milliyetçilik olur şeriat olur..
o gündem daha soğuk şu sıralar, gerekince çıkarırlar buzdolabından, mikrodalga haberlerde itinayla ısıtıp sunarlar önümüze. o vakit açarız atatürk fonlu theme’yi sanırım: anti şeri theme

düğmeburun

sercovi
küçücük bir çocuk avuçlarda. el falınıza baktırırsanız kıyıda bir yerde göreceksiniz onu. derin bir yarık ama kıyıda. yoğunluk hamuruna işlemiş gibi, bir yanıyla da tutuk. kim anlar ki seni değil mi düğmecik? anlatsan neye yarar ki? dünya dönüyor sadece işte dersin belki ya da dünya da neymiş peh!
ben olmuşum bir dünya..
kapıları kapama, cereyanında hasta ol mutluluğun, dünya her zaman acı vermez sana. yükseklerde bir yerde ise "iyi", uçmayı hayal etmeli mesela. tek bir söze kanabilmeli bazen, tepetaklak olmak iyidir; sen de iyisin hani. gözler kızarır, bir iki damla sonra tamam.. bakakalma giden geminin ardından şair gibi, yüzmeyi dene artık biraz da; ne bileyim işte yakalama heyecanını tat isterim sadece. uçmayı dene. kanatların olsun. yüksek yüksek hisset basıncı. mavi mavi bak yine ama parıltıyı hisset. yanağında gerilsin dudakların, kocaman kahkahalara bürü kendini.
yapamazsın değil mi?
hayır hayır sadece yapmazsın.
almasını bilirsen/istersen mutluluğu alçak basınçtasın hala,
ve unutma,
yüksek basınçtan eser rüzgar alçak basınca..

nevrotik sayıklamalar

sercovi
hüznünle yoğrulmuş bir gecenin mavi karanlığında basiretimi lanetliyorum yine. sabır taşı inkar ederken yanıbaşımda kendini elimden gelecek tek şeyin başımı sinirle kavramaktan öte olması gerektiğini düşünüyorum. yapamıyorum.
bir duman daha alıyorum küllerimden..
sinir harbinde vuruluyorum alnımdan. kan akıyor vücudumun her yerine. sıcak. kan gibi sıcak. içimden fışkırıyor kanım, siyaha dönmüş rengi yüzüyle al al oluyor yine. sureti yansıyor bedenimdeki kana. kıpkırmızı kesiyorum gözlerinde. etraf sessiz, çareler tükenmiş, ufak bir tebessüm sadece ihtiyacımız olan. ufak, gamzeli bir gülücük..
hissetmek hafif kaçıyor iletişimin adına. kopuk bir bütünlüğün getirdiği tırmanış her günü cumartesiye çıkarıyordu yine. ellerim üşüyor. anemi olmaktan hiç bu kadar haz etmemiştim şu on beş gün öncesine kadar. hani şu malum 15 koca gün..
patatesleri bitirmediğim için oluyormuş hep bu kötü şeyler. arkamdan ağlamakla kalmıyor nimet, kovalıyor da sürekli. git diyorum, gitmiyor. üşüyorum yine. ellerim ayaklarım buz kesiyor düşündükçe.
"bir şey söyle be adam! susma bu kötü zamanda! bir şeyler söyle, buna ihtiyacı var!" diyorum sinir kat sayımı artırarak. ünlem koyuyorum her cümlemin sonuna. iki noktaları özlüyor diyorum, ne ünlemi! bak yine!
hep o patatesler yüzünden, biliyorum..

nevrotik sayıklamalar

sercovi
melankoliyi sevmezdim.
melankoliklerin karanlık tarafındaki yükselişi izlemekti keyfim. gel gör ki sarmal geniş, girdap kara..
nevrotik sayıklamak ne kadar uzak gibi gelse de eylül-ekim aylarının dayanılmaz griliğinde yazmamak da imkansız gibi.
hele ki bir cumartesi gecesi..
hasta burnum ve sevgili arkadaşı mendilin arasından süzülen ince ince adıyaman dumanının beyazlığı ellerin hızlı silüetine yetişemezken beyin kıvrımlarım dünyayı dönmeye devam ediyor inatla. düşünmemekten dem vuran mantık lobum ile düşünmeden edemeyen hödö lobum arasındaki elektrik başımı ağrıtıyor.
derken..
bir duman daha koca monitöre..
daha çok vakit var. cumartesiler bitmeyecek, biliyorum; biliyorsun. her yağmur damlasında yeniden doğmanın verdiği heyecanı sarmışken iliklerimi harf oyunlarına yer yok bu gece. sadece yarını beklemek var mesela, gecenin çabuk geçmesini istemek, bir başka cumartesiye geçebilmek yeniden.
damlalar düşer. sercovi ıslanır. yağan yamur değildir fakat, anlamını arayan sırılsıklamlığın el ele vermişliğidir sadece kadıköy sokaklarında..
yani;
ne ben nevrotiğim, ne de sayıklamak bu yaptıklarım; sadece inatçı küçük bir haykırış benimkisi:
"open your heart i’m coming home"

serbest çağrışım

sercovi
sözlük sınırları içersinde zart diye yapılmaması gerektiğine inandığım hede.
başlık sahibinin niyetine, kelamına istinaden sinir hoplatıcı ya da kırıcı olabilen hareket.
koklayınız efenim biraz, harfler anlatır derdi..

