bir nazım hikmet şiiri
bu yazi uzun seneler dünya emperyalizminin şarkta kanli bekçiliğini yapan çarlik rusyasinin ne suretle öldüğüne dairdir
bin dokuz yüz on yedi
ikinciteşrin yedi...
yumuşak ve derin
sesiyle lenin:
"dün erkendi, yarın geç
zaman tamam bugün," dedi..
yağlı çarklılarla yağlı işçiler:
"bugün!" dedi.
ölümü açlıktan öldüren siper:
"bugün!" dedi.
ağır
çelik
kara
toplarıyla avrora:
"bugün!" dedi,
"bugün!" dedi..
...............
.......
..........
.................
artık
ne kışlık sarayda
sarhoş eteklerin ipekli sesi,
ne paskalya çanlarında deli duası çarın,
ne sibirya yollarında zincir iniltisi...
artık
votka kadehlerinde ıslanmıyacak
sarı sarkık bıyıkları pameşçiklerin.
kara toprağın üstünde bir avuç kan gibi
yanmıyacak,
bakır sakalları
açlıktan ölen mujiklerin.
artık
kararmıyacaktır karlı sokaklar
kara bir rüzgar gibi geçen
çarın kazaklarından.
sarkmıyacaktır işçi kadınların
kanlı saçları:
kara kalpaklı kazakların mızraklarından.
yandı kanatları iki başlı kara kartalın,
düştü yere,
öldü.
buzlu baltık denizinin kıyısında
bir pencere örtüldü.
açıldı bir pencere....
bin dokuz yüz on yedi
ikinciteşrin yedi...
bir nazım hikmet şiiri
1
saat dört,
yoksun.
saat beş,
yok.
altı, yedi,
ertesi gün,
daha ertesi
ve belki
kim bilir...
hapisane avlusunda
bir bahçemiz vardı.
sıcak bir duvar dibinde
on beş adım kadardı.
gelirdin,
yan yana otururduk,
kırmızı ve kocaman
muşamba torban
dizlerinde...
kelleci memedi hatırlıyor musun?
sübyan koğuşundan.
başı dört köşe,
bacakları kısa ve kalın
ve elleri ayaklarından büyük.
kovanından bal çaldığı adamın
taşla ezmiş kafasını.
«hanım abla» derdi sana.
bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
tepemizde, yukarda,
güneşe yakın,
bir konserve kutusunun içinde...
bir cumartesi gününü,
hapisane çeşmesiyle ıslanan
bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?
bir türkü söylediydi kalaycı şaban usta,
aklında mı :
«beypazarı meskenimiz, ilimiz,
kim bilir nerde kalır ölümüz...?»
o kadar resmini yaptım senin
bana birini bırakmadın.
bende yalnız bir fotoğrafın var :
bir başka bahçede
çok rahat
çok bahtiyar
yem verip tavuklara
gülüyorsun.
hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
fakat pek âlâ gülebildik
ve bahtiyar olmadık değil.
nasıl haberler aldık
en güzel hürriyete dair,
nasıl dinledik ayak seslerini
yaklaşan müjdelerin,
ne güzel şeyler konuştuk
hapisane bahçesinde...
2
bir akşamüstü
oturup
hapisane kapısında
rubailer okuduk gazalîden :
«gece :
büyük lâciverdî bahçe.
altın pırıltılarla devranı rakkaselerin.
ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.>
bir gün eğer,
benden uzak,
karanlık bir yağmur gibi,
canını sıkarsa yaşamak
tekrar gazalîyi oku.
ve pîrâyendem benim,
ben eminim
sen sadece merhamet duyacaksın
ölümün karşısında onun
ümitsiz yalnızlığı
ve muhteşem korkusuna.
bir akar su getirsin gazalîyi sana :
«— toprak bir kâsedir
çömlekçinin rafında tâcidar,
ve zafer yazıları
yıkılmış duvarlarında keyhüsrevin...»
birikip sıçramalar.
soğuk
sıcak
serin.
ve büyük lâciverdi bahçede
başsız ve sonsuz
ve durup dinlenmeden
devranı rakkaselerin...
bilmiyorum, neden
aklımda hep
ilkönce senden duyduğum
çankırılı bir cümle var :
«pamukladı mıydı kavaklar
kiraz gelir ardından.»
kavaklar pamukluyor gazalîde,
fakat
görmüyor, üstat,
kirazın geldiğini.
ölüme ibadeti bundandır.
şeker ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor.
akşam.
dışarda çocuklar bağrışıyorlar.
çeşmeden akıyor su.
ve jandarma karakolunun ışığında
akasyalara bağlı üç kurt yavrusu.
açıldı demirlerin dışında
büyük, lâciverdî bahçem.
a s l o l a n h a y a t t ı r ...
beni unutma hatçem...
3
bugün çarşamba :
— biliyorsun —
çankırının pazarı.
demir kapımızdan geçip
kamış sepetimizde bize kadar gelecek
yumurtası, bulguru,
yaldızlı, mor patlıcanları...
dün köylerden inenleri seyrettim :
yorgundular,
kurnaz
ve şüpheli,
ve kaşlarının altında keder.
erkekler eşeklerde,
kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler.
herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır.
herhalde iki çarşambadır pazarda :
kırmızı başörtülü
«kibirsiz» istanbulluyu aramışlardır...
