confessions

newsted35

- Yazar -

  1. toplam entry 899
  2. takipçi 1
  3. puan 22094

yolculuk

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


bir şair yolculuk ediyor
bir denizinde dünyamızın
bakarak bir yıldıza.

yolculuk ediyor şairin biri
yıldızlardan birinde bir denizde
bakarak dünyamıza.

yolculuk ediyor şairler
denizlerinde kâinatın
bakarak birbirine.

yine ölüme dair

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


zevcem,
ruhu revanım
hatice pîrâyende,
ölümü düşünüyorum,
demek ki arteryo skleroz
başlıyor bende...
bir gün
kar yağarken,
yahut
bir gece,
yahut
bir öğle sıcağında,
hangimiz ilkönce,
nasıl
ve nerde öleceğiz?
nasıl
ve ne olacak
ölenin son duyduğu ses,
son gördüğü renk,
kalanın ilk hareketi
ilk sözü
ilk yediği yemek?
belki de birbirimizden uzakta öleceğiz.
haber
çığlıklarla gelecek,
yahut da ima edecekler,
ve kalanı yalnız bırakıp
gidecekler...
ve kalan
karışacak kalabalığa.

yani efendim, hayat...
ve bütün bu ihtimâlât
1900 kaç senesinin
kaçıncı ayı
kaçıncı günü
kaçıncı saatinde?

zevcem,
ruhu revanım
hatice pîrâyende,
ölümü düşünüyorum,
geçen ömrümüzü düşünüyorum.
kederli
rahat
ve hodbinim.
hangimiz ilkönce
nasıl
ve nerde ölürsek ölelim,
seninle biz
birbirimizi
ve insanların en büyük dâvasını sevebildik
— dövüştük onun uğruna —,
«yaşadık»
diyebiliriz.

yine memleketim üstüne söylenmiştir

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
şile bezindendi.
sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...

yine iyimserlik üstüne

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


sağlığımda açıldı kosmos yolu,
moskova’da açılış törenindeyim.
avucumda bir çocuğun sarışın eli,
bir yılbaşı ağacı önündeyim.

biliyordum, yaşına bile gelmeden,
gözlerinde sırça toplar yanan çocuk,
yolcu füzeleri güneşe doğru, yıldızların arasından,
balıklar gibi sessiz sedasız akıp gidecek.

ama füze yolcuları yola çıkabilecek mi pasaportsuz?
bilet olacak mı? parayla mı alacaklar?
ve uzaklaşıp karpuzlaşır, elmalaşırken dünyamız,
ıstıratosferde savaş füzelerine mi rastgelecekler?

beni ilgilendiren bavullarının eşyası değil,
yüreklerinin yükü.
korkuyorlarsa kimden, neden, niçin, nasıl?
ya ara hırsı? emir verme merakı?

yüzüne yılbaşı ağacının telli pullu
aydınlığı vuran çocuk,
belli, bilmiyorum neden, ama belli
yaşayacak benden iki kere çok.

kosmosa filan gidip gelecek. iş bunda değil.
yeryüzünde görecek mucizenin büyüğünü :
tek insan milletini pırıl pırıl.
ben iyimserim, dostlar, akarsu gibi...

teftis

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


sayfada saygıyla göze çarpsın diye
komuşlar fotoğrafı baş köşeye.
izmir’de, kordon’da, memetleri teftiş.
vakit öğle, hava sıcak, gün uzun belli.
önde amerikan paşası kafayı dikmiş
ve sırmalı şapkasında eli
kasap bıçağı gibi parlıyor keskin, geniş
ve küfredip sesini duyuyorum
toprağıma tokat gibi inen adımlarının.
türk paşası on beş adım geride.
yüzünü göremiyorum, gölgeli.
belki alışmış,
belki utanıyor, belki öfkeli.
memetlere bakıyorum :
dişleri kenetli, gözleri karanlık,
gözleri dikilmiş yere.
sanıyorum yakındır, bir daha çıkmayacaklar
izmir’de, kordonboyu’nda böyle teftişlere...