bize her gün cumartesi

sercovi
29 eylül 2007 cumartesi..
pek çok insan için pek çok farklı anlama gelebilir bu tarih. nedir mesela? sıradan ya da farklı bir haftasonu. sevgiliyle geçen herhangi başka bir gün belki, belki de yeni umutlar peşinde koşmanın eski heyecanı. tatil olması bir yana dursun 29 eylül 2007 cumartesi günü 2007 yılının eylül ayındaki cumartesilerden biriydi sadece.
"peki nedir bu başlığı açtıran şey birader?!" demeyiniz lütfen, size hiç yakıştıramadım, hele o elini bir indir, soluklan; elbette ki bir sebebim var
sabret.
başlıyorum.
dünyanın en şanslı adamı olduğumu iddia etmem boşa değil. cumartesi gününün bununla ilişkisi de pek yakından(dur dur heyecanlanma, sadece bu değil sebebim; anlatacaklarım var). kahve dünyasının tarafımdan üçüncü ziyareti daha önce olmadığı kadar ilgi çekici olmuştur. lost roomdaki gibi bir oda idi sadece o mekan. bir daha geri dönülemeyecek, dönülse bile aynı şeylerin yaşanılamayacağı bir yer.
ne gibi mesela?
zaman gibi mesela sevgili dost.
zaman algısının cumartesiyle sınırlı kalışı sadece bir eylül akşamı cumartesisinde, sadece o iki insanın iletişiminde ve sadece o ortaçgil şarkısında mümkün olabilirdi.
oldu da sevgili dost.
kadıköye varan vapurların kıç tarafında yere çömelmiş tütününü saran genç iki şey düşünür ekseriyetle:
1- kaç dakika kaldı?
2- kaç saatimiz var birlikte?
bir duman daha boğaza.
zaman akla gelir işte orada, saat inatla ilerler ama o genç soğuğun umursamazlığıyla hiro nakamura olmaya çalışır.
zaman durmaz.
genç bir duman daha alır tütününden. çevredekilerin şüpheli ve öfkeli ramazan bakışları sadece tebessüme sebebiyet verir üşümüş yanağında..
dur dur dur..!!
cumartesi diyorduk..
evet cumartesi..
yıllar geçti mi üzerinden cidden?

muque

sercovi
midem pek zayıf yine. yanımda bir küçük süs şişesi şarap en kırmızısından biraz da tütün adıyamandan.
gel de yazma!
derin bir dumanın yanında kırmızı bir yudum da fena olmazdı ya hani, melankoli şekle sığmaz; şarap da kırmızı da baktıkça güzelleşir. yıllanmak zamanın neresinde ki zaten?
kim demiş zaman akar diye?!
galilei olmamak mümkün değil dostlar.
inkarın inkarı da olmaz hani. ortaçgil zamanında "hey you" demenin keyfi varsa bünyede ve ne dediğimi anlayabiliyorsan en önemlisi, zaman dediğin şeyin vapur seferinden ibaret olduğunu da anlaman gerekir.
itiraf mı dersin edebiyat mı bilemem.
o sana kalmış.
ben sadece tarifsizliğimi yazmaya çalışıyorum.
mesela;
kalıp cümlelerle dalga geçmeyi bırakıyorum, "eskiler" diyorum sık sık, iyi bilmişler.
dalgamı şans üzerine kuruyorum.
nazım ustaya sesleniyorum harflerimin içinden; duy diyorum ihtiyar, yine haklı çıktın: "doğmamış çocuğundan gerisin".
sen değilmişsin be üstat en şanslısı..
ağır laflar yani a dost anlatabildim mi?
çaresizim.
çare aramıyorum.
sadece yaşıyorum, nefes almanın keyfine varıyorum. ne oksijen yakıyorum ne kendimden geçiyorum.
sadece yaşıyorum.
nutkum tutuluyor yine, bir tütün daha sarmalı sanki.
gece uzun, ben ayaktayım.
ayaklarım yere basmıyor a dost
sadece yaşıyorum..