20.7.1940
4
sıcaklar bildiğin gibi değil
ve ben ki yalı uşağıyım,
deniz ne kadar uzak...
ikiyle beş arası
cibinliğin altına uzanarak
ter içinde
kımıldanmadan
gözlerim açık
dinliyorum sineklerin uğultusunu.
biliyorum :
şimdi avluda
duvarlara çarpıyorlardır suyu,
kızgın, kırmızı taşlar tütüyordur.
ve dışarda, otları yanmış kalenin eteğinde
bir kezzap aydınlığı içindedir
simsiyah kiremitleriyle şehir...
geceleri birdenbire rüzgâr çıkıyor.
sonra kayboluyor birdenbire.
ve karanlıkta canlı bir mahluk gibi soluyup,
yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak
bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak.
ve zaman zaman
ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
bir korku halinde tabiatı...
bir zelzele olabilir.
zaten üç günlük yere geldi,
salladı çapanoğlu yozgadı.
ve yerlilerin kavlince :
altı tekmil tuz madeni olduğundan
yıkılacak çankırı şehri
kıyametten kırk gün önce.
yatıp bir gece
başın bir kalasla ezilmiş,
çıkmamak sabaha...
ölümün bu kadar körü ve mendeburu...
ben yaşamak istiyorum biraz daha,
daha bir hayli yaşamak.
bunu birçok şey için istiyorum,
birçok
çok mühim şeyler.
12.8.1940
5
saat beşte akşam oluyor :
insanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla.
yağmur taşıdıkları belli.
birçoğu
elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
bizim odanın yüz mumluğu,
terzilerin gaz lambası yandı.
terziler ıhlamur içiyorlar...
kış geldi demektir...
üşüyorum.
fakat kederli değilim.
yalnız bize mahsus bir imtiyazdır :
kış günleri hapisanede,
sade hapisanede değil,
bu kocaman
bu ısınası
bu ısınacak dünyada
üşüyüp
kederli olmamak...
1
saat dört,
yoksun.
saat beş,
yok.
altı, yedi,
ertesi gün,
daha ertesi
ve belki
kim bilir...
hapisane avlusunda
bir bahçemiz vardı.
sıcak bir duvar dibinde
on beş adım kadardı.
gelirdin,
yan yana otururduk,
kırmızı ve kocaman
muşamba torban
dizlerinde...
kelleci memedi hatırlıyor musun?
sübyan koğuşundan.
başı dört köşe,
bacakları kısa ve kalın
ve elleri ayaklarından büyük.
kovanından bal çaldığı adamın
taşla ezmiş kafasını.
«hanım abla» derdi sana.
bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
tepemizde, yukarda,
güneşe yakın,
bir konserve kutusunun içinde...
bir cumartesi gününü,
hapisane çeşmesiyle ıslanan
bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?
bir türkü söylediydi kalaycı şaban usta,
aklında mı :
«beypazarı meskenimiz, ilimiz,
kim bilir nerde kalır ölümüz...?»
o kadar resmini yaptım senin
bana birini bırakmadın.
bende yalnız bir fotoğrafın var :
bir başka bahçede
çok rahat
çok bahtiyar
yem verip tavuklara
gülüyorsun.
hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
fakat pek âlâ gülebildik
ve bahtiyar olmadık değil.
nasıl haberler aldık
en güzel hürriyete dair,
nasıl dinledik ayak seslerini
yaklaşan müjdelerin,
ne güzel şeyler konuştuk
hapisane bahçesinde...
2
bir akşamüstü
oturup
hapisane kapısında
rubailer okuduk gazalîden :
«gece :
büyük lâciverdî bahçe.
altın pırıltılarla devranı rakkaselerin.
ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.>
bir gün eğer,
benden uzak,
karanlık bir yağmur gibi,
canını sıkarsa yaşamak
tekrar gazalîyi oku.
ve pîrâyendem benim,
ben eminim
sen sadece merhamet duyacaksın
ölümün karşısında onun
ümitsiz yalnızlığı
ve muhteşem korkusuna.
bir akar su getirsin gazalîyi sana :
«— toprak bir kâsedir
çömlekçinin rafında tâcidar,
ve zafer yazıları
yıkılmış duvarlarında keyhüsrevin...»
birikip sıçramalar.
soğuk
sıcak
serin.
ve büyük lâciverdi bahçede
başsız ve sonsuz
ve durup dinlenmeden
devranı rakkaselerin...
bilmiyorum, neden
aklımda hep
ilkönce senden duyduğum
çankırılı bir cümle var :
«pamukladı mıydı kavaklar
kiraz gelir ardından.»
kavaklar pamukluyor gazalîde,
fakat
görmüyor, üstat,
kirazın geldiğini.
ölüme ibadeti bundandır.
şeker ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor.
akşam.
dışarda çocuklar bağrışıyorlar.
çeşmeden akıyor su.
ve jandarma karakolunun ışığında
akasyalara bağlı üç kurt yavrusu.
açıldı demirlerin dışında
büyük, lâciverdî bahçem.
a s l o l a n h a y a t t ı r ...
beni unutma hatçem...
3
bugün çarşamba :
— biliyorsun —
çankırının pazarı.
demir kapımızdan geçip
kamış sepetimizde bize kadar gelecek
yumurtası, bulguru,
yaldızlı, mor patlıcanları...
dün köylerden inenleri seyrettim :
yorgundular,
kurnaz
ve şüpheli,
ve kaşlarının altında keder.
erkekler eşeklerde,
kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler.
herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır.
herhalde iki çarşambadır pazarda :
kırmızı başörtülü
«kibirsiz» istanbulluyu aramışlardır...
20.7.1940
4
sıcaklar bildiğin gibi değil
ve ben ki yalı uşağıyım,
deniz ne kadar uzak...
ikiyle beş arası
cibinliğin altına uzanarak
ter içinde
kımıldanmadan
gözlerim açık
dinliyorum sineklerin uğultusunu.
biliyorum :
şimdi avluda
duvarlara çarpıyorlardır suyu,
kızgın, kırmızı taşlar tütüyordur.
ve dışarda, otları yanmış kalenin eteğinde
bir kezzap aydınlığı içindedir
simsiyah kiremitleriyle şehir...
geceleri birdenbire rüzgâr çıkıyor.
sonra kayboluyor birdenbire.
ve karanlıkta canlı bir mahluk gibi soluyup,
yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak
bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak.
ve zaman zaman
ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
bir korku halinde tabiatı...
bir zelzele olabilir.
zaten üç günlük yere geldi,
salladı çapanoğlu yozgadı.
ve yerlilerin kavlince :
altı tekmil tuz madeni olduğundan
yıkılacak çankırı şehri
kıyametten kırk gün önce.
yatıp bir gece
başın bir kalasla ezilmiş,
çıkmamak sabaha...
ölümün bu kadar körü ve mendeburu...
ben yaşamak istiyorum biraz daha,
daha bir hayli yaşamak.
bunu birçok şey için istiyorum,
birçok
çok mühim şeyler.
12.8.1940
5
saat beşte akşam oluyor :
insanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla.
yağmur taşıdıkları belli.
birçoğu
elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
bizim odanın yüz mumluğu,
terzilerin gaz lambası yandı.
terziler ıhlamur içiyorlar...
kış geldi demektir...
üşüyorum.
fakat kederli değilim.
yalnız bize mahsus bir imtiyazdır :
kış günleri hapisanede,
sade hapisanede değil,
bu kocaman
bu ısınası
bu ısınacak dünyada
üşüyüp
kederli olmamak...
bir nazım hikmet şiiri
bu yazı gizli bir din halinde bir nevi neo-faşist bir ideoloji yaptıkları halde bunu ikrardan sakınanlara aittir. böyle bir halt karıştırmıyoruz, diyenler üzerlerine alınmayabilirler.
onlar istiyorlar ki
çift ağızlı baltalarıyla
yuvarlansın kafalarımız önüne yarın -
o kara gömlekleri beyaz kordonlu
golf pantolonlu
kadroların..
kardeşler!
onlara sokakta rastlarsanız eğer
ölümü görmüş gibi çevirin başınızı.
kirpiksiz sarı gözler gözünüze bakarken
arkadan sırtınıza bir
bıçak girebilir...
onlar istiyorlar ki
kara toprağın kalbi durana kadar
biz pazarda kelepir bir mal gibi satalım
kafamızın ışığını, gücünü kolumuzun..
kadınlarımızı karşılarında oynatalım.
ve dumanlanmağa başlayınca
gözümüzün bakışı,
yavaşlayınca
damarlarımızda kanın akışı
karaya vurmuş balıklar gibi
köprü altlarında yatalım..
kardeşler!
onlara elleriniz dokunmuşsa eğer
yedi tas su dökün ellerinize.
yırtarak bayramlık gömleğimi ben
peşkir yaparım size...
biz
ayrı dillerde aynı şarkıyı okuyanlar,
biz
aynı yastıkta yatar gibi
toprağa başlarını yan yana koyanlar,
biz,
yüzümüzün derisi koyu açık yanmış diye,
saçlarımız ayrı ayrı boyanmış diye
barsaklarımızı birbirimizin avucuna dökerek
birbirimizin gırtlağını dişimizle sökerek
gebereceğiz...
ve kadrolar
parlatarak
kara gömleklerinin beyaz kordonlarını
gömecekler kadife koltuklara
golf pantolonlarını...
kardeşler!
onların adına benziyorsa adınız eğer
adınızı değiştirin.
vebanın girdiği kapıdan girin
onların evine atmayın ayak....
onlar istiyorlar ki
çift ağızlı baltalarıyla
yuvarlansın kafalarımız önüne yarın -
o kara gömlekleri beyaz kordonlu
golf pantolonlu
kadroların......
bu yazı gizli bir din halinde bir nevi neo-faşist bir ideoloji yaptıkları halde bunu ikrardan sakınanlara aittir. böyle bir halt karıştırmıyoruz, diyenler üzerlerine alınmayabilirler.
onlar istiyorlar ki
çift ağızlı baltalarıyla
yuvarlansın kafalarımız önüne yarın -
o kara gömlekleri beyaz kordonlu
golf pantolonlu
kadroların..
kardeşler!
onlara sokakta rastlarsanız eğer
ölümü görmüş gibi çevirin başınızı.
kirpiksiz sarı gözler gözünüze bakarken
arkadan sırtınıza bir
bıçak girebilir...
onlar istiyorlar ki
kara toprağın kalbi durana kadar
biz pazarda kelepir bir mal gibi satalım
kafamızın ışığını, gücünü kolumuzun..
kadınlarımızı karşılarında oynatalım.
ve dumanlanmağa başlayınca
gözümüzün bakışı,
yavaşlayınca
damarlarımızda kanın akışı
karaya vurmuş balıklar gibi
köprü altlarında yatalım..
kardeşler!
onlara elleriniz dokunmuşsa eğer
yedi tas su dökün ellerinize.
yırtarak bayramlık gömleğimi ben
peşkir yaparım size...
biz
ayrı dillerde aynı şarkıyı okuyanlar,
biz
aynı yastıkta yatar gibi
toprağa başlarını yan yana koyanlar,
biz,
yüzümüzün derisi koyu açık yanmış diye,
saçlarımız ayrı ayrı boyanmış diye
barsaklarımızı birbirimizin avucuna dökerek
birbirimizin gırtlağını dişimizle sökerek
gebereceğiz...
ve kadrolar
parlatarak
kara gömleklerinin beyaz kordonlarını
gömecekler kadife koltuklara
golf pantolonlarını...
kardeşler!
onların adına benziyorsa adınız eğer
adınızı değiştirin.
vebanın girdiği kapıdan girin
onların evine atmayın ayak....
onlar istiyorlar ki
çift ağızlı baltalarıyla
yuvarlansın kafalarımız önüne yarın -
o kara gömlekleri beyaz kordonlu
golf pantolonlu
kadroların......
satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan
yoğurursun
bütün nimetlerin hamurunu.
büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı
karun etmek hürriyetiyle hürsün!
sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
değirmenleri,
büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan
hürriyetiyle hürsün!
başın ensenden kesik gibi düşük,
kolların iki yanında upuzun,
büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!
en yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,
amerikaya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!
yapışır yakana kopası elleri valstritin, günün birinde, diyelim ki,
koreye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura
doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!
bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle
hürsün
ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında, hürriyeti seçmene lüzum yok
hürsün.
bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.
nazım hikmet
yoğurursun
bütün nimetlerin hamurunu.
büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı
karun etmek hürriyetiyle hürsün!
sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
değirmenleri,
büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan
hürriyetiyle hürsün!
başın ensenden kesik gibi düşük,
kolların iki yanında upuzun,
büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!
en yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,
amerikaya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!
yapışır yakana kopası elleri valstritin, günün birinde, diyelim ki,
koreye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura
doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!
bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle
hürsün
ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında, hürriyeti seçmene lüzum yok
hürsün.
bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.
nazım hikmet
rüzgâr,
yıldızlar
ve su.
bir afrika rüyasının uykusu
düşmüş dalgalara.
işıltılı, kara
bir yelken gibi ince
direğinde geminin.
geçmekteyiz içinden
bir sayısız
bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin.
yıldızlar
rüzgâr
ve su.
başüstünde bir gemici korosu
su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi
su gibi bir türkü.
bu türkü diyor ki, «korkumuz yok!
inmedi bir gün bile gözlerimize
bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.»
bu türkü
diyor ki,
«bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz
ölümün önünde sigaramızı.»
bu türkü
diyor ki,
«çizmişiz rotamızı
dostların alkışlarıyla değil
gıcırtısıyla düşmanın
dişlerinin.»
bu türkü diyor ki, «dövüşmek..»
bu türkü diyor ki, «işıklı büyük
ışıklı geniş ve sınırsız bir limana
dümen suyumuzda sürüklemek denizi..»
bu türkü diyor ki, «yıldızlar
rüzgâr
ve su...»
başüstünde bir gemici korosu
bir türkü söylüyor;
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi,
su gibi bir türkü..
nazim hikmet
yıldızlar
ve su.
bir afrika rüyasının uykusu
düşmüş dalgalara.
işıltılı, kara
bir yelken gibi ince
direğinde geminin.
geçmekteyiz içinden
bir sayısız
bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin.
yıldızlar
rüzgâr
ve su.
başüstünde bir gemici korosu
su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi
su gibi bir türkü.
bu türkü diyor ki, «korkumuz yok!
inmedi bir gün bile gözlerimize
bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.»
bu türkü
diyor ki,
«bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz
ölümün önünde sigaramızı.»
bu türkü
diyor ki,
«çizmişiz rotamızı
dostların alkışlarıyla değil
gıcırtısıyla düşmanın
dişlerinin.»
bu türkü diyor ki, «dövüşmek..»
bu türkü diyor ki, «işıklı büyük
ışıklı geniş ve sınırsız bir limana
dümen suyumuzda sürüklemek denizi..»
bu türkü diyor ki, «yıldızlar
rüzgâr
ve su...»
başüstünde bir gemici korosu
bir türkü söylüyor;
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi,
su gibi bir türkü..
nazim hikmet
1
senin adını
kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var,
(bizlere âlâtı-katıa verilmez),
ne de başı bulutlarda bir çınar.
belki avluda bir ağaç bulunur ama
gökyüzünü başımın üstünde görmek
bana yasak...
burası benden başka kaç insanın evidir?
bilmiyorum.
ben bir başıma onlardan uzağım,
hep birlikte onlar benden uzak.
bana kendimden başkasıyla konuşmak
yasak.
ben de kendi kendimle konuşuyorum.
fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
şarkı söylüyorum karıcığım.
hem, ne dersin,
o berbat, ayarsız sesim
öyle bir dokunuyor ki içime
yüreğim parçalanıyor.
ve tıpkı o eski
acıklı hikâyelerdeki
yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri ıslak
kırmızı, küçücük burnunu çekerek
senin bağrına sokulmak istiyor.
yüzümü kızartmıyor benim
onun bu an
böyle zayıf
böyle hodbin
böyle sadece insan
oluşu.
belki bu hâlin
fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.
belki de sebep buna
bana aylardır
kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardır...
saat beş, karıcığım.
dışarda susuzluğu
acayip fısıltısı
toprak damı
ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
bir sakat ve sıska atıyla,
yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.
bugün de apansız gece olacaktır.
bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
bu ümitsiz tabiatın
ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
yine o malum sonuna erdik demektir işin,
yani bugün de mükellef bir daüssıla için
yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
ben,
ben içerdeki adam
yine mutad hünerimi göstereceğim
ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla
yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı
seni böyle uzak,
seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
kafamın içinde duymak...
2
dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...
dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...
ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
suyu donmayan testi
ve sabahları çimentonun üstünde güneş...
güneş,
artık o her gün öğle vaktine kadar,
bana yakın, benden uzak,
sönerek, ışıldayarak
yürür...
ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
dışarda akşam olur,
bulutsuz bir bahar akşamı...
işte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
velhasıl
o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
hürriyet denen ifrit...
bu bittecrübe sabit, karıcığım,
bittecrübe sabit...
3
bugün pazar.
bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
toprak, güneş ve ben...
bahtiyarım...
nazım hikmet
senin adını
kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var,
(bizlere âlâtı-katıa verilmez),
ne de başı bulutlarda bir çınar.
belki avluda bir ağaç bulunur ama
gökyüzünü başımın üstünde görmek
bana yasak...
burası benden başka kaç insanın evidir?
bilmiyorum.
ben bir başıma onlardan uzağım,
hep birlikte onlar benden uzak.
bana kendimden başkasıyla konuşmak
yasak.
ben de kendi kendimle konuşuyorum.
fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
şarkı söylüyorum karıcığım.
hem, ne dersin,
o berbat, ayarsız sesim
öyle bir dokunuyor ki içime
yüreğim parçalanıyor.
ve tıpkı o eski
acıklı hikâyelerdeki
yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri ıslak
kırmızı, küçücük burnunu çekerek
senin bağrına sokulmak istiyor.
yüzümü kızartmıyor benim
onun bu an
böyle zayıf
böyle hodbin
böyle sadece insan
oluşu.
belki bu hâlin
fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.
belki de sebep buna
bana aylardır
kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardır...
saat beş, karıcığım.
dışarda susuzluğu
acayip fısıltısı
toprak damı
ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
bir sakat ve sıska atıyla,
yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.
bugün de apansız gece olacaktır.
bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
bu ümitsiz tabiatın
ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
yine o malum sonuna erdik demektir işin,
yani bugün de mükellef bir daüssıla için
yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
ben,
ben içerdeki adam
yine mutad hünerimi göstereceğim
ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla
yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı
seni böyle uzak,
seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
kafamın içinde duymak...
2
dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...
dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...
ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
suyu donmayan testi
ve sabahları çimentonun üstünde güneş...
güneş,
artık o her gün öğle vaktine kadar,
bana yakın, benden uzak,
sönerek, ışıldayarak
yürür...
ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
dışarda akşam olur,
bulutsuz bir bahar akşamı...
işte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
velhasıl
o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
hürriyet denen ifrit...
bu bittecrübe sabit, karıcığım,
bittecrübe sabit...
3
bugün pazar.
bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
toprak, güneş ve ben...
bahtiyarım...
nazım hikmet
«mürdüm eriği
çiçek açmıştır.
— ilkönce zerdali çiçek açar
mürdüm en sonra —
sevgilim,
çimenin üzerine
diz üstü oturalım
karşı-be-karşı.
hava lezzetli ve aydınlık
— fakat iyice ısınmadı daha —
çağlanın kabuğu
yemyeşil tüylüdür
henüz yumuşacık...
bahtiyarız
yaşayabildiğimiz için.
herhalde çoktan öldürülmüştük
sen londrada olsaydın
ben tobrukta olsaydım, bir ingiliz şilebinde yahut...
sevgilim,
ellerini koy dizlerine
— bileklerin kalın ve beyaz —
sol avucunu çevir :
gün ışığı avucunun içindedir
kayısı gibi...
dünkü hava akınında ölenlerin
yüz kadarı beş yaşından aşağı,
yirmi dördü emzikte...
sevgilim,
nar tanesinin rengine bayılırım
— nar tanesi, nur tanesi —
kavunda ıtrı severim
mayhoşluğu erikte ..........»
.......... yağmurlu bir gün
yemişlerden ve senden uzak
— daha bir tek ağaç bahar açmadı
kar yağması ihtimali bile var —
bursa cezaevinde
acayip bir duyguya kapılarak
ve kahredici bir öfke içinde
inadıma yazıyorum bunları,
kendime ve sevgili insanlarıma inat.
nazım hikmet
çiçek açmıştır.
— ilkönce zerdali çiçek açar
mürdüm en sonra —
sevgilim,
çimenin üzerine
diz üstü oturalım
karşı-be-karşı.
hava lezzetli ve aydınlık
— fakat iyice ısınmadı daha —
çağlanın kabuğu
yemyeşil tüylüdür
henüz yumuşacık...
bahtiyarız
yaşayabildiğimiz için.
herhalde çoktan öldürülmüştük
sen londrada olsaydın
ben tobrukta olsaydım, bir ingiliz şilebinde yahut...
sevgilim,
ellerini koy dizlerine
— bileklerin kalın ve beyaz —
sol avucunu çevir :
gün ışığı avucunun içindedir
kayısı gibi...
dünkü hava akınında ölenlerin
yüz kadarı beş yaşından aşağı,
yirmi dördü emzikte...
sevgilim,
nar tanesinin rengine bayılırım
— nar tanesi, nur tanesi —
kavunda ıtrı severim
mayhoşluğu erikte ..........»
.......... yağmurlu bir gün
yemişlerden ve senden uzak
— daha bir tek ağaç bahar açmadı
kar yağması ihtimali bile var —
bursa cezaevinde
acayip bir duyguya kapılarak
ve kahredici bir öfke içinde
inadıma yazıyorum bunları,
kendime ve sevgili insanlarıma inat.
nazım hikmet
1
tarla hazırdı
koyu esmer eti anadan doğma çırılçıplak
tarla hazırdı
şişkin ıslak dudaklarını açmıştı yarı yarıya
uzun sürmedi bekleyiş
sabah aydınlığında canlı küçük kurtlar gibi yukardan saçılıp aktı tohum
hazla ürperdi toprak
içine çekti akanı
açılıp kapanarak
açılıp kapanarak
sonra da mahmur
bir kat daha güzel
terli kabarık
gerindi
ben ölümden kuvvetliyim diyebilirdi
gebeydi artık
2
arılar fırladı güneşe doğru
en önde kızoğlankız yeni beyarı
nazlı bir vızıltıdır zar gibi ince şeffaf kanatları
beli koptu kopacak
altın tüylü süzme karnında da üç kızıl kuşak
yetişip önledi onu erkeklerin en güçlüsü
sonra yukarda boşlukta güneşin orda
dikenli incecik bacaklar karıştı birbirine
bir saniye sürdü aşı
silkinip kurtuldu dişi
düştü erkek
içinden kopan elleriyle toprağa
3
odalarının penceresi ormana açık
ağır yaz bulutlarının altında orman
bir yumurtalık gibi de nemli ılık
erkeğin yüzünde aşağıdan
kadının gözlerinden vuran ışık
ormanın üstüne yağmur boşandı ansızın
yeşil ela gözlerini yumdu kadın
yarı açık ağzında ıslak dişleri berrak duru
içinde taa yüreğinin kökünde sıcak sıcak duydu yağmuru
4
atan bir damar gibi akıyor nehir
acı yemişleri dikenli dallarıyla duruyor ağaç
duruyor kıraç yabani
güneşte bir şarkı gibi parladı balta
kesildi ağacın gövdesi orta yerinden
ihtiyardı esmerdi ıslaktı makta
kanayacaktı da âdeta
aşı bıçağıyla açıldı yarık
sokuldu ucu kalemin
bu kesik
bu yabanı gövdede müjdesi vardı artık
dikensiz dalları
ince kabuklu tatlı yemişleri
geniş yapraklarıyla gelecek olan
yepyeni bir âlemin.
nâzım hikmet
tarla hazırdı
koyu esmer eti anadan doğma çırılçıplak
tarla hazırdı
şişkin ıslak dudaklarını açmıştı yarı yarıya
uzun sürmedi bekleyiş
sabah aydınlığında canlı küçük kurtlar gibi yukardan saçılıp aktı tohum
hazla ürperdi toprak
içine çekti akanı
açılıp kapanarak
açılıp kapanarak
sonra da mahmur
bir kat daha güzel
terli kabarık
gerindi
ben ölümden kuvvetliyim diyebilirdi
gebeydi artık
2
arılar fırladı güneşe doğru
en önde kızoğlankız yeni beyarı
nazlı bir vızıltıdır zar gibi ince şeffaf kanatları
beli koptu kopacak
altın tüylü süzme karnında da üç kızıl kuşak
yetişip önledi onu erkeklerin en güçlüsü
sonra yukarda boşlukta güneşin orda
dikenli incecik bacaklar karıştı birbirine
bir saniye sürdü aşı
silkinip kurtuldu dişi
düştü erkek
içinden kopan elleriyle toprağa
3
odalarının penceresi ormana açık
ağır yaz bulutlarının altında orman
bir yumurtalık gibi de nemli ılık
erkeğin yüzünde aşağıdan
kadının gözlerinden vuran ışık
ormanın üstüne yağmur boşandı ansızın
yeşil ela gözlerini yumdu kadın
yarı açık ağzında ıslak dişleri berrak duru
içinde taa yüreğinin kökünde sıcak sıcak duydu yağmuru
4
atan bir damar gibi akıyor nehir
acı yemişleri dikenli dallarıyla duruyor ağaç
duruyor kıraç yabani
güneşte bir şarkı gibi parladı balta
kesildi ağacın gövdesi orta yerinden
ihtiyardı esmerdi ıslaktı makta
kanayacaktı da âdeta
aşı bıçağıyla açıldı yarık
sokuldu ucu kalemin
bu kesik
bu yabanı gövdede müjdesi vardı artık
dikensiz dalları
ince kabuklu tatlı yemişleri
geniş yapraklarıyla gelecek olan
yepyeni bir âlemin.
nâzım hikmet
lambayı yakma, bırak,
sarı bir insan başı
düşmesin pencereden kara.
kar yağıyor
karanlıklara.
kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.
kar...
üflenen bir mum gibi söndü
koskocaman ışıklar..
ve şehir
kör bir insan gibi kaldı
altında yağan karın.
lambayı yakma, bırak!
kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
dilsiz olduklarını anlıyorum.
kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.
nâzım hikmet
sarı bir insan başı
düşmesin pencereden kara.
kar yağıyor
karanlıklara.
kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.
kar...
üflenen bir mum gibi söndü
koskocaman ışıklar..
ve şehir
kör bir insan gibi kaldı
altında yağan karın.
lambayı yakma, bırak!
kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
dilsiz olduklarını anlıyorum.
kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.
nâzım hikmet
(bkz: 21 1 924)
(bkz: açlık ordusu yürüyor )
(bkz: asya afrika yazarlarına )
(bkz: aşı)
(bkz: ben senden önce ölmek isterim )
(bkz: benerci kendini niçin öldürdü)
(bkz: berkley )
(bkz: beş satırla)
(bkz: beyazıt meydanındaki ölü)
(bkz: bir acayip duygu )
(bkz: bir ayrılış hikayesi )
(bkz: bir cezaevinde tecritteki adamın mektupları )
(bkz: bir gemici türküsü )
(bkz: bir hazin hürriyet)
(bkz: bir kız vardı japonya da)
(bkz: bir küvet hikayesi )
(bkz: bu vatana nasıl kıydılar )
(bkz: bulutlar adam öldürmesin )
(bkz: büyük insanlık )
(bkz: cevap dört numara )
(bkz: ceviz ağacı )
(bkz: çankırı hapisanesinden mektuplar )
(bkz: çarlık rusyasının ölümü )
(bkz: çınarı yıkmak için baltayı köküne vururlar)
(bkz: çocuklar ölebilir yarın)
(bkz: çocuklarımıza nasihat)
(bkz: davet)
(bkz: doğum)
(bkz: dört hapisaneden)
(bkz: dörtlük)
(bkz: dünyanın en tuhaf mahluku )
(bkz: dünyayı verelim çocuklara)
(bkz: fakir bir şimal kilisesinde şeytan ile rahibin macerası )
(bkz: gazete fotoğrafları üstüne )
(bkz: gece gelen telgraf )
(bkz: gelmiş dünyanın dört bir ucundan )
(bkz: gerileyen türkiye yahut adnan menderes e öğütler )
(bkz: giden )
(bkz: giderayak )
(bkz: gömlek pantolon kasket ve fötre dair )
(bkz: gövdemdeki kurt )
(bkz: gözlerin )
(bkz: güneşi içenlerin türküsü )
(bkz: güneşin sofrasında )
(bkz: güz )
(bkz: haber )
(bkz: hasret )
(bkz: herkes gibi)
(bkz: hiçbir ağaç böyle harikulade bir yemiş vermemiştir )
(bkz: hiciv vadisinde bir tecrübei kalemiye )
(bkz: hoşgeldin )
(bkz: hürriyet kavgası )
(bkz: istanbul da tevkifane avlusunda )
(bkz: iyimser adam )
(bkz: iyimserlik )
(bkz: japon balıkçısı )
(bkz: kadınlarımızın yüzleri )
(bkz: kalbim )
(bkz: kanter içinde)
(bkz: karlı kayın ormanında )
(bkz: kemal tahir e mektup )
(bkz: kerem gibi )
(bkz: kırkıncı yılımız )
(bkz: kışlık saray )
(bkz: kız çocuğu )
(bkz: kore de ölen bir yedek subayımızın menderes e söyledikleri)
(bkz: kuvayi milliye)
(bkz: lodos )
(bkz: mavi gözlü dev minnacık kadın ve hanımelleri)
(bkz: mavi liman)
(bkz: memleketimden insan manzaraları )
(bkz: memleketimden insan manzaraları ndan)
(bkz: merhaba çocuklar )
(bkz: mor menekşe aç dostlar ve altın gözlü çocuk )
(bkz: mukaddes karın )
(bkz: münevver in doğum günü)
(bkz: nerden gelip nereye gidiyoruz)
(bkz: neyi bildirir sayılar)
(bkz: nikbinlik)
(bkz: niyazalant sömürgesi )
(bkz: orkestra)
(bkz: otobiyografi )
(bkz: ölçü)
(bkz: ölüme dair)
(bkz: orada tanıdıklarım 1)
(bkz: orada tanıdıklarım 2)
(bkz: piraye için yazılmış saat 21 22 şiirleri )
(bkz: portatif karyola)
(bkz: postacı )
(bkz: radyoaktiviteli yağmurlar üstüne)
(bkz: rubailer )
(bkz: salkımsöğüt)
(bkz: saman sarısı )
(bkz: sen )
(bkz: ses )
(bkz: sesler geliyor )
(bkz: silahsız insanlar )
(bkz: şair )
(bkz: şarkılarımız )
(bkz: şehitler )
(bkz: şeyh bedrettin destanı )
(bkz: tahirle zühre meselesi )
(bkz: taranta babu ya mektuplar )
(bkz: teftiş )
(bkz: trafik memurları)
(bkz: türkiye işçi sınıfına selam )
(bkz: üç selvi )
(bkz: vasiyet )
(bkz: vatan haini )
(bkz: veda )
(bkz: yarıda kalan bir bahar yazısı)
(bkz: yaşamaya dair )
(bkz: yine iyimserlik üstüne )
(bkz: yine memleketim üstüne söylenmiştir )
(bkz: yine ölüme dair )
(bkz: yine yağmur üstüne)
(bkz: yirminci asra dair)
(bkz: yolculuk )
(bkz: yürümek )
(bkz: zafere dair )
(bkz: açlık ordusu yürüyor )
(bkz: asya afrika yazarlarına )
(bkz: aşı)
(bkz: ben senden önce ölmek isterim )
(bkz: benerci kendini niçin öldürdü)
(bkz: berkley )
(bkz: beş satırla)
(bkz: beyazıt meydanındaki ölü)
(bkz: bir acayip duygu )
(bkz: bir ayrılış hikayesi )
(bkz: bir cezaevinde tecritteki adamın mektupları )
(bkz: bir gemici türküsü )
(bkz: bir hazin hürriyet)
(bkz: bir kız vardı japonya da)
(bkz: bir küvet hikayesi )
(bkz: bu vatana nasıl kıydılar )
(bkz: bulutlar adam öldürmesin )
(bkz: büyük insanlık )
(bkz: cevap dört numara )
(bkz: ceviz ağacı )
(bkz: çankırı hapisanesinden mektuplar )
(bkz: çarlık rusyasının ölümü )
(bkz: çınarı yıkmak için baltayı köküne vururlar)
(bkz: çocuklar ölebilir yarın)
(bkz: çocuklarımıza nasihat)
(bkz: davet)
(bkz: doğum)
(bkz: dört hapisaneden)
(bkz: dörtlük)
(bkz: dünyanın en tuhaf mahluku )
(bkz: dünyayı verelim çocuklara)
(bkz: fakir bir şimal kilisesinde şeytan ile rahibin macerası )
(bkz: gazete fotoğrafları üstüne )
(bkz: gece gelen telgraf )
(bkz: gelmiş dünyanın dört bir ucundan )
(bkz: gerileyen türkiye yahut adnan menderes e öğütler )
(bkz: giden )
(bkz: giderayak )
(bkz: gömlek pantolon kasket ve fötre dair )
(bkz: gövdemdeki kurt )
(bkz: gözlerin )
(bkz: güneşi içenlerin türküsü )
(bkz: güneşin sofrasında )
(bkz: güz )
(bkz: haber )
(bkz: hasret )
(bkz: herkes gibi)
(bkz: hiçbir ağaç böyle harikulade bir yemiş vermemiştir )
(bkz: hiciv vadisinde bir tecrübei kalemiye )
(bkz: hoşgeldin )
(bkz: hürriyet kavgası )
(bkz: istanbul da tevkifane avlusunda )
(bkz: iyimser adam )
(bkz: iyimserlik )
(bkz: japon balıkçısı )
(bkz: kadınlarımızın yüzleri )
(bkz: kalbim )
(bkz: kanter içinde)
(bkz: karlı kayın ormanında )
(bkz: kemal tahir e mektup )
(bkz: kerem gibi )
(bkz: kırkıncı yılımız )
(bkz: kışlık saray )
(bkz: kız çocuğu )
(bkz: kore de ölen bir yedek subayımızın menderes e söyledikleri)
(bkz: kuvayi milliye)
(bkz: lodos )
(bkz: mavi gözlü dev minnacık kadın ve hanımelleri)
(bkz: mavi liman)
(bkz: memleketimden insan manzaraları )
(bkz: memleketimden insan manzaraları ndan)
(bkz: merhaba çocuklar )
(bkz: mor menekşe aç dostlar ve altın gözlü çocuk )
(bkz: mukaddes karın )
(bkz: münevver in doğum günü)
(bkz: nerden gelip nereye gidiyoruz)
(bkz: neyi bildirir sayılar)
(bkz: nikbinlik)
(bkz: niyazalant sömürgesi )
(bkz: orkestra)
(bkz: otobiyografi )
(bkz: ölçü)
(bkz: ölüme dair)
(bkz: orada tanıdıklarım 1)
(bkz: orada tanıdıklarım 2)
(bkz: piraye için yazılmış saat 21 22 şiirleri )
(bkz: portatif karyola)
(bkz: postacı )
(bkz: radyoaktiviteli yağmurlar üstüne)
(bkz: rubailer )
(bkz: salkımsöğüt)
(bkz: saman sarısı )
(bkz: sen )
(bkz: ses )
(bkz: sesler geliyor )
(bkz: silahsız insanlar )
(bkz: şair )
(bkz: şarkılarımız )
(bkz: şehitler )
(bkz: şeyh bedrettin destanı )
(bkz: tahirle zühre meselesi )
(bkz: taranta babu ya mektuplar )
(bkz: teftiş )
(bkz: trafik memurları)
(bkz: türkiye işçi sınıfına selam )
(bkz: üç selvi )
(bkz: vasiyet )
(bkz: vatan haini )
(bkz: veda )
(bkz: yarıda kalan bir bahar yazısı)
(bkz: yaşamaya dair )
(bkz: yine iyimserlik üstüne )
(bkz: yine memleketim üstüne söylenmiştir )
(bkz: yine ölüme dair )
(bkz: yine yağmur üstüne)
(bkz: yirminci asra dair)
(bkz: yolculuk )
(bkz: yürümek )
(bkz: zafere dair )
eline enstrüman alıp iki akor basanın virtüöz olduğu ülkemizde,hiçbir zaman hakettiği yere gelemeyen,değeri anlaşılamayan gerçek bir müzisyendir.hiçbir müzisyen virtüöz sözcüğünü onun kadar haketmemiştir.
askere gitmek herkes için zor geliyor.ama bu piç kurularıyla karşılaşma umudu bir nebzede olsa insanın içini rahatlatıyor.
türkiyeye gelen en yetenekli,en kaliteli yabancılardan biri olduğu aşikardır.efes pilsenin koraç kupasını almasında büyük rol oynamıştır.izleyenleri televizyon başına kitlemeyi başaran nadir oyunculardandır.oynadığı mükemmel basketbol ve smaçlarla "ulan bu adamın nbadekilerden neyi eksik" diye yakındığımız sıralarda orlando magicin yaz kampına gitmesiyle kendi içmizden biri gibi sevinmiştik.ama malesef orlando magicin kapısına dayanan mcrea için başlamadan biten ve hepimizi yasa boğan bir hikaye oldu orlando.
galatasarayın para bulamayıp ülkere yamandığını düşünenlerin bu birleşme sonunda ne gibi düşünce içerisinde olduklarına her zaman merak etmiştimdir.
(bkz: ege rock fest)
gelmek istediğim zirvedir.zor olsada katılmaya çalışacağım.
kanımca in flames grubunun en mükemmel parçasıdır.fanlarının melodiler inanılmaz dediği grubun ilk defa bir parçasında adam gibi melodi gördüm nedense.gerçekten harika bir enstrumantal parça.
harika bir cof parçası olmakla beraber liv kristinein parçadaki muhteşemliği gözardı edilemez bir biçimde görülmektedir.
seçim öncesi o çok eleştirdikleri akp ye her konuda destek veren ve kurtarıcısı olmuş partidir.abi-kardeş gül gibi geçinip gitmektedirler.helal (?!?!) ve yazıklar olsundur.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?