ahmet kabaklının tarihe ışık tutan kitabıdır.
arka kapak yazısından bir alıntı:
temellerin duruşması, bulabildiğimiz belgeler, okuyabildiğimiz kitaplar ışığında, yakın tarihimize tutmaya çalıştığımız bir ışıktır.
büyük emeklerle, ancak üç yılda çıkardığımız bu kitap, yakın tarihimizi yanlış aksettiren bazı kaba yalanları gidermek, doğruları araştırma fikrini milletimize arz etmek maksadıyla yazıldı.
varlığı ile iftihar ettiğimiz, ilânından bir yıl sonra doğduğumuz ve ömrünü beraber yaşadığımız cumhuriyetin ve son iki yüz yılın "yakın" tarihi genellikle yanlış okutulmaktadır.
ilim çağında ve demokrasi iddiasında olan türkiyenin yalan ve menfaat karanlığına daha fazla terk edilmesi, ona zulümdür.
resmi internet sitesinde verilen habere göre 15. uluslararası istanbul caz festivali kapsamında, 14 temmuzda istanbulda bir konser verecek.
ancak iksvnin sitesinde henüz program açıklanmamış.
sevenlerine duyurulur.
ancak iksvnin sitesinde henüz program açıklanmamış.
sevenlerine duyurulur.
(bkz: içimdeki çocuk)
çok güzel bir ümit yaşar oğuzcan şiiridir.
alıştım kör kuyularda
kimsesizliğimin yetimliğine,
yağmalanmış incemin, çaresizliğine,
herkese hiçbir şey, bana her şey olan sen ..
büyüme ne olur içimdeki çocuk.
o avuç içlerin kalsın tertemiz,
dokunamadığım güzellikler kadar aydınlık,
kirlenmesin umut kandilleri yakan ellerin,
kal!.. dur!.. aynı halinle,
büyüme ne olur içimdeki çocuk.
hayat uzun bir cümleydi hani?..
sen ile ben yüklem ve özne,
inceden vursa da hasretler,
dönmese de beklenenler,
ölme ne olur içimdeki çocuk.
dudağımız güneşle öpüşürken
yar kolunda heybetliydi adımlarımız
sabah ezanlarında öğrendik
bin cümle yıkıntısı içinde iki kelime ..
... ve kül rengindeki umutlarımız ...
alın terimizde çiğ tanesi damlalar,
bir mendile silmiştik sıfatları,
onlar ki ezeldendi, anlamazlar ..
sıfatlar yakışmazdı ki bize,
büyüklük, şan şöhret ve mor lambalar...
ötesi, berisi, diğer, diğerleri,
var edenden bize yansıyan değer
bir yaratanındı, onundu,
söyle ne haddimize olurdu?..
ömrün bir vakti, delikanlıca aşktan gayrı sı.
kal içimde, dur aynı halinle,
karıştırma gül ile bahçıvanı,
bülbülün gözünde yaş seli,
çatlamış, paylaşmanın nasırlı elleri,
büyüme ne olur içimdeki çocuk ...
dinle!.. kulak ardı etme,
heveslenme sakın küçücüğüm büyümeye,
ne delikanlı desinler sana, nede ağbi,
ne amca ol derim sana, nede ihtiyar,
insanlar ıraklaştı insanlıktan,
korkarım sevgiler bile rezil, sefilce,
kifayetsiz yolda yüzler, yüzsüzce
ne babalık fayda olacak hayatta,
nede annelik bu gidişle, canda kıble bize ...
ben çoktan büyümüşsem de,
büyüme sen içimdeki çocuk.
yalanı dolanı bilme isterim,
acıyı ihaneti görme dilerim,
bak şimdi ağlıyorum,
sen içimde ağlıyorsun,
kim?.. ses kesip dinleyecek kim?
bilmiyorum, bilmiyorsun,
ama ant olsun!..
haram yedirmedim, yedirmemde,
yalanı öğretmedim, öğretmemde,
nedenini anlayıp çözüyor musun?
kurtlar sisli havayı sever,
yarasalar geceyi,
çakallar leş bekler,
en zayıf zamanın kancık bekçileri ...
insanlarda can evinden vurur insanı,
işte tam şurdan, yüreğinin ortasından,
dermanı güç, iyileşmesi bir o kadar kolay yerden,
gönülden, içten, senin beşiğinden,
of!.. be küçüğüm of!..
alaca karanlıkta yanıldık kör ışığa
halden bilmeze aktı duruluğumuz,
oysa biz seninle şafaklara müptelaydık,
anla çocuk!..
şafaklara ihanet etti geceler,
hoş gör, gözlerimde kalan son ışıksın
ölme ne olur içimdeki çocuk
alıştım kör kuyularda
kimsesizliğimin yetimliğine,
yağmalanmış incemin, çaresizliğine,
herkese hiçbir şey, bana her şey olan sen ..
büyüme ne olur içimdeki çocuk.
o avuç içlerin kalsın tertemiz,
dokunamadığım güzellikler kadar aydınlık,
kirlenmesin umut kandilleri yakan ellerin,
kal!.. dur!.. aynı halinle,
büyüme ne olur içimdeki çocuk.
hayat uzun bir cümleydi hani?..
sen ile ben yüklem ve özne,
inceden vursa da hasretler,
dönmese de beklenenler,
ölme ne olur içimdeki çocuk.
dudağımız güneşle öpüşürken
yar kolunda heybetliydi adımlarımız
sabah ezanlarında öğrendik
bin cümle yıkıntısı içinde iki kelime ..
... ve kül rengindeki umutlarımız ...
alın terimizde çiğ tanesi damlalar,
bir mendile silmiştik sıfatları,
onlar ki ezeldendi, anlamazlar ..
sıfatlar yakışmazdı ki bize,
büyüklük, şan şöhret ve mor lambalar...
ötesi, berisi, diğer, diğerleri,
var edenden bize yansıyan değer
bir yaratanındı, onundu,
söyle ne haddimize olurdu?..
ömrün bir vakti, delikanlıca aşktan gayrı sı.
kal içimde, dur aynı halinle,
karıştırma gül ile bahçıvanı,
bülbülün gözünde yaş seli,
çatlamış, paylaşmanın nasırlı elleri,
büyüme ne olur içimdeki çocuk ...
dinle!.. kulak ardı etme,
heveslenme sakın küçücüğüm büyümeye,
ne delikanlı desinler sana, nede ağbi,
ne amca ol derim sana, nede ihtiyar,
insanlar ıraklaştı insanlıktan,
korkarım sevgiler bile rezil, sefilce,
kifayetsiz yolda yüzler, yüzsüzce
ne babalık fayda olacak hayatta,
nede annelik bu gidişle, canda kıble bize ...
ben çoktan büyümüşsem de,
büyüme sen içimdeki çocuk.
yalanı dolanı bilme isterim,
acıyı ihaneti görme dilerim,
bak şimdi ağlıyorum,
sen içimde ağlıyorsun,
kim?.. ses kesip dinleyecek kim?
bilmiyorum, bilmiyorsun,
ama ant olsun!..
haram yedirmedim, yedirmemde,
yalanı öğretmedim, öğretmemde,
nedenini anlayıp çözüyor musun?
kurtlar sisli havayı sever,
yarasalar geceyi,
çakallar leş bekler,
en zayıf zamanın kancık bekçileri ...
insanlarda can evinden vurur insanı,
işte tam şurdan, yüreğinin ortasından,
dermanı güç, iyileşmesi bir o kadar kolay yerden,
gönülden, içten, senin beşiğinden,
of!.. be küçüğüm of!..
alaca karanlıkta yanıldık kör ışığa
halden bilmeze aktı duruluğumuz,
oysa biz seninle şafaklara müptelaydık,
anla çocuk!..
şafaklara ihanet etti geceler,
hoş gör, gözlerimde kalan son ışıksın
ölme ne olur içimdeki çocuk
evet; hiç kimse annesinin karnından sözlük yazarı olarak doğmuyor. herkes entryleri siline siline, okuya göre öğreniyor.
ama türkçeyi ilkokuldan beri öğreniyoruz kardeşim. nedir bu katliam?
hoşgelmiş mi bilemiyorum ama hoşbulduğu kesin olan bilgiç.
ama türkçeyi ilkokuldan beri öğreniyoruz kardeşim. nedir bu katliam?
hoşgelmiş mi bilemiyorum ama hoşbulduğu kesin olan bilgiç.
türkiye de bir hayalet kol geziyor: pippa nın hayaleti
bundan sonra kimse yalnız değildir artık sokaklarda
her köşebaşındasın pippa
elimi uzattım çığlığına
yankılanıyoruz bak
gözlerin arkada kaldıysa da
baktıkları her yer kanıyor pippa
koruyamadık seni ki her köşe direniş yeridir artık
darılma pippa!
kaldıracağız elbet göz yaşlarını!
sinan praksis
barış güvercini ol ve bize umut aşıla pippa!!
bundan sonra kimse yalnız değildir artık sokaklarda
her köşebaşındasın pippa
elimi uzattım çığlığına
yankılanıyoruz bak
gözlerin arkada kaldıysa da
baktıkları her yer kanıyor pippa
koruyamadık seni ki her köşe direniş yeridir artık
darılma pippa!
kaldıracağız elbet göz yaşlarını!
sinan praksis
barış güvercini ol ve bize umut aşıla pippa!!
nevzat çelik’in uzun şiirlerinden biri. yine hayatı özetler.
"ve bir gün eline
ustura ağzında sınanmamış
allı-pullu mektuplar geçerse
bil ki sevgilim
ben artık elleri üzerinde yürüyen
şaklabandan başka birşey değilim "
i
koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku
püfür püfür esmesin mayıs rüzgarları
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
«yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu»
yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu
inadına yapış yapış havada bir gülün kokusu
kan kırmızı oturmuşum yüreğimin ortalık yerine
nerdeyse iz basacak gözlerim avuçlarını aç
koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku
bana çocuklar betimle sokaklarda büsbütün gülen
kitapların yakılmadığı bir ülke adı söyle kütfen
yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu
nerdeyse iz basacak gözlerim avuçlarını aç
iki eli var insanın bayrak tutmak için biri
ötekini neye sayarsanız sayın bıçak mesela
kabına sığmaz uzlaşmaz bir eşkiya bıçak
çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı
bir gün mutlaka evet ama nasıl ey ütopya
cehennem öfkeler yuttum gün yirmidört saat
cennete çevirmek için güzelim yurdumu
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
kan denizi uykulara kurşunlar çalıp
düze ineceğim şu belalı başımı alıp
eşkiya oğlu eşkiyayım duvar içre evet
koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku
ii
canım
sana bu mektubu
gözlerim dolu
yüreğim paramparça yazıyorum
eline geçmeyecek biliyorum
tepeden tırnağa kedere battığım şu saat
bilmek yetmiyor fakat
zulüm kanlı bir kene gibi başımda
korkunç bir işkence sonrası
uzun sakallarımla oturduğum
dört ayaklı masamda
ne karanfil kokulu bir hemşirenin cebine benzeyen zarfım
ne zarfın gül yüzüne kösnül bir öpücük gibi konduracak pulum
ne de sigara kâğıtlarının dar boyutlarında başıboş
bir hoş
koşturacak kalemim var
yokluk özrümü kabul etmiyor
satır satır karıştı kanıma bir kere kitap
ve ben metris direnişi içinden gözlerimi ısırarak
elimi kanlı etime basarak
yazıyorum bu mektubu
dur canım
hemen kaynayıp kabarmasın yüreğin
bu yazdıklarım
yazacaklarımın ne ilki
ne sonu
sarı saçlarını omzuna vurup
okuyamayacaksan mektubumu
derim ki sana
sardunya kokulu balkonun kapısını aç
dağlara bak
dağlar bir serin
dağlar bir derin
bir rahat
iyi dinlemeli dağları
kulak basıp dinler gibi tepinen karnını bir kadının
duyuyor musun çatırdıyor
nerde bir zincir varsa kolunda insanın
belki bu ses
parıldayan otuziki diş afrika karasında
bu ses belki
dehşetli güzel bir özlemle beklediğimiz haberi
melez avuçlarından üfüren
salvador’lu kardeşlerimin sesi
belki kimbilir fakat hayır neden olmasın
bu ses bizim dağlarımızın sesidir
bizim dağlarımız kendi esintisiyle savrulan genç kızlarımıza benzer
ve bizim kızlarımız
korkunç bir sabırla tutuşan bacaklarını gizler
gün gelir güneşli günlere yaslanarak
sıyırırlar eteklerini bellerine kadar
bir anda
birdenbire bacakları arasından
onbinlerce çocuk taşar kente
düşün
bir anda
bir-den-bire
ülkemizde çocuk taşkını
neyse canım
yaralıyım
kanım azaldı
benzim bir güz yaprağı gibi sarardı
oysa sana anlatacaklarım
anlatamadıklarım kadar çok
sözü uzatmaya gerek yok
dinle iki gözüm
yüreğinle kafanla dimdik dinle
yıl 1933
10 mayıs berlin
berlin’de faşizm kol geziyor
berlin sokaklarından yüzbinlerce kitap
opera alanına akıyor
kitaplar yakılıyor
kitaplar be
kitaplar
kitaplar hiroşima’lı çocuklar
gibi yakılmazdan önce
sermayenin gamalı uşağı goebels
berlin üniversitesi önünde
kırkbin kişiye söylev verdi :
«alman düşmanlarının kitaplarını yakan ateş
yüreklerinizde vatan sevgisini tutuştursun...»
ve faşizm
dumanında boğulacağını bile bile
aç bir kurt gibi indi kitapların üstüne
1933 yılında
berlin opera alanı’nda
kitaplar yakılacaktı
inatçı yağıyordu yağmur
koyu mavi gök delirmiş
yığıyordu öfkesini bulut bulut
ve hitler ve flick ve krupp
yani açlık yani savaş yani faşizm
oysa benim
ne berlin üniversitesi kapısından girmişliğim
ne opera alanını sarsarak gezmişliğim
ne de bir hücre evinde kahrolarak
goebels’i dinlemişliğim var radyodan
gene de mümkün değil acısını duymamak
buruşup kalıyor ağzımda bak
sana söylemek istediğim en güzel söz
bir düşün
kırkbin insan
kirkbin çift el
ayak
göz
bu söylevi ağzı açık dinledi
karşı yapının beşinci katında
genç bir soprano inledi
berlin berlin olalı
böyle kanlı bir gün görmedi
o günden bugüne
senin yaşın benim yaşım
artı çocuk yaşı zaman geçti
geçmedi fakat faşizmin korkusu
çöreklenmiş toprağıma etime
kanımı emiyor sürgit
kanımda boğulacak
itoğlu it
çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı
bir gün mutlaka.. evet ama nasıl ey ütopya
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
şili şuramda yanılgı ve tarifsiz bir acı
merhaba allende onurlu ölüm merhaba
su paredon cia ve richard nixon
hayır sizin duvarınız evet su paredon (1)
kastilya hançeri merhaba merhaba ispanya
uzak asya vietnam merhaba merhaba ho amca
kara öfkem mapusum mandela merhaba
size de merhaba plaza de mayo anaları
şu güzelim dünyamızda savaş ve kıyım
şu güzelim dünyamızda sömürü ve zulüm
şu güzelim dünyamızda işkence ve bin türlü cinayet
yani emperyalizm yani yedi boğumlu akrep
yani şu güzelim dünyamızda gökyüzü kadar mavi
gökyüzü kadar sonsuz bir özgürlük açana dek
davacısıyım bütün kayıp çığlıkların
iii
ince uzun kaşlarına devirip kuşkuyu «iyi ama
nedir bu satır aralarında kanayan yıldız» diye sorma
neyse yüzünde gülücük
gökte yıldız o
bilmez miyim
fakat neyleyim
kanlanıp kararınca mektubum
kalmadı başka bir yolum
ve duyunca kitapların geceyi yırtarak gelen
o tarihsel çığlığını
milyonların adına öfkemi kuşandım
koğuş duvarını ikiye ayırdım
çıktım dışarı
-hıncımı anlatabilsem sana
bir çocuk gibi kahırlanmak istiyorum
bayramlık giysisi olmayan bir çocuk gibi
anlıyor musun
geçti bizden
biliyorum çocuk olamayız artık
kar aklığını tanımadan saçımız
tenimiz buruşmadan
ite kaka yaşlandık
kahırlanmak istiyorum oysa
bir çocuk gibi-
dışarda birbiri üzerine yığılı yatıyordu kitaplar
koridor boyu uzanıp kıvrılarak akıyordu kan
tek bir acı dalgası vurmuyordu gözlerine
sanki ellerimizden sökülüp götürülmemiş
başları kesilmemiş karınları deşilmemiş de
sanki okunuyormuş gibi güneşli ellerimizde
ayaydınlık ve mutluydu yüzleri
elbet mutlu olacaklar
ışıyacaklar elbet
gün yirmidört saat metris’te
kolay mı madrit’i yaşamak yeniden
kolay mı bin küsur insanın
tutuklu elleriyle çıplak
et diş tırnak
no pasaran diye haykırması (2)
bin küsur insan
kaynayan kemik tutuşan et
ve birer çift gözden ibaret
onsekizer kişiydiler koğuşlarında
aralarında aşılmaz duvarlar vardı
aşılmaz duvarları sesleriyle aştılar
haykırdılar durmamacasına haykırdılar
külrengi raflarda göbeklerini açmış
harıl harıl direnişi yazıyordu kitaplar
silahlı ve kalabalıktılar
duvarlar onlar adına yükseliyordu
zincirler kilitler sürgüler
tank tüfek ve ölüm
ve bomba ve korku ve zulüm
ve yeryüzünde ve gökyüzünde
bütün öldürüm silahları onlarındı
bizim kenetlenmiş kollarımız
ve kavgasını vediğimiz kitaplarımız vardı
erkekler uzun sakallıydı (3)
kızların al yanaklarında uzatacak sakalları yoktu
yoktu ama
herbiri uzun soluk taşıyordu güvercin göğüsleri içinde
üfürdükçe dağ
soludukça orman
yangınlı tepeler üzerinde rüzgarlı bulutlar uçarken
dönüyordu tarihin tekerleği fırlayacak gibi milinden
onlar etekleri ve saçları içinde tutsaklığı reddettiler
ve cephe gerisinden önümüze
feodal kafalarımızı kırarak geçtiler
metris’in bir ucunda kızlar
bir uzunda biz mapus
aramızda c blok var
c blok’un arka yüzünde
arka yüzünün bir gözünde
i n s a n s ı l a r yaşar
günde beş vakit secdeye varırlar
yoldaşlarının kanında abdest alıp
ve itirafnamelerini hatmederler
korkunun rahlesine diz kırıp
biz görüşe giderken kızlar
kollarıyla pencereden
yüklü birer dal gibi sarkar
el ederler el ederiz
birini sana benzetirim
severim çünkü hepsini
seni sevdiğim kadar
iv
bir yerlerde bir şarkı söyleniyordur
gitar telinde aşk tınısı
gümüş bir ay oturmuş gitar teline
cırcır böcekleri ve yaldızlı kumlar
kumda esrik kumda yalın ayak
dil diş dudak öpüşüyorlarken tam da
dünyadan ve yurdumdan uzak
yurduma ve dünyaya yakın
kan tadı gibi bir şey ağzımda
omuzların üstünde üç maymun
neden
maymun göz maymun dil maymun kulak
bunca önemli mi kirli havayı soluyor olmak
ne demekse yemek içmek çiftleşmek uyumak
korka korka kapkara umutsuz
ne demekse
sanıldığı kadar uzun değil tüfeklerin namlusu
kurşunların menziline düşmeyen
gece dürbünlerinin kâr etmediği
ölümlerin ve işkencenin kâr etmediği
bir yeri var alnımın
hiçbir nalçalı çizme çiğneyemez umudumu
sanıldığı kadar kolay bir iş değil bu
çekin şiirlerden arabesk gözyaşlarınızı
küçük burjuva kaçkınlarınızı alıp gidin romanlardan
nerde benim sanatım hani o başkaldıran
liselim üniversitelim öğretmenim nerde
nerde benim grevim grev gözcüm nerde
bu işyerinde grev var ne güzel yakışırdı
işyeri duvarlarına dayanışma pankartları
neden cesedimin yüzü kaçırılıyor annemden
annemin çığlığını kimseler duymuyor neden
dörtbir yanım galile galileo
nerdesin ey cordano bruno
el uzatımı kedi köpek ölüsü
bir de insan
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
delirmek gibi birşey susun lütfen
kaç lekesiz duvara yapıştı diktatör fotoğraf
bilen var mı kaç göz kaç duvarda kurudu
portreci ressam defol natürmort sen de
sen de daktilo tuşlarında şak-şak’çı aydın
demiri döven ateşi eleyen el
nerdesin ey
iki eli var insanın bayrak tutmak için biri
ötekini neye sayarsanız sayın bıçak mesela
kabına sığmaz uzlaşmaz bir eşkiya bıçak
kolların ucuna beyaz bir bayrak gibi çekilse de
yatırsa da kendi gövdesini musalla taşına
secdeye kapanıp kalksa da kendi ruhu için duaya
yasak bir bildiri gibi taşınacak ceplerde elbet
o en mükemmel ürün
ve o en mükemmel alet
ırmaktırlar belki sağnak yağmurları bekleyen
denizdirler belki ufkunda kasırgalar gizleyen
dağdırlar belki
kalkıp yürüyecek devdirler belki
belki bu yüzden topal karıncanın yürümesi duyuluyordu dışarda
içerde
kızılca kıyamet kopuyordu
kendi ellerimizle kitaplarımızı vermezdik
buyurun alın
yırtın
yakın
diyemezdik
v
gün olmuş memedin yaşı yirmiyi bulmuş
ağrı’dan kars’tan bitlis’ten van’dan
ak-lı kara-lı denizden doğu’dan batı’dan
gelmiş gelmiş de metris’e gardiyan durmuş
ayışığı ve dumanlı düşleri
arasından çekilip alındığı gündü
elektrikli elektriksiz copu gördü
bir ağaç köküne benzeyen elleri
neyin kavgasıdır bu pek aklı almadı
delikanlılık da olsa serde
kanlı-bıçaklı sevdalara da düşse
savunmasız birine eli hiç kalkmadı
kızarsa
dertlenirse
severse bir de
toy bıyıklarını çiğner
bir de ateşini karartmadan
ucuz tütün içerdi
herşey erkekçe olsun isterdi
isterdi fakat
metris’te emir
demir’i daha bir keser
metris’te askerlik ölümden beter
günde iki tayın ekmeğe
bir kap nohuta bulgura
vatan millet sakarya
gardiyan memet
silahı matarası
kaputu postalı
gönlünde kırık sevdası
«çanakkale içinde aynalı çarşı
ana ben gidiyom düşmana karşı»
memede benzemiyor sevgilim
memedin yüzü yurduma dönük
yayla bakışları dumanlı ve sönük
memet köyde
memet kentte
işyerinde hapisanede
her yerde
el uzatımı
içimizden biri
dostumuz
kardeşimiz
sokak aralarında memet
ışıklı bulvarda memet
kavşaklarda memet
memet
toprağın yüreği nerde göğsünü parçalayacak
gibi atıyorsa
atacaksa
orada nöbete yatar
memedin elinde amerikan yapısı tüfek
dağlarımızda ne arar
memet
memeeet
süngünde ne var
memet
süngünde ne
çocuktur elinde sanki tahtadan tüfek
takılı ucuna çakıyla yontulmuş erik dakı
kentlerde tutmayla biter mi onsekiz aylık nöbet
evlerin sokakların ötesi kırlar tepeler
ayak izleri kan damlası sargı parçası
kar lapa cızırdayarak söner bir izmarit
ete bastırmış gibi
ağacın kovuğu kurdun yatağı didik didik
uykular tetik kaçılır kovalanır cana daralır
kopup gelmiş sanki çocukluktan saklambaç
o çukur senin bu ağaç benim patikaya dikkat
zehir gibi kusar karaşafaklarına kar
senin de kurşunlara göre bir yüzün var
dağ büyük ağaç sık orman bir uğultulu kucak
düşte tarhana çorbası düşte sımsıcak yatak
ey güzel gün ey büyük sabır ey korkunç hasret
durdurabilir mi kar fırtınasını sıcacık bir düş
kıyasıya üşümüş buzdan bir yontu gibi baksana
tavşan kanı ılıcık akıp gitmiş uykusundan
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
vurulmuş da gencecik yana yatmış gibi bir dağ
elin tetiğe bulaştığı yere kırağı düşmüş
kim duyar gürültüsünü ey güzel gün ey büyük hasret
kavgadır biter biter bir yerde elbet
çocuktur elinde sanki tahtadan tüfek
takılı ucuna çakıyla yontulmuş erik dalı
yatırmış gövdesini tam onsekiz ay rehin
öder borcunu gün sayarak parmak hesabı
alırlar sonra pusatını elinden cıscıbıl kalır
tezkeresi ve belleğinde bir ömürlük masal
bir çalım uzatır bıyığını saçını sakalını
kahvâne meclisinde adamdan sayılır
erik dalı sanır kan çoğalır
kan geceye taşar
yıkılır birer birer
etten
ve kemikten yükselen barikatlar
sayfalar savrulur sayfalar uçuşur
sayfalar kana bulaşır
sesler gelir bilmem kaç mapus yılı öteden
vıcır vıcır bir kırlangıç şafağı içinden
duvar uzar
duvar yükselir
kahrolası duvar
bu gelen sesler sorgulama sesidir
bu gelen sesler insan olan insanı delirtir
ince belli yağız bir attır öfke
toynakları altında gök mavi bir ova yayılır
sarınır terine yemyeşil bir rüzgâr yelesini ayırır
dolu dizgin sürersin kendini sorgu odasına
sorgu odalarından
sarı saçlarını savurarak
sen de geçtin bir zaman
korkma
ve anımsa
ağzında haykıracak çığlığı olanın
bir serçe gibi koparılamaz başı
vi
kapının karşısında büyücek bir masa duruyor
masanın üzerinde biri diğerine yabancı iki el
bir kıyım silahına yapışmış gibi terli ve soğuk
iki maroken koltuk
boş bir araba lastiği
ve falaka
ve önünde kör duvarın
patlamış kara kumral tabanları
tırnakları dökük ayakların
tavanda bir uzun askı demiri
askı demirinden kayışlar sarkıyor
inip kalkıyor
kalkıp iniyor
kayışlarda kadın ve erkek kolları
irili ufaklı kum torbaları
çocuk yenleri gibi ıslak gözbağları
ve manyetoya bağlı kırmızı uçlu teller
sopalı sopasız işkenceciler
ve diğerleri
gece saat iki
birinci işkenceci gençten yakışıklı
saçlarını ikiye ayırmış ortadan
bacaklarında paçası dar plili bir pantolon
henüz toy eklemlerini birbirinden ayırmakta
parçalamadan bağırsaklarını bir insanı kazığa oturtmakta
ve kaldırıp penceren atmakta
takılıp kalmasa aklına yatakta savruluşu sevgilisinin
korkunç bir merakla bekleyecek sonunu işkencenin
ikincisi aksayan bacağıyla allahına yan bakar
bir bit gibi kırsam
kadınsı omuzları üzerinde yükselen armut kafasını
kilosu kadar insan
ve kitap
kanı akar
üçüncünün en büyük merakı
akıma tutulan cinsel organların
yaralı bir güvercin gibi çırpınması
sabaha kadar bulamazsa eğer bir insan
ya kendinde deneyecek kırmızı uçlu teli
ya bir tutuklu kaldıracak uykudan
bir yanından bakılsa
öbür yanı görünür dördüncünün
ama her kitabı kırk düğümlü ipte
kırk kez sallandırmaktan yana
fikrimce çok iyi biliyor
kime doğru uçmakta
«yayından fırlayan ok»
beşincinin yanıbaşında sürükleyecek bir gölgesi bile yok
nasıl büyükse cüceler ülkesinde gulliver
öyle büyüktü odanın ortasında çakılı duran
gözleri bağlı üç kitap
biri bilim
biri felsefe
biri sanat
içlerinden biri bir yaprağını devirse üzerine cücelerin
bir daha dönmemek üzere gömülürlerdi dibine tarihin
besbelli bekliyorlardı büyük bir sabırla çalmasını o saatin
insan emeğine kan
insan emeğine sömürü
bir sülük gibi yapışınca
başladı kitap kıyımı
isa’yı babasız
isa’yı allem kallem
doğurmanın sırrını bulmazdan önce meryem
yani isa
babasını inkâr
gelmezden çok önce
kötü yola sürüklediği gerekçesiyle gençleri
öldürüldü aristofanes
havaning adlı cüce
başlatmak için uygarlığı kendisiyle
ne varsa silip süpürdü çin’den
ne kaldı geriye fırat kıyılarında
havari’nin yaktırdığı kitaplardan
biraz kül biraz duman..
yüreğimde cehennem yangını
homeros konfiçyüs
augustus şair dedem ovidius
boccacio dante montaigne
remarque böll einstein
marx engels lenin
gökçe nazım hasan hüseyin
ve daha binlerce güzelliğim
yakıldı
yırtıldı
yasaklandı
ve kapatıldı ardına demir kapının
silahlar yasaklanmadı hiç
öldürmek öldürülmek yasaklanmadı
sorgu odaları cezaevleri darağaçları
yasaklanmadı sömürgeleştirmek
zincirle doğmak zincirle büyümek
bir gün olsun gülemedim demek yasaklanmadı
yasaklanmadı legal yarı-legal illegal açlık
tekelcinin dünyası savaş yasaklanmadı
yasaklandı fakat kitaplar
insan emeğine kan
insan emeğine sömürü
bir sülük gibi yapışınca
başladı kitap kıyımı
en önce ucuz bir roman kapağı içinde
ne yapmalı duruyordu
iliç belki bu duruma
geniş alnını kaşıyarak gülüyordu
günsel sen güzelim kadın (4)
nasıl da hırslısın çakmak çakmak
iki elinle bastırsan patlayacak
binbir umutla büyüyen karnın
sen bile dayanamadın
ellerimizden sökülüp koparılmana
oblomov hımbıl adam (5)
hırkanı atıp kalktın ayağa
bir yıldız gibi kayardın gavroche (6)
geceleri paris sokaklarında
paris’in sokakları senden sorulurdu
paris’in sokaklarında barikatlar kurulurdu
anımsa paris’te halk ayağa kalkmıştı
fakat ellerinde bir tüfekleri kalmıştı
avına kanatlanan bir şahin gibi sen
tepeden tırnağa isyan tepeden tırnağa yürek
atıldın düşmandan koparmak için birkaç tüfek
vurulup düştün sokakları düştü paris’in
küfret gene küfret gavroche küçüğüm
argo dilini sevsinler senin
bin erkek altından
kızoğlankız kalkan
oynak kalçalı tereza (7)
şafak ucunda gecenin
hedefini şaşmaz tükrüğünü
bir mermi gibi yapıştır
ablak yüzüne işkencecinin
akhilleus peleus’un oğlu
savunuyor diye troya’yı
dur öldürme hektor’u
hektor bir yiğit adam
sen de inat etme paris
kimi seviyorsa helena
sunsun ona şarabı elinden
hermes haber ulaştır zeus’a
poseidon apollon athene ares
ey tanrılar durdurun savaşı
akhalılar troyalılar gelin
tunç kargınızla kalkanınızla
bükülmez bileklerinizle gelin
gelin hep birlikte gömelim işkenceyi
ülkesinde hodes’in
julius fuçik
ibrahim
çilemiz bitmemiş
bitmemiş
kardeşim
vii
sevgilim çilemiz bitmemiş delirecek şu duvar
küçük küçük adımlıyordun yasak bir afiş gecesini
konuşmasını öğreniyordu insandan önce duvar
vurup duruyordu caddeye serseri bir ayaz
çılgın gibi bütün ağaçlar nisan sonu muydu?
aklımı-fikrimi çelmiştin bir gelincik açmıştı içimde
toyluk işte bayram yerine gider gibi gelmiştin
anımsa kırmızı boyun atkımı dolamıştım boynuna
kınından fırlamış bir bıçak gibi aykırı güzeldin
bir gelincik açmıştı içimde aklımı-fikrimi çelmiştin
bir gelincik kanatılmıştı sonra kan kırmızı
ayaklarım bir durak erkene almıştı geleceğin yolu
ne bilsin
pusu son buluşmamıza ihanetle kurulmuştu
ayrılık bozkır gecelerine kalkan tren gibi bir çığlık
göğsüne göğsümün şeklini basıyordum
öpüşüyorduk
pusu patlıyordu üstümüze ihanetle kurulan
sen karanlığa koşuyordun
ay buluta
kasıklarımda kan kuruyordu ay buluta koşuyordu
çıkmadı aklımdan saçlarını rüzgâra yatırışın
kapanıp kalmışım beşiktaş’ta bir balıkçı tezgâhına
ellerimin altında ıslak bir kedi miyavlaması
bir tekme buldu ağzımı dişlerimi tükürdüm
ihaneti alıp koydular karşıma seni sordular
ihaneti ülkemi seni ve ölümü düşündüm
yağmurun tıpırtısı gibi kesildi ayak seslerin
ay buluta girdi dedim içimden ay buluta girdi
kaç yaşındaydım yirmi hayır yüz belki bin
rüzgâr gibi öfkeydim asıldım askı demirine
pencereden sarkıttılar inkâr deldim adımı
şakağımda tabanca alıp götürdüler bir ıssıza
ay buluta girdi dedim içimden inkâr geldim adını
münferit filanmış işkence ne büyük yalan
obur köpekler gibi bacaklarımın arasında ceryan
«bana bir aşk masalından şarkılar söyle»
insan ne garip şeyler düşünüyor işkencede
bir kitabın denizlerine inerdik olur olmaz
iskandil düşürerek varırdık hedefe kürek kürek
zorlu birer kartaldık kanat veren gök fırtınalara
biliyorum o tren bir daha uğramaz o gara
bir sır gibi saklanacak son buluşması dudaklarımızın
çığlığıma çığlıklar bulaşıyor yan odadan
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
bir el gelip yapışıyor göğüslerine kızın
sunmak için cehennem ağzına elektrik telinin
ayak parmakları el parmakları yani aşk tarağı
sorgucu sorar sorular sorar gün uzar gece uzar
çocuk çığlıkları gelir bir sokak öteden
anne olamayacağı düşer kızın aklına
aşk yuvası yıldırım düşmüş bir kovuk
bir gün mutlaka evet ama nasıl ey ütopya
oyuncak tren yürütür bir evde bir dolu çocuk
gözler trende gözler ray dönemeçlerinde vuut vuut
hayır bu vapurdu tren uzun geceler gibi bir çığlık
biliyorum o tren uğramaz bir daha o gara
bu kollar bir daha dolanamaz boynuna biliyorum
radyatör demirine bağlı bileğimdeki kelepçenin bir halkası
bir halkası güzel günlere
yok bunun ortası
içimde harman sarıları vızır vızır oğul arıları
içimde bataklık kuşları leş kargaları
içimde tank paletleriyle ilerliyor ihanet
en amansız stalingrad savunması beynimde
bir ucu öldürülmek işkencenin belki kalır belki kalmaz adın
öteki ucu ihanet adın yapışıp kalır belleğine halkın
ayaklarımın dibinde çırpınıyor ağzımdan boşalan kan
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
en savunmasız en masum anılarımı yokluyor
belleğime bir sıçan gibi sokulan el
inadına geliyor aklıma unutmak istediklerim
ihanetin menziline girmeyen bir yeri var fakat direncimin
bir kilim gibi katlayıp yaktım geçtiğim bütün yolları
kimliğim ve allahım yoktu sanki hiç yaşamamıştım
kimliğim ve allahım yoktu sanki hiç yaşamamıştım
ekmek yasak su yasak düşlerimde serin bir ırmak
kalkar yanıbaşımdan bir kere kalkmaya görsün halk
güneşli günleri alıp eline göz gez arpacık
bir kere kalkmayagörsün... susuyorsa darılma
uyanmamak üzere dalıp gitmek bir uykuya
uyuma ulan uyuma ulan ’lan ’lan
anneni var ya anneni... hani baban...
annem benim
seni de soruyorlar kardeşim seni de sevgilim
sözcüklerle soyuyorlar sizi tarifsiz iğrenç
kurşun döküyorlar beynimin ortalık yerine
çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı
bir gün mutlaka... sesli konuş ey ütopya
vakitsiz ötüyordur şimdi kumrular
kırlangıçlar vıcır vıcır kırlangıçlar saçak altı
hercai menekşeler gecede kaç renk gözlerimde kaç
delirecek şu duvarlar mümkünü yok
viii
güneşten topraktan senden ve kitaptan uzak
hangi sözcüğü kaldırsam altında bir kundak
sinsi bir bıçak kolluyor en masum düşlerimi
oturmak istiyor yanağımın çukuruna örümcek
belki bu yüzden yangın gibi birşey ağzımda
herşey benim dışımda herşey benden uzak
ey ütopik hamak ne kadar sıcaksın ve ne kadar rahat
peki ya neden güzel günler derken ben
birdenbire tüfekleşiyor elimde kalem
kıyıları koyları yumuşak başlı dağları
sevmiyor muyum eskisinden çok
her dalından yaşam ağacının
koparmayı istemiyor muyum güzel bir an
bir sana bir bana kardeş kardeş dünyamızı
düşlemiyor muyum ranzama sırtüstü uzanıp
düşlüyorum istiyorum seviyorum fakat
düşlemekle istemekle değişmiyor bu hayat
değişmiyor canım
türkçemizin en güzel en sert ve en yumuşak
sözcüğü direnmek’i
öğrenmeden büyük karflerle
yaşayarak
şimdi sen uykunun en derininde
kavganın en serininde olabilirsin
bir kurşunun önünde kurşundan hızlı kaçabilirsin
aldı alacaktır canını yaktı yakacaktır saçını
ve belki herkes kapatmıştır sana kapısını
ve belki senin hiçbir kapıyı çalamıyor elin
fakat şundan emin ol ki sevgilim
ayaydınlık bir kitap gibi
sayfalarını savura aça
metris içinden istanbul’a sarkan çığlığımıza bakıyor
güzelim bir dünya
mayıs 1983 - nisan 1986
notlar :
1— su paredon : sizin duvarınız... abd emperyalizmi 40’lar komitesi ve
cia eliyle şili’de karşı devrimi örgütlerken, allende iktidarının şili
halkını kurşuna dizeceğini propoganda ediyor, karşı-devrimciler de
duvarlara «su paredon» yazıyorlardı.
2— no pasaran : geçemeyecekler... madrit direnişi sırasında direnişin
simgesi olan söz.
3— 1983’ün mart, nisan, mayıs aylarında, metris cezaevinde,
«sakal direnişi» adıyla anılan, sakal-bıyık kesmeme eylemi vardı.
4— günsel : vedat türkali’nin «bir gün tek başına» adlı romanındaki
baş kadın tipi.
5— oblomov : gonçarov’un «oblomov» adlı romanındaki baş kişisi.
6— gavroche : v. hugo’nun «sefiller» adlı romanındaki genç çocuk.
7— tereza : j. amado’nun «tereza batista» adlı romanındaki baş kadın kişi.
"ve bir gün eline
ustura ağzında sınanmamış
allı-pullu mektuplar geçerse
bil ki sevgilim
ben artık elleri üzerinde yürüyen
şaklabandan başka birşey değilim "
i
koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku
püfür püfür esmesin mayıs rüzgarları
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
«yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu»
yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu
inadına yapış yapış havada bir gülün kokusu
kan kırmızı oturmuşum yüreğimin ortalık yerine
nerdeyse iz basacak gözlerim avuçlarını aç
koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku
bana çocuklar betimle sokaklarda büsbütün gülen
kitapların yakılmadığı bir ülke adı söyle kütfen
yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu
nerdeyse iz basacak gözlerim avuçlarını aç
iki eli var insanın bayrak tutmak için biri
ötekini neye sayarsanız sayın bıçak mesela
kabına sığmaz uzlaşmaz bir eşkiya bıçak
çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı
bir gün mutlaka evet ama nasıl ey ütopya
cehennem öfkeler yuttum gün yirmidört saat
cennete çevirmek için güzelim yurdumu
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
kan denizi uykulara kurşunlar çalıp
düze ineceğim şu belalı başımı alıp
eşkiya oğlu eşkiyayım duvar içre evet
koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku
ii
canım
sana bu mektubu
gözlerim dolu
yüreğim paramparça yazıyorum
eline geçmeyecek biliyorum
tepeden tırnağa kedere battığım şu saat
bilmek yetmiyor fakat
zulüm kanlı bir kene gibi başımda
korkunç bir işkence sonrası
uzun sakallarımla oturduğum
dört ayaklı masamda
ne karanfil kokulu bir hemşirenin cebine benzeyen zarfım
ne zarfın gül yüzüne kösnül bir öpücük gibi konduracak pulum
ne de sigara kâğıtlarının dar boyutlarında başıboş
bir hoş
koşturacak kalemim var
yokluk özrümü kabul etmiyor
satır satır karıştı kanıma bir kere kitap
ve ben metris direnişi içinden gözlerimi ısırarak
elimi kanlı etime basarak
yazıyorum bu mektubu
dur canım
hemen kaynayıp kabarmasın yüreğin
bu yazdıklarım
yazacaklarımın ne ilki
ne sonu
sarı saçlarını omzuna vurup
okuyamayacaksan mektubumu
derim ki sana
sardunya kokulu balkonun kapısını aç
dağlara bak
dağlar bir serin
dağlar bir derin
bir rahat
iyi dinlemeli dağları
kulak basıp dinler gibi tepinen karnını bir kadının
duyuyor musun çatırdıyor
nerde bir zincir varsa kolunda insanın
belki bu ses
parıldayan otuziki diş afrika karasında
bu ses belki
dehşetli güzel bir özlemle beklediğimiz haberi
melez avuçlarından üfüren
salvador’lu kardeşlerimin sesi
belki kimbilir fakat hayır neden olmasın
bu ses bizim dağlarımızın sesidir
bizim dağlarımız kendi esintisiyle savrulan genç kızlarımıza benzer
ve bizim kızlarımız
korkunç bir sabırla tutuşan bacaklarını gizler
gün gelir güneşli günlere yaslanarak
sıyırırlar eteklerini bellerine kadar
bir anda
birdenbire bacakları arasından
onbinlerce çocuk taşar kente
düşün
bir anda
bir-den-bire
ülkemizde çocuk taşkını
neyse canım
yaralıyım
kanım azaldı
benzim bir güz yaprağı gibi sarardı
oysa sana anlatacaklarım
anlatamadıklarım kadar çok
sözü uzatmaya gerek yok
dinle iki gözüm
yüreğinle kafanla dimdik dinle
yıl 1933
10 mayıs berlin
berlin’de faşizm kol geziyor
berlin sokaklarından yüzbinlerce kitap
opera alanına akıyor
kitaplar yakılıyor
kitaplar be
kitaplar
kitaplar hiroşima’lı çocuklar
gibi yakılmazdan önce
sermayenin gamalı uşağı goebels
berlin üniversitesi önünde
kırkbin kişiye söylev verdi :
«alman düşmanlarının kitaplarını yakan ateş
yüreklerinizde vatan sevgisini tutuştursun...»
ve faşizm
dumanında boğulacağını bile bile
aç bir kurt gibi indi kitapların üstüne
1933 yılında
berlin opera alanı’nda
kitaplar yakılacaktı
inatçı yağıyordu yağmur
koyu mavi gök delirmiş
yığıyordu öfkesini bulut bulut
ve hitler ve flick ve krupp
yani açlık yani savaş yani faşizm
oysa benim
ne berlin üniversitesi kapısından girmişliğim
ne opera alanını sarsarak gezmişliğim
ne de bir hücre evinde kahrolarak
goebels’i dinlemişliğim var radyodan
gene de mümkün değil acısını duymamak
buruşup kalıyor ağzımda bak
sana söylemek istediğim en güzel söz
bir düşün
kırkbin insan
kirkbin çift el
ayak
göz
bu söylevi ağzı açık dinledi
karşı yapının beşinci katında
genç bir soprano inledi
berlin berlin olalı
böyle kanlı bir gün görmedi
o günden bugüne
senin yaşın benim yaşım
artı çocuk yaşı zaman geçti
geçmedi fakat faşizmin korkusu
çöreklenmiş toprağıma etime
kanımı emiyor sürgit
kanımda boğulacak
itoğlu it
çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı
bir gün mutlaka.. evet ama nasıl ey ütopya
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
şili şuramda yanılgı ve tarifsiz bir acı
merhaba allende onurlu ölüm merhaba
su paredon cia ve richard nixon
hayır sizin duvarınız evet su paredon (1)
kastilya hançeri merhaba merhaba ispanya
uzak asya vietnam merhaba merhaba ho amca
kara öfkem mapusum mandela merhaba
size de merhaba plaza de mayo anaları
şu güzelim dünyamızda savaş ve kıyım
şu güzelim dünyamızda sömürü ve zulüm
şu güzelim dünyamızda işkence ve bin türlü cinayet
yani emperyalizm yani yedi boğumlu akrep
yani şu güzelim dünyamızda gökyüzü kadar mavi
gökyüzü kadar sonsuz bir özgürlük açana dek
davacısıyım bütün kayıp çığlıkların
iii
ince uzun kaşlarına devirip kuşkuyu «iyi ama
nedir bu satır aralarında kanayan yıldız» diye sorma
neyse yüzünde gülücük
gökte yıldız o
bilmez miyim
fakat neyleyim
kanlanıp kararınca mektubum
kalmadı başka bir yolum
ve duyunca kitapların geceyi yırtarak gelen
o tarihsel çığlığını
milyonların adına öfkemi kuşandım
koğuş duvarını ikiye ayırdım
çıktım dışarı
-hıncımı anlatabilsem sana
bir çocuk gibi kahırlanmak istiyorum
bayramlık giysisi olmayan bir çocuk gibi
anlıyor musun
geçti bizden
biliyorum çocuk olamayız artık
kar aklığını tanımadan saçımız
tenimiz buruşmadan
ite kaka yaşlandık
kahırlanmak istiyorum oysa
bir çocuk gibi-
dışarda birbiri üzerine yığılı yatıyordu kitaplar
koridor boyu uzanıp kıvrılarak akıyordu kan
tek bir acı dalgası vurmuyordu gözlerine
sanki ellerimizden sökülüp götürülmemiş
başları kesilmemiş karınları deşilmemiş de
sanki okunuyormuş gibi güneşli ellerimizde
ayaydınlık ve mutluydu yüzleri
elbet mutlu olacaklar
ışıyacaklar elbet
gün yirmidört saat metris’te
kolay mı madrit’i yaşamak yeniden
kolay mı bin küsur insanın
tutuklu elleriyle çıplak
et diş tırnak
no pasaran diye haykırması (2)
bin küsur insan
kaynayan kemik tutuşan et
ve birer çift gözden ibaret
onsekizer kişiydiler koğuşlarında
aralarında aşılmaz duvarlar vardı
aşılmaz duvarları sesleriyle aştılar
haykırdılar durmamacasına haykırdılar
külrengi raflarda göbeklerini açmış
harıl harıl direnişi yazıyordu kitaplar
silahlı ve kalabalıktılar
duvarlar onlar adına yükseliyordu
zincirler kilitler sürgüler
tank tüfek ve ölüm
ve bomba ve korku ve zulüm
ve yeryüzünde ve gökyüzünde
bütün öldürüm silahları onlarındı
bizim kenetlenmiş kollarımız
ve kavgasını vediğimiz kitaplarımız vardı
erkekler uzun sakallıydı (3)
kızların al yanaklarında uzatacak sakalları yoktu
yoktu ama
herbiri uzun soluk taşıyordu güvercin göğüsleri içinde
üfürdükçe dağ
soludukça orman
yangınlı tepeler üzerinde rüzgarlı bulutlar uçarken
dönüyordu tarihin tekerleği fırlayacak gibi milinden
onlar etekleri ve saçları içinde tutsaklığı reddettiler
ve cephe gerisinden önümüze
feodal kafalarımızı kırarak geçtiler
metris’in bir ucunda kızlar
bir uzunda biz mapus
aramızda c blok var
c blok’un arka yüzünde
arka yüzünün bir gözünde
i n s a n s ı l a r yaşar
günde beş vakit secdeye varırlar
yoldaşlarının kanında abdest alıp
ve itirafnamelerini hatmederler
korkunun rahlesine diz kırıp
biz görüşe giderken kızlar
kollarıyla pencereden
yüklü birer dal gibi sarkar
el ederler el ederiz
birini sana benzetirim
severim çünkü hepsini
seni sevdiğim kadar
iv
bir yerlerde bir şarkı söyleniyordur
gitar telinde aşk tınısı
gümüş bir ay oturmuş gitar teline
cırcır böcekleri ve yaldızlı kumlar
kumda esrik kumda yalın ayak
dil diş dudak öpüşüyorlarken tam da
dünyadan ve yurdumdan uzak
yurduma ve dünyaya yakın
kan tadı gibi bir şey ağzımda
omuzların üstünde üç maymun
neden
maymun göz maymun dil maymun kulak
bunca önemli mi kirli havayı soluyor olmak
ne demekse yemek içmek çiftleşmek uyumak
korka korka kapkara umutsuz
ne demekse
sanıldığı kadar uzun değil tüfeklerin namlusu
kurşunların menziline düşmeyen
gece dürbünlerinin kâr etmediği
ölümlerin ve işkencenin kâr etmediği
bir yeri var alnımın
hiçbir nalçalı çizme çiğneyemez umudumu
sanıldığı kadar kolay bir iş değil bu
çekin şiirlerden arabesk gözyaşlarınızı
küçük burjuva kaçkınlarınızı alıp gidin romanlardan
nerde benim sanatım hani o başkaldıran
liselim üniversitelim öğretmenim nerde
nerde benim grevim grev gözcüm nerde
bu işyerinde grev var ne güzel yakışırdı
işyeri duvarlarına dayanışma pankartları
neden cesedimin yüzü kaçırılıyor annemden
annemin çığlığını kimseler duymuyor neden
dörtbir yanım galile galileo
nerdesin ey cordano bruno
el uzatımı kedi köpek ölüsü
bir de insan
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
delirmek gibi birşey susun lütfen
kaç lekesiz duvara yapıştı diktatör fotoğraf
bilen var mı kaç göz kaç duvarda kurudu
portreci ressam defol natürmort sen de
sen de daktilo tuşlarında şak-şak’çı aydın
demiri döven ateşi eleyen el
nerdesin ey
iki eli var insanın bayrak tutmak için biri
ötekini neye sayarsanız sayın bıçak mesela
kabına sığmaz uzlaşmaz bir eşkiya bıçak
kolların ucuna beyaz bir bayrak gibi çekilse de
yatırsa da kendi gövdesini musalla taşına
secdeye kapanıp kalksa da kendi ruhu için duaya
yasak bir bildiri gibi taşınacak ceplerde elbet
o en mükemmel ürün
ve o en mükemmel alet
ırmaktırlar belki sağnak yağmurları bekleyen
denizdirler belki ufkunda kasırgalar gizleyen
dağdırlar belki
kalkıp yürüyecek devdirler belki
belki bu yüzden topal karıncanın yürümesi duyuluyordu dışarda
içerde
kızılca kıyamet kopuyordu
kendi ellerimizle kitaplarımızı vermezdik
buyurun alın
yırtın
yakın
diyemezdik
v
gün olmuş memedin yaşı yirmiyi bulmuş
ağrı’dan kars’tan bitlis’ten van’dan
ak-lı kara-lı denizden doğu’dan batı’dan
gelmiş gelmiş de metris’e gardiyan durmuş
ayışığı ve dumanlı düşleri
arasından çekilip alındığı gündü
elektrikli elektriksiz copu gördü
bir ağaç köküne benzeyen elleri
neyin kavgasıdır bu pek aklı almadı
delikanlılık da olsa serde
kanlı-bıçaklı sevdalara da düşse
savunmasız birine eli hiç kalkmadı
kızarsa
dertlenirse
severse bir de
toy bıyıklarını çiğner
bir de ateşini karartmadan
ucuz tütün içerdi
herşey erkekçe olsun isterdi
isterdi fakat
metris’te emir
demir’i daha bir keser
metris’te askerlik ölümden beter
günde iki tayın ekmeğe
bir kap nohuta bulgura
vatan millet sakarya
gardiyan memet
silahı matarası
kaputu postalı
gönlünde kırık sevdası
«çanakkale içinde aynalı çarşı
ana ben gidiyom düşmana karşı»
memede benzemiyor sevgilim
memedin yüzü yurduma dönük
yayla bakışları dumanlı ve sönük
memet köyde
memet kentte
işyerinde hapisanede
her yerde
el uzatımı
içimizden biri
dostumuz
kardeşimiz
sokak aralarında memet
ışıklı bulvarda memet
kavşaklarda memet
memet
toprağın yüreği nerde göğsünü parçalayacak
gibi atıyorsa
atacaksa
orada nöbete yatar
memedin elinde amerikan yapısı tüfek
dağlarımızda ne arar
memet
memeeet
süngünde ne var
memet
süngünde ne
çocuktur elinde sanki tahtadan tüfek
takılı ucuna çakıyla yontulmuş erik dakı
kentlerde tutmayla biter mi onsekiz aylık nöbet
evlerin sokakların ötesi kırlar tepeler
ayak izleri kan damlası sargı parçası
kar lapa cızırdayarak söner bir izmarit
ete bastırmış gibi
ağacın kovuğu kurdun yatağı didik didik
uykular tetik kaçılır kovalanır cana daralır
kopup gelmiş sanki çocukluktan saklambaç
o çukur senin bu ağaç benim patikaya dikkat
zehir gibi kusar karaşafaklarına kar
senin de kurşunlara göre bir yüzün var
dağ büyük ağaç sık orman bir uğultulu kucak
düşte tarhana çorbası düşte sımsıcak yatak
ey güzel gün ey büyük sabır ey korkunç hasret
durdurabilir mi kar fırtınasını sıcacık bir düş
kıyasıya üşümüş buzdan bir yontu gibi baksana
tavşan kanı ılıcık akıp gitmiş uykusundan
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
vurulmuş da gencecik yana yatmış gibi bir dağ
elin tetiğe bulaştığı yere kırağı düşmüş
kim duyar gürültüsünü ey güzel gün ey büyük hasret
kavgadır biter biter bir yerde elbet
çocuktur elinde sanki tahtadan tüfek
takılı ucuna çakıyla yontulmuş erik dalı
yatırmış gövdesini tam onsekiz ay rehin
öder borcunu gün sayarak parmak hesabı
alırlar sonra pusatını elinden cıscıbıl kalır
tezkeresi ve belleğinde bir ömürlük masal
bir çalım uzatır bıyığını saçını sakalını
kahvâne meclisinde adamdan sayılır
erik dalı sanır kan çoğalır
kan geceye taşar
yıkılır birer birer
etten
ve kemikten yükselen barikatlar
sayfalar savrulur sayfalar uçuşur
sayfalar kana bulaşır
sesler gelir bilmem kaç mapus yılı öteden
vıcır vıcır bir kırlangıç şafağı içinden
duvar uzar
duvar yükselir
kahrolası duvar
bu gelen sesler sorgulama sesidir
bu gelen sesler insan olan insanı delirtir
ince belli yağız bir attır öfke
toynakları altında gök mavi bir ova yayılır
sarınır terine yemyeşil bir rüzgâr yelesini ayırır
dolu dizgin sürersin kendini sorgu odasına
sorgu odalarından
sarı saçlarını savurarak
sen de geçtin bir zaman
korkma
ve anımsa
ağzında haykıracak çığlığı olanın
bir serçe gibi koparılamaz başı
vi
kapının karşısında büyücek bir masa duruyor
masanın üzerinde biri diğerine yabancı iki el
bir kıyım silahına yapışmış gibi terli ve soğuk
iki maroken koltuk
boş bir araba lastiği
ve falaka
ve önünde kör duvarın
patlamış kara kumral tabanları
tırnakları dökük ayakların
tavanda bir uzun askı demiri
askı demirinden kayışlar sarkıyor
inip kalkıyor
kalkıp iniyor
kayışlarda kadın ve erkek kolları
irili ufaklı kum torbaları
çocuk yenleri gibi ıslak gözbağları
ve manyetoya bağlı kırmızı uçlu teller
sopalı sopasız işkenceciler
ve diğerleri
gece saat iki
birinci işkenceci gençten yakışıklı
saçlarını ikiye ayırmış ortadan
bacaklarında paçası dar plili bir pantolon
henüz toy eklemlerini birbirinden ayırmakta
parçalamadan bağırsaklarını bir insanı kazığa oturtmakta
ve kaldırıp penceren atmakta
takılıp kalmasa aklına yatakta savruluşu sevgilisinin
korkunç bir merakla bekleyecek sonunu işkencenin
ikincisi aksayan bacağıyla allahına yan bakar
bir bit gibi kırsam
kadınsı omuzları üzerinde yükselen armut kafasını
kilosu kadar insan
ve kitap
kanı akar
üçüncünün en büyük merakı
akıma tutulan cinsel organların
yaralı bir güvercin gibi çırpınması
sabaha kadar bulamazsa eğer bir insan
ya kendinde deneyecek kırmızı uçlu teli
ya bir tutuklu kaldıracak uykudan
bir yanından bakılsa
öbür yanı görünür dördüncünün
ama her kitabı kırk düğümlü ipte
kırk kez sallandırmaktan yana
fikrimce çok iyi biliyor
kime doğru uçmakta
«yayından fırlayan ok»
beşincinin yanıbaşında sürükleyecek bir gölgesi bile yok
nasıl büyükse cüceler ülkesinde gulliver
öyle büyüktü odanın ortasında çakılı duran
gözleri bağlı üç kitap
biri bilim
biri felsefe
biri sanat
içlerinden biri bir yaprağını devirse üzerine cücelerin
bir daha dönmemek üzere gömülürlerdi dibine tarihin
besbelli bekliyorlardı büyük bir sabırla çalmasını o saatin
insan emeğine kan
insan emeğine sömürü
bir sülük gibi yapışınca
başladı kitap kıyımı
isa’yı babasız
isa’yı allem kallem
doğurmanın sırrını bulmazdan önce meryem
yani isa
babasını inkâr
gelmezden çok önce
kötü yola sürüklediği gerekçesiyle gençleri
öldürüldü aristofanes
havaning adlı cüce
başlatmak için uygarlığı kendisiyle
ne varsa silip süpürdü çin’den
ne kaldı geriye fırat kıyılarında
havari’nin yaktırdığı kitaplardan
biraz kül biraz duman..
yüreğimde cehennem yangını
homeros konfiçyüs
augustus şair dedem ovidius
boccacio dante montaigne
remarque böll einstein
marx engels lenin
gökçe nazım hasan hüseyin
ve daha binlerce güzelliğim
yakıldı
yırtıldı
yasaklandı
ve kapatıldı ardına demir kapının
silahlar yasaklanmadı hiç
öldürmek öldürülmek yasaklanmadı
sorgu odaları cezaevleri darağaçları
yasaklanmadı sömürgeleştirmek
zincirle doğmak zincirle büyümek
bir gün olsun gülemedim demek yasaklanmadı
yasaklanmadı legal yarı-legal illegal açlık
tekelcinin dünyası savaş yasaklanmadı
yasaklandı fakat kitaplar
insan emeğine kan
insan emeğine sömürü
bir sülük gibi yapışınca
başladı kitap kıyımı
en önce ucuz bir roman kapağı içinde
ne yapmalı duruyordu
iliç belki bu duruma
geniş alnını kaşıyarak gülüyordu
günsel sen güzelim kadın (4)
nasıl da hırslısın çakmak çakmak
iki elinle bastırsan patlayacak
binbir umutla büyüyen karnın
sen bile dayanamadın
ellerimizden sökülüp koparılmana
oblomov hımbıl adam (5)
hırkanı atıp kalktın ayağa
bir yıldız gibi kayardın gavroche (6)
geceleri paris sokaklarında
paris’in sokakları senden sorulurdu
paris’in sokaklarında barikatlar kurulurdu
anımsa paris’te halk ayağa kalkmıştı
fakat ellerinde bir tüfekleri kalmıştı
avına kanatlanan bir şahin gibi sen
tepeden tırnağa isyan tepeden tırnağa yürek
atıldın düşmandan koparmak için birkaç tüfek
vurulup düştün sokakları düştü paris’in
küfret gene küfret gavroche küçüğüm
argo dilini sevsinler senin
bin erkek altından
kızoğlankız kalkan
oynak kalçalı tereza (7)
şafak ucunda gecenin
hedefini şaşmaz tükrüğünü
bir mermi gibi yapıştır
ablak yüzüne işkencecinin
akhilleus peleus’un oğlu
savunuyor diye troya’yı
dur öldürme hektor’u
hektor bir yiğit adam
sen de inat etme paris
kimi seviyorsa helena
sunsun ona şarabı elinden
hermes haber ulaştır zeus’a
poseidon apollon athene ares
ey tanrılar durdurun savaşı
akhalılar troyalılar gelin
tunç kargınızla kalkanınızla
bükülmez bileklerinizle gelin
gelin hep birlikte gömelim işkenceyi
ülkesinde hodes’in
julius fuçik
ibrahim
çilemiz bitmemiş
bitmemiş
kardeşim
vii
sevgilim çilemiz bitmemiş delirecek şu duvar
küçük küçük adımlıyordun yasak bir afiş gecesini
konuşmasını öğreniyordu insandan önce duvar
vurup duruyordu caddeye serseri bir ayaz
çılgın gibi bütün ağaçlar nisan sonu muydu?
aklımı-fikrimi çelmiştin bir gelincik açmıştı içimde
toyluk işte bayram yerine gider gibi gelmiştin
anımsa kırmızı boyun atkımı dolamıştım boynuna
kınından fırlamış bir bıçak gibi aykırı güzeldin
bir gelincik açmıştı içimde aklımı-fikrimi çelmiştin
bir gelincik kanatılmıştı sonra kan kırmızı
ayaklarım bir durak erkene almıştı geleceğin yolu
ne bilsin
pusu son buluşmamıza ihanetle kurulmuştu
ayrılık bozkır gecelerine kalkan tren gibi bir çığlık
göğsüne göğsümün şeklini basıyordum
öpüşüyorduk
pusu patlıyordu üstümüze ihanetle kurulan
sen karanlığa koşuyordun
ay buluta
kasıklarımda kan kuruyordu ay buluta koşuyordu
çıkmadı aklımdan saçlarını rüzgâra yatırışın
kapanıp kalmışım beşiktaş’ta bir balıkçı tezgâhına
ellerimin altında ıslak bir kedi miyavlaması
bir tekme buldu ağzımı dişlerimi tükürdüm
ihaneti alıp koydular karşıma seni sordular
ihaneti ülkemi seni ve ölümü düşündüm
yağmurun tıpırtısı gibi kesildi ayak seslerin
ay buluta girdi dedim içimden ay buluta girdi
kaç yaşındaydım yirmi hayır yüz belki bin
rüzgâr gibi öfkeydim asıldım askı demirine
pencereden sarkıttılar inkâr deldim adımı
şakağımda tabanca alıp götürdüler bir ıssıza
ay buluta girdi dedim içimden inkâr geldim adını
münferit filanmış işkence ne büyük yalan
obur köpekler gibi bacaklarımın arasında ceryan
«bana bir aşk masalından şarkılar söyle»
insan ne garip şeyler düşünüyor işkencede
bir kitabın denizlerine inerdik olur olmaz
iskandil düşürerek varırdık hedefe kürek kürek
zorlu birer kartaldık kanat veren gök fırtınalara
biliyorum o tren bir daha uğramaz o gara
bir sır gibi saklanacak son buluşması dudaklarımızın
çığlığıma çığlıklar bulaşıyor yan odadan
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
bir el gelip yapışıyor göğüslerine kızın
sunmak için cehennem ağzına elektrik telinin
ayak parmakları el parmakları yani aşk tarağı
sorgucu sorar sorular sorar gün uzar gece uzar
çocuk çığlıkları gelir bir sokak öteden
anne olamayacağı düşer kızın aklına
aşk yuvası yıldırım düşmüş bir kovuk
bir gün mutlaka evet ama nasıl ey ütopya
oyuncak tren yürütür bir evde bir dolu çocuk
gözler trende gözler ray dönemeçlerinde vuut vuut
hayır bu vapurdu tren uzun geceler gibi bir çığlık
biliyorum o tren uğramaz bir daha o gara
bu kollar bir daha dolanamaz boynuna biliyorum
radyatör demirine bağlı bileğimdeki kelepçenin bir halkası
bir halkası güzel günlere
yok bunun ortası
içimde harman sarıları vızır vızır oğul arıları
içimde bataklık kuşları leş kargaları
içimde tank paletleriyle ilerliyor ihanet
en amansız stalingrad savunması beynimde
bir ucu öldürülmek işkencenin belki kalır belki kalmaz adın
öteki ucu ihanet adın yapışıp kalır belleğine halkın
ayaklarımın dibinde çırpınıyor ağzımdan boşalan kan
çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından
en savunmasız en masum anılarımı yokluyor
belleğime bir sıçan gibi sokulan el
inadına geliyor aklıma unutmak istediklerim
ihanetin menziline girmeyen bir yeri var fakat direncimin
bir kilim gibi katlayıp yaktım geçtiğim bütün yolları
kimliğim ve allahım yoktu sanki hiç yaşamamıştım
kimliğim ve allahım yoktu sanki hiç yaşamamıştım
ekmek yasak su yasak düşlerimde serin bir ırmak
kalkar yanıbaşımdan bir kere kalkmaya görsün halk
güneşli günleri alıp eline göz gez arpacık
bir kere kalkmayagörsün... susuyorsa darılma
uyanmamak üzere dalıp gitmek bir uykuya
uyuma ulan uyuma ulan ’lan ’lan
anneni var ya anneni... hani baban...
annem benim
seni de soruyorlar kardeşim seni de sevgilim
sözcüklerle soyuyorlar sizi tarifsiz iğrenç
kurşun döküyorlar beynimin ortalık yerine
çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı
bir gün mutlaka... sesli konuş ey ütopya
vakitsiz ötüyordur şimdi kumrular
kırlangıçlar vıcır vıcır kırlangıçlar saçak altı
hercai menekşeler gecede kaç renk gözlerimde kaç
delirecek şu duvarlar mümkünü yok
viii
güneşten topraktan senden ve kitaptan uzak
hangi sözcüğü kaldırsam altında bir kundak
sinsi bir bıçak kolluyor en masum düşlerimi
oturmak istiyor yanağımın çukuruna örümcek
belki bu yüzden yangın gibi birşey ağzımda
herşey benim dışımda herşey benden uzak
ey ütopik hamak ne kadar sıcaksın ve ne kadar rahat
peki ya neden güzel günler derken ben
birdenbire tüfekleşiyor elimde kalem
kıyıları koyları yumuşak başlı dağları
sevmiyor muyum eskisinden çok
her dalından yaşam ağacının
koparmayı istemiyor muyum güzel bir an
bir sana bir bana kardeş kardeş dünyamızı
düşlemiyor muyum ranzama sırtüstü uzanıp
düşlüyorum istiyorum seviyorum fakat
düşlemekle istemekle değişmiyor bu hayat
değişmiyor canım
türkçemizin en güzel en sert ve en yumuşak
sözcüğü direnmek’i
öğrenmeden büyük karflerle
yaşayarak
şimdi sen uykunun en derininde
kavganın en serininde olabilirsin
bir kurşunun önünde kurşundan hızlı kaçabilirsin
aldı alacaktır canını yaktı yakacaktır saçını
ve belki herkes kapatmıştır sana kapısını
ve belki senin hiçbir kapıyı çalamıyor elin
fakat şundan emin ol ki sevgilim
ayaydınlık bir kitap gibi
sayfalarını savura aça
metris içinden istanbul’a sarkan çığlığımıza bakıyor
güzelim bir dünya
mayıs 1983 - nisan 1986
notlar :
1— su paredon : sizin duvarınız... abd emperyalizmi 40’lar komitesi ve
cia eliyle şili’de karşı devrimi örgütlerken, allende iktidarının şili
halkını kurşuna dizeceğini propoganda ediyor, karşı-devrimciler de
duvarlara «su paredon» yazıyorlardı.
2— no pasaran : geçemeyecekler... madrit direnişi sırasında direnişin
simgesi olan söz.
3— 1983’ün mart, nisan, mayıs aylarında, metris cezaevinde,
«sakal direnişi» adıyla anılan, sakal-bıyık kesmeme eylemi vardı.
4— günsel : vedat türkali’nin «bir gün tek başına» adlı romanındaki
baş kadın tipi.
5— oblomov : gonçarov’un «oblomov» adlı romanındaki baş kişisi.
6— gavroche : v. hugo’nun «sefiller» adlı romanındaki genç çocuk.
7— tereza : j. amado’nun «tereza batista» adlı romanındaki baş kadın kişi.
nevzat çelikin çok kısa şiiri. iki dizeden oluşur ve çok şey anlatır.
düşmezse düşmesin yakamızdan ölüm
bizim de ülkemizde sabah olacak gülüm
düşmezse düşmesin yakamızdan ölüm
bizim de ülkemizde sabah olacak gülüm
bir nevzat çelik şiiri.
i
gözkapağının altında daha ilk adımda mayın
seni düşünmemek elimde değil uyanma sakın
mayını geçsen yanağının çukuruna kurulur pusu
kirpiklerinin içinde uyu benim için uyu nolur uyu
kanım dondu cehennem öfkemin sınırına çıkacağım
adını haykıracağım avaz avaz sakın uyanma
sesimi duyma daha ilk adımda mayın
dikkat et işkillendi nöbetçi tetiğe binecek
söyle gözlerine kalkıp gelmesinler sesime
ii
çarpmış yüzüne iki avuç su eline uyku bulaşmış
kimbilir hangi uzak düşten çekilip koparılmış
göze geze arpacığa akıyor uyku el tetikte
biter üç-beş nöbeti de ardından şafak söker
nedir ki onsekiz ay tezkeresini alıp gider
bir de esniyor çocuk gibi göz gez arpacık
nöbetçi uykunla vuramazsın beni şafak vakti
asılırken öfkemin en güzeli uyuyamam ben
ben uyuyamam gözüme güney afrika kaçarken
iii
gelme canım aramızda kıyamet kadar duvar
havalar kışladı penceremde kurt gibi ayaz
derimden başka giysi yasak bana üşüdüm
elimde değil seni daha çok düşünmem gerek
voltamı seninle vursam yataktan seninle kalksam
alsam şu belalı başımı sana açılan yollara çıksam
beni duyuyor musun hava kurt gibi soğuk..
parkanı ödünç ver sevgilim bekliyor
nöbetçi nöbetçi heey pusatlanmış çocuk
iv
bir kuğu boynu gibi kıvrılıp uzanıyor hasretin
-vururum- diyor nöbetçi -dokunursan vururum-
fatmadır sevdiği kızın adı ihtimal
sen fatmanı kolla diyorum benimkisi ihbar
birden yanık türküsü besbelli yarasını buldum
-yar etmem başkasına kaçarsa vururum-
dokunma memet ne güzel şey sevmek..
soğuruyor sigarasını kule bulut bulut duman
uzuyor tüfeğinin namlusu fatma kan revan
v
yıkımışım duvarı ellerimin kanamasından anladım
-parola kaçarsa vur emredersiniz komutanım-
dudakların papatya falı dudakların gitmiyor aklımdan
bir de cehennem öfkem bir de sağanak yağmur
-emredersiniz komutanım parola kaçarsa vur-
sevmek ne güzel şey ve ne büyük felaket
elindeki tüfek söğüt dalı değil bu memet..
türküsü çatallanan bir yol gibi susuyor
ağzı fırın bulut bulut duman kusuyor
vi
memet düşlerin firarını vuramıyor hiçbir tüfek
bir kuşun uzaklaşan kanatları yağmur
ayaklarım tutuk şafağı koluma takmışım
cezaevini yukarda kulelerin dibine bırakmışım
canım uyan altın ülkesinde köleler yürüyor
vakit tamam bir tepenin ardına giriyor şafak
dehşetle farkediyorum ayaklarım yürümeyi unutmuş
patlarsa patlasın daha ilk adımda mayın
ülkemin zencileri kesik bir dal gibi susturulmuş
vii
savrulup titriyor kasılıp gevşiyor gece
ey benim büyük öfkem yol bul kendine
pretoria merkez cezaevinde gülüm
şairi bir ipte buluyor ölüm..
suretin çıksın cama pencereye gel
nakış nakış uyansın kilim pencereye gel
bırak saçın dağınık göğsün açık kalsın
daha ilk adımda patlasın mayın bırak
nerdeyse bağıracak ıslak bir çocuk gibi
pencereye gel pencerede şafak
viii
zafer bizim olacak demiş selâm olsun halkıma
selâm olsun sana benjamin moloise kara şair
çok şey çıkardım sözlerinden ülkeme dair
gel seninle sevgilim güney afrikaya gidelim
cape towna johannesburga gizlice girelim
içelim zencilerin güneşinden kapkara kesilelim
bütün mazlum halklar adına özgürlük adına
çalalım isyan ateşini çalalım kucak kucak
vahşi bir kuş gibi uçalım ülkemize
kanat çırpa kanat çırpa kanat...
1985
i
gözkapağının altında daha ilk adımda mayın
seni düşünmemek elimde değil uyanma sakın
mayını geçsen yanağının çukuruna kurulur pusu
kirpiklerinin içinde uyu benim için uyu nolur uyu
kanım dondu cehennem öfkemin sınırına çıkacağım
adını haykıracağım avaz avaz sakın uyanma
sesimi duyma daha ilk adımda mayın
dikkat et işkillendi nöbetçi tetiğe binecek
söyle gözlerine kalkıp gelmesinler sesime
ii
çarpmış yüzüne iki avuç su eline uyku bulaşmış
kimbilir hangi uzak düşten çekilip koparılmış
göze geze arpacığa akıyor uyku el tetikte
biter üç-beş nöbeti de ardından şafak söker
nedir ki onsekiz ay tezkeresini alıp gider
bir de esniyor çocuk gibi göz gez arpacık
nöbetçi uykunla vuramazsın beni şafak vakti
asılırken öfkemin en güzeli uyuyamam ben
ben uyuyamam gözüme güney afrika kaçarken
iii
gelme canım aramızda kıyamet kadar duvar
havalar kışladı penceremde kurt gibi ayaz
derimden başka giysi yasak bana üşüdüm
elimde değil seni daha çok düşünmem gerek
voltamı seninle vursam yataktan seninle kalksam
alsam şu belalı başımı sana açılan yollara çıksam
beni duyuyor musun hava kurt gibi soğuk..
parkanı ödünç ver sevgilim bekliyor
nöbetçi nöbetçi heey pusatlanmış çocuk
iv
bir kuğu boynu gibi kıvrılıp uzanıyor hasretin
-vururum- diyor nöbetçi -dokunursan vururum-
fatmadır sevdiği kızın adı ihtimal
sen fatmanı kolla diyorum benimkisi ihbar
birden yanık türküsü besbelli yarasını buldum
-yar etmem başkasına kaçarsa vururum-
dokunma memet ne güzel şey sevmek..
soğuruyor sigarasını kule bulut bulut duman
uzuyor tüfeğinin namlusu fatma kan revan
v
yıkımışım duvarı ellerimin kanamasından anladım
-parola kaçarsa vur emredersiniz komutanım-
dudakların papatya falı dudakların gitmiyor aklımdan
bir de cehennem öfkem bir de sağanak yağmur
-emredersiniz komutanım parola kaçarsa vur-
sevmek ne güzel şey ve ne büyük felaket
elindeki tüfek söğüt dalı değil bu memet..
türküsü çatallanan bir yol gibi susuyor
ağzı fırın bulut bulut duman kusuyor
vi
memet düşlerin firarını vuramıyor hiçbir tüfek
bir kuşun uzaklaşan kanatları yağmur
ayaklarım tutuk şafağı koluma takmışım
cezaevini yukarda kulelerin dibine bırakmışım
canım uyan altın ülkesinde köleler yürüyor
vakit tamam bir tepenin ardına giriyor şafak
dehşetle farkediyorum ayaklarım yürümeyi unutmuş
patlarsa patlasın daha ilk adımda mayın
ülkemin zencileri kesik bir dal gibi susturulmuş
vii
savrulup titriyor kasılıp gevşiyor gece
ey benim büyük öfkem yol bul kendine
pretoria merkez cezaevinde gülüm
şairi bir ipte buluyor ölüm..
suretin çıksın cama pencereye gel
nakış nakış uyansın kilim pencereye gel
bırak saçın dağınık göğsün açık kalsın
daha ilk adımda patlasın mayın bırak
nerdeyse bağıracak ıslak bir çocuk gibi
pencereye gel pencerede şafak
viii
zafer bizim olacak demiş selâm olsun halkıma
selâm olsun sana benjamin moloise kara şair
çok şey çıkardım sözlerinden ülkeme dair
gel seninle sevgilim güney afrikaya gidelim
cape towna johannesburga gizlice girelim
içelim zencilerin güneşinden kapkara kesilelim
bütün mazlum halklar adına özgürlük adına
çalalım isyan ateşini çalalım kucak kucak
vahşi bir kuş gibi uçalım ülkemize
kanat çırpa kanat çırpa kanat...
1985
nevzat çelikin hasret kokan, ablasına ithaf ettiği bir şiiri.
alnımın en uzun çizgisinde kanayanımsın, ablamsın
yokluğun acı bir bıçak gibi düştü de önüme
öptüm, dudaklarımda parçalandı gül suretin
alnımı ve dudaklarımı ayaza tuttum sonra
sarsın diye senin bin müebbetlik hasretin
ekim 1984
alnımın en uzun çizgisinde kanayanımsın, ablamsın
yokluğun acı bir bıçak gibi düştü de önüme
öptüm, dudaklarımda parçalandı gül suretin
alnımı ve dudaklarımı ayaza tuttum sonra
sarsın diye senin bin müebbetlik hasretin
ekim 1984
nevzat çelikin hatıralardan oluşan bir şiiri.
senin neden neden istediğini bilmezdim
çamaşır makinası der koyardın postanı
tersyüz eder ceplerini gösterirdi babam
bir el ıslatır çitiler bir el iplere dizer
rüzgâr savurur güneş kurutur sanırdım
ellerim ellerim ellerim derdin anne
tuzbuz olurdu evimizim tek aynasında sesin
binse sesim bir akça kuşun kanadına gitse
boy boy çamaşır leğenlerinde kaç müebbet
buluşuyor ellerim senin küçücek ellerinle
ocak - şubat 1985
senin neden neden istediğini bilmezdim
çamaşır makinası der koyardın postanı
tersyüz eder ceplerini gösterirdi babam
bir el ıslatır çitiler bir el iplere dizer
rüzgâr savurur güneş kurutur sanırdım
ellerim ellerim ellerim derdin anne
tuzbuz olurdu evimizim tek aynasında sesin
binse sesim bir akça kuşun kanadına gitse
boy boy çamaşır leğenlerinde kaç müebbet
buluşuyor ellerim senin küçücek ellerinle
ocak - şubat 1985
bir nevzat çelik şiiri.
i
dün gece muştularla yağıyordu havalandırmaya ilk karı martın
dün gece yüreğimizde bıçaktı ölüm haberleri diyarbakırın
asıldı ellerimiz ayasından kasap çengeli mi parmaklıklar
daha kaç fırtınayla çarpışacak bu erkek dökümü alınlar
ii
incedir bileklerimiz yaşamak ağrısıdır boynumuzdaki
atılırız her çığlığa süngü de öyle bir keskin ki
aynı saldırma değil mi göğsümüzde gizlimizi arayan
döküp benzini esmer tenimize yangınları kundaklayan
yanıp kavrulan bir ülkeydi anladım ortasında o ateşin
nasıl unuturum gözlerinizi karaydı arasında uzun kirpiklerin
belki hiç sayamayacaksınız sevgilinin saçına kaç ak karıştı
gene de söyleyeceksiniz: yürü sevgilim ne de güzel yakıştı
elli dokuz gün mü aç kaldınız vay benim kardeşlerim
altınız öldü demek artık kaşık tutmaz bu ellerim
iii
içimde bir ülke ağlar oturmuş sınırlarına saçını tarar
bir çam devrilir hüznüme dalından bir kuş kalkar
kuşun kanadına mı konar sabah yoklar demirörgüleri
açamam ki sımsıkı gözlerim içinde diyarbakır ölüleri
kimbilir ne güzeldir dinlemek dillerinde direnç türküleri
basıp doğrulacak elbet kendi küllerine diyarbakır ölüleri
i
dün gece muştularla yağıyordu havalandırmaya ilk karı martın
dün gece yüreğimizde bıçaktı ölüm haberleri diyarbakırın
asıldı ellerimiz ayasından kasap çengeli mi parmaklıklar
daha kaç fırtınayla çarpışacak bu erkek dökümü alınlar
ii
incedir bileklerimiz yaşamak ağrısıdır boynumuzdaki
atılırız her çığlığa süngü de öyle bir keskin ki
aynı saldırma değil mi göğsümüzde gizlimizi arayan
döküp benzini esmer tenimize yangınları kundaklayan
yanıp kavrulan bir ülkeydi anladım ortasında o ateşin
nasıl unuturum gözlerinizi karaydı arasında uzun kirpiklerin
belki hiç sayamayacaksınız sevgilinin saçına kaç ak karıştı
gene de söyleyeceksiniz: yürü sevgilim ne de güzel yakıştı
elli dokuz gün mü aç kaldınız vay benim kardeşlerim
altınız öldü demek artık kaşık tutmaz bu ellerim
iii
içimde bir ülke ağlar oturmuş sınırlarına saçını tarar
bir çam devrilir hüznüme dalından bir kuş kalkar
kuşun kanadına mı konar sabah yoklar demirörgüleri
açamam ki sımsıkı gözlerim içinde diyarbakır ölüleri
kimbilir ne güzeldir dinlemek dillerinde direnç türküleri
basıp doğrulacak elbet kendi küllerine diyarbakır ölüleri
(bkz: sevgili yoldaş kurbağalar)
(bkz: suda seken hayat)
(bkz: sarışın ve ihtilal)
(bkz: müebbet türküsü)
(bkz: itirazın iki şartı)
(bkz: bulutlar kıvırcık)
(bkz: anımsamak kuşları)
(bkz: bahar ağrısı)
(bkz: bu bahar şaşma)
(bkz: çiçek gibi)
(bkz: diyarbakir ölüleri)
(bkz: ellerin müebbet )
(bkz: hasretin müebbet)
(bkz: kanat çırpa)
(bkz: kesin uyak)
(bkz: kitap türküsü)
(bkz: suda seken hayat)
(bkz: sarışın ve ihtilal)
(bkz: müebbet türküsü)
(bkz: itirazın iki şartı)
(bkz: bulutlar kıvırcık)
(bkz: anımsamak kuşları)
(bkz: bahar ağrısı)
(bkz: bu bahar şaşma)
(bkz: çiçek gibi)
(bkz: diyarbakir ölüleri)
(bkz: ellerin müebbet )
(bkz: hasretin müebbet)
(bkz: kanat çırpa)
(bkz: kesin uyak)
(bkz: kitap türküsü)
bir nevzat çelik şiiri.
"düşe kalka çocuklar
dizlerini kanata kanata
güle coşa çocuklar
yumruklarını sıka sıka
sola dirile umut
döne döne çığlık
dura sıkışa barut
bağıra çığıra çocuklar
vurula kırıla çocuklar
itile kakıla çocuklar
öfke içinde hasret içinde
sabır içinde ağrı içinde
ağrı umut içinde
ölümlerin ve hapisanelerin rağmına
çiçek gibi
büyüyor çocuklar..
bizim çocuklarımız
sevene"
1
seven
güzelim çocuk
karşımda duruyor fotoğrafın
güneş gibi asmışım ranzama seni
gözlerimi gözbebeklerinde unutup
o kadar yakın ve o kadar ürkeksin ki
uçacak elimin sana uzanan rüzgârında
sarı saçların tokasından kurtulup
kolumu kanadımı kırıyor fakat
yüzünün ortalık yerinde buruşan keder
tam da gülecekken
sımsıkı kapanıp yapışıyor
kiraz ağacının bütün kirazı dudakların
gözlerinin yemyeşil uğultusu
ve pembe buğusu yanaklarının
susup kalıyor apansız
hem ne dersin
ben sana aşık oldum küçük kız
hem de içerdeki adama durup dururken
aşık olan bir dolu şaşkın varken
hem de bunu yasaklamışken kendime
duvarla demir arasında
voltada ranzada
aykaranlıklarında
yapayalnız
çarparken yüreğim
deli deli
seni sevmenin sakıncası yok fakat
seni sevmek yarını sevmek gibi birşey
o güne dek bırak oyalansın bu yürek
hem nasılsa sevmeyi öğrenmen için
bir on yıl daha büyümen gerek
2
baban hapiste seven
ranzası ranzama bakıyor
öfkesi öfkeme
seni anneni ve ülkemizi düşünüyor
kükrüyor yaralı bir aslan gibi
seni anneni ve ülkemizi düşünürken
baban çıkacak hapisten
uçacaksın gümüş bir kuş gibi
kanatları kurşundan kurtulmuş gibi
ne güzel şey seven
baban çıkınca hapisten
uçacaksın gümüş bir kuş gibi
kanatları kurşundan kurtulmuş gibi
3
belki herkesin babası çıkamayacak hapisten
ve belki onlar uçamayacak gümüş bir kuş gibi sevinçten
bir zaman daha belki
yaylım ateşlere düşecek
en çocukça düşlerinin yolu
belki bir zaman daha
gözlerini ısıra ısıra
ıpıslak bir bulut gibi
yürüyecekler duvarlar boyu
ve fakat
şundan emin ol ki güzelim çocuk
kollarının ucunda sıkışan
dehşetli masum o iki yumruk
alâmetidir
kopacak
kıyametin
"düşe kalka çocuklar
dizlerini kanata kanata
güle coşa çocuklar
yumruklarını sıka sıka
sola dirile umut
döne döne çığlık
dura sıkışa barut
bağıra çığıra çocuklar
vurula kırıla çocuklar
itile kakıla çocuklar
öfke içinde hasret içinde
sabır içinde ağrı içinde
ağrı umut içinde
ölümlerin ve hapisanelerin rağmına
çiçek gibi
büyüyor çocuklar..
bizim çocuklarımız
sevene"
1
seven
güzelim çocuk
karşımda duruyor fotoğrafın
güneş gibi asmışım ranzama seni
gözlerimi gözbebeklerinde unutup
o kadar yakın ve o kadar ürkeksin ki
uçacak elimin sana uzanan rüzgârında
sarı saçların tokasından kurtulup
kolumu kanadımı kırıyor fakat
yüzünün ortalık yerinde buruşan keder
tam da gülecekken
sımsıkı kapanıp yapışıyor
kiraz ağacının bütün kirazı dudakların
gözlerinin yemyeşil uğultusu
ve pembe buğusu yanaklarının
susup kalıyor apansız
hem ne dersin
ben sana aşık oldum küçük kız
hem de içerdeki adama durup dururken
aşık olan bir dolu şaşkın varken
hem de bunu yasaklamışken kendime
duvarla demir arasında
voltada ranzada
aykaranlıklarında
yapayalnız
çarparken yüreğim
deli deli
seni sevmenin sakıncası yok fakat
seni sevmek yarını sevmek gibi birşey
o güne dek bırak oyalansın bu yürek
hem nasılsa sevmeyi öğrenmen için
bir on yıl daha büyümen gerek
2
baban hapiste seven
ranzası ranzama bakıyor
öfkesi öfkeme
seni anneni ve ülkemizi düşünüyor
kükrüyor yaralı bir aslan gibi
seni anneni ve ülkemizi düşünürken
baban çıkacak hapisten
uçacaksın gümüş bir kuş gibi
kanatları kurşundan kurtulmuş gibi
ne güzel şey seven
baban çıkınca hapisten
uçacaksın gümüş bir kuş gibi
kanatları kurşundan kurtulmuş gibi
3
belki herkesin babası çıkamayacak hapisten
ve belki onlar uçamayacak gümüş bir kuş gibi sevinçten
bir zaman daha belki
yaylım ateşlere düşecek
en çocukça düşlerinin yolu
belki bir zaman daha
gözlerini ısıra ısıra
ıpıslak bir bulut gibi
yürüyecekler duvarlar boyu
ve fakat
şundan emin ol ki güzelim çocuk
kollarının ucunda sıkışan
dehşetli masum o iki yumruk
alâmetidir
kopacak
kıyametin
nevzat çelikin metris cezaevinde yazdığı umutsuzluğun pençesinde yazıldığını düşündüğüm şiiri.
birdenbire ne oldu bana böyle
ben eskiden yağmur filan takmazdım
aşk desem değil yorgunluk hiç değil
verip alnımı parmaklığın buz ufkuna
kuytusunda kederler büyüten
bir cehennem gibi bakmazdım
düzeni yok voltamın nisanda mıyız
yemyeşil bir dal kalbime bulaşıyor
duvarlar üstüme yıkılırsa şaşma
içimde firar etmek fikri
aç bir kurt gibi dolaşıyor
beni bu bahar vururlarsa şaşma
metris 1987
birdenbire ne oldu bana böyle
ben eskiden yağmur filan takmazdım
aşk desem değil yorgunluk hiç değil
verip alnımı parmaklığın buz ufkuna
kuytusunda kederler büyüten
bir cehennem gibi bakmazdım
düzeni yok voltamın nisanda mıyız
yemyeşil bir dal kalbime bulaşıyor
duvarlar üstüme yıkılırsa şaşma
içimde firar etmek fikri
aç bir kurt gibi dolaşıyor
beni bu bahar vururlarsa şaşma
metris 1987
bir nevzat çelik şiiri.
i
çatıların üzerinde yürürdü serçeler
kanatlarından günışığı dökülürdü
ciğerleri sökülür gibi öksürürdü
yokuşa vurdukça erkenci işçiler
ekmeğinin yanına güneşi koyup
usulca bakkaldan çıkan çocuk
bir çift kanat açardı köşede
ben dönerdim geceyarılarından
üstüm başım çatışma içinde
sardunyaların arasında pencerede
sen taze bir badem gibi dururdun
beni her sabah böyle vururdun
çekip gözlerine mahmur bulutu
günaydın derken salt dudaktın
biri seni mutlaka öpüyordu
bana mı öyle geliyordu
sen mi çok ufaktın
saçlarında miniminnacık papatya
ardında çiçek bahçesi
ayıp bir söz gibi yürürdün
gözlerimi alıp götürürdün
körleme kalırdım
gidişini görüp de dönüşünü beklememek olur mu
beklerdim tahtaya gömülen çiviler gibi
bluzunun altında kanatlanan çifte kumruyu
biraz köylü biraz burjuva
sanırım kalçalarından almıştı
o felaket huyu
ii
kimdin neydin neciydin
benim fikrim yoktu
senin yaşın ve korkun
kimi vakit konuğu olurdun
duvar diplerinde kalleş
ölümlerin kokladığı evimin
tomurcukları patlayan bir dal gibi gülerdin
kahve içtiğimiz fincana
pencereye kilime duvara
tabakta dilimlenmiş elmaya
çın çın mavi saçılırdı
en olmadık yerde eteğin açılırdı
aklım karışırdı
ne mümkündü görmemek hissetmemek
incecik parmaklarında aşkla tüterdi
değer değmez dudaklarına
bütün sigaralar erkekti
iii
sen hep oralardaydın küçük hoş görüntülerinle
ben yüzümü rüzgara verirdim
saçımın her telini uzak mavilere götüren
denize dönerdim sonra
sırtında dalgalar yürüten
terim soğurdu
bir köpek namlu ensekökümde dururdu
işkence şuradaydı cezaevi burada
yürürlerdi benimle yürüsem
uzansam yatarlardı yanıma
onlar benim gölgelerimdi
bir önüme düşerlerdi
bir ardıma
iv
kapandı üstüme geceyarıları
polisler sürüklüyordu beni
kent boydanboya susuyordu
bulvarda bir ağaç
gürültüyle kusuyordu
kapandı üstüme geceyarıları
sen yoktun
okul arkadaşlarımın adını
telefon numaralarını sinema kapılarını
öptüğüm ilk kız gibi
içtiğim ilk sigara ilk içki
çıktığım ilk afiş gecesi gibi aklımda tuttum
bir senin adını
adını unuttum
anımsamak kuşları
bıçak uçmaları
i
çatıların üzerinde yürürdü serçeler
kanatlarından günışığı dökülürdü
ciğerleri sökülür gibi öksürürdü
yokuşa vurdukça erkenci işçiler
ekmeğinin yanına güneşi koyup
usulca bakkaldan çıkan çocuk
bir çift kanat açardı köşede
ben dönerdim geceyarılarından
üstüm başım çatışma içinde
sardunyaların arasında pencerede
sen taze bir badem gibi dururdun
beni her sabah böyle vururdun
çekip gözlerine mahmur bulutu
günaydın derken salt dudaktın
biri seni mutlaka öpüyordu
bana mı öyle geliyordu
sen mi çok ufaktın
saçlarında miniminnacık papatya
ardında çiçek bahçesi
ayıp bir söz gibi yürürdün
gözlerimi alıp götürürdün
körleme kalırdım
gidişini görüp de dönüşünü beklememek olur mu
beklerdim tahtaya gömülen çiviler gibi
bluzunun altında kanatlanan çifte kumruyu
biraz köylü biraz burjuva
sanırım kalçalarından almıştı
o felaket huyu
ii
kimdin neydin neciydin
benim fikrim yoktu
senin yaşın ve korkun
kimi vakit konuğu olurdun
duvar diplerinde kalleş
ölümlerin kokladığı evimin
tomurcukları patlayan bir dal gibi gülerdin
kahve içtiğimiz fincana
pencereye kilime duvara
tabakta dilimlenmiş elmaya
çın çın mavi saçılırdı
en olmadık yerde eteğin açılırdı
aklım karışırdı
ne mümkündü görmemek hissetmemek
incecik parmaklarında aşkla tüterdi
değer değmez dudaklarına
bütün sigaralar erkekti
iii
sen hep oralardaydın küçük hoş görüntülerinle
ben yüzümü rüzgara verirdim
saçımın her telini uzak mavilere götüren
denize dönerdim sonra
sırtında dalgalar yürüten
terim soğurdu
bir köpek namlu ensekökümde dururdu
işkence şuradaydı cezaevi burada
yürürlerdi benimle yürüsem
uzansam yatarlardı yanıma
onlar benim gölgelerimdi
bir önüme düşerlerdi
bir ardıma
iv
kapandı üstüme geceyarıları
polisler sürüklüyordu beni
kent boydanboya susuyordu
bulvarda bir ağaç
gürültüyle kusuyordu
kapandı üstüme geceyarıları
sen yoktun
okul arkadaşlarımın adını
telefon numaralarını sinema kapılarını
öptüğüm ilk kız gibi
içtiğim ilk sigara ilk içki
çıktığım ilk afiş gecesi gibi aklımda tuttum
bir senin adını
adını unuttum
anımsamak kuşları
bıçak uçmaları
nevzat çelik şiiri. insan bulutlara sarıyor düşlerini okudukça.
yıl dört mevsim on iki ay
yıl üç yüz altmış beş gün
olur olmaz yerinde
gecenin ve gündüzün
tenimde uyanıyor senin
çığlık çığlığa tenin
kütür kütür kırmızı
kanıyor ellerimde her karpuz
ne bir uyku gecelerimde
ne düş ne bir huzur
elmaya sakalımı sürtüyorum
yanakların düşünce aklıma
eğilip alıyorum kirazı ıslak
dudaklarını alır gibi ağzıma
gözlerinden akıyor ardarda kaç kuğu
sonra bütün kuğu eğimleri boynunda
omuzlarında sırtının oluğunda
saçların bir gümüş uğultu
uçup uçup ellerimi aranan
memelerinin değirmi buğusu
belin
belinin çukuru
deli edecek beni
deli edecek beni
durduk yerde başlayan
kalçalarındaki müzik
ve çisil çisil uyanmış
bulutları kıvırcık
her bahar bir kuş uçursa hüznün
sevgilim kuş bahçesine döner yüzün
büsbütün uçurmalı oysa geceme seni
bilerek isteyerek unutup her şeyi
açlığı şurada kavgayı orada
militanı sorguda işçiyi sokakta
parmaklarımızda gün boyu güneş
böğürtlen yer gibi temmuz tepelerinde
mosmor sevişmeliyiz seninle sabaha kadar
yıl dört mevsim on iki ay
yıl üç yüz altmış beş gün
olur olmaz yerinde
gecenin ve gündüzün
tenimde uyanıyor senin
çığlık çığlığa tenin
kütür kütür kırmızı
kanıyor ellerimde her karpuz
ne bir uyku gecelerimde
ne düş ne bir huzur
elmaya sakalımı sürtüyorum
yanakların düşünce aklıma
eğilip alıyorum kirazı ıslak
dudaklarını alır gibi ağzıma
gözlerinden akıyor ardarda kaç kuğu
sonra bütün kuğu eğimleri boynunda
omuzlarında sırtının oluğunda
saçların bir gümüş uğultu
uçup uçup ellerimi aranan
memelerinin değirmi buğusu
belin
belinin çukuru
deli edecek beni
deli edecek beni
durduk yerde başlayan
kalçalarındaki müzik
ve çisil çisil uyanmış
bulutları kıvırcık
her bahar bir kuş uçursa hüznün
sevgilim kuş bahçesine döner yüzün
büsbütün uçurmalı oysa geceme seni
bilerek isteyerek unutup her şeyi
açlığı şurada kavgayı orada
militanı sorguda işçiyi sokakta
parmaklarımızda gün boyu güneş
böğürtlen yer gibi temmuz tepelerinde
mosmor sevişmeliyiz seninle sabaha kadar
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?