muque

sercovi
iki noktalı bir şeyler yazmak istiyorum sana ama biliyorum ki fazla dikkat edeceksin okuyacaklarına. bir sonraki kelimeyi meraktan kıvranarak takip edeceksin ve bu kovalamaca iki noktanın sonunda bitecek; tıpkı başladığı gibi.
dur.
sakinleş..
her zamanki heyecanımdayım merak etme.
üşümeye alıştık nasıl olsa..
zamanlardan gece; bir varız bir yok..
gül cemalinle yıkamışım yüzümü uyanmamak ne mümkün! alice harikalar diyarında gezedursun, biz senle burayı yaşayalım yine. sokaklar senin olsun, ben vapurların olayım. iki kıyı arasındaki denize okuduğum sinkaf kız kulesinden işitilsin yine. kıyına yanaşırken alayım kokunu; buram buram hayat kok yine, al beni..
kime ne söylerim de kim ne anlar bilinmez,
sadece bir şey yazabilirim sana velhasıl-ı kelamımda
eylül cumartesileri başka olacak artık..

dünyanın en sansli adamı

sercovi
şans..
“dünyanın en şanslı adamı olmak” söylencesi neden hep bu kadar uzak gelmiştir diye düşündüm bu gece. “kalıp cümle, peh!”.. değilmişin farkına varmak çok keyifli a dostlar. kim ne diye buraya getirsin ki siz zavallı şanssız insanları? işte bunu da ekledim beyin kıvrımlarının sonuna. alınmayın a dost bu sadece bir sevinç şelalesi değil kocaman bir insanın doğduğunun göstergesi.
çocukları çok seviyor..
konuşurken “o” olmak var ya hani..
ama siz bunu bilmezsiniz a dostlar, dünyanın en şanslı adamı olmak o kadar kolay değil. hele ki neden böyle düşündüğünüzü anlatmak.. cümlelerim kime anlatacak ki meramımı? siz pek sevgili olmakla beraber en şanssızlara da mı?
hayır hayır, “sevgili” kısmı daha ağır basıyor elbet, dedim ya bu yazdıklarım tamamen sizi sevdiğimden(öyle bir şey demedi demeyin, anlayan anladı).
tek kaşımı havaya kaldıramadığım biyolojik bir gerçek. fakat başarabildiğimi sonuna kadar hissetmek suretiyle kaşımın havaya kalktığını söylemem de yalan değil hani.
“ondan sonra dedim ki:
-nediyyiiosuu lasen!!” lafı tek kaşın havaya kalkıp dilin hafif peltelediği milisaniyelere(?) denk düşer ekseriyetle.
“ondan sonra dedi ki:
-nediyyiiosuu lasen!!” lafı ise aynı kombinasyonların yaşandığı başka bir bünyede vücut bulur.
iki farklı bünyedir yani yukarıdaki iki farklı tırnak içi cümleleri eyleyen.
soru basit değil mi?
kim bu iki kişi?

abanmak yok

sercovi
(bkz: el var yok) tarzı çocuk futbolu jargonu nüvesi.
kaleci ya en küçük çocuktur ya da en şişman çocuk. ne en küçük oldum çocuk futbolunda ne abanan de en şişman. ama bilirim o ruh halini. çirkindir, çirkeftir abanan.
şişmanlık kar etmez.

cezmi ersöz

sercovi
bırakallasen’in emmi oğlu.
teoman’ın yazar versiyonu, ego heykeli.
kitap yazmayı aşk günlüğü tutmakla eşdeğer kılan, daha vahimi aşk günlüğü diye bir edebi türün olmadığını bilmeyen sakallı zat.
hikaye yazdığını varsaysak büyü faktörüne saygı duymak mümkün olabilir ama cümleleri bir araya getirdiğimiz vakit 1.tekil şahsın sürekli esas oğlan olduğunu görüyoruz; yani hikaye değil. ya da çok daha vahimi adam cidden hikaye...
seviyor saymıyorum

bilgi sözlük ramazan 2007 iftar zirvesi

sercovi
şahsım adına dumurların zirvesi olmuştur kendileri.
gündüz müqüe ile birlikte baslayan seri zirve esnasında çöküntüye sebebiyet verdiğinden "ağır abi" yaftası yapışıyor suratıma. konuşmuyorum. izliyorum.
tabu dönüyor ortada, çay içiyorum.
amip misali istiklali zaptettiğimizi hissettiğim an derin bir nefes çekiyorum içime insan kokulu; "oooh beee!" diyorum içimden, keyifli bir sinkaf okuyorum geceye. teşekkürlerimi kime sunduğumu bilmiyorum ama bilgi sözlük ramazan 2007 iftar zirvesinin aracılık ettiği gece sonlanmasın istiyorum.
sonlanmıyor.
eyvolle herkese; özellikle müqüeye.

eskimolar

sercovi
bir zeki fren klasiği. kutupların eşsiz güzelliklerini anlattığı türk sanat musıkisi şaheseri;
dinliyoruz:

kurutulmuş biber mi yer
eskimolaar eskimolar
ne bir somon ne bir ekmek
eskimolar eskimolar

iglosunda bir çift balık
eskimolar eskimolar
hep soğuk hep karanlık
eskimolar eskimolar
4 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol