bir de halk muhtıraları var, imza falan da atılıyor..
muhtıra metni:
karanlık ile aydınlık yolların ayrımına geldiğimiz bu günlerde hep sessiz ve tepkisiz yığınlar olmalarından adeta yakınılan ve üstüne üstlük birde çok bilmişler tarafından suçlanan , kulluğu reddedip ,onurlu bir ulusun mensubu olduklarını asla unutmayan ve meydanlara dökülen milyonlarca yurttaşın adına size sesleniyoruz sayın baykal…
artık sözün bittiği yerdeyiz…
karanlıkla aydınlığın bu yol ayrımında milyonlarca yurttaşın sesi ülkenin kaderini çizecek ,
herşey ile hiçbirşeyin arasında olacaksa olacak bir ihtimalin arifesindeyiz…
siyasetlerinizi bugüne kadar dilediğiniz gibi sergilediniz ,dilediğiniz kadar böldünüz ,böldürdünüz hala da durmadan bölünebilirsiniz ama yuttaşlar asla bölünmeyecek cumhuriyetimize sahip çıkmanın çocuklarımızın geleceklerini teminat altına olmak olduğunun bilincindeyiz.o yüzden bu teminatı sağlayamayacaklara pek fazla tahammülümüz yok…
cumhuriyetin, çağdaş,laik,demokrat ,devrimci bir anlayışla, geleceğimizi tasarlayabilecek deneyim ve birikime sahip siyasetçi kadroları tarafından yönetilmesini istiyoruz basitçe…
sizin bugünlere gelinceye kadar yaşanan süreçlerin yaratılmasındaki payınızı çok iyi biliyoruz,veballerinizi de iyi biliyoruz,ve o yüzden güven yitirdiğinizi de…ve o yüzden seçim sandıklarından çıkan uyarıları hiçe sayıp bildiğinizi okumaya devam ettiğinizi de çok iyi biliyoruz.bunu sizin de çok iyi bildiğinizi biliyoruz.
bizler atatürk’ün kurduğu türkiye cumhuriyeti’nin kurucusu chp’ nin sizin yüzünüzden gedikli muhalefet olmasını istemiyoruz.meydanlarda oluştuğunu ifade ettiğiniz mesajın size ait olan kısmını anlamamışsınız.
size birleşiniz denildi ,birleşmeyi pazarlık konusu ederek ,tartışınız denilmedi ! aynı değerleri paylaşan , ayrı kadroların elbette türkiye cumhuriyetinin kurucu partisinde hemen toplanmaları gerektiği sizlere net olarak iletildi.
bunun gerçekleştirilmesi için pehlivan tefrikalarına benzer,uzun uzadıya tartışmalar ve müzakereler gerekmiyor.bütün partilerin yada referans aldıkları değerleri cumhuriyetin kuruluş değerleri olan tüm siyasal güçlerin bir araya gelmesi için sizin chp’ nin yasal genel başkanlığından istifa etmeniz gerekiyor.
tartışacak vakit yok,zaman kalmadı...
çünkü bu istifanın sizden asla beklenemeyeceğine inanmış milyonlar, bu davranışınızı asla görmezlikten gelmeyecek.bu erdemli ve asil davranışınızla oluşacak rüzgar , mumları söndürüp büyük bir ateşi tutuşturacak.bunu dolmuşta,yolda,berberde ,terzide,tamircide
kasapta ,manavda her yerde duyacaksınız…
ceplerinde milletvekili adaylık dilekçeleri ankara’nın yolunu tutup kapınızı aşındırmaya gelenlerin sadakat ayinleri bile sizi bu yoldan alıkoymamalı…
türkiyenin kaderinin belirlendiği bir dönemeçte kararsızların “ gene onlar kazanacak”yılgınlığına teslim olmak istemiyoruz.
tarih devamlı bir başlangıçtır sayın baykal...
bütün toparlayıcı , güvenilir ,bilge, akil kadroları göreve çağırın,chp ‘nin içinde veya dışındamı olduğuna yada dsp,shp,ödp,ip,bcp,ctp,hyp,yp ‘gibi hangi partide olduklarına bakmadan,kırdığınız küstürdüğünüz,dışladığınız pek çok yol arkadaşınızla da kucaklaşarak…
asalet sahibi kişi verilenin değerine değil,verilişine önem verir.meydanlara toplanan milyonlar bu davranışınız karşılığında size hiç tereddütsüz cumhurbaşkanlığı görevini vermek isteyecektir,hemde tüm veballerinizin vicdanlarında bağışlanması kadirşinaslığını göstererek,tekrar güven duygusu tazeleyerek bu erdemli tutumunuz kalplerinde taçlandırarak yani takiyyecilerin budalaca meydan okumalarına inat ,halkoyuyla sizi cumhurbaşkanı seçerek...
öyleyse bu iş için yarını beklemeyin….
yoksa bu halk ,bu milyonlarca yurttaş istediklerini elde edememesi ve bu büyük umutlarını yitirmeleri durumunda büyük bir öfkeyle en başta sizi tarihin hatırlanmak istenmeyenler klasörüne iliştirecektir. çünkü artık kararlıyız...
sözün bittiği yerdeyiz!…
chp genel başkanı deniz baykala chpden istifa etmesi ve cumhurbaşkanı adayı olması yönünde telkinler içeren site.
adından da anlaşılacağı üzere 17 mayıs perşembe yani yarın tobb etuda yapılacak konserdir. saati belli değil ama 21-22 sularında başlar büyük ihtimalle...
saat 21:00da gerçekleşecek konserdir.
gazi üniversitesi iibfde bugün gerçekleşecek konserdir. gitmek isteyenlerin yanlarında bir adet gazi üniversitesi kimliği getirmeleri konsere alınamama ihtimalini bertaraf edecektir. ogün severler kaçırmasın derim ben şahsen.
bugün gazetesinden gülay göktürkün 15 mayıs 2007 tarihli yazısı... şöyle bi şey:
sabahtan beri izmir mitingiyle ilgili yorumları okuyorum. takıldığım birçok şey oldu. ama hiçbir şeye ece temelkuranın aşağıdaki satırları kadar takılmadım:
"o şimdi ayıplanmadan şortla gelebildiği bir mitingin tadını çıkarıyor. tıpkı güzel izmirli kızların ayıplanmadan gülüşmenin tadını çıkarması gibi. tıpkı ayıplanmadan yaşamak için kordonda toplanan kalabalık gibi...
bu kadarına pes gerçekten... yaşanan gerçek ancak bu kadar tersyüz edilebilir. temelkuran sanki bir başka ülkede yaşıyor, bir başka ülkeden izlenimler aktarıyor bize...
türkiyede "ayıplanmadan" yaşamak isteyen birileri var gerçekten. ama bunlar şortlu kızlar ve oğlanlar değil... başını bağlayanlar, çarşaf giyenler, uzun etekliler, haşemayla denize girenler... karafatmalara benzetilen onlar... türkiyenin "yüz karaları" olarak görülen, varlıklarından utanılan, bir ayıp gibi gizlenmeye çalışılan, uluslararası arenada ülkemizi rezil ettikleri söylenen onlar...
şortlu, bikinili kadınların kıyafeti değil, emine erdoğanın kıyafetleri her gün, her dakika aşağılanıyor bu ülkede. emine hanım, gün aşırı eline kalemi alan bir kadın yazarımızın, giydiği kıyafetlerle "olgunlaşma enstitüsü zevki" diye dalga geçmesine, üst perdeden akıl öğretmesine katlanmak zorunda.
hayrünnisa gül, zeynep babacan ve gözönündeki diğer tesettürlü kadınlara, "aşağılanmamak için", kıyafet zevklerini bizim giyim zevkimize göre revize etmeleri telkin ediliyor. sanki kıyafetlerini bize beğendirmek zorundalarmış gibi davranılıyor. gerçekleri bu kadar ters yüz etmek ayıptır gerçekten de... şortlu gençlerimiz ne dün ayıplandılar ne de şimdi ayıplanıyorlar. cumhuriyet tarihinin her döneminde "türkiyenin çağdaş yüzü" olarak, atatürk türkiyesinin medar-ı iftiharı olarak hep örnek gösterildiler, baş tacı edildiler. bugün de, şükürler olsun ki, hiçbir baskı görmeden dilediklerince yaşıyorlar...
temelkuran ve onun gibiler, bu yazılarıyla hayali bir "mağdur" yaratarak, gerçek mağdurları saklıyorlar. madem vurgu "ayıplanma" üstüne yapıldı, o noktada kalem oynatmaya devam edelim...
aslında denebilir ki, bu ülkede dindarların, bugün ak parti tabanını oluşturan milyonların baş derdi de budur; yani, kendi anavatanlarında ayıplanmadan, aşağılanmadan yaşayabilmek... bu kitlenin siyasi liderleri, şeriat devleti kurmaktan da, toplumu dindarlaştırmaktan da, islami bir yaşam tarzı oluşturmaktan da, hatta hatta, daha muhafazakar bir türkiyeden de çoktan vazgeçtiler. ister değiştikleri için deyin, ister bunu mümkün görmedikleri için deyin, ister dünya konjonktürü gereği deyin, ister reel politikanın gereği deyin... önemli değil! önemli olan şu ki; onlar bütün bunlardan vazgeçtiler.
artık sadece dinlerinin bütün gereklerini ayıplanmadan ve yasaklanmadan yerine getirebilecekleri bir ülke yaratmak derdindeler. ayıplanmadan türbanlarını takabilecekleri, ayıplanmadan beş vakit namaz kıldıklarını, hatta filanca tarikata sempati duyduklarını deklare edebilecekleri; ayıplanmadan imam hatip kökenli olduklarını söyleyecekleri, ayıplanmadan ve aşağılanmadan cumhurbaşkanı eşi de olabilecekleri bir ülke yaratmak... eğer bütün bunları, başka partilerin iktidarları döneminde sağlayabilselerdi, ak parti bu kadar çok oy da almazlardı zaten. ama başkası yapmadı. o yüzden, "kendi partileri" olarak gördükleri partiyi iktidara getirmek istiyorlar. başkalarını kendilerine benzetmek için değil, kendi seçtikleri yaşam tarzını güvenceye alabilmek için çabalıyorlar.
diyeceksiniz ki, geçtiğimiz dört buçuk yılda ak parti bunu yapabildi mi ki? evet yapamadı. ak parti iktidarı döneminde, din ve ibadet özgürlüğünü genişletme babında tek bir adım bile atılamadı. neden atılamadı? işte bu saçma sapan şeriat paranoyaları yüzünden atılamadı. ve şu gürültüye bir bakın... bir de atılsaydı ne olacaktı acaba...
(bkz: bu kadını seviyorum)
sabahtan beri izmir mitingiyle ilgili yorumları okuyorum. takıldığım birçok şey oldu. ama hiçbir şeye ece temelkuranın aşağıdaki satırları kadar takılmadım:
"o şimdi ayıplanmadan şortla gelebildiği bir mitingin tadını çıkarıyor. tıpkı güzel izmirli kızların ayıplanmadan gülüşmenin tadını çıkarması gibi. tıpkı ayıplanmadan yaşamak için kordonda toplanan kalabalık gibi...
bu kadarına pes gerçekten... yaşanan gerçek ancak bu kadar tersyüz edilebilir. temelkuran sanki bir başka ülkede yaşıyor, bir başka ülkeden izlenimler aktarıyor bize...
türkiyede "ayıplanmadan" yaşamak isteyen birileri var gerçekten. ama bunlar şortlu kızlar ve oğlanlar değil... başını bağlayanlar, çarşaf giyenler, uzun etekliler, haşemayla denize girenler... karafatmalara benzetilen onlar... türkiyenin "yüz karaları" olarak görülen, varlıklarından utanılan, bir ayıp gibi gizlenmeye çalışılan, uluslararası arenada ülkemizi rezil ettikleri söylenen onlar...
şortlu, bikinili kadınların kıyafeti değil, emine erdoğanın kıyafetleri her gün, her dakika aşağılanıyor bu ülkede. emine hanım, gün aşırı eline kalemi alan bir kadın yazarımızın, giydiği kıyafetlerle "olgunlaşma enstitüsü zevki" diye dalga geçmesine, üst perdeden akıl öğretmesine katlanmak zorunda.
hayrünnisa gül, zeynep babacan ve gözönündeki diğer tesettürlü kadınlara, "aşağılanmamak için", kıyafet zevklerini bizim giyim zevkimize göre revize etmeleri telkin ediliyor. sanki kıyafetlerini bize beğendirmek zorundalarmış gibi davranılıyor. gerçekleri bu kadar ters yüz etmek ayıptır gerçekten de... şortlu gençlerimiz ne dün ayıplandılar ne de şimdi ayıplanıyorlar. cumhuriyet tarihinin her döneminde "türkiyenin çağdaş yüzü" olarak, atatürk türkiyesinin medar-ı iftiharı olarak hep örnek gösterildiler, baş tacı edildiler. bugün de, şükürler olsun ki, hiçbir baskı görmeden dilediklerince yaşıyorlar...
temelkuran ve onun gibiler, bu yazılarıyla hayali bir "mağdur" yaratarak, gerçek mağdurları saklıyorlar. madem vurgu "ayıplanma" üstüne yapıldı, o noktada kalem oynatmaya devam edelim...
aslında denebilir ki, bu ülkede dindarların, bugün ak parti tabanını oluşturan milyonların baş derdi de budur; yani, kendi anavatanlarında ayıplanmadan, aşağılanmadan yaşayabilmek... bu kitlenin siyasi liderleri, şeriat devleti kurmaktan da, toplumu dindarlaştırmaktan da, islami bir yaşam tarzı oluşturmaktan da, hatta hatta, daha muhafazakar bir türkiyeden de çoktan vazgeçtiler. ister değiştikleri için deyin, ister bunu mümkün görmedikleri için deyin, ister dünya konjonktürü gereği deyin, ister reel politikanın gereği deyin... önemli değil! önemli olan şu ki; onlar bütün bunlardan vazgeçtiler.
artık sadece dinlerinin bütün gereklerini ayıplanmadan ve yasaklanmadan yerine getirebilecekleri bir ülke yaratmak derdindeler. ayıplanmadan türbanlarını takabilecekleri, ayıplanmadan beş vakit namaz kıldıklarını, hatta filanca tarikata sempati duyduklarını deklare edebilecekleri; ayıplanmadan imam hatip kökenli olduklarını söyleyecekleri, ayıplanmadan ve aşağılanmadan cumhurbaşkanı eşi de olabilecekleri bir ülke yaratmak... eğer bütün bunları, başka partilerin iktidarları döneminde sağlayabilselerdi, ak parti bu kadar çok oy da almazlardı zaten. ama başkası yapmadı. o yüzden, "kendi partileri" olarak gördükleri partiyi iktidara getirmek istiyorlar. başkalarını kendilerine benzetmek için değil, kendi seçtikleri yaşam tarzını güvenceye alabilmek için çabalıyorlar.
diyeceksiniz ki, geçtiğimiz dört buçuk yılda ak parti bunu yapabildi mi ki? evet yapamadı. ak parti iktidarı döneminde, din ve ibadet özgürlüğünü genişletme babında tek bir adım bile atılamadı. neden atılamadı? işte bu saçma sapan şeriat paranoyaları yüzünden atılamadı. ve şu gürültüye bir bakın... bir de atılsaydı ne olacaktı acaba...
(bkz: bu kadını seviyorum)
1. bölümden:
bu meselenin aydınlatılmasının ülkemiz açısından niye böylesine mühim olduğunu türkiye’de totaliter cumhuriyet savunusu yapanların bazılarının fikir serüvenine bakarak anlayabiliriz. yıllarca kafalarında bir totaliter sosyalist paradigma ile gezenlerin bazıları, sosyalist totalitarizmin başarısız olup çökmesinden sonra kendilerine yeni bir totaliter paradigma bulmakta gecikmediler ve hiç zorluk çekmediler: totaliter cumhuriyet. yeni bir kutsal hâline getirdikleri cumhuriyeti öyle bir tavsif ediyorlar ki, bu tavsif totaliter sistemlerin bütün özelliklerini taşıyor. ve bu bize gösteriyor ki, totaliter zihniyet kalıplaşmış halde kimi insanların zihinlerinde yaşamaya devam ediyor.
2. bölümden:
bu kısa yazıda, aydınların totalitarizme şevkle destek vermesinin iç içe geçmiş birkaç sebebinin altını çizebilirim. bunların ilki, aydınların bireyci değil kolektivist bir çizgide yer almaya yatkınlığıdır. totalitarizm beşerî varlığın mutlak bütünlüğüne inanır. hem toplumsal hayatta ana ünitenin birey değil kolektivite -halk, sınıf, millet, ulus, ümmet vb.- olduğunu hem de siyasî ve hukukî yapılanmanın buna göre tanzim edilmesi gerektiğini kabul eder. bu, bireyin gerekirse grubun çıkarları ve değerleri için feda edilebileceği kanaatinin altında yatan düşüncedir. kolektivist kafa bireyi sınıf, ulus, halk vs. için harcamaya hazırdır. sol gelenekte bu zihniyet, devrim uğruna insan hayatının su gibi harcanmasına yönelik eleştirilere verilen, "omlet yapmak için yumurtaların kırılması gerektiği" cevabında yansır.
ikinci sebep, toplumun bir oluşum değil bir yapım olarak görülmesidir. bu anlayışa göre, toplumlar hayatın akışı içinde, yüzlerce veçhesi olan insanî tecrübeyle oluşmaz, bir siyasî iradenin bilinçli çabasıyla yaratılır. iyi toplum, kendiliğinden oluşan değil, yaratılan toplumdur. toplumları sıfırdan yaratmak bile mümkün olduğuna göre, mevcut toplumlara onları daha iyi hâle getirmek üzere müdahale etmek gayet normaldir. dolayısıyla, güçlü bir siyasî irade toplumu devamlı gözetmeli ve gerekli müdahaleleri gerçekleştirmelidir.
üçüncü sebep ideal, mükemmel, sorunsuz bir toplum yaratılabileceğine inanmaktır. bazı aydınlar, ister insan tabiatından ister ortak hayatın özelliklerinden kaynaklansın, her türlü beşerî problemin ebediyen çözüldüğü bir toplumun ve toplumsal modelin kurulabileceğine bir şekilde inanırlar. bu anlayış temellerini bir bilim anlayışında, bir ideolojide, bir dinde, bir ölmüş veya yaşayan kişiye atfedilen düşünce ve icraatlarda bulabilir. nerede ve nasıl temellendirilirse temellendirilsin her kolektivist mükemmel toplum projeksiyonu korkunç bir vahşetin, sınırsız bir baskının, koyu bir despotizmin ve hayvanları utandıracak bir vahşetin tohumlarını bünyesinde taşır.
dördüncü ve belki de en önemli sebep, aydınların akıl kavrayışındaki sakatlık ve akla duydukları aşırı güvendir. aydınlar, aydın olmayanlara nispetle, akıl kullanmayı daha iyi öğrenmiş olan ve akıllarını daha çok kullanan kişilerdir. aydınlar sıradan insanların ilgilenmediği birçok şeyle ilgilenir ve yine onların açıklayamadığı birçok şeyi şu veya bu ölçüde açıklayabilirler. hayatın ve dünyanın bazı fenomenlerini kavrayabilmeleri ve açıklayabilmeleri aydınlarda aşırı bir özgüven duygusunun gelişmesine yol açar. bu özgüven, aydını, akılla her şeyin açıklanabileceği, akılla açıklanamayan her şeyin reddedilmesi gerektiği ve sırf akla dayanarak ideal bir toplumun temellendirilebileceği noktasına sürükler. işte bu noktada kurucu rasyonalizm dediğimiz düşüce kalıbı ortaya çıkar. kurucu rasyonalizm akla dayanarak; tecrübe, duygu, hırs ve tesadüfleri bir kenara atarak; ve aklın önünde engel olarak görülen her şeyi yıkarak-tasfiye ederek en iyi kanunlara, kurumlara, toplumlara ulaşılabileceğini düşünür. maalesef, bu vahim hataya, düşünce hayatında iz bırakmış bazı isimler de düşmüştür. meselâ, ifade özgürlüğü ile ilgili bir sözü motto hâline gelmiş olan voltaire, "iyi kanunlar istiyorsanız eskilerini yakın, yeni kanunlar yapın." diyerek hukuk oluşturmada kurucu rasyonalizmin tuzağına düştüğünü göstermiştir. (bu paragraf harbiden süper)
ve işte bu kadar:
akla dayanarak ideal, sorunsuz bir toplumun yaratılabileceğine inanan aydın, ya kendi aklını kullanarak bunun bir teorisini geliştirir ya da başkalarının geliştirdiği bu tür projeleri teyit ve tasdik eder. ancak, aydının bir eksiği vardır: otorite. ideal toplum projesini hayata aktarmak için otoriteye, güce ihtiyaç vardır; bu otorite, siyasî iktidarın (politikacılar ve bürokratlar) elinde bulunmaktadır. totalitarizme teşne aydın, liberal filozofların tersine, iktidarın, kimin elinde olursa olsun, bireylerin temel hak ve özgürlükleri lehine sınırlanmasını talep etmez, doğru amaçların hizmetine koşulmasını ister.en iyisi, iktidarın doğru ellerde, yani aydının ellerinde olmasıdır. platon bunu "filozof kral" ütopyası olarak projelendirmiştir. ancak, bu nadiren olabilecektir. o zaman, totaliter aydın ikinci en iyiye razı olmak zorundadır. iktidar siyasîlerde olmalı ama siyasiler bütün icraatlarını ve topluma müdahale ve toplumu biçimlendirme çabalarını aydınların tezlerinin ve bizzat aydınların kendilerinin rehberliğinde gerçekleştirmelidir. işte bu kavrayış, insan hayatını ve bütün insanî değerleri hiçe sayan vahşi totaliter sistemlerin altyapısını sağlar. böylece, entelektüel iktidara sahip aydınlarla siyasî iktidara sahip politikacı ve bürokratların ittifakı totaliter sisteme vücut verir.
(bkz: bu adamı seviyorum)
bu meselenin aydınlatılmasının ülkemiz açısından niye böylesine mühim olduğunu türkiye’de totaliter cumhuriyet savunusu yapanların bazılarının fikir serüvenine bakarak anlayabiliriz. yıllarca kafalarında bir totaliter sosyalist paradigma ile gezenlerin bazıları, sosyalist totalitarizmin başarısız olup çökmesinden sonra kendilerine yeni bir totaliter paradigma bulmakta gecikmediler ve hiç zorluk çekmediler: totaliter cumhuriyet. yeni bir kutsal hâline getirdikleri cumhuriyeti öyle bir tavsif ediyorlar ki, bu tavsif totaliter sistemlerin bütün özelliklerini taşıyor. ve bu bize gösteriyor ki, totaliter zihniyet kalıplaşmış halde kimi insanların zihinlerinde yaşamaya devam ediyor.
2. bölümden:
bu kısa yazıda, aydınların totalitarizme şevkle destek vermesinin iç içe geçmiş birkaç sebebinin altını çizebilirim. bunların ilki, aydınların bireyci değil kolektivist bir çizgide yer almaya yatkınlığıdır. totalitarizm beşerî varlığın mutlak bütünlüğüne inanır. hem toplumsal hayatta ana ünitenin birey değil kolektivite -halk, sınıf, millet, ulus, ümmet vb.- olduğunu hem de siyasî ve hukukî yapılanmanın buna göre tanzim edilmesi gerektiğini kabul eder. bu, bireyin gerekirse grubun çıkarları ve değerleri için feda edilebileceği kanaatinin altında yatan düşüncedir. kolektivist kafa bireyi sınıf, ulus, halk vs. için harcamaya hazırdır. sol gelenekte bu zihniyet, devrim uğruna insan hayatının su gibi harcanmasına yönelik eleştirilere verilen, "omlet yapmak için yumurtaların kırılması gerektiği" cevabında yansır.
ikinci sebep, toplumun bir oluşum değil bir yapım olarak görülmesidir. bu anlayışa göre, toplumlar hayatın akışı içinde, yüzlerce veçhesi olan insanî tecrübeyle oluşmaz, bir siyasî iradenin bilinçli çabasıyla yaratılır. iyi toplum, kendiliğinden oluşan değil, yaratılan toplumdur. toplumları sıfırdan yaratmak bile mümkün olduğuna göre, mevcut toplumlara onları daha iyi hâle getirmek üzere müdahale etmek gayet normaldir. dolayısıyla, güçlü bir siyasî irade toplumu devamlı gözetmeli ve gerekli müdahaleleri gerçekleştirmelidir.
üçüncü sebep ideal, mükemmel, sorunsuz bir toplum yaratılabileceğine inanmaktır. bazı aydınlar, ister insan tabiatından ister ortak hayatın özelliklerinden kaynaklansın, her türlü beşerî problemin ebediyen çözüldüğü bir toplumun ve toplumsal modelin kurulabileceğine bir şekilde inanırlar. bu anlayış temellerini bir bilim anlayışında, bir ideolojide, bir dinde, bir ölmüş veya yaşayan kişiye atfedilen düşünce ve icraatlarda bulabilir. nerede ve nasıl temellendirilirse temellendirilsin her kolektivist mükemmel toplum projeksiyonu korkunç bir vahşetin, sınırsız bir baskının, koyu bir despotizmin ve hayvanları utandıracak bir vahşetin tohumlarını bünyesinde taşır.
dördüncü ve belki de en önemli sebep, aydınların akıl kavrayışındaki sakatlık ve akla duydukları aşırı güvendir. aydınlar, aydın olmayanlara nispetle, akıl kullanmayı daha iyi öğrenmiş olan ve akıllarını daha çok kullanan kişilerdir. aydınlar sıradan insanların ilgilenmediği birçok şeyle ilgilenir ve yine onların açıklayamadığı birçok şeyi şu veya bu ölçüde açıklayabilirler. hayatın ve dünyanın bazı fenomenlerini kavrayabilmeleri ve açıklayabilmeleri aydınlarda aşırı bir özgüven duygusunun gelişmesine yol açar. bu özgüven, aydını, akılla her şeyin açıklanabileceği, akılla açıklanamayan her şeyin reddedilmesi gerektiği ve sırf akla dayanarak ideal bir toplumun temellendirilebileceği noktasına sürükler. işte bu noktada kurucu rasyonalizm dediğimiz düşüce kalıbı ortaya çıkar. kurucu rasyonalizm akla dayanarak; tecrübe, duygu, hırs ve tesadüfleri bir kenara atarak; ve aklın önünde engel olarak görülen her şeyi yıkarak-tasfiye ederek en iyi kanunlara, kurumlara, toplumlara ulaşılabileceğini düşünür. maalesef, bu vahim hataya, düşünce hayatında iz bırakmış bazı isimler de düşmüştür. meselâ, ifade özgürlüğü ile ilgili bir sözü motto hâline gelmiş olan voltaire, "iyi kanunlar istiyorsanız eskilerini yakın, yeni kanunlar yapın." diyerek hukuk oluşturmada kurucu rasyonalizmin tuzağına düştüğünü göstermiştir. (bu paragraf harbiden süper)
ve işte bu kadar:
akla dayanarak ideal, sorunsuz bir toplumun yaratılabileceğine inanan aydın, ya kendi aklını kullanarak bunun bir teorisini geliştirir ya da başkalarının geliştirdiği bu tür projeleri teyit ve tasdik eder. ancak, aydının bir eksiği vardır: otorite. ideal toplum projesini hayata aktarmak için otoriteye, güce ihtiyaç vardır; bu otorite, siyasî iktidarın (politikacılar ve bürokratlar) elinde bulunmaktadır. totalitarizme teşne aydın, liberal filozofların tersine, iktidarın, kimin elinde olursa olsun, bireylerin temel hak ve özgürlükleri lehine sınırlanmasını talep etmez, doğru amaçların hizmetine koşulmasını ister.en iyisi, iktidarın doğru ellerde, yani aydının ellerinde olmasıdır. platon bunu "filozof kral" ütopyası olarak projelendirmiştir. ancak, bu nadiren olabilecektir. o zaman, totaliter aydın ikinci en iyiye razı olmak zorundadır. iktidar siyasîlerde olmalı ama siyasiler bütün icraatlarını ve topluma müdahale ve toplumu biçimlendirme çabalarını aydınların tezlerinin ve bizzat aydınların kendilerinin rehberliğinde gerçekleştirmelidir. işte bu kavrayış, insan hayatını ve bütün insanî değerleri hiçe sayan vahşi totaliter sistemlerin altyapısını sağlar. böylece, entelektüel iktidara sahip aydınlarla siyasî iktidara sahip politikacı ve bürokratların ittifakı totaliter sisteme vücut verir.
(bkz: bu adamı seviyorum)
bir kaç yıl sonra dünyanın gelmiş geçmiş en büyük f1 pilotu michael schumacheri unutturacak f1 pilotu.
"zaten desem de bi bok anlamazsınız" düşüncesinin vermiş olduğu kibirle tartışmadan çekilme sözü...
fenerbahceli olmama rağmen galatasarayın kazanmasını dilediğim maç.
aşık olunası, şiirler yazılası, gülüp oynanası şarkılara sahip grup...
her ne kadar görüşlerini pek tasvip etmesem de kaliteli bir gazete.
esasen bir sürü versiyonu vardır. doğrudan demokrasi, atina demokrasisi, çoğulcu demokrasi, marksist demokrasi, liberal demokrasi, temsili demokrasi, vs.. velakin en güzeli doğrudan demokrasidir. bu tip demokrasilerde halk doğrudan karar mekanizması olarak çalışır. ama bunun da 70 milyonluk bir ülkede uygulanması imkansızdır...
haftalardır kör topal devam eden beşiktaşı darmaduman etmiş takımdır. helal olsundur.
avrupalıların pek sallamadığı, buna karşın biz türklerin sertab erener ile aldığı birincilik sonrası ilgi göstermeye başladığı, ülkemde hemen herkesin abidik gubidik yorumlar yaptığı, üstelik kenan doğulunun tostik şarkısı ile aldığımız 4üncülüğü bile beğenmeyecek kadar kibirlendiğimiz örovizyonun bir daha yapılmaması için ellerimden geleni ardıma koymayarak destek olacağım kampanyadır. ulan ülke olarak 1 haftadır tüm sorunları bi kenara itmişiz örovizyon da örovizyon... ne lan bu? olmasın.
her ne kadar tarafıma akp yanlısı gibi gözükse de gençlerden böyle bir oluşumun çıkması demokrasi ve sivil toplum adına güzel bir olgudur.
türkiyede defalarca kesintiye uğramış, bazı güçlerce yerleştirmek için değil yerleştirmemek için çalışılmış yönetim şekli. toplumun %80i bilmez zaten...
2006-2007 turkcell super lig şampiyonu olmayı garantilemiş takımdır. hemen sevinmeyelim 2 haftaya bi katakulleye getirir alırlar şampiyonluğu...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?