confessions

broken

- Yazar -

  1. toplam entry 1238
  2. takipçi 1
  3. puan 60968

dualizm

broken
herhangi bir alanda birbirlerine indirgenemeyen iki karşıt ilkenin varlığını ileri sürme... bircilik ve çokçuluk terimleri karşılığıdır.

felsefe alanında ilk dualist, antikçağ yunan düşünürü anaksagoras’tır. anaksagoras, özdekle ruhu kesin olarak birbirinden ayırıyor ve sonsuza kadar da birbirlerinden ayrı kalacaklarını söylüyordu. anaksagoras’ın nus adını verdiği bir ruh özdeksel yapıdadır ama yaratan olmak bakımından yaratanın karşısında bulunmakla, beraber birbirine indirgenemeyen temelli bir ikilik meydana getirir.

fransız düşünür descartes de evrendeki bütün gerçeklikleri birbirine indirgenemeyen ruh ve özdek ikiliğinde toplar. dualizm, temelde tanrılık yer (öte dünya) ile insanlık yer (dünya) ayrımını ileri süren dinsel ikicilikten yansımıştır ve evrenin özdeksel birbirini yadsıyan gerici bir görüştür. dualistlerin tümü idealisttir, çünkü özdensel yapının karşısında bir de ruhsal yapı olduğunu kabul ederler.

endeterminizm

broken
hadiselerin sebepsiz meydana gelemeyeceğini, dünyada mutlak bir başlangıcı, hür bir iradenin yeri olamayacağını kabul eden determinizmin karşıtı olan görüş.

ahlakta endeterminizm, insan iradesinin hiçbir şarta bağlı olmadığını, içinde bulunduğu şartlarla belirlenmediğini, insanın hür iradesinin sebeplilik kanununa bağlı olmadığını ileri sürer.

entuisyonizm

broken
bilginin sezgiyle elde edilebileceğini savunan öğretilerin genel adı, özel olarak bergsonculuk... entüisyonizm , tümü idealist yapıda olarak, dört bilgi alanında gerçekleştirilmiştir: felsefe, ruhbilim, törebilim ve matematik.

1) felsefesel entüisyonizm: fransız idealisti henri bergson’un öğretisi olarak bergsonculuk adıyla da anılır. bergson’a göre gerçeği saltık ya da saltığı gerçek olarak kavramaya sezgi denir. gerçeği doğrudan doğruya kavratacak sezgiden başka hiçbir yol yoktur. çünkü gerçek, özdeksel doğa değil, ruhsal doğa, eş deyişle ruhsal yaşam ve tek sözle yaşamdır. yaşam evrenin kurtuluşuyla başlamıştır ve özdeğin tüm engellerine karşın yolunu açarak, onun durgunluğunu alt edip kimi yerde onu kımıldatarak akıp gitmektedir. bu kesintisiz, bölümsüz ve sürekli akışa bergson süre demektedir. işte bu sürenin bilgisini kavramak için bu süreyle birlikte yaşamak, onun içinde olmak ve onunla birlikte akmak gerekir ki bunu ne us ne de bilim gerçekleştirebilir. çünkü us ve bilim sinematografik olarak çalışırlar. bergson’a göre ussal ve bilimsel bilgi sinematografiktir. bir film, ard arda dizilmiş durgun ve bölümsel resimlerden oluşur. us ve bilim, filmin akışını durdurarak bu resimleri tek tek incelerler ve birtakım bilgiler saptarlar. ne var ki akışın bizzat kendisini, eş deyişle yaşamı hiçbir zaman kavrayamazlar. demek ki us ve bilim, sadece durgun ve bölünebilir olan özdek üstünde bilgi edinebilirler. bergson’a göre zaman, uzay gibi özdeksel değildir. uzay özdekseldir, çünkü özdeksiz uzay ve uzaysız özdek (eş deyişle yer kaplamayan özdek) yoktur. oysa zamanı bölen, parçalayan, onu aylara ve yıllara ayıran us ve bilimdir. us ve bilim, zamanı uzaya bağlamakla ( örneğin ay ayın, yıl dünyanın uzayda yer değiştirmesidir.) onu özdekleştirmektedir. demek ki us ve bilim, hiçbir şeyi özdekleştirmeden inceleyemiyor. yaşamsal akışın eş deyişle sürenin kavranmasıysa özdekleştirilmeden gerçekleştirilmelidir, çünkü “gerçek süre, daima zaman adı verilmiş olan şeydir”. bunu kavrayabilecek olansa sadece sezgidir. bergson’a göre sezgi, kendi bilincine varmış içgüdüdür. şöyle der: “ içgüdüyü söyletebilseydik, yaşamın bütün sırlarını çözerdik”. bilinç içgüdüde içkindir ve ruhsaldır. bundan ötürü de ruhsal yaşam akışını sadece o kavrayabilir.

2) ruhbilimsel entüisyonizm: william hamilton ve iskoçyalılar tarafından geliştirilmiştir. hamilton’a göre bilinç, dış dünyayı, olduğu gibi ve araçsız olarak ( eş deyişle sezgiyle) kavrar ve us deneyüstü hakikatleri bize sezgi yoluyla tanıtır. hamilton’un sezgi deyiminden anladığı bir çeşit dinsel vahiydir.

3) törebilimsel entüisyonizm: george moore, david ross, charlie broad, alfred ewing vb. düşünürler tarafından geliştirilmiştir. bunlara göre iyilik, ödev vb. gibi törebilimsel kavramlar apaçık, araçsız elde edilen ve ancak sezgiyle bilinebilen kavramlardır. ne toplumsal ne de doğasal yaşamdan çıkarsanamazlar. törebilimsel sezgiciliğin amacı, burjuva ahlâkının değişmezliğini savunmaktır.

4) matematiksel entüisyonizm: brower, weyl, heyting vb. gibi düşünürlerce geliştirilmiştir. bunlara matematik, mantık, tanıtlama, mantıksal kesinlikle değil, doğrunun sezgisel olarak kavranmasıyla gerçekleştirilir. sezgi, bunların dilinde, düşüncelerdeki ayrılıkları saptama yeteneğidir. düşünmek demek sezmek demektir. mantık kurallarının uygulanabilir olup olmadıkları da sezgiyle saptanır.

estetik

broken
güzeli ve güzel sanatların doğasını inceleyen felsefe dalı. estetiği bağımsız bir bilim olarak ilk ileri süren ve adlandıran alman düşünürü alexander baumgarten’dir. baumgarten’in verdiği anlamda estetik, duyusal bilginin bilimidir, konusu duyusal yetkinliktir. gerçekleştirmek istediği de güzel üstünde düşünme sanatıdır. bununla beraber estetik bir felsefe kolu olarak alman düşünürü kant ile önem kazanmıştır.

estetik, insanın dış dünyaya gösterdiği, “güzel” ve “çirkin” sözcükleriyle dile gelen tepkileriyle ilgilidir. ama “güzel” ve “çirkin” terimlerinin kapsamları belirsiz, anlamları da öznel ve görelidir. üstelik, etkileyici bir doğa görünümüyle ilgili gözlemlerde ya da sanat eleştirilerinde kullanılan nitelemeler yalnızca güzel ve çirkinle sınırlı değildir; anlamlı, dengeli, uyumlu, ürpertici, yüce gibi bir dizi başka kavram da değerlendirmeye girer.estetik kuramı, bir yandan güzelin yalnızca öznel olmayan, nesnel bir içerik de taşıyan bir tanımını yapmaya, bir yandan da bu değişik terimler arasındaki bağıntıları belirlemeye çalışır. temel sorunları ise estetiğin öznesine, estetiğin nesnesine ve estetik yaşantıya ilişkindir.

estetik alımlayıcı(özne): estetik alımlayıcı sanat yapıtından ya da bir doğa görünümünden haz duyan, estetik tat alan bir varlıktır. estetik tat almak, sanat yapıtı üretmek ve değerlendirmek, güzel ve çirkin gibi yargılarda bulunmak ancak belirli varlıklara özgü bir yetidir.

estetik nesne: estetik nesne terimine iki farklı anlam verilebilir: maddi nesne ve ereksel nesne. ereksel nesne, nesneye insanın yüklediği anlamdır; zihin içindedir. oysa maddi nesne öznenin zihninden bağımsızdır. estetik nesne, ereksel anlamıyla tanımlanırsa, estetik kuramının asıl konusu da estetik yaşantı olur. oysa kant felsefesinin öznelliğine karşı çıkanların amacı, estetiğin duygular ve öznel yaşantılar alanından çıkararak estetik nesnenin kendi özellikleri üzerinde temellendirmektir.

estetik yaşantı: estetik yaşantı birbirini tamamlayan iki önermeyle tanımlanabilir:1) estetik nesne duyusaldır; görülür, işitilir ya da duyusal biçimiyle zihinde canlandırılır; insana bu duyusal özellikleri nedeniyle haz verir. 2) estetik nesne aynı zamanda düşünülen, seyrine dalınan bir nesnedir; yalnızca duyulara hoş geldiği için değil, bir anlam içerdiği, bir değer taşıdığı için de ilgilendirir.

bu önermelerden ilki, estetik sözcüğünün kaynağına (duyum) işaret eder. ikinci önerme ise beğeni yargılarının temelini oluşturur. seyretmeye değer bulunan nesnelerin değersiz bulunanlardan ussal olarak ayırt edildiğini gösterir.

kant’a göre estetik yaşantının ayırt edici özelliği “çıkarsız” oluşudur.çağdaş estetiğin çıkış noktası olan bu önerme, estetiği ahlaktan da bilimden de ayırır. ahlaki davranışlarda bir “çıkar” öğesi vardır; evrensel sayılan bir davranış ölçüsü bütün insanlara benimsetilmek istenir. bilimde nesnelerin iç yapılarını, işleyişlerini ve neden-sonuç ilişkilerini araştırır; nesneleri denetim altına almak, insanın hizmetine koşmak ister. oysa estetik yaşantının öznesi, estetik nesneyle bir merakını gidermek için ilgilenmez; estetik nesneyi başka bir amaca hizmet eden bir araç olarak da görmez. estetik yaşantı da insan, karşısındaki nesneyi hep belli bir uzaklıktan seyreder: estetik yaşantı kullanma, sahip olma, tüketme ve ahlaki açıdan yargılama gibi davranışları dışarıda bırakır.

kant’a göre estetik us, kuramsal us’la uygulayıcı us arasında bir köprüdür ve kuramın uygu alanındaki denetçisidir. estetik us, bir yargı gücüdür ve doğru düşüncenin iyi uygulandığını güzel yargısıyla yargılar. kant’a göre güzel olan, doğrunun iyilikte gerçekleştirilmesidir. kant’ın bu düşüncesinde yunan felsefesinde olduğu gibi güzel’i iyi ile birleşik kılan bir ereklilik belirse de, kant bunu biçimsel bir ereklilik “ereği olmayan ereklilik” olarak tanımlar. daha açık bir deyiş ile güzel’in ereği kendisidir; güzel, güzel olduğu için istenilir. güzel’in ereği başkaca hiçbir erek gözetilmeksizin, gene kendisinden doğan estetik hazdır. güzel, burada bir ereğe koşulmuş olduğundan değil, sadece bir ereğin biçimi olduğundan güzeldir. buysa, hiçbir karşılığı gerektirmeksizin, salt bir hazdır. kant’a göre estetik yargı, bir beğeni yargısıdır. güzel bir yargının nesnesidir. kant bu yargıyı genellikle geçerli kılmak ister ve ortak estetik bir duygunun varlığını ileri sürer. ona göre bu yargı, herkeste ortak olan ideal bir ölçüyü yansıtır. bu yüzdendir ki kant “beğeniler tartışılamaz” anlayışına karşı çıkmakta ve beğenilerin tümel geçerli olmasını savunmaktadır.

fenomenoloji

broken
görüngübilim. bilim verilerinin doğrudan incelenmesiyle elde edilmiş ve somut deneyim konusu olmuş fenomenlere, nedensel açıklamalara ilişkin kavramlardan ve incelenmemiş ön kabullerden bağımsız yaklaşma yöntemi. fenomenolojinin kurucusu alman düşünür edmund husserl’dir. ona göre gerçek, platon’un da ileri sürdüğü gibi, mutlak olmalıdır. eş deyişle her nesnenin bizim ona verdiğimiz anlamın ve yakıştırdığımız özelliklerin dışında, kendine özgü ve kendinde olan, her zamanda geçerli ve değişmez bir yapısı vardır. nesne, insanların değil, insanların dışında öncesiz ve sonrasız bir nesneler dünyasının varlığıdır. fiziğin ürünü olmadığı gibi metafiziğin de ürünü değildir, kendi saltık(mutlak) yapısı içindedir. gerçek, böylesine ideal bir yapı taşıyanın niteliğidir. husserl, bu savıyla tümüyle platon’un savına yaklaşır.

husserl’in biçimlendirdiği fenomenolojik yöntemin ilk adımı fenomenolojik indirgeme ya da epokhe’dir. epokhe zihinsel edimlerin, bu edimlerle ya da dünyadaki nesnelerin varoluşuyla ilgili kavram ve ön kabullerden bağımsız betimlenmesini, olanaklı kılar. fenomenoloji, psikolojinin tersine zihinsel edimlerin nedenlerini, sonuçlarını ve bu edimlere eşlik eden fiziksel unsurları dikkate almayız. ama bu süreçte nesneler bütünüyle ortadan kalkmaz. çünkü incelenen nesne her zaman gerçek bir varlık olmayabilir, ejderhaların varlığın inanabilir ya da pembe fareler düşlenebilir, nesne gerçek dışı olabilir. dolayısıyla zihinsel edimlerin betimlenmesi, nesnelerin de betimlenmesini içerir. ama bu nesnelerin var oldukları varsayılmaksızın yalnızca birer fenomen olarak betimlenir.

fenomenolojik yöntemin ikinci adımı, eidetik indirgemedir. bu adım, bir nesnenin eidosunu(yunanca da biçim) sezebilmeye, nesneyi olasılıklar ve rastlantılar dışındaki değişmez öz yapısı içinde kavramaya verir; böylece yalnızca belirli bir zihinsel edinimin değil onunla karşılaştırılabilir her türlü edimin eidosu sezilebilir. örneğin görülen her nesnenin bir rengi, uzamı ve biçimi olmalıdır. eidetik indirgeme yalnızca duyusal akıl ve nesnelerin incelenmesinde değil, matematiksel nesnelerin, değerlerin, ruhsal durumların ve arzuların incelenmesinde de kullanılabilir.

fenomenolojik yöntem nesnelerin bilinişi sırasında bu nesnelerin kurulduğu ya da inşa edildiği süreçleri de dikkate alır. örneğin bir ağacın görülmesi sırasında, ağacın değişik zamanlarda, değişik açılardan ve uzaklıklardan görülmesiyle çok çeşitli görsel deneyimler edinilir ama görülen şey gene tek bir kalıcı nesne olarak algılanır.

gnostik

broken
antikçağ yunan felsefesini gizemcilik ve hıristiyanlıkla kaynaştırmaya çalışan dinsel-gizemci düşünürler... i.s. 1. ve 2. yüzyıllar da yaşayan valentin, simon, basilide, corpocrade, saturnin, marcion vb. düşünürler gizemsel-dinsel bir felsefe oluşturmuşlardır. bu felsefe, antikçağ yunan felsefesini ve özellikle platonculuğu, pitagorasçılığı, ilkçağın gizemsel dinlerini, yahudiliği ve hıristiyanlığı seçmeci bir tutumla kaynaştırarak biçimlendirmiştir. temel düşünceleri, saltık bilginin anlık sezgilerle kavranabileceği inancıdır. dilimizde bilinirciler adıyla anılan gnostikler, gerçekte, gizemci tarikat adamlarıdır ve tüm dinleri saltık bilginin sağlanmasında yetersiz bulurlar. onlar için saltık bilgi, dinsel bilgilerin çok üstünde bulunan kurgusal bilgilerdir. bu yüzden hıristiyanlarca sapkın sayılmışlardır. çünkü isa’nın tanrı’nın oğlu olduğu, doğduğu ve büyüdüğü, çarmıha gerildiği gibi dogmalarını yadsırlar. onlar için isa düpedüz bir insandır. ne tanrı ne de oğlu doğmaz, büyümez, hele çarmıha hiç gerilmez.ingiliz düşünür bertrand russell, isa’yı bir insan sayması bakımından islam peygamberi muhammet’in de bir gnostik olduğunu söyler.

hedonizm

broken
en üstün iyiliğin haz olduğunu ileri süren aristippos’un öğretisi... aristppos’a göre en üstün iyilik hazdır. bu öğretiye göre iyi demek haz demektir; haz veren her şey iyi, acı veren her şey ise kötüdür. aristippos’a göre her davranışın nedeni, mutlu olmak isteğidir. yaşamın ereği hazdır. haz insanı insan eden duygudur. bilgilerimiz duygularımızla alabildiğimiz kadardır, bunda öteye geçmez. bu yüzden aristippos duygularımızın getirdiği haza yönelmeyi, acıdan kaçmayı söyler.

en üstün iyi, hazdır. ancak gerçek haz sürekli olandır. sürekli olan hazza da bilgelikle varılabilir.

epikuros’da hazcılığı devam ettiren filozoflardandır. ne var ki, epikuros, aristippos’un bedensel hazzına karşı tinsel hazzı yeğler. onun için en büyük haz, ruh dinginliğidir. buna da bedensel zevkler peşinde koşmakla değil, bilgelikle varılır.

idealizm

broken
felsefe’de dünyayı ve varoluşu, bilinç ve düşünceyi önem vererek açıklayan öğreti... idealistler, varlıklar arasındaki soyut ilişkilerin, duyularla algılanan nesnelerden daha gerçek olduğunu ve insanların var olan her şeye düşünsel bağlamda, idealar aracılığıyla ve idealar olarak bildiğini savunurlar. idealizmin birçok türü olmakla birlikte hepsinin paylaştığı ortak ilkelerden söz edilebilir. tümellerin varlığı, burada ve şimdi varolanıın aşılması, varlıklar arasındaki ilişkilerin o varlıkların dönüştürüleceği varsayımı, çelişik bileşenleri bütünleştiren sistemler kurmaya yönelik diyalektik yaklaşım,; zihnin, özellikle tinin maddeden önce sayılması.

metafizik veya epistemolojik yaklaşımı temel alması bakımından idealizmin iki temel biçimi vardır: metafizik idealizm gerçekliğin idealara dayandığını, epistemolojik idealizm ise bilgi sürecinde zihnin yalnızca tinsel olanı kavrayabileceğini ya da nesnelerin gerçekliğinin algılanabilirliklerinden kaynaklandığını savunur. ilk biçimi ile idealizm dünyadaki temel tözün madde olduğunu, bunun da maddi biçimler ve süreçlerle bileneceğini ileri süren maddeciliğin, ikinci biçimi ile insan biliminin, zihnin dışında ve bundan bağımsız olarak var olan nesneleri gerçekte oldukları gibi görüp kavradığını öne süren gerçekliğin karşıtıdır. gözlemlenebilir gerçekleri ve ilişkileri vurgulayarak metafizik görüşlere karşı çıkan olguculuk ile ateizm ve şüphecilik gibi akımlarda idealizme karşı çıkar.

felsefi idealizmin tarihsel gelişiminde, başlıca üç sorunu yanıtlama çabası belirleyici olmuştur.

1)insan deyiminin sonul gerçekliği nedir? bu soruya verilen yanıtlar iki uç arasında dağılır. deneyci filozoflardan david hume’a göre insan deneyiminde anlatımını bulan sonul gerçeklik, olayların her bireyin bilincinde ard arda akışıdır. bu düşünce, tüm gerçekliğin tek bir benliğin anlık duyu deneyimine indirgenmesi sonucuna varır. öteki uçta usçu filozoflardan spinoza’yı izleyenler için sonul öz, kendi başına var olabilen ve yalnızca kendisi tarafından kavranabilendir.

2) bilginin içeriğinde verilen nedir? verilerin mantıksal yorumu ve açıklamasıyla ne elde edilebilir? idealistlere göre bilgi sürecinin sonu, bireysel deneyimin dışında kalmakla birlikte gene de somut bir tümel ya da bir dizgedir. verilen mantıksal yorumu ve açıklaması, gerçekte, yeryüzünü üzerinde yaşayanlarca tümüyle yeni bir biçime dönüştürülmesi demektir.

3)bir düşünür zaman içindeki oluşum ve değişim olgusu ya da değişik amaçlar ve değerler karşısında nasıl bir tutum alınmalıdır? idealistlere göre us yalnızca doğadaki uyumlu düzeni ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda uygar bir toplumun kültürel yaşamının parçası olan devleti ve öteki kurumları da yaratır, bu kurumların değerlerini korumak ve geliştirmek, her uygar insanın ahlaki temel görevidir. uluslar arası etik kurallarına da katkısı bulunan idealistler, hiçbir ulusun etkin güçlerini bir başka ulus üzerinde hüküm sürmek için kullanamayacağını ileri sürerler. bu güç, yalnızca bir başka ulusun yaratıcı güçlerini ilerletmek, onların kültürel düzeyini kalkındırmak için kullanabilinir. idealizmin de tarih felsefesi, değer felsefesiyle yakından ilişkilidir. benedotto croce bu tarih felsefesini “her gerçek tarih, çağdaş tarihtir” deyimiyle özetler.

idealistlerin başlıca dört savından biri berkeley’in esse est percipi (var olmak algılanmış olmaktır) ilkesidir. nesnelere dayandırılan bütün nitelikler duyu nitelikleridir. bunlar ancak duyu organları bulunan bir özne tarafından algılandıklarında var olurlar. maddenin varlığını ve duyu algılarının maddeden kaynaklandığını görüşünü yadsıyan bu yalın sav, geniş tartışmalara yol açmıştır.

özneyle nesnenin karşılıklı birbirine bağımlı olduğu savı, birinci savla yakından ilişkilidir. nesnesi olmayan bir özneyi düşünmek olanaksızdır; çünkü özne olmak bir nesnenin ayrımında olmaktır. buna karşılık her nesne de ancak bir öznenin karşısında nesnedir. bu ilişki mutlak ve evrensel bir biçimde karşılıklıdır. dolayısıyla her tam gerçeklik, bir nesneyle bir öznenin birliğidir, yani somut bir tümeldir.

idealizmin üçüncü savına göre insanın en dolaysız deneyiminde, yani kendi öznel bilinçliğinde sezgisel ben, tinsel özellik taşıdığı var sayılan sonul gerçekliği doğrudan kavrayabilir. örneğin platon’a göre, “iyi ideası”na sıçrama mistik bir nitelik taşır.

idealizmin dördüncü savı özellikle tanrı’nın varlığını kanıtlamak için geliştirilmiştir. 11. yüzyılda canterbury’li aziz anselmus’un geliştirdiği bu sava göre yetkin bir varlığın varolması zorunludur, çünkü varolamak yetkinliğin temel öğelerinden biridir. tanrı yetkin olduğunu göre varlığı da zorunludur. bazı idealist filozoflar bu savı idealizmin öteki ilkelerine de yaymışlardır.

konseptualizm

broken
adcılık ve gerçekçiliğe karşı olarak, kavramların genel düşüncelerden ibaret bulunduğunu ve bunların gerçek olduklarını savunmak kadar gerçek olmadıklarını savunmanın da yersiz olduğunu ileri süren fransız düşünürü abaelardus’un uzlaştırıcı öğretisi...

realistler, metafizik tutumlarına uygun olarak genel kavramların gerçek olduğunu ileri sürmüşlerdi. adcılarsa genel kavramların sadece birer sözden ibaret olduğunu ileri sürerek gerçek olmadıklarını savunuyorlardı. ortaçağın aydın bilgini petrus abaelardus, kavramcılık öğretisiyle, bu çatışmayı uyuşturmaya çalıştı. tartışma beyhudedir, diyordu, kavramlar elbette gerçek değildirler, ama gerçekliklerden çıkarıldıkları için gene elbette bir gerçeklik taşımaktadırlar. bunlar, adı üstünde, kavramdırlar ve bunların bu anlamda gerçekliklerini tartışmak yersizdir. kavramların elbette nesne ve eylemlerden bağımsız olarak birer varlıkları yoktur, ama nesnel gerçeklik bilgisinin özel bir biçimidirler, bizler onlarsız (nesne ve eylemlerden soyutlanmış genel kavramlar olmaksızın) nesnel gerçekliği bilip tanıyamayız. tümeller ne nesneden önce, ne de sonradırlar, nesnenin kendisidirler. abaelardus bu savıyla açıkça adcılara katılmakta , ne var ki onlardan biraz farklı olarak tümellerin ya da önsel genel kavramların nesnel gerçekliğin kavranmasında temel öğeler olduklarını ileri sürmektedir. adcılığın geliştiricisi oscam’lı william da abaelardus’un bu savına katıldığından kavramcılık öğretisine son dönem adcılığı adı da verilir.

neden

broken
bir olayı meydana getiren etken.
neden kavramını ilk olarak öznel nedenler ve nesnel nedenler olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. nesnel nedenler, insanın bilinç ve iradesinden bağımsız olarak etken olan nedenlerdir. örneğin yoksul bir köylünün bilgisiz kalmasının nedeni böylesine nesneldir, onun bilinç ve iradesinin dışındaki yaşam koşullarından doğmaktadır. öznel nedenlerse nesnel nedenlerin insan bilincindeki yansımasına dayanan insansal faaliyetlerdir. örneğin bireyin şu ya da bu siyasayı izlemesinin nedeni böylesine özneldir,onun bilinç ve iradesine bağlıdır. ikinci olarak temel nedenler ile temel olmayan nedenler diye ikiye ayrılabilir.bir etkinin zorunlu ve öznel niteliklerini temel nedenler rastlantısal niteliklerini temel olmayan nitelikler gerçekleştirebilirler. örneğin bir uçağın uçuşundan da temel neden uçağın motorudur, temel olmayan neden pervanelerdeki bir bozukluktur. üçüncü olarak ise dış nedenler ve iç nedenlerdir. bir nesne ya da olaya başka neden ve olaylarca yapılan etkiler dış nedenler bir nesne ya da olayın geliştirici iç çelişkileri iç nedenlerdir. örneğin ısı bir yumurtanın civcivleşmesi için dış neden, tohumsa, iç nedendir. dış ve iç nedenler birbirleriyle bağımlıdır. birinin etkileyebilmesi öbürünün varlığına bağlıdır ve biri öbürüne dönüşebilir.

nominalizm

broken
genel kavramları gerçek saymayıp birer addan ibaret bulan öğreti... nominalizme göre genel kavramlar(tümeller), bir takım seslerden başka bir şey değildirler, bunlar insanların düşünce biçimlerine yakıştırdıkları birer addır ve hiçbir gerçeklikleri yoktur.

xi. yy da compregne papazı rascelin tarafından ortaya atılan bu düşünce kiliseyi büyük bir ölçüde etkiledi. çünkü bütün dinler temel kavramlar üzerine kuruluydu ve bu düşünce böylece dini gerçek saymıyordu. bu yüzden orta çağ boyunca nominalizmi savunan kişiler ve buna karşın genel kavramlarının gerçek olduğunu savunan “gerçekçiler”arasında kavgalar, tartışmalar olmuştur.

platoncu ve aristotelesçi gerçekçiliğin bağnaz dinsel inançlarla bir arada düşünüldüğü orta çağda nominalizm dinsel sapkınlık olarak nitelendirildi. ama dinsel sonuçlar bir yana, nominalizm, platoncu gerçekçiliği düşünmenin ve genel terimler kullanarak konuşmanın ön gerçeği olduğu savını reddeder. öte yandan aristotelesçi gerçeklik kabul edilmiyor gibi görünse de thomas hobbes gibi ılımlı düşünürler tikeller arasında bazı benzerlikler olabileceğini ve bunları tanıtlamak için genel bir sözcüğün kullanılacağını yoksa konuşma ve düşünmenin olanaksız olduğunu ileri sürerler

adcılık her ne kadar düşünmeyi ve konuşmayı zihinsel imgeler ya da dinsel terimler gibi simgelerle açıklıyorsa da düşüncenin simgelerin doğru kullanımının ötesinde kalan yanı adcılığı bir tür kavramcılığa yöneltir. bu nedenle kavramcılık arasındaki fark açık seçik belli olmaz.

ontoloji

broken
bir bütün olarak varlığı ele alan ve var olanların en temel niteliklerini inceleyen felsefe dalı. ontoloji terimi ilk kez 17. yüzyılda kullanılmakla birlikte, felsefi bir yaklaşım olarak ele alınması eski yunan’a, özellikle aristoteles’e değin iner.

aristoteles, sonradan ta meta physike ( metafizik) adıyla derlenen metninde işlediği ve “ilk felsefe” adını verdiği disiplin için, “varlığı varlık olarak ele almak” deyimini kullanmıştı. ama platon’un idea öğretisi ya da sokrates öncesi filozofların “arkhe” arayışları ontoloji alanında ilk bilgisel çabalar sayılabilir.

hıristiyanlığın egemen olduğu orta çağda aquino’lu thomas aristoteles’in çalışmasından yararlanarak tanrı’nın varlığını savını temellendirmek için ontolojik yaralanmıştır ve aristoteles’in bu çalışmasını “tanrı’nın yarattığı varlıkların bilgisi” olarak tanımlamıştır. thomas, katolik dogmalarına bir temel bulabilmek için bu aristotelesçi felsefeden yararlanmıştır. böylece arta çağda ve yani çağda metafizik terimi, ontolojinin ele aldığı alana ilişkin kullanılmaya başlanmıştır. bu arada, yeniçağ biliminin gelişmesine koşut olarak gittikçe olumsuz bir içerik kazanan metafizik terimine, bilimdışı, anlaşılmaz konularda düşünmek gibi bir anlam yüklenmiştir.

17. yüzyılda alman düşünürü wolf, ontolojiyi temel ilkeler bilimi olarak tanımlar ve duyu dışı özdeksiz bir varlık tasarımının temel yapısını, türlerini ve biçimlerini inceler. çağdaş ontolojici hartmann’a göre ontolojinin öteki bilimlerden başkalığı, öteki bilim dalarının bir iş bölümü anlayışı içinde var olanı çeşitli alanlara bölerek sadece o belli alanlarda araştırmalarına karşı ontolojinin var olanı bütünlüğü içinde ele almasıdır. örneğin astronomi gök varlıklarını, jeoloji madensel varlıkları incelediği halde ontoloji bütünüyle varlığın varoluş ilkelerini inceler.

tarihsel süreçte kant, schelling ve hegel gibi büyük alman idealistleri ontolojiye karşı çıkmışlardır. ontolojinin orta çağdan gelen kofluğu ne idüğü belirsizliği, inaksallığı gözlerinden kaçmamıştır. ontolojinin yerine kant “deneyüstü felsefe”yi, schelling “aşkın düşünceciliği”, hegel “mantık”ı önermişlerdir. bu düşünürlerden sonra saf felsefe olarak ontolojik ya da metafizik yaklaşım bir yandan gözden düşerken, bir yandan da daha temelli bir biçimde ele alınmaya ve işlenmeye başlanmıştır. fenomonolojinin kurucusu edmund husserl ontolojiyi “anlamlı davranışların içeriğini inceleyen” felsefe dalı olarak tanımladı. buna göre ontoloji, felsefede var olan nesnelere ulaşmayı sağlayan davranışları inceleyen disiplin idi. husserl’in öğrencisi, heidegger, varlığın temel bir varlıksal anlam taşıdığı bir varlık türünü arayarak buna, insan ya da kişi yerine “ orada olmak” adını vermiştir.

paradoks

broken
kendi içinde çelişkiliymiş gibi görünen, mantıksal olarak hem doğruluğu, hem de yanlışlığı kanıtlanabilen önerme.

antikçağ yunanlılarında paradoks deyimi yaygın düşünceye aykırı düşünceyi dile getiriyordu ve özellikle parmenides ile zenon’un aporia (çıkmazlık)’larıyla antinomia (çatışkı)’larında örneklenmişti. metafizik düşünce sisteminin temeli olan biçimsel mantık ve onun çağdaş biçimi dizi kuramları bu aykırı düşünce’yi mantıksal bir çelişme olarak tanımlar. bundan başka metafizik yapılı çağdaş fizikçiler de birtakım kozmolojik paradokslar ortaya atmaktadırlar. matematik mantıkçı bertrand russel’e göre “kendi kendine tıraş olmayanları tıraş eden bir berberin kendi kendini tıraş etmesi” çok önemli bir mantıksal paradokstur. oysa tıraş etmesini bilen bir berber kendi kendine tıraş olamayanları tıraş ettiği gibi kendi kendine tıraş olabilen insanları da tıraş eder. örneğin “bir şeyin hem kendisi olması ve hem de aynı zamanda başkası olması” biçimsel mantık açısından büyük bir çelişme, diyalektik mantık açısından pek basit bir gerçektir. bunun gibi kozmolojik paradokslarda belli bir ortamda geçerli fizik yasalarını başka ortamlara uygulamaktan doğmaktadır. mantıksal olsun ya da fiziksel olsun , bir yanlış koyum ya da bir bilgi yoksunluğu, genellikle de diyalektik bilgiden yoksunluk yatar. ünlü aşil kanıtı’nda olduğu gibi basit şaşırtma hileleriyse tümüyle bilim dışıdır.

panteizm

broken
bir bütün olarak kavranan evrenin tanrı ile özdeş olduğu ve evrende açığa çıkan bileşik töz, güçler ve yasalar dışında tanrı olmadığı öğretidir.

panteizmin çok çeşitli biçimleri vardır. bunlar biri bütün olarak doğaya bilinç atfeden pansişizmden dünyanın yalnızca bir görüş ve temelde gerçek dışı olduğunu ileri süren akozmik panteizmine ussal yeni platoncu ya da türümcü görüşlerden sezgici ve gizemci görüşlere kadar değişir.

batı felsefesinin yakın dönemlerinde panteizm düşüncesini en yetkin biçimde dile getiren spinoza’dır. sonsuz niteliklere sahip bir tek sınırsız varlığın olabileceğini öne süren spinoza’ya göre tanrı ve doğa aynı gerçekliğe verilen iki ayrı addan başka şeyler değişti. tersi durumunda tanrı ve dünya birliğinin tanrıdan daha büyük bir bütünlüğü olurdu. spinoza tanrının gerekliliğinden dünyanın gerekliliğini içerdiğini özgürlük olanağının bulunmadığını belirtti.

panteizm dogmalara bağlı hıristiyan ilahiyatçılar tarafından yaratıcı ile yaratılan arasındaki ayrımı yok ettiği, tanrıyı belirsizleştirdiği, aşkın yerine bütünüyle içkin bir tanrı kavaramı öne sürdüğü, insanın ve tanrının özgürlüğü düşüncesini dışladığı gerekçeleriyle reddedildi.

septisizm

broken
her tür bilgi savını şüpheyle karşılayan ve bunların temellerini etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen tutum. şüphecilik felsefe tarihi boyunca yerleşik kanılar ve inançları sarsmış felsefe, bilim ve özellikle dinde birçok anlayışın değişmesine ortam hazırlamıştır.

antikçağda thales’ten beri ortaya atılan felsefesel açıklamalarının çokluğu doğal olarak eleştiriyi ve şüpheyi gerektirmiştir. antikçağ yunan, bilgiciliğinin kurucusu protagoras tarihsel süreçte ilk şüphelenen düşünürdür. protagoras “ her şeyin ölçüsü insandır. her şey bana nasıl görünürse benim için öyledir. üşüyen için rüzgar soğuk, üşümeyen için soğuk değildir. her şey için birbirine tümüyle karşıt iki söz söylenebilir” der. demek ki herkes için gerekli kesin ve mutlak bir bilgi edinmek sonsuzdur. protagoras’ın şüpheciliği göreli şüpheciliktir.

şüphecilik elis’li pyrrhon’la birlikte okullaşır. bilgi sorununu sistematik olarak ilk inceleyen şüpheci pyrrhon’dur.

descartes’de bir şüphecidir. onun şüpheciliğine yöntemli şüphe denir. descartes, şüpheciliği kesin bilgiyi buluncaya kadar tüm bilgileri gözden geçirme anlamında bir yöntem olarak kullanmıştır.

teizm

broken
evreni yaratan ve yöneten, vahiy yoluyla insanlara buyruklar veren bir tanrının varlığına inanır. teizm deyimi usu ve iradesi olan kişisel bir tanrının varlığını ileri sürmekle vahyi inkar ederek herkesin kendi aklına tabi olmasını ileri süren teizmin allah ile alemi bir sayan panteizmin, allah’ı ve dini inkar eden ateizmin, çoktanrıcılığı kabul eden politeizmin karşısındadır. bağnaz dinsel bir felsefe öğretisidir, bilimi yadsır. tanrıya insansal duygular yükleyen biçimine kişisel teizmin , tanrıyı tüm nesneleri nedeni sayan biçimine ussal teizm denir.

tüm bilimsel kuramları alt üst eden düşünce sistemidir. bilimle örtüştüğüne inandıkları değerler varsa sahip çıkarlar. neden-nasıl gibi soruları sormaz, bilimi kabul edeceklerse düşünceleriyle çelişmemesi şartını koşarlar...

siyasallaşan teistler ise bilimi siyasal bir araç olarak görüp bilimle bilimin yöntem ve bulgularını kullanarak savaşmayı tercih etmektedirler. bilimi yadsımakla kalmazlar bilimi dinsel kitaplardan örnekler vererek çürüttüklerini iddia ederler; bilimi dinle çürüttüklerini iddia ederler.

toplumun çoğunluğunu etkisi altına alan bilimi kabul ederken, bilimdeki yeni gelişmeleri dine ve allah’a bilinçli darbe vurmaya çalışanların ürünü olarak görme eğilimindedirler...

ateizm, teist düşünceyi, düşünce sistemini temellendirirken baz almazken, teist düşünce ateizm’i siyasi bir olgu olarak değerlendirir ve dünyanın başına gelmiş en büyük felaket olarak görür. ateizm ile savaşmayı temel prensibi haline getirir.

bu günün teistleri, teizm ile taban tabana zıt olan, panteizm, politerizm, deizm gibi düşünce akımlarını görmezden gelirken, ateizm’i kendisine yegane düşman olarak görme eğiliminde olmakla beraber, ateizminde teizme düşman olduğu sanrısına kapılarak, hezeyanlar yaşamaktadır.

tüm tarih boyunca birbirleriyle mücadele eden savaş veren teist akımlar, günümüze gelindiğinde şaşırtıcı bir şekilde ortak çalışma yürütmekte ve ateizmin lanetlenmesi için hertürlü çalışmaya girmektedirler.

batı teist düşüncenin ateizmle mücadele yöntemini doğu teizm i başarılı bulmakta ve batı teist kaynaklarını kendi dillerine çevirerek uyarlamalar yapmakta ve bu yayınları ücretsiz dağıtmaktadırlar.

karpaz

broken
karpaz, kıbrıs adasının kuzeydoğu ucundaki uzun dağlık burun bölgesidir. kilometrelerce uzunlukta ve çok ince altın sarısı kumdan oluşan altın kumsal burada bulunmaktadır.
karpaz burnunun en uç noktasında hristiyan azizlerinden en önemlilerinden birisi olan (bir rivayete göre de havarilerden biri olan) apostolos andreas (st. andrew) adına inşa edilmiş bir manastır bulunmaktadır. çok eski bir tarihi yapı olan bu manastırın hikayesi ise şöyle; aziz andreas uzun bir gemi yolculuğunda susuzluktan ve hastalıktan kırılan gemi mürettabatına kılavuzluk ederek bu burunun kayalık bir bölgesinde demir atarak karaya çıkmış. tatlı su bulmanın neredeyse imkansız olduğu bu kayalıklarda aziz andreas’ın elindeki değneği bir noktaya değdirmesiyle birlikte yerden tatlı su fışkırmaya başlamış. bu suyu içen mürettebatın tüm hastalıkları iyileşmiş, gözleri görmeyen birinin gözleri açılmış. o gün bu gündür buradaki çeşmeden akan suyun çeşitli hastalıklara iyi geldiği söylenir. her yıl dini bayramlarda kıbrıs’ın rum kesiminden otobüslerle buraya gelen yüzlerce rum bu manastırda ibadet eder ve bu çeşmeden su içerler. kutsal ve şifalı olduğuna inanılan bu suyu şişelere, bidonlara doldurarak evlerine götürürler. ayrıca buradaki kiliseye ilginç şekillerde mumlar yakarak adaklar adar, dilekler tutarlar.
karpaz aynı zamanda bu dağlık bölgedeki köyün de adıdır. köyde halen güney’e göç etmeyip kuzey kıbrıs’ta yaşamaya devam eden az sayıda rum nüfusa rastlamak mümkündür. cami ile kilise, niko’nun kahvesi ile mustafa’nın kahvesi yanyana bulunur. birlikte gayet huzurla yaşayan iki halkın yansıttığı bu huzuru oraya vardığınız anda hisseder ve etkilenirsiniz.
6 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol