5 yaşındaki bir çocuğun tepkisi aynen şöyledir: "ama o da bir hayvaaaan.."
ayrımcılıktan uzak bir nesil düşlerken, daha çok küçük yaşlarda beyinlerine bu tarz tabular sokan zihniyet aynı derecede tvdeki şideete ne tepki göstermektedir acaba? bugün domuz resmi çizmekten alıkoyulan çocuk yarın buzdolabına bile gavur icadı der.
ayrımcılıktan uzak bir nesil düşlerken, daha çok küçük yaşlarda beyinlerine bu tarz tabular sokan zihniyet aynı derecede tvdeki şideete ne tepki göstermektedir acaba? bugün domuz resmi çizmekten alıkoyulan çocuk yarın buzdolabına bile gavur icadı der.
(bkz: epitaph)
işte bu yüzden sevgili..
yediği her türlü haltı kutsal inanç maskesi altına gizleyen, ibadetini sırf komşular alışverişte görsün mantığı ile yapıp ne allah ne de kutsal kitap tanıyan hatta ben menfaatlerim için papaz cübbesi bile giyerim diyen tiplerin yapabileceği davranış biçimleridir.
aşkın tek kişilik bir orkestra olduğu düşünüldüğünde aslında bütün aşklar bir anlamda karşılıksızdır. birisi diğerine göre her zaman daha fazla özler, daha fazla önemser ve de daha fazla sever. tam anlamıyla karşılığı bulunabilen bir ilişki insan doğasına aykırıdır ve de bu dengesizlik, bu farklılık ters kutuplar gibi birbirini çeker durur..
anne: a
oğul: o
kutsal ruh: k
o: anne ben vazoyu kırdım bi de hede hödö yaptım altıma sıçtım filan..
a: ooo o zaman bu terlik tam senlik!
k: kaç oğlum kaç iniyo kafana termal güdümlü yarı kauçuk sol ayak terliği!
oğul: o
kutsal ruh: k
o: anne ben vazoyu kırdım bi de hede hödö yaptım altıma sıçtım filan..
a: ooo o zaman bu terlik tam senlik!
k: kaç oğlum kaç iniyo kafana termal güdümlü yarı kauçuk sol ayak terliği!
şimdilerde böyleyse gelecekte zeka, parıltı ve de tatlılık paçalarından yada eteklerinde akacaktır, alem buysa jünyır kraliçedir diyorum.
aşkı bir yolculuk değil de varılımş bir nokta gibi görmek ve işin kötüsü varılan bu noktada da bir amac aramaktır. aşkı hem araç hem amaç olarak kullanmaktır.
gerçek aşk ise zaten hem ruhların hem bedenlerin ilişkiye girmesidir..
(bkz: sevmek bir ömür sürer sevişmek bir dakika)
gerçek aşk ise zaten hem ruhların hem bedenlerin ilişkiye girmesidir..
(bkz: sevmek bir ömür sürer sevişmek bir dakika)
köstebek.
yöresel aksağanlara göre değişmekle birlikte közde kelimesinin yerine de kullanılabilmektedir. örn: gözde biber
pastırma yazı biterken...
-maziden bir güz yazısı-
günlerdir hangi bulvara çıksam, tepemde yazdan kalma nazlı bir ışıltı... ...hep aynı yaprak sarısı yollarda...
...ve dilimde o eski joe dassin şarkısı:
"biliyor musun, hiç mutlu olmadım bu sabahki kadar /
benzer bir plajda yürümüştük yine... mevsim sonbahar".
şarkının anlattığı, marie laurencinin suluboya tablolarını andıran uzun etekli kadınla rastlaşır gibiyim her köşe başında.... şarkıdaki adama vaat ettiğini, bana da fısıldıyor sanki:
"bir yıl, bir asır veya bir ömür / bu pastırma yazının renkleri dolacak hayatımıza...
* * *
uzun sürmüş bir yazdan artakalan bu arsız güneş; mevsime inat masmavi gülümseyen bu çapkın gökyüzü, yaz uykusundan uyanmaya çalışan sokakları kolundan çekiştirerek eski tembelliğine çağıran bu hınzır rüzgar...
...nasıl da ilkyaza benziyor bu sahte bahar...
olgunluk çağı gibi ömrümüzün; ilkbahar sanmak işten değil, kanmak öyle kolay...
öyle kolay, bitmesini hiç istemediğimiz bir yazın uzatma dakikalarını, bahara yeni başlarmış gibi yaşamak...
yüreğimizin hala eski coşkuyla çiçeklenmesine içten içe sevinerek, o çiçeklerin çabuk yaprak dökeceğini ve ardından sıkı bir yağmur geleceğini bilerek, bilmezden gelerek, düşünmeye üşenerek rüzgara kapılmak öyle kolay...
* * *
pastırma yazındaysanız hayatın, 2 adım gerisi yazdır, 3 adım ötesi kış...
yaz yorgunu yüreğiniz, sonbahar sızlanmalarına başlamadan, son uçurtmaların ipine tutunup salınmak ve çocuksuluğuyla avunmak ister.
güneş, nüfus kağıdına aldırmaksızın seven bir aşık gibi, takvime inat, salar saçlarını erken inen akşamlara...
ufuktaki bulutları sezenler, ışığın kıymetini daha iyi bilir.
o yüzden pastırma yazı, bahardan daha değerlidir.
* * *
sait faik, (ki anlar dilinden çiçeklerin, ağaçların, otların) der ki;
"çiçekler, ağaçlar ve otlar ağır ağır yaprak dökerken, insanlara ümitlerinden ve zaaflarından bahsederler son defa..."
ümit, hala ışıldamasındadır güneşin...
zaaf, erken solmasında, çabuk yorulmasındadır.
hala içimizi ısıtıyor olmasının coşkusu, yakında solacak olmasının hüznüne bulaşır.
"gelecekse gelsin artık sonbahar" ile "hiç bitmese şu yaz" arasında sıkışıp kalmış bir ruh hali yakamıza yapışır.
ümit, zaafa karışır.
kalpte eskiden kalma, tanıdık bir karıncalanma, her sabah "acep bulutlandı mı hava" endişesiyle bakıp camlara, aynalara; yakarırız:
"nolur bir güneşli sabah daha!.."
* * *
sonra, kısalır güneşin saçları, akşamları...
pastırma yazının hayatımıza dolan renkleri solar.
vedalaşır göçmen kuşlar... son uçurtmaları toplar çocuklar...
eski fransızca şarkı, bir soruyla biter :
"bugün çok uzağındayım o pastırma yazının / bir yıl, bir asır, bir ömür geçti / acaba beni hala hatırlıyor musun?"
can dündar
-maziden bir güz yazısı-
günlerdir hangi bulvara çıksam, tepemde yazdan kalma nazlı bir ışıltı... ...hep aynı yaprak sarısı yollarda...
...ve dilimde o eski joe dassin şarkısı:
"biliyor musun, hiç mutlu olmadım bu sabahki kadar /
benzer bir plajda yürümüştük yine... mevsim sonbahar".
şarkının anlattığı, marie laurencinin suluboya tablolarını andıran uzun etekli kadınla rastlaşır gibiyim her köşe başında.... şarkıdaki adama vaat ettiğini, bana da fısıldıyor sanki:
"bir yıl, bir asır veya bir ömür / bu pastırma yazının renkleri dolacak hayatımıza...
* * *
uzun sürmüş bir yazdan artakalan bu arsız güneş; mevsime inat masmavi gülümseyen bu çapkın gökyüzü, yaz uykusundan uyanmaya çalışan sokakları kolundan çekiştirerek eski tembelliğine çağıran bu hınzır rüzgar...
...nasıl da ilkyaza benziyor bu sahte bahar...
olgunluk çağı gibi ömrümüzün; ilkbahar sanmak işten değil, kanmak öyle kolay...
öyle kolay, bitmesini hiç istemediğimiz bir yazın uzatma dakikalarını, bahara yeni başlarmış gibi yaşamak...
yüreğimizin hala eski coşkuyla çiçeklenmesine içten içe sevinerek, o çiçeklerin çabuk yaprak dökeceğini ve ardından sıkı bir yağmur geleceğini bilerek, bilmezden gelerek, düşünmeye üşenerek rüzgara kapılmak öyle kolay...
* * *
pastırma yazındaysanız hayatın, 2 adım gerisi yazdır, 3 adım ötesi kış...
yaz yorgunu yüreğiniz, sonbahar sızlanmalarına başlamadan, son uçurtmaların ipine tutunup salınmak ve çocuksuluğuyla avunmak ister.
güneş, nüfus kağıdına aldırmaksızın seven bir aşık gibi, takvime inat, salar saçlarını erken inen akşamlara...
ufuktaki bulutları sezenler, ışığın kıymetini daha iyi bilir.
o yüzden pastırma yazı, bahardan daha değerlidir.
* * *
sait faik, (ki anlar dilinden çiçeklerin, ağaçların, otların) der ki;
"çiçekler, ağaçlar ve otlar ağır ağır yaprak dökerken, insanlara ümitlerinden ve zaaflarından bahsederler son defa..."
ümit, hala ışıldamasındadır güneşin...
zaaf, erken solmasında, çabuk yorulmasındadır.
hala içimizi ısıtıyor olmasının coşkusu, yakında solacak olmasının hüznüne bulaşır.
"gelecekse gelsin artık sonbahar" ile "hiç bitmese şu yaz" arasında sıkışıp kalmış bir ruh hali yakamıza yapışır.
ümit, zaafa karışır.
kalpte eskiden kalma, tanıdık bir karıncalanma, her sabah "acep bulutlandı mı hava" endişesiyle bakıp camlara, aynalara; yakarırız:
"nolur bir güneşli sabah daha!.."
* * *
sonra, kısalır güneşin saçları, akşamları...
pastırma yazının hayatımıza dolan renkleri solar.
vedalaşır göçmen kuşlar... son uçurtmaları toplar çocuklar...
eski fransızca şarkı, bir soruyla biter :
"bugün çok uzağındayım o pastırma yazının / bir yıl, bir asır, bir ömür geçti / acaba beni hala hatırlıyor musun?"
can dündar
silkelen, üzerindeki rehaveti at ve de zihnini uyanık tut anlamındadır.
genelde titre ve kendine gel şeklinde kullanılır.
(bkz: kamyonu devirmek)
bazen de sabahın 07:30 unda gelir karşına çıkar çocuk olmayışın ve suratına ters ters bakar öylesine.. anlamsız ciddiyet ve yapmacık resmiyetle koca bir duvar gibi dikilir karşına.. herşey belki 5 dakika belki yalnızca 30 kare içnde basit bir oyundan karmaşık bir gerçekliğe bürünür, gercek bombalarla oynanan bir oyun gibi. öyle ya çocuksan eğer oyun içinde fazladan kazanılacak bir canın, her zaman bir ikinci şans, bir yeni umut, bir vurdum duymazlık bir adam sen de cilik vardır ama gerçek hayat, o bir saniyelik sendelemeyi çok iyi değerlendirir. ve sen bu gerçekliklerin her biri ile karşılaştıkça hayat kendine benzetir seni, öyle sabırsız, öyle kararlı..uvertürünü kutu kutu penselerle süsleyen hayat pandoranın kutusu ile kapatır perdesini..
yolculuk nereye
neler uğruna ölmeye
dört yalnızlıkla bir doğruyu götürmeye
hadi durma ağla,ağla
yaşlar kurur zamanla,ağla
böyle kahpedir dünya
son bulur kollarında..
yolculuk nereye
neler uğruna ölmeye
dört yalnızlıkla bir doğruyu götürmeye
hadi durma ağla,ağla
yaşlar kurur zamanla,ağla
böyle kahpedir dünya
son bulur kollarında..
burç olarak olumlu ve olumsuz yönleri ile değerlendirildiğinde süperdir kanımca.
(bkz: kendiyle barışık akrep)
(bkz: kendiyle barışık akrep)
(bkz: akrep)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?