içine bağımlılık yaratan bir madde koyduklarından şüphelenilen alkolsüz içecek.
ayrıca buzlusu gazını kaçırır, tadını bozar.
baba ile kız arasında gizli bir iletişim, kocaman bir aşkla bağlılık vardır.
baba,kızı için apayrıdır, kız da babası için apayrıdır.
baba,kızı için apayrıdır, kız da babası için apayrıdır.
heyhat!!
bedenimi daha da aç bırakmak istiyorum.....
zihnime yapılan işkenceleri protesto için.....
akıp gidiyor her şey....
tıpkı bundan önce zihnime nakşedilenler gibi....
yitik bir ezgi kaplıyor tüm benliğimi...
heyhat yaşam...
nedir bizi bu noktaya sürükleyen....
nedir tüm yaşantımızı bir değirmen taşı gibi döven..
tam bu noktada ipi kaçırıyoruz...
ucunu bile yakalama hevesi olmadan.....
bedenimi daha da aç bırakmak istiyorum.....
zihnime yapılan işkenceleri protesto için.....
akıp gidiyor her şey....
tıpkı bundan önce zihnime nakşedilenler gibi....
yitik bir ezgi kaplıyor tüm benliğimi...
heyhat yaşam...
nedir bizi bu noktaya sürükleyen....
nedir tüm yaşantımızı bir değirmen taşı gibi döven..
tam bu noktada ipi kaçırıyoruz...
ucunu bile yakalama hevesi olmadan.....
datça’yı yurt edinmiş türkiye’ninde gelmiş geçmiş en mükemmel yazarlarından biri. bir de datça’nın meşhur evin şarabıyla özdeşleşmiş insan.
1971de piyasaya çıkan türkülerimiz 1 - selda/moğollar adlı kasette selda bağcanın yorumuyla dinlediğimiz şarkı.
12 eylül zamanının tüm çıplaklığıyla görgü şahitleri tarafından anlatılan eşsiz eser. yakın tarihimiz için önemli bir belge niteliğindedir.
iki kişinin lades tutuştuğu zaman, yenilmemek için söylediği söz.
soysal ekinci şiiridir.
düşüncenin sarsılmaz yeraltı kayası
doğru tavrın çekinmeden sırtını dayadığı
sevmektir kendinden öte
kendin için, özverinin anlamı
duyduğumuz her çığlık bize yönelmiş bir çağrı demektir.
ve bu çağrıya doğru
yitik ülke’yi aramanın yollarında
sesli düşünmektir şair...
i
yitik ülke dedim şiirimde adına
yitik ülke demişti şairler
işgal altında kanayan bütün topraklara
yeni kanunlar çıkarıldı senin için
adının yazılması yasaklandı
hepsi birbirinden geri
hepsi de küf-pas içinde birer cunta genelgesi
şimdi
sonsuzluk ülkesi’nde diye başlar söylencesine
senin tarafını tutan, senden yana haber veren aydınlar
daha nice güzel şiirler yazacak bu ülkenin şairleri sana
ucuz tütünler sararak geceleri çıkıp kentlerin varoşlarında
tutsaklığına sığınarak şiirin uzun ve yoksul kışlarda
-en zifiri karanlığı bile mecbur ederler
düşlerindeki aydınlığı yaşamaya
-kızılçıraların isli alevlerinde ezberlenmiş
sıcak türküler okunur gülümsemelerinde-
ve kuşdilinde kekelerden
cahil-aydın/ büyük-küçük bütün burjuvalar
yangın yerlerine boşalan uzun sağanaklar gibi
kürdistan kürdistan diye diye önce onlar çözdüler
dillerini
şiirlerine sarıp en güzel düşlerini yitik ülke’ye göçtüler
ve uykusuz gözlerinden çiğ tanesi döktüler geceden önce
rüyaları işgal devriyelerince basılan ergen kızların
uçuklamış memelerinde
ve işgal askerleri
ispirtonun renk verdiği yüzleri
yuvalarından fırlamış kanlı katil gözleri
ve haki
ve yeşil
ve irinli özleriyle
kürdistan’ın yarasını oydular
kabukverdi soydular
kabukverdi soydular
kabukverdi kurumadan soydular
artık ne kuruyabilir
ne de kabuk verir
kızıla kesmiştir de et ve kemik içinden
oluk oluk akmaktadır yaralar
yitik ülke
ey yitik ülke
ne kadar çok gençoğul vuruldu sende
adlarıyla kimlikleri birbirine karıştı
-hiçbir dağa konduramam, hiçbir suda arayamam eşgallerini-
hiçbirinin yeri dolmuyor yüreğimde
kuşak dedimse gökkuşağı değil öyle
sen bakarsın, o görünmeden boyverip süzülür
dile kolay, bir çocuk çeyrek asırda ancak büyür
bütün dağlar düzlensin istiyorum şimdi
kesilsin kafaları bütün başıboş suların
ve özgürlük rüzgarıyla gelen devrim dalgalarından öte
kanatları bütün fırtınaların
-nasılsa kıracaklar ökseye gelmemiş yanlarını da
göçebeliğimin-
yitik ülke
ey yitik ülke
ey bütün çağlara eşkıya barındırmış dağlar
ey gökyüzü yitik ülke’nin
bunca ölümü nasıl kaldırır tanrıların
bütün yıldızların dilsiz mi senin
ve bulutların ölüdenizler gibi durgun
günboyu ateşler içinde bir yanın, bir yanın suskun
sonun başlangıcını bildiren ilkkurşun daha dün atıldı
her gün yeni bir kizildere yaşanır
her gün nurhak gibi bir dağ ateşler içinde kalır
bir hayvansı kavga bu doğu’nun çöl sıcağında
sermayenin yılansı ağzından çıkıyor bütün buyruklar
savunmanın imkanı yok bu ormanda kendini tek başına
ağızların ölüm kanunlarıyla gelir çıngıraklı kuyruklar
katiller eğlendirmez gece-gündüz hiç durmayan sazların
ne yazık,
yeşil aygırların en ucuz vaadlerine kendini satar kızların
-işgal bayrakları çekilerek ilan edilen düğünlerin
hüzünlü halaylarında
mor koyun ve ter kokan kürt keçelerinin yumuşaklığında
yağ ve baharatın buharlaştığı çıldırtan saçkavurmalarında
sonra
korkak ve buyurgan emirler eşliğinde dolup boşalan
malak ciğerli adamların itaatkar saldırganlığında
yürekleri ihanetle çarpan ağaların atsırtı zamparalığında
yitik ülke
ey yitik ülke
öldürümün sesidir işte bu sendeki, ihanetin sesidir
ki savaşı duyan herkesi bir yana çağırır
ve onu
ne ırmak, ne bulut, ne güneş, ne de rüzgar kurtarır
-cahildir halkın, korkaktır
ve üstünde yüzlerce insani kusur
ve talancıların ayak izlerinde adı okunan
bir osmanlı sipahisi kadar vahşi ve cesur
ne tam bir ümmeti muhammet’tir, ne de asrını yaşayan bir
ulus
umutsuzluğun resmini yüzlerinde bulursunuz
mutsuzluğun resmini yüzlerinde-
özel tim yaldızlarını kuşanıp dağlara çıkan
insan avcılarını gördükçe
gözümdeki bütün renkleri kan alır
-kana susamış aslan kesildiler
yüreğimden akan kanları toplayıp alınlarına sürerler
oysa etyemezdi çoğu şehirde
bir kuş için gökyüzümün
kanı akar düşünceye-
insan avcıları
ey insan avcıları
haydi çalın
haydi çalın
çalın artık ellrinizdeki savaşın boynuzborularını
ey yüreklerini ciğerleriyle üfleyen bando mızıkacıları
ey saçları sıfırnumara şişkarınlı soldatlar
parlasın havada kıçlarınızdan sarkan aybaltalar
çalın da
görünsün kemerlerinizden sarkan kanlı kesik kulaklar
ve sonra
patlasın başınızda
direnişin kahreden lululu’ları karşısında canagelen
ölüme tanık sunaklar
bir kadın yitik ülkede
savaş döküntüsü bir cemsenin arkasına
bağlanmış saçlarından
canvermek üzeredir
kandır bu
içindeki bu kavganın mahşerinde kurulacak bir divana
akan
ölmeden önce tırnaklarıyla kendi göğsüne çizmektedir
çentiklerini
kandır bu
kaynar kızıl boyalardan çıkarılan halı iplikleri gibi süzülen
kandır bu
bir zamanlar eldeğmemiş güzeylerde koşarken
kalçalarını döven kuzgini saçlarından dökülen
bir çocuk/koşuyor paytak adımlarla
onbeş aydır büyüyen arsız açlığını bir memeye bağlayan
ağlıyor
kani sil de emeyim
kani sil de emeyim diyor
xune bi male bimijim
xune bi male bimijim
analar ki bütün acılarımızın önünde sadece ağlayandı
ve en haklı kavgalarımızda bile bizi hep arkamızdan vurandı
ey yeryüzünün gelmiş-geçmiş bütün tanrıları
gelin de çözün şimdi bu ananın kulaklarımıza üflediği fısıltıları
kuremen xetire de
seni emzirecek yüzlerce meme var, yüreğim paramparça
paramparça topraklarım ve kül yığınıdır dağlarım
kızgın lavlar gibi akmaktadır uçurumları doldurmaya
göğüslerin paramparça ve rahim yok yerinde
rahmim kıyılmış kanlı et parçaları gibi
dökülüyor yırtık tumanımdan toprağa
xetire de
seni emzirecek yüzlerce meme var
ve ben ölünce yüzlerce meme sunacaklar sana
tez-elden tavolup en dolgun göğüslerden birine
kırlardan balçiçeklerine yapışan arılar gibi
sarılıp emeceksin
işte ölüyorum oğul beni nerede gömeceksin
xune bi male bimijim
xune bi male bimijim
kani sil de emeyim
kani silin de emeyim
kani silin de
kani silin
kani silin
kani si
kani
kan! ..
kuremen xetire de
bırakıp en yoğun acılar içinde seni/ben ölüme koşuyorum
ve yürümeyi yeni çözmüş senin yaşta bir çocuk gibi
coşuyorum
ayak bastıramadılar diye bana
ihanetin bir yalgın gibi yakınlaşıp uzaklaşan mayınlı sınırlarına
kesin yüceltti beni bugüne değin öldüğüm bütün ölümler
yine de istemezdim, son ölümüm olsun
yaşamak bir ihanet sayılmayaydı eğer
xune bi male bimijim
xune bi male bimijim
xune bi male
kuremen,
bir umut ver bana, artık ölmek istiyorum kanım tükendi
tükendi yıldızımın güneşten aldığı hayat süresi
bir umut ver
alfistanlı kızlarımın sevdalı eşlerine ettikleri
bağlılık yeminleri gibi
bir umut ver, aykırı düşmesin düşlerimi sıcak tutan dağlarıma
bir umut ver, o kızlardan biri en çaresiz anlarında
mezartaşımın hoşgörülü huzuruna sığınarak
ve utanıp sıkılarak
zafer şarkılarıyla dönmen için yalvarsın bana
haydi oğul bir umut ver bana
bir umut ver de ışıt yolumu
ve teslimet cesedimi
onurlu ölümlerin bedel toplayıcılarına
berde daye berde
xetire de
ey benim yumuşak tenli yağız gülüm
en büyük felakettir
üstümüze korku çığlıklarıyla gelen zamansız ölüm
sabırla büyütülen kara-kızıl bütün umutları bir anda yıkıverir
ve her anı
karanlığın uğurlara fırsat verdiği vahşi doğu geceleridir
kuremen
yaşam için direnen, sahranın tansık gülleri gibi
parlayacaksın bir ömürboyu dağlarımda
ve karanlık karlı bir gecede
akacaksın toprak olmuş bedenime mutlaka
düşüncenin sarsılmaz yeraltı kayası
doğru tavrın çekinmeden sırtını dayadığı
sevmektir kendinden öte
kendin için, özverinin anlamı
duyduğumuz her çığlık bize yönelmiş bir çağrı demektir.
ve bu çağrıya doğru
yitik ülke’yi aramanın yollarında
sesli düşünmektir şair...
i
yitik ülke dedim şiirimde adına
yitik ülke demişti şairler
işgal altında kanayan bütün topraklara
yeni kanunlar çıkarıldı senin için
adının yazılması yasaklandı
hepsi birbirinden geri
hepsi de küf-pas içinde birer cunta genelgesi
şimdi
sonsuzluk ülkesi’nde diye başlar söylencesine
senin tarafını tutan, senden yana haber veren aydınlar
daha nice güzel şiirler yazacak bu ülkenin şairleri sana
ucuz tütünler sararak geceleri çıkıp kentlerin varoşlarında
tutsaklığına sığınarak şiirin uzun ve yoksul kışlarda
-en zifiri karanlığı bile mecbur ederler
düşlerindeki aydınlığı yaşamaya
-kızılçıraların isli alevlerinde ezberlenmiş
sıcak türküler okunur gülümsemelerinde-
ve kuşdilinde kekelerden
cahil-aydın/ büyük-küçük bütün burjuvalar
yangın yerlerine boşalan uzun sağanaklar gibi
kürdistan kürdistan diye diye önce onlar çözdüler
dillerini
şiirlerine sarıp en güzel düşlerini yitik ülke’ye göçtüler
ve uykusuz gözlerinden çiğ tanesi döktüler geceden önce
rüyaları işgal devriyelerince basılan ergen kızların
uçuklamış memelerinde
ve işgal askerleri
ispirtonun renk verdiği yüzleri
yuvalarından fırlamış kanlı katil gözleri
ve haki
ve yeşil
ve irinli özleriyle
kürdistan’ın yarasını oydular
kabukverdi soydular
kabukverdi soydular
kabukverdi kurumadan soydular
artık ne kuruyabilir
ne de kabuk verir
kızıla kesmiştir de et ve kemik içinden
oluk oluk akmaktadır yaralar
yitik ülke
ey yitik ülke
ne kadar çok gençoğul vuruldu sende
adlarıyla kimlikleri birbirine karıştı
-hiçbir dağa konduramam, hiçbir suda arayamam eşgallerini-
hiçbirinin yeri dolmuyor yüreğimde
kuşak dedimse gökkuşağı değil öyle
sen bakarsın, o görünmeden boyverip süzülür
dile kolay, bir çocuk çeyrek asırda ancak büyür
bütün dağlar düzlensin istiyorum şimdi
kesilsin kafaları bütün başıboş suların
ve özgürlük rüzgarıyla gelen devrim dalgalarından öte
kanatları bütün fırtınaların
-nasılsa kıracaklar ökseye gelmemiş yanlarını da
göçebeliğimin-
yitik ülke
ey yitik ülke
ey bütün çağlara eşkıya barındırmış dağlar
ey gökyüzü yitik ülke’nin
bunca ölümü nasıl kaldırır tanrıların
bütün yıldızların dilsiz mi senin
ve bulutların ölüdenizler gibi durgun
günboyu ateşler içinde bir yanın, bir yanın suskun
sonun başlangıcını bildiren ilkkurşun daha dün atıldı
her gün yeni bir kizildere yaşanır
her gün nurhak gibi bir dağ ateşler içinde kalır
bir hayvansı kavga bu doğu’nun çöl sıcağında
sermayenin yılansı ağzından çıkıyor bütün buyruklar
savunmanın imkanı yok bu ormanda kendini tek başına
ağızların ölüm kanunlarıyla gelir çıngıraklı kuyruklar
katiller eğlendirmez gece-gündüz hiç durmayan sazların
ne yazık,
yeşil aygırların en ucuz vaadlerine kendini satar kızların
-işgal bayrakları çekilerek ilan edilen düğünlerin
hüzünlü halaylarında
mor koyun ve ter kokan kürt keçelerinin yumuşaklığında
yağ ve baharatın buharlaştığı çıldırtan saçkavurmalarında
sonra
korkak ve buyurgan emirler eşliğinde dolup boşalan
malak ciğerli adamların itaatkar saldırganlığında
yürekleri ihanetle çarpan ağaların atsırtı zamparalığında
yitik ülke
ey yitik ülke
öldürümün sesidir işte bu sendeki, ihanetin sesidir
ki savaşı duyan herkesi bir yana çağırır
ve onu
ne ırmak, ne bulut, ne güneş, ne de rüzgar kurtarır
-cahildir halkın, korkaktır
ve üstünde yüzlerce insani kusur
ve talancıların ayak izlerinde adı okunan
bir osmanlı sipahisi kadar vahşi ve cesur
ne tam bir ümmeti muhammet’tir, ne de asrını yaşayan bir
ulus
umutsuzluğun resmini yüzlerinde bulursunuz
mutsuzluğun resmini yüzlerinde-
özel tim yaldızlarını kuşanıp dağlara çıkan
insan avcılarını gördükçe
gözümdeki bütün renkleri kan alır
-kana susamış aslan kesildiler
yüreğimden akan kanları toplayıp alınlarına sürerler
oysa etyemezdi çoğu şehirde
bir kuş için gökyüzümün
kanı akar düşünceye-
insan avcıları
ey insan avcıları
haydi çalın
haydi çalın
çalın artık ellrinizdeki savaşın boynuzborularını
ey yüreklerini ciğerleriyle üfleyen bando mızıkacıları
ey saçları sıfırnumara şişkarınlı soldatlar
parlasın havada kıçlarınızdan sarkan aybaltalar
çalın da
görünsün kemerlerinizden sarkan kanlı kesik kulaklar
ve sonra
patlasın başınızda
direnişin kahreden lululu’ları karşısında canagelen
ölüme tanık sunaklar
bir kadın yitik ülkede
savaş döküntüsü bir cemsenin arkasına
bağlanmış saçlarından
canvermek üzeredir
kandır bu
içindeki bu kavganın mahşerinde kurulacak bir divana
akan
ölmeden önce tırnaklarıyla kendi göğsüne çizmektedir
çentiklerini
kandır bu
kaynar kızıl boyalardan çıkarılan halı iplikleri gibi süzülen
kandır bu
bir zamanlar eldeğmemiş güzeylerde koşarken
kalçalarını döven kuzgini saçlarından dökülen
bir çocuk/koşuyor paytak adımlarla
onbeş aydır büyüyen arsız açlığını bir memeye bağlayan
ağlıyor
kani sil de emeyim
kani sil de emeyim diyor
xune bi male bimijim
xune bi male bimijim
analar ki bütün acılarımızın önünde sadece ağlayandı
ve en haklı kavgalarımızda bile bizi hep arkamızdan vurandı
ey yeryüzünün gelmiş-geçmiş bütün tanrıları
gelin de çözün şimdi bu ananın kulaklarımıza üflediği fısıltıları
kuremen xetire de
seni emzirecek yüzlerce meme var, yüreğim paramparça
paramparça topraklarım ve kül yığınıdır dağlarım
kızgın lavlar gibi akmaktadır uçurumları doldurmaya
göğüslerin paramparça ve rahim yok yerinde
rahmim kıyılmış kanlı et parçaları gibi
dökülüyor yırtık tumanımdan toprağa
xetire de
seni emzirecek yüzlerce meme var
ve ben ölünce yüzlerce meme sunacaklar sana
tez-elden tavolup en dolgun göğüslerden birine
kırlardan balçiçeklerine yapışan arılar gibi
sarılıp emeceksin
işte ölüyorum oğul beni nerede gömeceksin
xune bi male bimijim
xune bi male bimijim
kani sil de emeyim
kani silin de emeyim
kani silin de
kani silin
kani silin
kani si
kani
kan! ..
kuremen xetire de
bırakıp en yoğun acılar içinde seni/ben ölüme koşuyorum
ve yürümeyi yeni çözmüş senin yaşta bir çocuk gibi
coşuyorum
ayak bastıramadılar diye bana
ihanetin bir yalgın gibi yakınlaşıp uzaklaşan mayınlı sınırlarına
kesin yüceltti beni bugüne değin öldüğüm bütün ölümler
yine de istemezdim, son ölümüm olsun
yaşamak bir ihanet sayılmayaydı eğer
xune bi male bimijim
xune bi male bimijim
xune bi male
kuremen,
bir umut ver bana, artık ölmek istiyorum kanım tükendi
tükendi yıldızımın güneşten aldığı hayat süresi
bir umut ver
alfistanlı kızlarımın sevdalı eşlerine ettikleri
bağlılık yeminleri gibi
bir umut ver, aykırı düşmesin düşlerimi sıcak tutan dağlarıma
bir umut ver, o kızlardan biri en çaresiz anlarında
mezartaşımın hoşgörülü huzuruna sığınarak
ve utanıp sıkılarak
zafer şarkılarıyla dönmen için yalvarsın bana
haydi oğul bir umut ver bana
bir umut ver de ışıt yolumu
ve teslimet cesedimi
onurlu ölümlerin bedel toplayıcılarına
berde daye berde
xetire de
ey benim yumuşak tenli yağız gülüm
en büyük felakettir
üstümüze korku çığlıklarıyla gelen zamansız ölüm
sabırla büyütülen kara-kızıl bütün umutları bir anda yıkıverir
ve her anı
karanlığın uğurlara fırsat verdiği vahşi doğu geceleridir
kuremen
yaşam için direnen, sahranın tansık gülleri gibi
parlayacaksın bir ömürboyu dağlarımda
ve karanlık karlı bir gecede
akacaksın toprak olmuş bedenime mutlaka
(bkz: çağrı)
soysal ekinciden durum şiirleri.
1
ihanetler silsilesinden geçtim
ne aşk, ne arabesk sevgilim
ben gerçekten kederdeyim
2
mart yine soğuk geçti, uzadı sakallarım
düşman gibi bilinen tarafların ortasında şaşırıp
kaldım
(eski yoldaşlarım,
yargısız infaz timleri,
ve bir de kirletilen doğanın sayrılık melekleri
üçlü bir ölüm çaprazına aldılar beni...)
3
ne zaman düşünsem aynı
ne zaman üşürsem yağmur yağar
yoksullar koşar sokakta,
şimşek üstüne yıldırım,
yıldırım üstüne şimşek iner başıma
4
sokaklar umutsuz dolaşılmıyor
şiir desen işsiz ve aç yazılmıyor
(bozkırda da öyleydi
yalnız kaldığımda
iki dağ arasında aç ve umarsız
sular beni çekerdi
orda; kille yıkanırdım başıboş akan kül nehrinde
dorukları kimin için boyardım şehvetin kızıllığına
belli değil sevgilim;
ben neleri sevmişim, kimlere bağlanmışım bilir miyim
şimdi ama, tek şey varsa bildiğim;
ormandaki kuşlarına aşıktım,
tıpkı tutkunlara edilen ihanetler gibi,
baharlarına doyamadan ayrıldım
bütün ömrüm
ufkun o tatlı renkleri altında geçecek sanmıştım...)
5
uzun yıllar bu şehirde
işsizlikle iş arasında gidip geldim,
cebim para görmedi,
hangi sofraya baktıysam,
gözüme emeğin teri kaçtı, yememe gerek kalmadı
hangi özneye bağlandıysam
sonunda öteki eliyle beni tokatladı,
açtığım musluklar
yüzüme çarpacak bir yudum su akıtmadı...
(geçtiği yollardan sadece toz çıkarırdı araçlar
şimdi yağmurda bile koku var;
mıncıdı çöp, mıncıdı toprak, mıncıdı beton yığınlar)
evler sokaklar küçüldükçe insanlar iyice domuzlaştı
okullar paralandıkça medreseler mantar gibi çoğaldı
işportaya düşmüş bir mal gibi
caddelere serer oldum kıldığım bütün namazları
6
dedim ya şiir
umutsuzken yazılmıyor sevgilim
(kitaplara bakarken beyoğlu sahaflarında
müslüman bir matbaacı
abi gel hele, gel otur dedi
sanki benden yüz yıl önce doğmuş gibi;
biz seni tanırız, yetmedi mi kitaba verdiğin para
sen işçi değil efendi olacak adamdın ama...
madem ehli islamız
madem birbirimize yardım için varız, dedi,
ve benzeri bir sürü kocakarı öğüdünden sonra;
sigortasız bir şapka geçirdi başıma.
aslında şapka mıydı geçirdiği, kazık mı belli değil,
belli olan tek şey varsa sevgilim, geceyi gündüze kararacağım
ve örtüldüğüm bu çöplüğün altında
sonuna kadar senin için çırpınacağım...)
sevgilim,
ah benim yanlışlarım yüzünden, asyada
ölümünü bile örgütleyip öyle örten sevgilim
keşke ölmeseydin, keşke ölmeseydin
sevgilim bu yaştan sonra gulyabani
bukalemun ve hayalet gibi
nasıl gezersin bu şehri, nasıl gezerim...
7
çekin üstümden, bütün ışıkları çekin
yönümü saptayamıyorum öğle vaktinde bile
güneş değil batışa sürüklenen benim
karanlık bir hücreye hapsedin beni
orda
işıkla gölgeyi karıştırıp
resimle yapmalıyım bir zaman
karda izi okunmayan gizli bir ceren
ve sokak fırtınalarında uçmayacak kadar
(belki bir yer altı kayası gibi) ağır olmalı resimdeki kadınım
olmazsa simler çekmeliyim üstüme
bütün aşıklar öldü, bütün aşklar kirlendi madem
aşksız ve kadınsız
gebermeliyim bu şehirde
sabah şebnemi kadar kısa olmalı hikayem
kürdistanda kirletilen masum aşiret kızı
ve dağda düşmüş bir gerillanın kesilmiş hızı gibi
benliğinizi sarıp, iliklerinize kadar titretmeli sizi
su istedi, toprak istedi deyin, kurumuş çiçeklerine
bir kuyu açabilseydi,
bir kova, çıkrık olabilseydi
sorabilseydi kuyunun başına gelen herkese
sorabilseydi
mutluluk taşırdı onu bizlere...
8
ne kadar düşünsem aynı
ne zaman üşürsem yağmur yağar
yolum değilse bile sevgilim
benim sonum belli
sevginin ince tülüyle sarmadıkça ben seni (sen beni)
yine kana düşerim hiç yoktan
yine davalar açılır aleyhimde...
1
ihanetler silsilesinden geçtim
ne aşk, ne arabesk sevgilim
ben gerçekten kederdeyim
2
mart yine soğuk geçti, uzadı sakallarım
düşman gibi bilinen tarafların ortasında şaşırıp
kaldım
(eski yoldaşlarım,
yargısız infaz timleri,
ve bir de kirletilen doğanın sayrılık melekleri
üçlü bir ölüm çaprazına aldılar beni...)
3
ne zaman düşünsem aynı
ne zaman üşürsem yağmur yağar
yoksullar koşar sokakta,
şimşek üstüne yıldırım,
yıldırım üstüne şimşek iner başıma
4
sokaklar umutsuz dolaşılmıyor
şiir desen işsiz ve aç yazılmıyor
(bozkırda da öyleydi
yalnız kaldığımda
iki dağ arasında aç ve umarsız
sular beni çekerdi
orda; kille yıkanırdım başıboş akan kül nehrinde
dorukları kimin için boyardım şehvetin kızıllığına
belli değil sevgilim;
ben neleri sevmişim, kimlere bağlanmışım bilir miyim
şimdi ama, tek şey varsa bildiğim;
ormandaki kuşlarına aşıktım,
tıpkı tutkunlara edilen ihanetler gibi,
baharlarına doyamadan ayrıldım
bütün ömrüm
ufkun o tatlı renkleri altında geçecek sanmıştım...)
5
uzun yıllar bu şehirde
işsizlikle iş arasında gidip geldim,
cebim para görmedi,
hangi sofraya baktıysam,
gözüme emeğin teri kaçtı, yememe gerek kalmadı
hangi özneye bağlandıysam
sonunda öteki eliyle beni tokatladı,
açtığım musluklar
yüzüme çarpacak bir yudum su akıtmadı...
(geçtiği yollardan sadece toz çıkarırdı araçlar
şimdi yağmurda bile koku var;
mıncıdı çöp, mıncıdı toprak, mıncıdı beton yığınlar)
evler sokaklar küçüldükçe insanlar iyice domuzlaştı
okullar paralandıkça medreseler mantar gibi çoğaldı
işportaya düşmüş bir mal gibi
caddelere serer oldum kıldığım bütün namazları
6
dedim ya şiir
umutsuzken yazılmıyor sevgilim
(kitaplara bakarken beyoğlu sahaflarında
müslüman bir matbaacı
abi gel hele, gel otur dedi
sanki benden yüz yıl önce doğmuş gibi;
biz seni tanırız, yetmedi mi kitaba verdiğin para
sen işçi değil efendi olacak adamdın ama...
madem ehli islamız
madem birbirimize yardım için varız, dedi,
ve benzeri bir sürü kocakarı öğüdünden sonra;
sigortasız bir şapka geçirdi başıma.
aslında şapka mıydı geçirdiği, kazık mı belli değil,
belli olan tek şey varsa sevgilim, geceyi gündüze kararacağım
ve örtüldüğüm bu çöplüğün altında
sonuna kadar senin için çırpınacağım...)
sevgilim,
ah benim yanlışlarım yüzünden, asyada
ölümünü bile örgütleyip öyle örten sevgilim
keşke ölmeseydin, keşke ölmeseydin
sevgilim bu yaştan sonra gulyabani
bukalemun ve hayalet gibi
nasıl gezersin bu şehri, nasıl gezerim...
7
çekin üstümden, bütün ışıkları çekin
yönümü saptayamıyorum öğle vaktinde bile
güneş değil batışa sürüklenen benim
karanlık bir hücreye hapsedin beni
orda
işıkla gölgeyi karıştırıp
resimle yapmalıyım bir zaman
karda izi okunmayan gizli bir ceren
ve sokak fırtınalarında uçmayacak kadar
(belki bir yer altı kayası gibi) ağır olmalı resimdeki kadınım
olmazsa simler çekmeliyim üstüme
bütün aşıklar öldü, bütün aşklar kirlendi madem
aşksız ve kadınsız
gebermeliyim bu şehirde
sabah şebnemi kadar kısa olmalı hikayem
kürdistanda kirletilen masum aşiret kızı
ve dağda düşmüş bir gerillanın kesilmiş hızı gibi
benliğinizi sarıp, iliklerinize kadar titretmeli sizi
su istedi, toprak istedi deyin, kurumuş çiçeklerine
bir kuyu açabilseydi,
bir kova, çıkrık olabilseydi
sorabilseydi kuyunun başına gelen herkese
sorabilseydi
mutluluk taşırdı onu bizlere...
8
ne kadar düşünsem aynı
ne zaman üşürsem yağmur yağar
yolum değilse bile sevgilim
benim sonum belli
sevginin ince tülüyle sarmadıkça ben seni (sen beni)
yine kana düşerim hiç yoktan
yine davalar açılır aleyhimde...
soysal ekinci şiiridir.
kırkına kadar ne aşk ne ölüm umrundadır insanın
her şey hayvani bir intikam duygusuyla harcanır
düşüncenin ince denizinden güneşe serilmemiş bedenler
durmadan kendine sıcak bir yatak aranır
kırkından sonra bütün ibadetler uslu bir dost içindir
her anı başka bir pişmanlıkla yaşanır
ki soysuzlar aklanırken kamuda soylular karalanır
kırkına kadar ne aşk ne ölüm umrundadır insanın
her şey hayvani bir intikam duygusuyla harcanır
düşüncenin ince denizinden güneşe serilmemiş bedenler
durmadan kendine sıcak bir yatak aranır
kırkından sonra bütün ibadetler uslu bir dost içindir
her anı başka bir pişmanlıkla yaşanır
ki soysuzlar aklanırken kamuda soylular karalanır
soysal ekinci şiiri.
hasretini çekerken
kavuşmanın yerindeyiz tam yerinde sevgilim
ele bakıp bu havayı ellerinle iteleme
ellerimi uzatamam dokunamam parmağının ucuna
iki parmaklığın arası iki kolboyundan çok fazla
yine sen gel yine sen gel yine sen gel
omzum olsun başına aradaki paslı engel
açtığını göreyim saçlarını sardığın çiçeklerin
doyumsuzluğunu yaşat, hasretimiz adına birbirimizi uzaktan sevmenin
nevrimi döndürüyor geceme sızdırdığın sevi iksirleri
tırmanıyorum kızgın çöldağlarını
ve tarıyorum kum bayırlarının bakır saçlarını
serabımda, tadılmamış şarapların kurulduğu üzüm bağları
bir de sen kopar beni diye sarkan olgunlaşmış asma üzüm salkımı göğsünde
ikircimler birbirini kovalıyor içimde
bu salkım benim için havvanin yasak elması
ve benim gücüm yasal mı bu yasağı kırmaya
içimdeki mahzenlerin bordo şişeleriyle
bu yasallık yeter miydi seni şarap kurmaya
ayakların sızısı kalçalara vuran karasularına
merhem taşıyan çarıkların manda gönünden olmasıydı
ve karşılığını hasretimizde arayan bir çileyle
katılmasaydın ilkdirilenler arasına kendiliğinden
küller içinde küllenen sevilerini türkülerken
seslerini öptüğüm alfistanlı kızların vaadleri gibi
seni de silerim serimden
nevrimi döndürüyor geceme sızdırdığın sevi iksirleri
ben yükseldikçe gece küçülüyor gözümde
kızıl şafakların kuşluk sütlerini sulayan ıslıkları çalıyorum
ve tarıyorum parmaklarımla kum bayırlarının bakır saçlarını
belki de hiç silinmeyecek içimden
çöl eşkiyalarının hummalı baskınlarında üstümüze düşen gölgeleri
ve belki de bu yüzdendir yüreğimin
çöken barikatların çürük tahtalarını böyle pervasızca yakmaya çalışması
zaman bile yetmiyor durdurmaya
yüreğimin bu yönde sürüp giden havariliğini
bir yandan da diyorum ki
varsın korksunlar o tahtaları o barikatlara çakanlar
varsın dağlansın
ağzımdan çıkan gül dikenlerine habersizce değmiş gibi elleri
sevgilim yine de biz
kavuşmanın yerindeyiz
tam yerinde
ele bakıp bu havayı ellerinle iteleme
kasım 87
hasretini çekerken
kavuşmanın yerindeyiz tam yerinde sevgilim
ele bakıp bu havayı ellerinle iteleme
ellerimi uzatamam dokunamam parmağının ucuna
iki parmaklığın arası iki kolboyundan çok fazla
yine sen gel yine sen gel yine sen gel
omzum olsun başına aradaki paslı engel
açtığını göreyim saçlarını sardığın çiçeklerin
doyumsuzluğunu yaşat, hasretimiz adına birbirimizi uzaktan sevmenin
nevrimi döndürüyor geceme sızdırdığın sevi iksirleri
tırmanıyorum kızgın çöldağlarını
ve tarıyorum kum bayırlarının bakır saçlarını
serabımda, tadılmamış şarapların kurulduğu üzüm bağları
bir de sen kopar beni diye sarkan olgunlaşmış asma üzüm salkımı göğsünde
ikircimler birbirini kovalıyor içimde
bu salkım benim için havvanin yasak elması
ve benim gücüm yasal mı bu yasağı kırmaya
içimdeki mahzenlerin bordo şişeleriyle
bu yasallık yeter miydi seni şarap kurmaya
ayakların sızısı kalçalara vuran karasularına
merhem taşıyan çarıkların manda gönünden olmasıydı
ve karşılığını hasretimizde arayan bir çileyle
katılmasaydın ilkdirilenler arasına kendiliğinden
küller içinde küllenen sevilerini türkülerken
seslerini öptüğüm alfistanlı kızların vaadleri gibi
seni de silerim serimden
nevrimi döndürüyor geceme sızdırdığın sevi iksirleri
ben yükseldikçe gece küçülüyor gözümde
kızıl şafakların kuşluk sütlerini sulayan ıslıkları çalıyorum
ve tarıyorum parmaklarımla kum bayırlarının bakır saçlarını
belki de hiç silinmeyecek içimden
çöl eşkiyalarının hummalı baskınlarında üstümüze düşen gölgeleri
ve belki de bu yüzdendir yüreğimin
çöken barikatların çürük tahtalarını böyle pervasızca yakmaya çalışması
zaman bile yetmiyor durdurmaya
yüreğimin bu yönde sürüp giden havariliğini
bir yandan da diyorum ki
varsın korksunlar o tahtaları o barikatlara çakanlar
varsın dağlansın
ağzımdan çıkan gül dikenlerine habersizce değmiş gibi elleri
sevgilim yine de biz
kavuşmanın yerindeyiz
tam yerinde
ele bakıp bu havayı ellerinle iteleme
kasım 87
(bkz: hasretini çekerken)
soysal ekinci şiiridir.
oturmuşum bir köşeye
bir kuş tutsak ellerimde
iki damla yaş dizimde
gözlerimse yok yerinde
kuşu gagasında bir ses
"haydi firar firar!" diye
inansam mı uyansam mı
tenim yapışmış demire
fırladım ayağa kalktım
karşımda bir demir kule
üstünde üç büyük lamba
"sakın!" diyor gözederek
yüksek kulede lamba
nöbet kulesinde memet
lamba bir dakka sönmeli
memet bir rüya görmeli
demir kule büyük lamba
yanıp sönen tuzak ışık
hazırladım her şeyimi
bu gece ben firariyim
demir kule büyük lamba
bana sahte umut verme
şaka değil bu dediğim
bu gece ben firariyim
bir dakika geç yanmazsan
kuledeki büyük lamba
nöbet kulesinde memet
başlar kurşun sağnağına
memet gözünü seveyim
çek tetikten parmağını
üşüyorsun yağan karda
ayşeyi düşüne çağır
kanın kaynasın damarda
ıpıltılı gözlerinle
ayşeyi düşüne çağır
uyan ki ben kuş olmuşum
tetik düşür yardım çağır
öyle hüzünlü bakman
küçük kardeşimi andırır
bir anlık bir yanılsaman
bana çok şey kazandırır
karşımda alacaduvar
içimde dost ihaneti
gölgelerden geçeceğim
akbenekli atlar gibi
otuz metredir tünelim
çıkışa vardıktan sonra
bir dakika geç yanarsan
menzili rahat geçerim
işte girdim tünelime
çıkışta beni bekleme
görürsen de sen içinden
"görmedim" de tetik çekme
kızılca parladı güneş
geceki yağmurdan sonra
işte alarma çığlıkları
işte fırtına başladı
haydi yoldaşlar camlara
oturmuşum bir köşeye
bir kuş tutsak ellerimde
iki damla yaş dizimde
gözlerimse yok yerinde
kuşu gagasında bir ses
"haydi firar firar!" diye
inansam mı uyansam mı
tenim yapışmış demire
fırladım ayağa kalktım
karşımda bir demir kule
üstünde üç büyük lamba
"sakın!" diyor gözederek
yüksek kulede lamba
nöbet kulesinde memet
lamba bir dakka sönmeli
memet bir rüya görmeli
demir kule büyük lamba
yanıp sönen tuzak ışık
hazırladım her şeyimi
bu gece ben firariyim
demir kule büyük lamba
bana sahte umut verme
şaka değil bu dediğim
bu gece ben firariyim
bir dakika geç yanmazsan
kuledeki büyük lamba
nöbet kulesinde memet
başlar kurşun sağnağına
memet gözünü seveyim
çek tetikten parmağını
üşüyorsun yağan karda
ayşeyi düşüne çağır
kanın kaynasın damarda
ıpıltılı gözlerinle
ayşeyi düşüne çağır
uyan ki ben kuş olmuşum
tetik düşür yardım çağır
öyle hüzünlü bakman
küçük kardeşimi andırır
bir anlık bir yanılsaman
bana çok şey kazandırır
karşımda alacaduvar
içimde dost ihaneti
gölgelerden geçeceğim
akbenekli atlar gibi
otuz metredir tünelim
çıkışa vardıktan sonra
bir dakika geç yanarsan
menzili rahat geçerim
işte girdim tünelime
çıkışta beni bekleme
görürsen de sen içinden
"görmedim" de tetik çekme
kızılca parladı güneş
geceki yağmurdan sonra
işte alarma çığlıkları
işte fırtına başladı
haydi yoldaşlar camlara
(bkz: firar türküsü)
soysal ekinci şiiridir.
anama şiir
"değil bir değil beş on
anaların olsa yıl 365 gün yetmez
tutsak oğul anasına fazla bir şey veremez
bitmemiş bir şiir yazar en fazla
ve der ki tüm analara andaç ola"
dayanamaz sen de ağlardın bizi susturamadığın gecelerde
yırtık atletlerden fitil takardın neftini ödünç koyduğun şişelere
bir dövendir sevgi sende
yüreğinin harmanında taşlanan
yaralı dilleri dağlayan dikenler üstünde
öyle bir borç bıraktın ki üstümde elli yıllık kutsal anneliğe dayanan
karşılığı ödenmez içerde
şimdi benim ilkel kölelik günlerimin hüznünü arıyor
lekesiz lamba ışıklarında sabitleşen gözlerim
kıvrılıp giden çıra islerine karışırdı özlemlerin
üstümüze bir gelincik gibi açardı yıkadığın rubalar
böyle zamanlarda gülerdi gözlerin
kurtulurduk damlara sığmayan hüzünlerden
çam kokusu dizlerinden sarı arpa saplarına dökülen
ay altında nar suyunu kaplardı
ve sen onları hepimizden gizleyerek çevirip çiğneyerek
çelik dişli dirgenlerle ilençlerdin
bağrımızda oturan kına taşlarında çalınırdı
akşam ayamıza bağladığın yeşil desenler
sabah çatlak ellerimizde bayraklaşırdı
gözlerinden okurdum yüreğinde diyemlenen derdini
gitmekten vazgeç derdin birakmazlar bu kez seni
feryadınla ne çözdün ne de tutabildin beni
sil gözlerini duvarlar büyütüyor şimdi
topraklarla kundakladığın fideleri
bir gün yağmur öyle yağacak ki karanlığı mavileyen şimşeklerin ardından
kayalar su saklayacak kuşlar için
anama şiir
"değil bir değil beş on
anaların olsa yıl 365 gün yetmez
tutsak oğul anasına fazla bir şey veremez
bitmemiş bir şiir yazar en fazla
ve der ki tüm analara andaç ola"
dayanamaz sen de ağlardın bizi susturamadığın gecelerde
yırtık atletlerden fitil takardın neftini ödünç koyduğun şişelere
bir dövendir sevgi sende
yüreğinin harmanında taşlanan
yaralı dilleri dağlayan dikenler üstünde
öyle bir borç bıraktın ki üstümde elli yıllık kutsal anneliğe dayanan
karşılığı ödenmez içerde
şimdi benim ilkel kölelik günlerimin hüznünü arıyor
lekesiz lamba ışıklarında sabitleşen gözlerim
kıvrılıp giden çıra islerine karışırdı özlemlerin
üstümüze bir gelincik gibi açardı yıkadığın rubalar
böyle zamanlarda gülerdi gözlerin
kurtulurduk damlara sığmayan hüzünlerden
çam kokusu dizlerinden sarı arpa saplarına dökülen
ay altında nar suyunu kaplardı
ve sen onları hepimizden gizleyerek çevirip çiğneyerek
çelik dişli dirgenlerle ilençlerdin
bağrımızda oturan kına taşlarında çalınırdı
akşam ayamıza bağladığın yeşil desenler
sabah çatlak ellerimizde bayraklaşırdı
gözlerinden okurdum yüreğinde diyemlenen derdini
gitmekten vazgeç derdin birakmazlar bu kez seni
feryadınla ne çözdün ne de tutabildin beni
sil gözlerini duvarlar büyütüyor şimdi
topraklarla kundakladığın fideleri
bir gün yağmur öyle yağacak ki karanlığı mavileyen şimşeklerin ardından
kayalar su saklayacak kuşlar için
(bkz: anama şiir)
yapitlari
biri yitik iki ülke (1989)
çağrı (1990)
yıkıntılar altında (1991)
toplu şiirler (1995, tüm şiirleri, ölümünden sonra)
biri yitik iki ülke (1989)
çağrı (1990)
yıkıntılar altında (1991)
toplu şiirler (1995, tüm şiirleri, ölümünden sonra)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?