şarkılarımiz

newsted35
bir nazım hikmet şiiri



şarkılarımız
varoşlarda sokaklara çıkmalıdır.
şarkılarımız
evlerimizin önünde durmalı
camlara vurmalı
kapıların ellerini sıkmalıdır,
sıkmalıdır
acıtana kadar,
kapılar
bağlı kollarını açana kadar...

biz anlamayız
tek ağzın türküsünü.
her matem gecesi
her bayram günü,
şarkılarımız
bir gaz sandığını yere yıkarak
sandığın üstüne çıkarak
kocaman elleriyle tempo tutmalıdır.
şarkılarımız
çam ormanlarında rüzgar gibi bize kendini
hep bir ağızdan okutmalıdır!!.

şarkılarımız
ön safta en önde saldırmalıdır düşmana.
bizden önce boyanmalıdır
şarkılarımızın yüzü kana..

şarkılarımız
varoşlarda sokaklara çıkmalıdır!
şarkılarımız
bir tek yüreğin
perdeleri inik
kapısı kilitli evinde oturamaz!.
şarkılarımız
rüzgara çıkmalıdır...

şair

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


şairim
şimşek şekillerini şiirlerimin
caddelerde ıslık çalarak
kazırım
duvarlara..
100 metreden
çiftleşen iki sineği seçebilen iki gözüm,
elbette gördü
iki ayaklıların
ikiye ayrıldığını..
sen
benim
hangisinden olduğumu anlamak istiyorsan
cebime sok
kafanı:
orda
aydınlığı okuyan kara ekmek
sana doğruyu söyler..
şairim
şiirden anlarım,
en sevdiğim gazel
anti düringidir engelsin..

şairim
bir yıl yağan yağmur kadar şiir yazdım..
fakat asıl
şaheserime
başlamak için
hafızı kapital olmayı bekliyorum.

futbolda eski kurdum.
fenerbahçenin forvetleri
mahallede kaydırak oynıyan birer piç kurusuyken
ben
en ağır hafbekleri yere vururdum.
fulbolda eski kurdum.
santırdan alınca pası
çakarım
hooooooooooooooooooooooooop!
5 numro top
açık ağzından girer golkipin karnına.
bana mahsustur bu vuruş
futbol potinlerim
kurşunkalemimden öğrendi bu zanaatı!
o kurşunkalemim ki
9 deliğinizden vücudunuza her tıktığı mısra
işkembenizde taş.
şairiz be,
şairiz dedik ya be arkadaş....

silahsız insanlar

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


beş kıtanın içinden başladı sefer
gidildi kuzeye doğru, gidildi,
ormanlar, kayalar, göller, denizler
şehrine varıldı, şehir yeşildi.

bu gelenler silâhsız adamlardı
her birisi yüreğini çıkardı.
her yürekte güzel bir şeyler vardı,
hayata sevdalar ilân edildi.

geceler beyazdı, gündüzler serin,
sözleri dövdüler dan dan da din din,
örsünde sıcacık yüreklerinin
ölüm bu sözlerden güçlü değildi.


sesler geliyor

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


sesler geliyor günbatısından
sesler....
koynunda güneşin kaybolduğu zindan
aydınlanacak mı?
bekliyelim mi?
bekliyebilir miyiz?
biz
gündoğusunun milyonlarla milyonu
bekliyoruz bunu..
sesler geliyor günbatısından
sesler..
biz
çıplak ayaklı hindistanın açlığını
esmer gözlerinde bir alev gibi taşıyanlar.
biz
sarı yüzlerinden gözleri bıçak yarası gibi bakan
kavga meydanlarında kellesini koparıp
kocaman kanlı sarı bir çiçek gibi bırakan
çin seddinin kulileri....
biz
borneo, sumatra, cava köylüleri....
biz...
biz güneşin doğduğu yerden haykırıyoruz
mavi gömlekli, mavi gözlü almanyalılara...
ve istiyoruz ki olsun naramızın aksisedası
krup favrikalarından kopan:
- hurrra......
* * *
kurtuluşun kırmızı eli
dolaşıyor üstünde almanyanın.
dışarı fırlamak için tepiniyor
amele mahallelerinde tanklar.
berlinin caddeleri kulak asıyor yine
spartaküslerin ayak sesine..
göbeğinden çatlıyacak avrupa.
avrupanın çatlıyacak göbeği....
çatlıyacak
çatlıyor
çatla...
çabuk olun haydı...
diyelim:
- . .di....
diyelim milyonlarla milyon ağız birden:
- çatladi......
* * *
söyle berlin....
söyle...
elleri bombalı mavi gömleklilerin
bekliyecek mi yine
unter den linden caddesinde nöbet?
alevden bayrakların üstünde
yeniden can bulacak mı karl liebknecht?
avrupa bocalıyor..
hava fırtınalı
omurga delik
serdümen sarhoş..
kooooş....
dümen başına.....
sesler geliyor günbatısından
sesler....

ses

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


çeneni avuçlarının içine alıp,
duvara dalıp
kalma!.
çeneni avuçlarının içine alma!.
kalk!
pencereye gel!
bak!
dışarda gece bir cenup denizi gibi güzel,
çarpıyor pencerene dalgaları..
gel!
dinle havaları:
havalar seslerin yoludur,
havalar seslerle doludur:
toprağın, suyun, yıldızların
ve bizim seslerimizle...
pencereye gel!
havaları dinle bir:
sesimiz yanındadır,
sesimiz seninledir...

rubailer

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


rubailer

birinci bölüm


1

bir gerçek âlemdi gördüğün ey celâleddin, heyûlâ filân değil,
uçsuz bucaksız ve yaratılmadı, ressamı illetî-ûlâ filân değil.
ve senin kızgın etinden kalan rubailerin en muhteşemi :
«suret hemi zıllest...» filân diye başlayan değil...


2

ruhum ne ondan önce vardı, ne ondan ayrı bir sırrın kemâlidir,
ruhum onun, o dışımdaki âlemin bende akseden hayâlidir.
ve aslından en uzak ve aslına en yakın hayâl
bana ışığı vuran yârimin cemâlidir...


3

sevgilimin hayâli dile geldi aynanın üzerinde :
«— o yok, ben varım,» — dedi bana günün birinde.
vurdum, düştü parçalandı ayna, kayboldu hayâl
ve lâkin çok şükür sevgilim duruyor yerli yerinde...


4

muşambanın üstüne resmini bir kerecik çizdim ama
günde bin kere resmin çıktı bende tepemden tırnağıma,
fakat ne tuhaf şey hayâlin onda daha çok kalacak
benden uzun ömürlüdür muşamba...


5

sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayâle.
halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle
ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
ve âsi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile...


6

öptü beni : «— bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır,» — dedi.
«bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır,» — dedi.
«ister gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :
«körler onları görmese de, yıldızlar vardır,» — dedi...


7

bu bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin kokusu, bu mehtaplı gece
pırıldamakta devâmedecek ben basıp gidince de,
çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da bana bağlı olmadan vardı
ve bende bu aslın sureti çıktı sadece...


8

«— paydos...» — diyecek bize bir gün tabiat anamız, —
«gülmek, ağlamak bitti çocuğum...»
ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak :
görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat...


9

ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha,
güzelim dünya elvedâ,
ve merhaba
k â i n a t . . .


10

balla dolu petek
yani gözlerin güneşle dolu...
gözlerin, sevgilim, gözlerin toprak olacak yarın,
bal başka petekleri doldurmakta devâmedecek...


11

ne nurdan
ne çamurdan,
sevgilim, kedisi ve kedinin boynundaki boncuk
yuğrumlarındaki farkla hepsi aynı hamurdan...


12

lahana, otomobil, veba mikrobu ve yıldız
hep hısım akrabayız.
ve ey güneş gözlü sevgilim, «cotigo, ergo sum»1 değil
bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz...


1 düşünüyorum, demek ki varım.


13

aramızda sadece bir derece farkı var,
işte böyle kanaryam,
sen kanatları olan, düşünemeyen kuşsun,
ben elleri olan, düşünebilen adam...



ikinci bölüm


1

«— şarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan,» — dedi hayyam.
baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu, yırtık pabuçlu adam :
«— ben, bu nimetleri yıldızlarından çok olan dünyada açım,» — dedi,
«şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param...»


2

ölümü, ömrün kısalığını tatlı bir kederle düşünerek
şarap içmek lâle bahçesinde, ayın altında...
bu tatlı keder doğduk doğalı nasibolmadı bize :
bir kenar mahallede, simsiyah bir evde, zemin katında...


3

ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanılmaz uykulara varmadan :
yâkut şarabı billûr kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan...
perdesiz, buz gibi odasında uyandı delikanlı,
gecikmeyi affetmeyen fabrikanın canavar düdüğüydü uğuldayan...


4

geçmiş günün hasretini çekmem
— yalnız bir yaz gecesi bir yana —
ve gözümün son mavi pırıltısı bile
gelecek günün müjdesini verecek sana...


5

ben, bir insan,
ben, türk şairi komünist nâzım hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibâret ben...


6

ben, spiker, konuştum,
sesim bir tohum gibi ağır ve çıplak :
— kalbimin saat ayarını veriyorum,
gonga tam şafak vakti vurulacak.



üçüncü bölüm


1

insan
ya hayrandır sana, ya düşman.
ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...


2

çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü
sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın.
ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın
bahtiyarlığına benzer seni sevmek...


3

kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi
uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin.
kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden
belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize...


4

gün iyiden iyiye ışıdı artık,
tortusu dibe çöken bir su gibi duruldu, berraklaştı ortalık.
sevgilim, sanki seninle yüz yüze geldim birdenbire :
aydınlık, alabildiğine aydınlık...




postaci

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


insanın, dünyanın, yurdun haberini,
ağacın, kuşun, kurdun haberini,
seher vakitlerinde
yahut
gecenin ortasında
taşıdım insanlara yüreğimin çantasında,
şairlik ettim
bir çeşit postacılık yani.
çocukken postacı olmak isterdim,
şairlik filân yoluyla değil ama
basbaya, sahici postacı.
renkli kalemlerle çizilirdi bin türlü resim
hep aynı postacının, nâzımın resmi,
jül vernin romanlarıyla coğrafya kitaplarına.
işte, köpeklerin çektiği kızağı
sürüyorum buzun üzerinde,
işıldıyor kuzey şafağı
konserve kutularıyla posta
paketlerinde.

bering boğazını geçiyorum.
yahut işte bozkırda gölgesinde ağır bulutların
asker mektubu dağıtıp ayran içiyorum.
yahut da büyük şehrin uğultulu asfaltındayım,
çantamda yazıları yalnız müjdelerin
yalnız umutların.
yahut çölde, yıldızların altındayım.
bir küçük kız ateşler içinde hasta.
kapı çalınıyor gece yarısı:

-posta!
küçük kızın gözleri açıldı mavi mavi.
babası yarın akşam dönüyor hapislikten.
o karda kıyamette bendim bulan o evi,
komşu kıza bendim telegrafı getiren.

çocukken postacı olmak isterdim.
oysaki, türkiyemde postacılık zor sanattır.
telegraflarda envai türlü acı
mektuplarda satır satır keder taşır
o güzelim memlekette postacı.

çocukken postacı olmak isterdim.
muradıma, macaristan’da erdim, ellisinde.
çantamda bahar,
çantamda tuna’nın pırıltısıyla
kuş cıvıltısıyla,
taze çimen kokusuyla dolu mektuplar.
moskova’ya budapeşte’den,
çocukların çocuklara mektupları.

çantamda cennet...
bir zarfın üzeri:
"memet,
nâzım hikmet’in oğlu,
türkiye"
diye yazılı.
moskova’da mektupları birer birer
kendim dağıtırım adreslerine.
yalnız memedin mektubunu götüremem yerine.
hattâ yollıyamam.

nâzım’ın oğlu,
haramiler kesmiş yolu,
mektubunu vermezler.


piraye için yazılmis saat 21 22 şiirleri

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


piraye için yazilmiş :
saat 21-22 şiirleri


ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

ne güzel şey hatırlamak seni :
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi istanbul toprağının...
içimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti :
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...

ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...

ne güzel şey hatırlamak seni.
sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...



20 eylül 1945

bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan...
mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar...



21 eylül 1945

oğlumuz hasta,
babası hapiste,
senin yorgun ellerinde ağır başın,
dünyanın hali gibi halimiz...

insanlar, daha güzel günlere insanları taşır,
oğlumuz iyileşir,
babası çıkar hapisten,
güler senin altın gözlerinin içi,
dünyanın hali gibi halimiz...



22 eylül 1945

kitap okurum :
içinde sen varsın,
şarkı dinlerim :
içinde sen.
oturdum ekmeğimi yerim :
karşımda sen oturursun,
çalışırım :
karşımda sen.
sen ki, her yerde «hâzırı nâzır»ımsın,
konuşamayız seninle,
duyamayız sesini birbirimizin :
sen benim sekiz yıldır dul karımsın...



23 eylül 1945

o şimdi ne yapıyor
şu anda şimdi, şimdi?
evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
kolunu kaldırmış olabilir,
— hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!...—

o şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?
belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
— her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar!...—
ve ne düşünüyor
beni mi?
yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
yahut, insanların çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?

o şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?...


24 eylül 1945

en güzel deniz :
henüz gidilmemiş olanıdır.
en güzel çocuk :
henüz büyümedi.
en güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylememiş olduğum sözdür...



25 eylül 1945

saat 21.
meydan yerinde kampana vurdu,
nerdeyse koğuşların kapıları kapanır.
bu sefer hapislik uzun sürdü biraz :
8 yıl...
yaşamak : ümitli bir iştir, sevgilim,
yaşamak :
seni sevmek gibi ciddî bir iştir...



26 eylül 1945

bizi esir ettiler,
bizi hapse attılar :
beni duvarların içinde,
seni duvarların dışında.

ufak iş bizimkisi.
asıl en kötüsü :
bilerek, bilmeyerek
hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...
insanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
namuslu, çalışkan, iyi insanlar
ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...



30 eylül 1945

seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum...



1 ekim 1945

dağın üstünde :
akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.
bugün de :
sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.
birazdan açar
kırmızı kırmızı :
gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.
taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar
vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...



2 ekim 1945

rüzgâr akar gider,
aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.
ağaçta kuşlar cıvıldaşır :
kanatlar uçmak ister.
kapı kapalı :
zorlayıp açmak ister.
ben seni isterim :
senin gibi güzel,
dost
ve sevgili olsun hayat...
biliyorum henüz bitmedi
sefaletin ziyafeti...
bitecek fakat...



5 ekim 1945

ikimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğrettiler :
aç kalmayı, üşümeyi,
yorgunluğu ölesiye
ve birbirimizden ayrı düşmeyi.
henüz öldürmek zorunda bırakılmadık
ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan.

ikimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğretebiliriz :
dövüşmeyi insanlarımız için
ve her gün biraz daha candan
biraz daha iyi
sevmeyi...



6 ekim 1945

bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır.
buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.
yürek kirpiklerin ucunda
uzayıp giden toprak uğurlanır.
benim bağırasım gelir : — «p î r â y e ,
p î r â y e !...» — diye...



7 ekim 1945

insan çığlıkları geçti geceleyin açık denizleri
rüzgâr-
-larla.
dolaşmak tehlikeli hâlâ
geceleyin açık denizleri...

altı yıldır sürülmedi bu tarla,
duruyor olduğu gibi tank paletlerinin izleri.
tank paletlerinin izleri
kapanır bu kış karla.

ah, gözümün nuru, gözümün nuru,
yine yalan söylüyor antenler :
alın teri tacirleri kapatabilsin diye defteri yüzde yüz kârla.
fakat ezrailin sofrasından dönenler
döndüler verilmiş kararlarla...



8 ekim 1945

çekilmez bir adam oldum yine :
uykusuz, aksi, nâlet.
bir bakıyorsun ki
ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum,
sonra bir de bakıyorsun ki
ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü
sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün.
ve beni çileden çıkartıyor büsbütün
kendime karşı duyduğum nefret
ve merhamet...

çekilmez bir adam oldum yine :
uykusuz, aksi, nâlet.
yine her seferki gibi haksızım.
sebep yok,
olması da imkânsız.
bu yaptığım iş ayıp
rezalet.
fakat elimde değil
seni kıskanıyorum
beni affet...



9 ekim 1945

dün gece rüyama girdin :
dizimin dibinde oturuyormuşun.
başını kaldırdın, kocaman, sarı gözlerini bana çevirdin.
bir şeyler soruyormuşun.
islak dudakların kapanıp açılıyor,
sesini duymuyorum ama.

gecenin içinde bir yerlerde aydınlık bir haber gibi saat çalıyor.
havada fısıltısı başsızlığın ve sonsuzluğun.
kırmızı kafesinde, kanaryamın : «memo»mun türküsü,
sürülmüş bir tarlada toprağı itip yükselen tohumların çıtırdısı
ve bir kalabalığın haklı ve muzaffer uğultusu geliyor kulağıma.
senin ıslak dudakların hep öyle açılıp kapanıyor
sesini duymuyorum ama...

kahrederek uyandım.
kitabın üstünde uyuyakalmışım meğer.
düşünüyorum :
yoksa senin miydi bütün o sesler?



10 ekim 1945

gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum...

yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedî madde gibi gözlerin :
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiçbir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan...



18 ekim 1945

kale kapısından çıkarken ölümle buluşmak üzre,
son defa dönüp baktığımızda şehre,
sevgilim, şu sözleri söyleyebileceğiz :
«— pek de öyle güldürmedinse de yüzümüzü,
çalıştık gücümüzün yettiği kadar
seni bahtiyar
kılalım diye.
devam ediyor bahtiyarlığa doğru gidişin,
devam ediyor hayat.
içimiz rahat,
gönlümüzde hak edilmiş ekmeğine doymuşluk,
gözümüzde ışığından ayrılmanın kederi,
işte geldik gidiyoruz
şen olasın halep şehri...»



27 ekim 1945

bir elmanın yarısı biz
yarısı bu koskoca dünya.
bir elmanın yarısı biz
yarısı insanlarımız.
bir elmanın yarısı sen
yarısı ben
ikimiz...



28 ekim 1945

itır saksısında artan koku,
denizlerde uğultular
ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar...

sevgilim,
yaş kemâlini buldu.
bana öyle gelir ki
belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan.
ama biz hâlâ
güneşin altında el ele yalnayak koşan
hayran gözlü çocuklarız...



5 kasım 1945

çiçekli badem ağaçlarını unut.
değmez,
bu bahiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
islak saçlarını güneşte kurut :
olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
nemli, ağır kızıltılar...
sevgilim, sevgilim,
mevsim
sonbahar...



8 kasım 1945

uzaktaki şehrimin damları üzerinden
ve marmara denizinin dibinden geçip
sonbahar topraklarını aşarak
olgun ve ıslak
geldi sesin.
bu, üç dakikalık bir zamandı.
sonra, telefon simsiyah kapandı...



12 kasım 1945

damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu
son lodoslar esmeye başladı.
havayı dinliyorum :
nabız yavaşladı.
uludağda, zirvede kar
ve kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır
kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar.
ovada kavaklar soyunuyor.
ipekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek,
sonbahar bitti bitecek,
nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak.
ve biz yine bir kış daha geçireceğiz :
büyük öfkemizin içinde
ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak...



13 kasım 1945

tarif kabul etmez, — diyorlar, — istanbulun sefaleti,
milleti, — diyorlar, — kırıp geçirdi açlık,
verem illeti, — diyorlar, — diz boyu.
şu kadarcık kız çocuklarını, — diyorlar, —
yangın yerlerinde, sinema localarında...

. . . . .
. . . . . . . . .

kara haberler geliyor uzaktaki şehrimden :
namuslu, çalışkan, fakir insanların şehri —
sahici istanbulum,
sevgilim, senin mekânın olan
ve nereye sürülsem, hangi hapiste yatsam
sırtımda, torbamın içinde götürdüğüm
ve evlât acısı gibi yüreğimde,
senin hayalin gibi gözlerimde taşıdığım şehir...



20 kasım 1945

saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da
ovada güz nadasları yapıldı çoktan,
tohum saçılıyor.
ve zeytin devşirilmekte.
bir yandan kışa girilmekte,
bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
bense hasretinle dolu
ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü
yatıyorum demirli bir şilep gibi bursada...



1945 yılı aralık ayının dördü

ilk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
giyin, kuşan,
benze bahar ağaçlarına...
hapisten
mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet,
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı nâzım hikmetin
kadını...



5 aralık 1945

delindi sintine,
esirler parçalamakta pırangaları.
yıldız-poyrazdır esen,
tekneyi kayaların üstüne atacak.
bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,
taş çatlasa batacak.
ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem
kuracağız pirâyem...



6 aralık 1945

onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
— çürüyen diş, dökülen et —,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet...



7 aralık 1945

bursada havlucu recebe,
karabük fabrikasında tesviyeci hasana düşman,
fakir-köylü hatçe kadına,
ırgat süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman...



12 aralık 1945

ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta :
pul pul altın
bakır
tunç ve tahta...
öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.
ve dağlar dumana batık
kurşunî, sırılsıklam...
tamam,
sonbahar belki bugün bitti artık.
yaban kazları hızla gelip geçti demin
herhal iznik gölüne gidiyorlar.
havada serin
havada is kokusu gibi bir şey :
havada kar kokusu var...

şimdi dışarda olmak,
dörtnala sürmek dağlara doğru atı.
«— ata binmesini de bilmezsin,» —- diyeceksin ama
şakayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste :
seni sevdiğim kadar değilse de
hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı...
ve ikiniz de uzaktasınız...



13 aralık 1945

gece kar birdenbire bastırmış.
bembeyaz dallardan dağılan kargalarla başladı sabah.
göz alabildiğine bursa ovasında kış :
başsızlık ve sonsuzluk geliyor akla.
sevgilim,
değişti mevsim
çekişen gelişmelerden sonra bir sıçramakla.
ve karın altında mağrur
hamarat
sürüp gidiyor hayat...



14 aralık 1945

hay aksi lânet, fena bastırdı kış...
sen ve namuslu istanbulum ne haldesiniz kim bilir?
kömürün var mı?
odun alabildin mi?
camların kıyısına gazete kâadı yapıştır.
gece erkenden yatağa gir.
evde de satılacak bir şey kalmamıştır.
yarı aç, yarı tok üşümek :
dünyada, memleketimizde ve şehrimizde
bu işte de çoğunluk bizde...


orkestra

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


bana bak!
hey!
avanak!
elinden o zırıltıyı bıraksana!
sana,
üç telinde üç sıska bülbül öten
üç telli saz
yaramaz!

bana bak!
hey!
avanak!
üç telinde üç sıska bülbül öten
üç telli saz
dağlarla dalgalarla kütleleri
ileri
atlatamaz!

üç telli saz
yatağını değiştirmek isteyen
nehirlerden:-
köylerden, şehirlerden
aldığı hızla,
milyonlarla ağzı
bir tek
ağızla
güldüremez!
ağlatamaz!
hey!
hey!
üç telli sazın
üç telinde öten üç sıska bülbül öldü acından.
onu attım
köşeye!
hey!
hey!
üç telli sazın
ağacından
deli tiryakilere
içi afyon lüleli
bir çubuk
yaptılar!

hey!
hey!
dağlarla dalgalarla, dağ gibi dalgalarla dalga gibi
dağ-lar-la
başladı orkestram!
hey!
hey!
ağır sesli çekiçler
sağır
örslerin kulağına
hay-kır-dı!.
sabanlar güleşiyor tarlalarla,
tarlalarla!
coştu çalgıcı başı,
esiyor orkestram
dağlarla dalgalarla, dağ gibi dalgalarla, dalga gibi
dağ-lar-la.

niyazalant sömürgesi

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


afrika, niyazalant sömürgesi.
saat sabahın dördü.
dipçikler kapıları dövdü
ve işte fotoğraf :
zenci kardeşlerim bir don bir gömlek
ve ayakları çıplak
ve pembe avuçlu elleri kıvırcık başlarının üzerinde
dizilmişler duvar diplerinde.

tıpkı bizim gibi,
bizim de dipçikle dövüldü kapılarımız,
bizim de ellerimiz havada, ayaklarımız çıplak,
ama bizde de bize bağlı
duvar diplerinde esir kalıp kalmamak.

neyi bildirir sayılar

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


sayılar bebelerin kundakları
sayılar tabutları şehirlerin
öldürülmüş
öldürülebilecek olan
sayılar yaklaşan bir şeyleri bildirir
sayılar bildirir uzaklaşan bir şeyleri

nedir yaklaşan bize
bizden uzaklaşan nedir

dünya savaşı: i
dünya savaşı: ii
14’ten 18’e 39’dan 45’e 10 yıl 54 milyon ölü
49 milyon sakat
ölülerle sakatların memleketi
103 milyon nüfuslu bir memleket
ve ayrıca öksüzleri delileri yanık taşlarıyla

ve gidenlerden biri evimizdendi
gitti dönmedi bir daha
19’unda mıydı 40’ında mıydı aklımda kalmamış
döndü iki gözü kör
gök gözlü müydü kara gözlü müydü aklımda kalmamış
döndü dizkapağından kesik sol bacağı
döndü ve kapısını bulamadı evinin
14’ten 18’e 39’dan 45’e 10 yıl 54 milyon ölü
49 milyon sakat

yeryüzünde yuvarlak hesap ve şimdilik 2,5 milyarız
% 80’imiz aç
dişlerimiz dökülüyor
dişetlerimiz yara içinde
ölü derilerimiz çatlak
hele çocuklarımız
sallanan koca kafaları
kırış kırış yüzlerinde kederli iri gözleriyle
ve eğri büğrü incecik bacakları üstünde karınları
davul gibi

yeryüzünde yuvarlak hesap ve şimdilik 2,5 milyarız
% 80’imiz aç
yıl 1962
62 yılında 2 avcı uçağını sofraya koysak
çevirsek ete ekmeğe şaraba salataya
40 milyon insan doyasıya yer içer
40 milyon kediye de artar ekmekten etten
kediler salata yemez şarap içmez
kedileri ben kattım ziyafete

balistik füzeleri filimlerde seyrettim
2 balistik füze yakıp kül eder 150 kitaplığı daha
kurulmadan onlar
belki benim kitabım da vardır içinde
62 yılında bombardıman uçaklarını gördünüz mü
son modellerini
2 bombardıman uçağı 4 sağlık evini yükler yanına
bombalarının
temeli daha atılmamış 4 sağlık evini koskoca
pırıl pırıl
ve yatakları röntgenleri umutlarıyla
62’de atomlu atomsuz silahlanma yarışı 12 milyar
dolar yılda
10 yılda 120 bin milyar

yıldızların sayısına yakın mı bilmem
120 bin milyar
yahut 150 milyon yapılmamış ev
yapılabilecek ama yapılmamış ev
150 milyon ev hayaleti
5 odalı akarsulu elektrikli banyolu
kapıları merdivenleri pencereleri 150 milyon evin
güneş doğarken camları
gölgeleri akşamüstü
balkonları ayışığında

ayının ini var
sümüklü böceğin kabuğu
bizimse bu işte halimiz ortada
bir adam tanırım
iki elli iki ayaklı
kaytan kara bıyıklı
otuzuna bastı bu yıl
iki oğlundan biri yedisinde öbürü altı aylık
anası karısı kaynatası
ve bir fotoğraf askerlikte çekilmiş ya kendisinin ya
rahmetli babasının
ya kaynatasının
ve bir leğen
ve bir göz oda

150 milyon ev
bu evlerden bir teki
odaları kapıları akarsuyu ve yemek masası bu evin
62’de atomlu atomsuz silahlanma yarışı 120 milyar
dolar yılda
10 yılda 120 bin milyar dolar
yahut 150 milyon yapılmamış ev
yapılabilecek ama yapılamamış
tanıdığım adamınki de içinde
balkonunda ayışığı
62’de atomlu atomsuz silahlanma yarışı 120 milyar
dolar yılda
yahut yuvarlak hesap 1 milyar ölü adayı
ve ölüme hazır en azdan yarısı bütün toprakların
yarısı bütün ağaçların balıkların bütün yağmurların
ve ana rahmine düşenlerin en azdan yarısı ölüme
hazır
tepeden tırnağa silahsızlansak
63’de mi olur 65’te mi artık
atomlu atomsuz silahsızlansak bütün iklimlerde
ve insanca işlesek yeryüzü nimetlerini
çoğaltsak onları ¼
kazırdık açlığın kökünü üç ayda
dişlerimiz dökülmez olur
kanamaz dişetlerimiz
hele çocuklarımız
keder silinir gözlerinden
eğri büğrü bacakları doğrulur
iner şiş karınları

neyi bildirir sayılar
neyi bildirmeli
yaklaşan nedir size
uzaklaşan nedir bizden.

mukaddes karın

newsted35
bir nazım hikmet şiiri


sen ey kırmızı gözlü ana,
sen ey kahredip yaratan,
sen ey köprü altlarında sularlayan yana
yatan.
sen ey yangınlı meydanların sesi..
sen ey şiirlerin şiiri, bestelerin bestesi..
sen ey kardeşim
sen ey kahrolası
sen ey darağaçlık.
sen ey
her şey,
sen ey açlik!!!
çıplak ayaklarına alnımı koyar
andederim ki,
derim ki:
döğüşeceğim,
benim, bizim, onun, onların değil
senin mukaddes karnın doyana kadar...

30 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol