confessions

mesudiye

- Yazar -

  1. toplam entry 95
  2. takipçi 1
  3. puan 6665

barış ve demokrasi partisi

mesudiye
bu diyarların demokratik olduğunu sananların ya da iddia edenlerin dediğine göre bu parti kendisine bahşedilen demokrasiyi suistimal ediyormuş.

nasıl bir demokrasidir ki dört bin üyesi haksız hukuksuz içeri alınmış, uzun yargı süreçlerinde siyasetten koparılmış hala demokrasiden bahsedilebiliyor.

hergün ortalama üç bdp’li içeri alınırken, batıda damarlarında asil(!) kan dolaşan birileri bu partinin üyelerine, bürolarına saldırırken birileri hala utanmadan bdp demokrasiyi suistimal ediyor diyebiliyor.

ne diyelim gerçeklerden kaçmanın en kolay yolu kendini kandırmakmış.

vicdani reti eşitlik sanan insan

mesudiye
başlık altında "askerlikle oynamak hatadır, göte girecek hatadır" denilerek askerlikle ilgili bazı şeylerin değişemeyeceği ve dolayısıyla vicdani ret diye bir hakkın mümkün olamayacağı söyleniyor basit bir dille.

ortaçağda engizisyon mahkemeleri vardı değişim isteyenleri asarak keserek yok ederek düzenin devamını sağlamaya çalışıyordu. ne oldu sonrasında engizisyon mahkemeleri korumaya çalıştığı düzenle yok oldular.

bugün askerliği savunacam derken kendisinden farklı düşünenlere basit cevaplar yetiştirmeye çalışanların sonunu da tarih gösterecektir.

kredi kartına 6 ay taksitli askerlik

mesudiye
saçma sapan bedelli geyiklerinden sadece biri. ne yani sen gittin yattın kalktın süründün diye başka insanlar da aynı sıkıntıyı mı çekecek.

sorgulanması gereken insanlara zorla askerlik yaptırmakken hala böyle gariban zırvaları yapmak çok anlamsız. madem eşitlikten yanasın savun vicdani ret hakkını insanların seçim hakkı olsun.

ama savaş var değil mi? pardon siz ona terörle mücadele diyordunuz. yarattığınız eşitsizliği, yoksulluğu, sağlıksızlığı, eğitimsizliği, adaletsizliği devam ettirmek için şehit edebiyatı en iyi çözüm. o yüzden bedelliye bok atıp, vicdani ret hakkını yok sayıp sağa sola çemkirmeye devam edebilirsiniz.

yok bedelli şöyle kötüymüş, parası olmayanlar ölürken zenginler para vererek kendini kurtarıyor demek yerine o parası olmayanların da bir tercih hakkı olduğunu görmezden gelip böyle başlıklarla ironi yapmaya çalışmak beyhude.

bağımsızlığın sadece türklere ait bir hak olması

mesudiye
bağımsız bir devlete sahip olmanın sadece türklerin hakkı olduğu düşüncesi.

evet saçma bir düşünce ama bu diyarlarda buna inanan milyonlarca gerizekalı yok değil. onun için bugüne kadar türk hakimiyetinde yaşayan halkların bağımsızlık mücadelesi hep hainlik olarak değerlendirilmekte.

halbuki ne demiş rosa luxemburg:

özgürlük başkasının özgürlüğüdür.

iş bu sebeple halkların kendileri yönetme fikrine hainlik demek yerine saygı duymalı, barışçı çözümler geliştirilerek halklar arasına cesetler koymamalıyız.

gerçi boşa konuşuyorum ama neyse.

bedelli askerlik

mesudiye
bir çeşit insan hakkı ihlali.

insan hakkı ihlali olması zengin fakir ayrımı olacağı için değildir. sorun bedelliyi bir haltmış gibi milletin önüne sunup vicdani ret hakkının yok sayılmasıdır.

askerliği bedelli ya da zorunlu hiçbir şekilde yapmak istemeyen insanları bir şekilde asker yapmanın anlamı yok. zaten vatan millet sakarya diyen binlerce vatan delisi var, hala vicdani ret hakkını tanımayıp bedellide ısrar etmek saçmalık.

ki bu devlet içtiğimiz sudan yediğimiz ekmeğe kadar vergi alıp aldığı bu verdiğinin önemli bir kısmını savunmaya aktarıyor zaten. madem beni korumak için vergi alıyorsan bu zorunlu askerliğe dur demek lazım artık ya da daha neyin bedelini istiyorsunuz.

fukara edebiyatı yapmak yerine gerçekleri görmek lazım.

kosova

mesudiye
ufak bir avrupa ülkesi. nüfusun yüzde üçü türk, bakıyorum haberlere yüzde üçlük bir grup bu ülkede anadilde eğitim alıyor, üniversite eğitimi düzeyinde. türk basını gururla veriyor bu haberi.

türkiyede nüfusun yüzde yirmisinden fazlasını oluşturan kürtlerin ne kadar geri bırakılmak istendiğini bir kez daha anlıyoruz.

hak verilmez alınır derler ya biz kürtlerde almasını biliriz er ya da geç.

kürtlerin türklerden daha az insan olması

mesudiye
şimdi başlığı görenler hemen çemkirip böyle bir şey yok diyebilirler. ancak bir şeye yok dediğinizde yok olmuyor, bir şeyin var olmasını sağlayan yasalar var iken sizin dil ile yok demeniz sadece kendinizi kandırmak oluyor.

bir laf vardır "insan haklarıyla insandır" şeklinde.

şimdi bakıyorum türke ve kürde. biri anadilde eğitim, bağımsız devlet, siyasal temsiliyet, toplumsal hakların her türlüsüne sahip iken kürd ancak ben kürdüm diyebilecek kadar hakka sahip.

bu durumda iki halkın eşit olduğunu iddia edebilmek için iflah olmaz bir sahtekar olmak gerekiyor.

haa pardon kürtler isterse, cumhurbaşkanı, başbakan, sanatçı sporcu ve daha bilmem ne olabiliyorlar değil mi?

ah bir de özgürce kürt olabilseler!

leyla zana

mesudiye
kaypak türk siyasetçiler gibi takiyye yapmayan, bunun yerine ödediği onca bedele rağmen mücadelesinden geri adım atmayan kürd siyasetçi. kürd kızlarına leyla isminin verilme sebebi.

nys

mesudiye
bugün berivanlar berivan olarak dağlarda süt sağamıyor, berivan dediğinde bir kürt kızına nüfus memuru berivanı geçmiyor kayda. berfinler kar üstünde açmadan eziliyor. olağanüstü hal bölge valileri mutlu bir şekilde sırıtırken, berfinin payına gözyaşı düşüyor.

uğur on iki yaşında on üç kurşunla can veriyor, ceylan odun toplarken kafasına havan topu düşüyor. mizgin sekiz yaşında, rozerin on üç yaşında, enes ise henüz altı yaşında düşüyor toprağa bir kurşunla. “kadın da olsa çocuk da olsa gereği yapılır” diyen devlet görevlilerinin olduğu bir ülkede kürt çocukları için gereği geciktirilmeden yapılıyor.

bizler hiçbir çocuğun yatağı çamurlu asker postalıyla kirletilmesin derken, çocuklar düşüyor teker teker toprağın kara bağrına cansız bedenleriyle.

vuruluyoruz dağların kuytuluk bir boğazında, vakitlerden bir sabah namazında, vuruluyoruz, hiç sorgusuz, yargısız...

korkuyorum bir kürt çocuğunun başına gelen benim de başıma gelir mi diye. bu yüzden 13 basamaklı merdivenden ağır ağır iniyorum düşmemek için. mesudiyeli mesutun dayanılmaz yalnızlığını yaşıyorum.

ne kadar dikkat etsem de, linç kültürünün piyonları buluyor insanı. işte böyle bir linçle karşı karşıya iken tanıyorum seni.

umudumu yitirmişken bir mesaj kendime getiriyor beni. aslında o kadar da yalnız olmadığımı hissediyorum. özlem duyduğum vicdanı buluyorum o mesajda. o mesajda ben seni tanıyorum.

sıradan bir sözlük macerasına anlam katıyorsun. tavsiyene uyuyorum şutlanmıyorum sözlükten, çünkü seninle iletişim halinde olmak bu topraklara dair umudumu güçlendiriyor.

senden üslup dersi alıyorum adeta, haklıyken haksız duruma nasıl düşülmeyeceğini öğreniyorum, sen fark etmeden senin yazdıklarını inceleyerek.

eğer geliyorsam bu sözlüğe ara sıra, buna neden olan iki kişi var hiç görmeden dost dediğim kendimce. işte bunlardan biri sensin, diğerini de biliyorsun zaten.

uzun lafın kısası iyi ki varsın, benim için en güzeli de iyi ki varlığından haberdarım.

seni baharmışsın gibi düşünüyorum,
seni diyarbekir gibi seviyorum…

arnavut ciğeri

mesudiye
yıllarca osmanlı hakimiyetinde yaşayan arnavutların yaptığı bir yemek.

evet kabul ediyoruz bu ciğer arnavutundur. ancak bugün arnavuta ait bir ciğerden bahsediliyorsa bunda gittiği yere hoşgörüsünü de götüren türklerin katkısı oldukça büyüktür.

türk yerine elin hansı conisi hüküm sürseydi arnavutun üstünde dünya bugün böyle bir yiyeceği arnavut ciğeri olarak yiyemezdi. coni ciğeri, hans ciğeri denirdi belkide.

sonuç olarak arnavutlar türklere ne kadar teşekkür etse azdır.

ahmed arif

mesudiye
vurulmuşum
dağların kuytuluk bir boğazında
vakitlerden bir sabah namazında
yatarım
kanlı, upuzun...

vurulmuşum
düşüm, gecelerden kara
bir hayra yoranım çıkmaz
canım alırlar ecelsiz
sığdıramam kitaplara
şifre buyurmuş bir paşa
vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

diyerek kürtlere yaşatılanları az sözle özetleyebilmiş büyük şair.

goshenit

mesudiye
ben seni hiç sevmedim ki.

istanbula gelirsem bir gün bana salaş bir lokantada büryan kebap ısmarlama ihtimalini sevdim.

ya da nezih bir teras cafede oturup istanbula tepeden bakıp seninle bidon kafalı halkı aşağılamayı sevdim.

imamlık yapacağım köyde ayni yardımları beraber tüketebilme ihtimalini sevdim.

cemil meriç üzerine ciddi ciddi senle konuşmayı sevdim. hiç görmeden, hiç tanımadan cemil meriç’e hasret kalmamızı sevdim.

hotel ruanda’yı, elveda lenin’i beraber izleme ihtimalini sevdim.

düğünümüzün mesudiye istasyonunda olma ihtimalini sevdim ben. mesudiye’den kalkan bir trenle uzaklara gidebilme ihtimalimizi sevdim.

mardinde ulu caminin hemen yanında mezopotamya cafede nargile içebilmeyi sevdim ben senle.

üstad cemil meriç’in dediği gibi "aydınların aydınlatamadığı bir toplumu soytarılar aldatır" gerçeğinden hareketle soytarıları teşhir etmeyi sevdim senle.

seninle çiçekler içinde yeni bir ülke kurma ihtimalimizi sevdim. ala şafağında yıldızlar uçurmak varken oturup yıldızlar içinde kendi buruk kanımızı içmeme ihtimalimizi sevdim.

seninle çok olan tarafta olmamayı sevdim.

yani;

türkiyede kürt olmayı, kürtlerde ermeni, ermenilerde süryani gidip almanya’da türk olmayı sevdim senle.

seninle beraber hollanda’da surinamlı, fransa’da cezayirli, iran’da azeri, amerika’da zifiri zenci olabilmeyi sevdim.

ne demişti subcomandante marcos. "marcos dünyanın neresinde bir ezilen varsa onun yanındadır" ben seninle ezenlerden kopup ezilenlere katılabilmeyi sevdim.

esasında ben seni çok sevdim. tutsak ülkenin, tutsak bir halkın yüreği tutsak edilemedi çünkü.

sevmek için bunca sebep varken sevmedim diyemezdim zaten.





2 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol