istanbul kültür sanat vakfı (iksv), kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu olarak istanbul’da uluslararası sanat festivalleri düzenlemek amacıyla 1973 yılında dr. nejat f. eczacıbaşı önderliğindeki 14 işadamı tarafından kurulmuştur.
(bkz: istanbul kültür sanat vakfı)
iksv ve çydd gençleri sanatla buluşturmak için
"bi tam bi öğrenci" adında çok güzel bir proje başlatmışlar.
sanatsal faaliyetlere katılmaya gücü yetmeyen gençler için iksv’nin düzenlediği istanbul film, müzik ve caz festivallerinin yanı sıra daha bir çok etkinliğe katılma fırsatı yaratacak bu kampanyaya destek olmak için biletix.com’a girip 15 ytl’ye üç, 50 ytl’ye on öğrencinin sanatla buluşmasına olanak sağlayabiliyormuşsunuz. daha geniş bilgi için:
http://www.bitambiogrenci.org/
"bi tam bi öğrenci" adında çok güzel bir proje başlatmışlar.
sanatsal faaliyetlere katılmaya gücü yetmeyen gençler için iksv’nin düzenlediği istanbul film, müzik ve caz festivallerinin yanı sıra daha bir çok etkinliğe katılma fırsatı yaratacak bu kampanyaya destek olmak için biletix.com’a girip 15 ytl’ye üç, 50 ytl’ye on öğrencinin sanatla buluşmasına olanak sağlayabiliyormuşsunuz. daha geniş bilgi için:
http://www.bitambiogrenci.org/
üşüyorum...
içimdeki hasret bile ısıtmıyor. demek ki; bu kadar hasret yetmiyor. ne ısıtmaya, ne kavuşmaya.
hasret...
her köyün ardında bir dağ, her dağın ardında bir köy varsa; iki köyden iki gönül boyun bükmüşlerse birbirlerine, "hasret" dağlardır.
dağlar...
ben "ferhat" değilim. "şirin" denen güzel, hasretini çektiğimin, gölgesi bile olamaz! ama hasret var. dağlarda var arada. ve üşüyorum.
güzelliği, fiziki estetik olarak tarif eden, beyinleri çalışmamaktan paslanmış medeni zavallılar beni anlayamazlar.
ah güzel...
ah sevgili...
seni "sevgili" olarak tanıyıp, bildiğimden beri perişanım. şimdi elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi mahzun, ölümü bekleyen bir hasta gibi yüreği loş, dünyayı katletmişte prangalanmış bir katil kadar mahkum duygular içindeyim.
diğer taraftan da arkasındaki binlerce isyankarı, önündeki yüzlerce düşmanı umursamayıp:"erkek olan gelsin!" diyerek atını savaşa koşturan yavuz selim kadar da öfkeliyim. ve hepsinin hülasası titriyorum.
kalabalıklar...
bir zamanlar içine karıştığım ve kaybolduğum kalabalıklar. siz o
kalabalık" kelimesi kadar kabasınız! keşke geç anlamasaydım. keşke bir ömür aranızda "kalabalık" olarak kalmasaydım. keşke o sevgiliye, ruhumu çok daha önce verseydim ve kavuşmak için şimdi böyle bekliyor olmasaydım.
kalabalıklar... hangi sancılarla girdiysem aranıza, o sancılarla çıktım. ilaç olamadınız, deva olamadınız. caddeler artıklarınızla dolu, salonlar
gürültünüzle. her yer; siz varken de boş, siz yokken de.
ve yine hasret...
sese, tebessüme... samimi, ılık... sonra huzuru kucaklayıp, polemikleri sağlam zeminlere oturtmak, ardından o bahsettiğim öfke ile kalkıp, yavuzmuşcasına haykırmak: "şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan, beni bir gözleri ahuya zebun etti felek".
zaman...
"gözleri ahu"yu sadece, ömrünü peşinde koşmakla tükettiği "kadın" olarak
anlayanların zamanı. zaman onun, bunun veya bir başkasının olabilir mi? zaman onların değil ama; kadın ve erkek...her köşedeki yanyanalıkları ve iğrenç münasebetleri ile kristal hayalleri parçalayacak kadar alçalan mahluklar!
zincir, gönüllere vurulmuş.
içimdeki çaresizlik beni yalnızlığımla, kalabalıklar arasında eziyor. bir yandan kalabalıklara hınç, bir yandan sevgiliye hasret.
"sevgili kim?" onu siz bilmeyin. o esrar çözülmesin.
ben, uçmayı öğrenemeden gökyüzüne fırlatılmış bir kuş;
ben, ısınamayan sulara ateşim.
ve çaresizim.
ve üşüyorum.
her "ve" den sonra ızdırabım artar.
birde öfkem.
bu öfke belki de kendime.
daha sevgiliye bile kavuşamadıktan sonra...!
içimdeki hasret bile ısıtmıyor. demek ki; bu kadar hasret yetmiyor. ne ısıtmaya, ne kavuşmaya.
hasret...
her köyün ardında bir dağ, her dağın ardında bir köy varsa; iki köyden iki gönül boyun bükmüşlerse birbirlerine, "hasret" dağlardır.
dağlar...
ben "ferhat" değilim. "şirin" denen güzel, hasretini çektiğimin, gölgesi bile olamaz! ama hasret var. dağlarda var arada. ve üşüyorum.
güzelliği, fiziki estetik olarak tarif eden, beyinleri çalışmamaktan paslanmış medeni zavallılar beni anlayamazlar.
ah güzel...
ah sevgili...
seni "sevgili" olarak tanıyıp, bildiğimden beri perişanım. şimdi elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi mahzun, ölümü bekleyen bir hasta gibi yüreği loş, dünyayı katletmişte prangalanmış bir katil kadar mahkum duygular içindeyim.
diğer taraftan da arkasındaki binlerce isyankarı, önündeki yüzlerce düşmanı umursamayıp:"erkek olan gelsin!" diyerek atını savaşa koşturan yavuz selim kadar da öfkeliyim. ve hepsinin hülasası titriyorum.
kalabalıklar...
bir zamanlar içine karıştığım ve kaybolduğum kalabalıklar. siz o
kalabalık" kelimesi kadar kabasınız! keşke geç anlamasaydım. keşke bir ömür aranızda "kalabalık" olarak kalmasaydım. keşke o sevgiliye, ruhumu çok daha önce verseydim ve kavuşmak için şimdi böyle bekliyor olmasaydım.
kalabalıklar... hangi sancılarla girdiysem aranıza, o sancılarla çıktım. ilaç olamadınız, deva olamadınız. caddeler artıklarınızla dolu, salonlar
gürültünüzle. her yer; siz varken de boş, siz yokken de.
ve yine hasret...
sese, tebessüme... samimi, ılık... sonra huzuru kucaklayıp, polemikleri sağlam zeminlere oturtmak, ardından o bahsettiğim öfke ile kalkıp, yavuzmuşcasına haykırmak: "şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan, beni bir gözleri ahuya zebun etti felek".
zaman...
"gözleri ahu"yu sadece, ömrünü peşinde koşmakla tükettiği "kadın" olarak
anlayanların zamanı. zaman onun, bunun veya bir başkasının olabilir mi? zaman onların değil ama; kadın ve erkek...her köşedeki yanyanalıkları ve iğrenç münasebetleri ile kristal hayalleri parçalayacak kadar alçalan mahluklar!
zincir, gönüllere vurulmuş.
içimdeki çaresizlik beni yalnızlığımla, kalabalıklar arasında eziyor. bir yandan kalabalıklara hınç, bir yandan sevgiliye hasret.
"sevgili kim?" onu siz bilmeyin. o esrar çözülmesin.
ben, uçmayı öğrenemeden gökyüzüne fırlatılmış bir kuş;
ben, ısınamayan sulara ateşim.
ve çaresizim.
ve üşüyorum.
her "ve" den sonra ızdırabım artar.
birde öfkem.
bu öfke belki de kendime.
daha sevgiliye bile kavuşamadıktan sonra...!
(bkz: her şeyi alıp gitmek)
(bkz: kopya cekmek)
saray palyaçolarının amiri.
(bkz: soytarı başı)
ünlü aktör peter sellersın eski bir filmidir: hayali ve küçük bir avrupa ülkesi olan grand fenwickin tek gelir kaynağı ihraç ettiği şaraptır. ancak süper güç amerika bir gün bu ürüne rakip ve modern koşullarda üretilen bir california şarabı piyasaya sürer. bu duruma çok bozulan grand fenwick bu durumdan karlı çıkmak için bir plan yapar: şarap satmaktan para kazanamayacak olan küçük ülke, amerikayla savaşa girecek, kaybedecek ve yüklü bir savaş tazminatı kazanacaktır. zar zor toplanan 30 kişilik fenwick ordusu amerikaya savaş ilan edip gemiyle okyanusu geçer. ancak new york sahillerine ayak basan ordusu verilen yanlış bir hava saldırısı alarmıyla sığınaklara girmiş halk yüzünden bomboş bir şehirle karşılaşır. sokakları boş kenti gezerken tesadüfen yeni geliştirilen ve çok güçlü bir nükleer bomba (q bombası) bulan grand fenwick ordusu, hiç beklemediği halde devasa rakibi amerikayı altetmiş olur.
halkın cumhurbaşkanı adayı lütfü oflaz, 12 eylülden sonra yazdığı bir yazı nedeniyle yargılanan ilk yazardı. darbeye karşı ilk insan hakları kampanyasını o başlattı. her türlü zulme başkaldırdı. hapislere atıldı. işkence gördü. medyadaki çürümeye ilk diklenenlerden biriydi. egemenlere direndi, dokuz köyden kovuldu ama bir gün bile kalemini uyarlamayı aklının ucundan geçirmedi. tek başına da kalsa mazlumun yanında saf tuttu. günde beş vakit kendisine "zalim kim olursa olsun ona karşı ol, mazlum kim olursa olsun ondan yana ol" öğüdünü verdi; bunu da hakkıyla uyguladı; oflaz, peter sellersin canlandırdığı o müthiş "kükreyen fare" karakterinin gerçek hayattaki izdüşümüdür. sellers "kükreyen fare" filminde ülkesini sinek gibi ezmeye çalışan abdye nasıl kafa tutmuşsa, oflaz da busha hareket çekiyor.
- zaman gazetesi - 30 aralık 2005 -
- zaman gazetesi - 30 aralık 2005 -
lütfü oflazın leman dergisinde yazıkatür isimli köşesinde yer almış yazılarının derlendiği kitap.
(bkz: kalemlerin şövalyesi)
bergene ait şarkının sözleri:
yillar yili dert yolunda
ne ilk nede sonuncuyum
kahrediyor hayat beni
ben acilar kadiniyim
söylemiyor kimse derman
öyle zorki mutlu olmak
yüreginde büyük ferman
acilarin kadiniyim
ben acilar kadiniyim
sevdalardan darbe yedim
su gönlüme sevme dedim
ömrü yare kul eyledim
ben acilar kadiniyim
cektip gitti sevilenler
gariplerdi ezilenler
dünya sizin sevmeyenler
acilarin kadiniyim
ben acilarin kadiniyim
yillar yili dert yolunda
ne ilk nede sonuncuyum
kahrediyor hayat beni
ben acilar kadiniyim
söylemiyor kimse derman
öyle zorki mutlu olmak
yüreginde büyük ferman
acilarin kadiniyim
ben acilar kadiniyim
sevdalardan darbe yedim
su gönlüme sevme dedim
ömrü yare kul eyledim
ben acilar kadiniyim
cektip gitti sevilenler
gariplerdi ezilenler
dünya sizin sevmeyenler
acilarin kadiniyim
ben acilarin kadiniyim
(bkz: acıların kadını)
(bkz: kitaro)
(bkz: sen küçükken çok salaktın)
karadenizde bulunan bir bitki. özellikle ısırgan otu yanmalarında panzehirdir. acıyı en aza indirip derideki kabarmaları önler.
heredot, lazoi(lazlar) diye anlattigi insanlar icin, karadenize misir ülkesinden geldiklerini ve misir kökenli olduklarini yaziyor.
hatta misir ürününü onlar karadenize getirmis ve adinı da lazut koymuslar.
hatta misir ürününü onlar karadenize getirmis ve adinı da lazut koymuslar.
fuat sakanın lazutlar / livera albümünün yakan şarkısı. ciğerparem(orjinal isim civari) bir annenin gurbete giden oğlu için söylenmiş, dodekanişa adasından bir şarkıdır.
sözleri:
ah kör olası zalim gurbet
ciğerim yandı kor
gelmez geri ciğerparem
yanarım yanarım
yanarım dönmez geri
ah yol gözlerim, haydi dön gel
giden gelmez ki ah
yanarım yanarım
yanarım dönmez geri
sözleri:
ah kör olası zalim gurbet
ciğerim yandı kor
gelmez geri ciğerparem
yanarım yanarım
yanarım dönmez geri
ah yol gözlerim, haydi dön gel
giden gelmez ki ah
yanarım yanarım
yanarım dönmez geri
(bkz: ciğerparem)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?