confessions

quantitatif

- Yazar -

  1. toplam entry 478
  2. takipçi 1
  3. puan 14948

belkis ozener

quantitatif
gönül yazar’la beraber istanbul’a gelen belkıs hanım kardeşinin tersine daha sade bir hayatı seçmiştir.yıllardır izlediğmiz,hücrelerimize işleyen filmlerde seslendirme yapan ve bir dönem ünlü aktirstlerin seslerinin yetersizliği nedeniyle söyleyemedikleri o eşsiz şarkıları benzersiz sesiyle ve mütevazılıyla dile getirir.ve ne yazı ki yıllar sonra bizler tarafından tanınmaya başlanmıştır.sanırım trt’de çok evvelden gösterilmiş türk filmleri hakkındaki bir belgeselde yapılan araştırmalarda tüm o güzide filmlerde onun ismi yer alır.program yapımcıları şaşkınlıkla beraber hemen belkıs hanımı aramaya koyulurlar ve ancak oğluna ulaşırlar.daha sonra da belkıs hanıma tabii.yaptığı tüm işlerde zannederim başkaları olsaydı şimdi şöhretli bir şekilde yaşarlardı ama o,sade bir hayatı tercih etmiştir.edindiğim bilgilerden de anlaşılıyor.çünkü o dönem de yapımcıların belkıs hanımı tercih etmesi hem işini çok iyi bir şekilde yerine getirmesi hem de ünden sakınmasıdır.yine yaptığı bir film seslendirmesinde o kadar çok çalışmış ki ses telleri zedelenmiş ve altı ay işini icra edememiş.
tüm bunların yanında benim için onu bu zaman kadar tanımasam da boş çerceve,sevemedim kara gözlüm,karakolda ayna var,gümüş gerdanlık,pınar şarkılarını filmlerde oynamasada sesiyle mucivezi bir lezzet eklemiştir.dinlerim dinlerim sıkılmam bu şarkıları.afişlerde isminin olmasına önem vermesede filmlerde oynayan kadın oyuncuların yerine geçmiştir.bu ses hayat ve acı verir bana her seferinde.
sevemedim kara gözlüm adlı şarkının başında söylenen cümleler onun tasviri gibidir;
-söyleyeceğim ilk şarkıyı mutlu insanlara adıyorum.
bu şarkının benim için tatlı,acı hatıraları vardır;askın ne olduğu ben bu şarkıda öğrendim.saadeti bu şarkıda tattım.bir şey daha öğrendim bu şarkıda,her şeye sahip olmak isteyen elindekini de kaybediyormuş.

fast food şarkılar

quantitatif
global düzenin getirdiği zalimliklerdendir çabuk tüketim.hemencicik yapılan ve anında tüketilen şeyleri temsil eder fast food.aslında fast food kelime grubunu kullanmakta hoş değildir ama yapılanları aşağlamanın bir yolu olarak yapılabilir.çünkü tüm bu çürümüşlükleri kullanarak yapılanlar için dilimizde karşılığı olan bir kelime-kelimeler kullanmak kaideye almaktır.onları kendi silahlarıyla vurmak en iyisidir.
konfüçyüs der ki;bir milletin müziği bozulmuşsa çok şey kaybedilmiş demektir.(hatırladığım kadarıyla)
son dönemlerde özellikle doksanlı yıllardan sonra popüler kültürün gelişmesi sayesinde dünyada çok basit,bir o kadar da anlaşılması güç iki dörtlük şarkılar yapılmaya başlanıldı.bizim ülkemizde bundan nasibini aldı ne yazık ki.sanki planlı bir şekilde kültürümüzün mirasi olan türküler,sanat(musiki)müziği ,klasik batı müziği unutturulmaya başlandı.hatta bazen rant meselesi güzide olan müzikleri güya modern yorumlama diyerek,kırpılarak,değiştirilerek çalınarak söylenmesine sebep oldu.seksen darbesi sonrası gelen nesil de zaten siyasetten,kültürden,bilimden uzaklaştırılarak başka başka şeylere(zehirlere)yönlendirilmişti.kapitalizme iyice entegre olduklarında ise ’iyi’ diye yutturulmaya çalışılan şeylere adapte olamaya başlanıldı.ne yazık ki her şey ama her şey bu kokuşmuşluktan etkilendi.müzik bunlardan bir tanesi.oysa bilinmez ki zeynebim türküsü tam onbeş zamanlı bir müziktir.(bende yakın zamanda öğrendim)musikiler öncesi aynen klasik batı müziğinde olduğu gibi dört adet giriş bölümü bulunur.ve bu bölümlerde ikişer taksimlerden oluşur ama bunlar ne yazık ki göz ardı edilir.bizim için çakkıdı,dansöz yok tek taşımı kendim aldılar,allah belanı versinler daha mühimdir.kim dinler munir nurettin selçuğ’u,seha okuş’u,berrin özer’i,kazancı bedih’i,neyzen teyvik’i,müzzeyen senar’ı,zeki müren’i,ezginin günlüğü’nü,sema’yı,ruhi su’yu,erdal erzincan’ı,bulutsuzluk özlemi’ni,bülent ortaçgil’i,erkan oğur’u ve aklım gelmeyen daha bir çok sanatçıyı.görüntüye bulanmış lanet şarkılar yaşasın.yaşasın kapitalizm.unutturdular.tükettiler.

kaybolmayalim

quantitatif
gecenin en büyük hasrete bulanmış yongası saplanır yüreğime.
sonra beynime
birer birer kanatır en saf düşüncelerimi
bir sigara yakımsalık canım kalır,
ellerim titrer,ben üşürüm,çakmağımı çakamam.
bir alev beliriverir karşı koltuğumda
gözlerin midir,yoksa dudakların mı?
kanarım kanarım durmaz,
sigaram bulanır sanki her yeri yanar gibidir,şimdi.
bir damla düşer ki yere alev parçası
ama maviliği yoktur sade alev.
alevin en görünmeyeni.
nefesim daralır,
birden sen belirirsin,
saçların ıslak,gözlerin kurudur.
saçlarını bırak üzerime,
üşümekteyim.

içimin acısı

quantitatif
yağmurun durduğu yerde susarım ve yıkıntıların arasında kalır gibi soluk alır veririm.git.bu uğultusuz,karanlık ormandan.kalbimin acısıdır,nefesim kanarda verir canıma hayatı.sessizce,soluksuz kalkarım uykumdan başka memleketlerde uyanırım.bazen başka kadınların rüyalarına girerim acımasızlığı anlatırım.beni dinleyen olur,sessizce ağlarım.içimin acısı kanar ve yara gittikçe derinleşir tıpki yoksulluk gibi.günün çoğunu çıkardığı madenden kazancını sağlayan bir kömür işçisi eli boş dönerse evine ve üzgünleşirse karısı,çocukları; gözlerinde de kararmış bedeni,kara hizmet eden adamın acısıdır,içimin acısı.attığım her adımda hatırlarım.gözlerim dürbün olur görürüm kapitalizmin oklarını;ama engelleyemem.git içimin acısı.

isyan bol

quantitatif
lan gidin,kardeşim dedim.
duymadınız.
utanmazsanız eğer tükürün suratıma zehirlerinizi,
gidin.
bırakın beni ıslak kaldırımların parlayan tarafına.
altımada bir gazete sıkıştırdım mı,
vay anam vay!
gazete de öyle politika dolu olsun.
büyüklerin fotoğrafları olsun ki pislettim mi,
işe yarar olsun.
siz tükürün ben nasıl olsa aşağıya veririm kanı.
bu siste tutturdu mu,
ağır bir yük gibi çöker üzerime.
kolum kalkmaz,elimi sokacak yer bulamam
korkarım.
gidin ulan!
ben istemem mi,başımı yukarılara kalksın.
bulvar ışıklarında kaybolayım.
pırıltılı yerlerde uyuyayım.
güzel düşler kurayım.
beyaz sıcak bir sabaha uyandığımda herkezi kardeş göreyim.
kenetlenmiş,bire bir göreyim.
istemem mi?
benim de yüreğimin sıcak olduğu,
karnımın tok olduğu günler vardı.
bilmezsin buraları yoktu.
vitrin cama bulanmamıştı.
serseriyim evet,
gidin!
herkeze gidin sorun
değişen nedir?
değişen nedir ki ben burda siz ordasınız.
neden,isyan bol?

yılmaz güney

quantitatif
hayat bize



...hayat bize
mutlu olma şansı
vermedi sevgili
biz kendimizden
başka herkesin
üzüntüsünü üzüntümüz,
acısını acımız yaptık
çünkü. dünyanın öbür
ucunda hiç tanımadığımız
bir insanın göz yaşı bile
içimizi parçaladı. kedilere
ağladık, kuşların yasını tuttuk...
yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat
karşısında bizi zayıf yaptı. aslında
ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili...
ne güzeldir bilmediğin birinin derdine
üzülebilmek ve çare aramak. ben bütün
hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
yaşamak ne güzeldir be sevgili...sevinerek,
severek, sevilerek, düşünerek... ve o
vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın...

yılmaz güney

bilgiçlerin şiirleri

quantitatif
lübnan’lı gencin israil bombasıyla ölümü

kararlaştırdığım gibi bir ölüm değildi.
oysa çok sessizdim.
zararımda yoktu.
aldığım en son kitabı okuyordum.
aslında aklımda geçenlerde okulda karşılaştığım kız vardı.
pek güzel değildi.
gözleri anlamlıydı.
elleri küçüktü ama zorda kaldığında büyük bir şeyi tutup kaldırırcasına kuvvetli gibiydi.
aslında her şeyi bakışları anlattı bana.
ellerlerine hiç bakamadım.
onun için güzel mi?
bilmiyorum.
yanındam önce kokusu sonra gözleri ile büsbütün geçti.
ansızın.
’kaybetmeye hazırım’diyordu okuduğum kitaptaki kadın adama.
ben de hazırım onu bir daha görmek için kaybedebilirim kendimi.
hafif bir uyku bastırmıştı.
en hafif zamanıydı,
ölümün.
ses duydum.
sonra karartı.
karardım.
toz oldum ve duman.




yara

quantitatif
bazen eline saplanan bır bıçağın açtığı fizyolojik bir şey olabilir;ama yaranın nasıl oluştuğu her zaman ki gibi doğal bir gelişim sürecine ait olmayabilir.raslantının mucizesi karşılaşmalar ve eline batırılan bir çataldır yaranın oluşumunu sağalayan şey.sigara izmariti gibi çıkarıp atarsın içine akan krımızı bir zehirdir.paylaşamazsın,acısını geçmek istemediğinden.zehri içinde kalan bir acı seni deliye çeviren bir yaraya dönüşür.her dokunuşunda ya da her farkkettiğinde hatırladığın şeyler gözlerini yaşartır.yara içindeki kanı akıtmadan kapamıştır.

gidersen yikilir bu kent

quantitatif
gidersen yıkılırım.yıkılmışlığımın üzerine kent yıkılır.senin giden adımlarının titreşimi yıkar.
eteklerin süzülür kanımın emildiği topraklara.kanım takibindedir.her arkaya dönüp bakışın bir kent daha yıkar.ve ben tüm yıkıntıların arasında kalırım.
bir rüzgar eser,
belki ufacık bir toz kalkar üzerimden
sanma yüküm hafifler
yalnız burnuma gelen senin kokundur.
çürümüşlüğüm bile algılar.
gidersen yıkılır tüm kentler üzerime
son bakışın kalır.

unutulmaz film sahneleri

quantitatif
eski mavi renki bir kamyonet.içinde bir kadın ve erkek.ağaçların yapraklarının arasından sızan güneş zerreleri eşliğinde yolda giderler.mutluluk aralarında geçemeyecek kadar büyüktür.kadın erkeğe sarılır.erkekte tek kolunu kadının sırtının arkasından omuzlarına atarak sarılır.ve erişilmesi zor olan o sonsuz mutluluğun kapısında geçmek için sürerler kamyoneti.
yol,ağaçlar,güneş,yeşil,aşk,tutku...
ışık çoğalır.
gözlerin kamaşırcasına.
mutluluğun ve huzurun kapısı aralanmıştır artık, yok olurlar.
film:varolmanın dayanılmaz hafifliği.

fikrimin ince gülü

quantitatif
fikrimin ince gülü,
kalbimin şen bülbülü
o gün ki gördüm seni yaktın ahh,yaktın beni!

gördüğüm günden beri
olmuşum inan deli.
o gün ki gördüm seni yaktın ahh,yaktın beni!

ateşli dudakları,
gamzeli yanakların
o gün ki gördüm seni yaktın ahh,yaktın beni!


sema isimli efsane kadınlardan olan bir şarkıcının seslendirdiği harika bir şarkı.ekho yapımcılıktan çıkan bu albümü dinlerken çok çok uzaklara gideceksiniz.

gece

quantitatif
ne gamlara gebedir,nefes kadar hafif ve kısa olsada bazen hiç çekilmez olur eğer karartılmış bir günün sonunda çıkmışsan,sorgusuz hükmün kesilip başın(beynin) alındığsa yüreğinle baş başa kalırsın.o zaman en miligramlı ağrı kesiciler bile dindirmez acını.gözlerin kanar da verir kareleri flaş patlar,elinin ulaşabildiği en sivri şeye ulaşıp çıkırıvermek istersin.gücün ancak diğr elindeki parmağına yetişir.dışardan bir sokak kapısının kapanış sesi gelir.demir perde iner kornişten sanki eve giren kadının çığlıkları sonrası sarılması.
neden,neden?
bu bağrışmalar ki geceyi daha da karartır.daha da inceltir üzerine tiner dökülmüş.
kokular kötü kokular.
uyumak yok.
engellerin var.
kadın var.
vardı!
ses yok.
havada kan var.şarap damlar sanki tavanından odanın.kan temizliktir.hayattır.ama kirlenir üzerin.
bir damla düşer üzerine bir fırtına kopar.sen en büyük dalgada batmamak için savrulan bir gemi gibi vurursun geceye.
gece sana çalar ölüyü sen geceye atarsın suçu.ve bütün gece geçer.

hacıvat karagöz neden öldürüldu

quantitatif
ezel akay’ın yönetmenliğini yaptığı senaryosunu da levent kazak’la oluşturdukları 2005 yapımı bir filmdir.13.adana altın koza film şenliklerinden de iki ödül almıştır.
hepimizin çocukluğunda büyük yer kaplayan ve türk tiyatrosunun dönüm noktalarından ve en önemlilerinden olan hacivat karagöz;bir perdenin arkasında usta tarafında kuklalarının gölgeleri yansıtılarak gösterilen bir oyundan çok daha önmelidir.film de az çok bunlara değinerek güzel bir dokuya temas etmiştir.
film osmanlının kuruluş yıllarında orhan gazi yönetiminde bursa şehrinde yavaş yavaş bir beylikten çıkıp bir devlet olma yolunda geçen zamanı konu edinir,aslında ve o dönemde yaşamış iki karakter,hacivat ve karagöz’den bahsedilir.isminden de anlaşılacağı gibi neden öldürüldükleri sorusuna kara mizahi bir yöntemle cevap arar ya da bir tez getirir.
filmi izlerken dikkat edilecek hususları sıralamanın faydası olabileceğini düşünürek aşağıya yazdım.
-osmanlı devleti’nin kuruluşunda türkmen boylarından gelen kadınların ne kadar etkin olduğu ve hatta orhan gazi önderliğinde ki ordunun savaşa gittiklerinde bursa’yı kadın savaşcıların(bacıların) koruduğu görünür.
-bu dönemde anadolu’da yer alan diğer beyliklerin durumları ve politikanın kirliliği.
-bir beylikten çıkıp bir devlet olma yolunda geçen zamanda ve sonraları osmanlı’nın yıkılmasının sebeplerinin de başak nedenlerini oluşturan kirlenmenin sebepleri gösterilir.
-müslümanlığın beylikler arasında yayılışı,kültür ve sosyal hayatı nasıl etkilediği ve bunu kullanarak ne tür işlerin çevirilebileceği gösterliyor.
-devletin kuruluşunda yönetmekten çok daha savaşa gidip merkezden uzak kalan padişahın devleti kimlerin eline bıraktığı ve bu kişilerin osmanlı’nın temeline karıştırdığı pislik gösterilir.
-ahi teşkilatının kurulması ve rüşvetle nasıl kirletildiği.
yukarıda saydıklarım devletin kurulması döneminde yapılan yanlışlıkları içerir.en üzücüsüde kadınların toplumsal hayattan geri çekilip evlere kapatılmasıdır.(filmden bir deyişle kadınlar zaten yeniktir,erkekler yenik olsalarda galiptir)
şimdi de biraz filmde anlatıldığı kadarıyla kahramanlarımızdan bahsedelim.
göçebe olan cahilliği temsil ediyormuş gibi gösterilse de bilgisini hayattan alan karagöz(hatta filmde ahi teşkilatına üye olabilmesi için müslümanlığı kabul etmesi gerekir,ona sorulduğunda ben taşa,toprağa,suya inanarım der)hacivatla karşılaşır ve önceleri ikiside güldürüklü temaşe yaptıklarının farkında değillerdir.ama halk onları tiyatra yaptıklarını zannederek büyük bir keyifle latifelerini seyreder dururlar ve birden bursa şehrinde üne kavuşurlar.ve sonunda politikanın kirliliğine yenik düşerler.hatta izlenildiğinde son gösterilerini yaparken gölgelerinin duvara yansımalarını fark edip sunuşlarına o şekilde devam ederler.halk ve orhan gazi onları gölgelerinden izlemeye devam eder.zaten perde arkasından gölgelerin yansıması dolayısıyla gölge oyununun oluşumuna pek çok karede göndermeler yapılır.
film oyuncu kalitesiyle pek bir şey veremesede elma şekeri tadında ki öyküsüyle damakta güzel bir neşe bırakır.

kayıp yıllar

quantitatif
ahmet arif bir şiirde söyle der;uğruna ölümlere gidip geldiğim zulamdaki mahsun resim...derinden etkiler beni hep bu mısra okuduğumda veya duyduğumda.ne yazık ki bazılarımızın böyle bir gayesi yok.bırakın bir düşünce temsilcesinin hayatı artık aşık olunan kişilerin kim olduğu bilinmiyor.eskilerde yaşanmış o derin ve ızdıraplı aşk hikayelerini duymak bile güçleşti.
dağı,toğrağı,tüm canlıları ezip geçen zamanı durdurmak zor;ama gölgeler her daim en kuytularda bile fark ediliyor.karanlık bastığında aydınlanan yerlerde var.elleri küçük ama yürekleri büyük insanlar,kurdukları düşlerle hala yaşama tadını barındırırlar içlerinde ve kimilerine umut verirler.
yıllar,yıllardan sonra ne gelecek.kum tanelerinin sonuncusu da düşer;aşk biter;umut biter;hayaller biter.
karaya vuran gemiler gibiysen aklını karıştıran bıçak gibi sorulardan kurtulamazsın.kayıp yıllar her zaman en acı lanetlerinin harcı olacaktır,ta ki;mahsun resim gülene kadar...

israil in lubnan a saldırması

quantitatif
tüm dünyanın sadece ağız mastürbasyonu yaparak insanlık dışı bu savaşı lanetleyerek geçiştirmesi olayıdır.insanlığın sınıfta kaldığı bir döneme şahitlik ediyoruz.emperyalist güçlerin bir ülkenin ezilenlerini öldürmesi,bu insanların yaşadıkları yerleri yıkması-yakmasıdır.ve diğer insanların televizyon başında ya da yazınsal medyada olayları gördüğünde vah vah,diyip iç geçirmeleriyle kalmasına ve sonraki haber ya da başka gündelik bir işte tüm yapılanları unutmasıdır.kapitalizmin en kirli oyunu.yabancılaştırma.dünya halklarını birbirine karşı yozlaştırma.büyük bir umarsızlıktır,israil’in lübnan’a yaptığı vahşet.

12 eylül

quantitatif
özgürlük,eşitlik isteyen insanların iyice seslerinin kısılmasını sağlayan askeri rejimin ülke geleceğini vurduğu darbelerin sonuncusudur.(28 şubatı saymazsak)yığınları iyice siyasetten uzaklaştırarak kapitalist sistem gereği başka başka şeylere yönelterek bu güne getiren ve hala herhangi bir kaos durumunda saf olan halkın ’asker gelir çözer’ lafını dillere kazımasına sebep olan 80 darbesi bilindiği gibi siyaseten nelere kaldığımızı gösteren en büyükte sebeplerdendir.siyasetten uzaklaşan insanlar kapitalizmin tüm tüketim varsıllığından etkilenerek değişik alanlara kaymış türk siyaseti tabanından uzaklaşmaya başlamıştır.dünyada hakim olan fikirlerin yerine rahat yaşama,zengin olma,iş,araba verme hatta daha saçma vaatlere dönüşen parti düzenlerine gelmiştir.bizlerinde doğduğu yıllara gelen 80 darbesi çoğumuzun atıl kapasite kıvamına dönüştürerek halkı iyice yozlaştırmıştır.artık insanlar tuttukları takımın adlarını çığlık atar duruma getirmiştir.umutlarımızı ertelensede alacaklı olduğumuz bilinmelidir.

fatih sultan mehmet

quantitatif
bu konuyla ilgili okuduğmuz yazıların tamamına yakını bize tarih kitaplarında okutulan ve öğretmenlerin anlattığı hikayelerden beslenilmiş olduğu aşikardır.her zamanki gibi hiçbirimiz eleştiriler bir bakış açısından değerlendirmemişiz tarihsel kişiliği olan osmanlı padişahını.zaten aksini söylemek nerdeyse günah sayılacak bir despotik anlayışa sahiptir.oysa ki bu dinsel gücü insanları öldürerek ele geçirmişlerdir.hatta fatih osmanlı soyundan gelen tüm ailelerin yönetimdeki etkisini yitirtmek için öldürtmüştür.ve ilk kez saray dışından devşirme bir kadınla evlenmiştir.bu hareketle bir daha hiçbir osmanlı padişahı sarayın içinden evlenme geleneğini sürdürmemiştir.oysaki fatiha kadar osmanlı devletindeki her karar için kuruculardan olan esas alt yapıyı oluşturan köklü ailelerin önderlerine sorulur,bilgiler danışılır ve ortak bir karar tayin edilirdi.padişahın karaları tartışabilinirdi.
buraya kadar fatihin gelişi ile devletin yönetimin anlayışında değişen şeylerden bahsettk.gelelim istanbul’un fethi.istanbul’un fethini bir de ismini hatırlayamadığım yazarın ’boğazkesen’kitabından okuyun.binlerce kişinin nasıl katledildiği binlerce osmanlı gencinin nasıl feda edildiğini öğrenirsiniz.hatta tarihçilerin aktardığı kadarıyla fatih gemileri karadan yüzdürme efsanasinde karşısına çıkan zincirleri toplarla kırdırmaya çalışmış.ve zannaderim haliç önlerindeki zincir bilmem kaçını top atışında kırılamamış.askerin mukavameti düşmüş.son bir deneme daha istemiş fatih ve zinciri kıran topçuyu servete boğacağını söylemiş.top atışı yapılmış ama ardı ardına başarılı olamayanların tek tek kafaları kesilmiş.sonuncusunun sonucuna bakılmadan kafası vurulmuş topçunun ama zinciri kıran asker oymuş.şimdi bu da anti bir hikaye olarak nitelendirebilinir ama bilmekte fayda var.bu adamlar öyle dağlara çıkartacağmız kadar yüce insanlarda değillerdir.hepimiz biliyoruz ki şimdiler de devlet yöneticilerinin iktidar ve güç hırslarının tohumları bu dönemlerde ekilmiştir.kimilerine göre osmanlı padişahlarının içoğlanlarının olduğu,saray yaşayışlarının çok farklı olduğu söylenmektedir.zannederim bu lüksler ötesi yaşayışın başlangıcıda fatih döneminden sonra başlar.
fevkalade bir olay olarak gösterilen istanbul’un alınması fatih’in padişah olduğu döneme denk gelmesi tarihsel oluşumunu tamamlamasından kaynaklanır.bilindiği gibi yıldırım beyazıt’ta kuşatır istanbul’u ama doğudan gelen timur önderliğinde ki orduya karşı durabilmek için yarıda bırakır.yani istanbul zaten osmanlının olacaktı.zayıflamış bir bizans ve yükselen ve güçlenen bir osmanlı devleti vardı.zaten istanbul kuşatması da öyle hemencicik birkaç günde sonuca ulaştırılmış değildir.aylara sürmüştür.ve pek çok kez osmanlı geri püskürtülmüştür.
şimdi bir işaretiyle insanlarının kafalarını kesilemesine sebep olan,halkından kopuk bir saray hayatı yaşayan,istediğinde binlerce insanın ölümüne sebep olacak savaşların emrini veren insanların nedendir bu kadar yüceltildiğini anlamakta zorluk çekmiyorum.
7 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol