bize öyle ülkesel rekorlar yetmez, dünya rekoru kırmamız lazım. allah hükümetimizden razı olsun ki çamlıca’ya yapılacak camii ile bir dünya rekoru kıracağız. (özellikle beş vakit namaz kılan bir başbakanımız var. mesela ingiltere’de kraliçe elizabeth alnı secde görmeden vefat edecek. yazık, üzülüyorum ingiliz vatandaşları adına. allah günahlarını affetsin)
çamlıca’ya yapılacak olan dev camiinin (caminin büyüklüğü ne kadar artarsa sevapta o kadar artar müslüman kardeşlerim) harcamaları devlet bütçesinden karşılanacak. ya n’olacağdı ya arkadaşlar hükümet ve başbakanımız kendi cebinden mi karşılayacaktı. önemli değil yani, vatandaşların rızası ile ilgili bir sıkıntı çıkarsa şayet hükümet koyar önümüze bi referandum sandığını. yüzde elli nokta bir bile çıksa diker o camiyi. çünkü “milli irade” her şeyin üzerindedir. türkiye’de vergi ödeyen insanların ödedikleri ile yapılacak olan cami nasıl olurda haksız olur? işte bunu açıklayamazsınız. çünkü vergi toplamayıp o camiyi yaptırmasaydık belki de o para ile içki içeceklerdi, kız arkadaşlarıyla yiyeceklerdi o parayı. tekrardan allahu ekber diye bağırıyor ve hükümetimizden allah razı olsun demeyi kendime bir görev addediyorum.
çamlıca’ya dikilecek olan camide insanlar ibadet edecek ibadet ettikçe belki kalpleri yumuşayacak belki de uludere olayını hatırlayacak, sivas’ta yaşananları hatırlayacak hükümetin özür dilemesi gerektiği konusunda düşüncelere dalacaklar. huşu içerisinde ezan dinlerken, sınav sorularının çalınarak devlet kadrolarına insanların dahil edilmelerinin çok da hakça olmadığı kafalarına dank edecek.
hutbedeki hoca diyanetten gelen vaazı okuduğu sıralarda “müslüman olmayanlara da saygı gösterilmesi, dinde zorlama olmadığı” konularına değindiği sıralarda insanlar “devlet neden alkole, sigaraya yasak koyuyor” “neden devlet kadınların kürtaj yaptırmasına, sezeryan yaptırmasına karışır ki” deyip hüzünlenirler.
çamlıca’ya yapılacak caminin hikmetlerini sorgulamayın vatandaşlar. yoksa dinsiz ateiste çıkar adınız, mazallah sivas olaylarına benzer olaylar yaşanabilir. sonuçta müslüman elinden dilinden zarar gelmeyen olsa da arada “provakatörler, derin devlet” ortaya çıkıyor ve müslümanların adını karalayacak eylemler yapabiliyor.
eeee lafı çok uzattık. sonuçta abdestli namazlı bir başbakanımız var değil mi? allah razı olsun.
alnı secde görmeden vefat edecek olan kraliçe elizabeth’in ülkesinde müslümanlar çok daha özgürler. hani fesatlık yapmak gibi olmasında bi ara düşünürsünüz belki.
genel kamu hukuku dersinde gülay arslan yeni bir tartışma başlığı ortaya sürdü. eşcinsellerin evliliğine, evlat edinmesine engel olan unsur kapitalizm midir? anfide çok az sayıda arkadaş söz hakkı aldı. ve konuşanlarda kapitalizmin aile kurumuna duyduğu ihtiyaçtan bahsetti. yani aile, tüketim kültürünün en vazgeçilmez kaynaklarından birisiydi ve aileler olmaksızın insan nüfusu artmayacağı üzere de tüketim azalacak ve bu da kapitalizmin sonu olacaktı. bundan dolayı kapitalist sistem eşcinsellere karşı bir politika yürütür ve onları toplumdan tecrit etmeye çalışırdı.
söz hakkı aldığımda henüz benim söyleyeceklerimi kimse dile getirmemişti. çok kısa bir şekilde kapitalizmin değişen şartlara uyum sağlayabildiğini yani eşcinsellerin evlenebildiği, evlat edinebildiği bir toplumda da buna ilişkin ihtiyaçları karşılayabilecek olduğundan bahsettim. ardından tüketim kültürünün sadece aile kavramı üzerinden ve nüfus üzerinden yürümediğinden bahsettim. yani çin’de milyarlarca insan yaşamasına rağmen hepsi tüketim kültürüne hizmet etmiyordu. hepsi iphone kullanıp, mercedes arabalara binmiyorlardı sonuçta. yani tüketim kültürü dediğimiz şey de nüfusa endeksli bir yapı değildi. eşcinsellere ilişkin bu tutumun kapitalizmden değil muhafazakar güdülerden ve daha çok da dini temellerden kaynaklanıyordu. bütün ilahi dinlerde eşcinsellik büyük bir günahtı.
ben bunlardan bahsederken muhtemelen söylediklerim hoşuna gitmiş olan gülay hocamız sözü benden devraldı ve eşcinsellerin ne kadar çok tükettiklerinden bahsetmeye başladı. eşcinseller çok alışveriş yapıyor, modayı takip ediyor adeta tüketim çarkını onlar çeviriyorlardı. tüm bunlardan bahsederken de inceden gülen hocamız arada bana bakıyor “değil mi? değil mi ama?” diye başını sallıyordu. eşcinselleri kendi kafasında kategorize eden hocamız onlara bi yaşam tarzını özgülemiş ve konuyu bambaşka bi yere getirmişti. anfinin önlerinde oturduğumdan arkalarda oturanlar sürekli öne doğru eğilip kimlik tespiti yapmaya çalışıyorlardı. neden mi? anfide gey var çünkü. demin söylediklerimin hiç bir önemi yok. teorikmiş, mantıklıymış kimse önemsemiyor artık. muhtemelen o gün anfide dersi dinleyen insanlara bu konu tekrar açılırsa ilk söz alan arkadaşlardan duyduklarını başka insanlara aktaracaklardır.
eşcinsellere ilişkin tutum özgürlük ve adaletin öğretildiği hukuk fakültesinde bile böyle iken mahkemelerden ve barolardan farklı bir davranış beklemeyin. o gün beni rahatsız eden hocanın bana öyle davranması değildi. insanların beni gey zannetmesi de umrumda değil. benim orada bahsettiğim şeylerin hocanın manevrası ile nasıl farklı bir alana kaydığıdır. artık söylenen sözler değil kimlik ön plana çıkmıştır çünkü.
söz hakkı aldığımda henüz benim söyleyeceklerimi kimse dile getirmemişti. çok kısa bir şekilde kapitalizmin değişen şartlara uyum sağlayabildiğini yani eşcinsellerin evlenebildiği, evlat edinebildiği bir toplumda da buna ilişkin ihtiyaçları karşılayabilecek olduğundan bahsettim. ardından tüketim kültürünün sadece aile kavramı üzerinden ve nüfus üzerinden yürümediğinden bahsettim. yani çin’de milyarlarca insan yaşamasına rağmen hepsi tüketim kültürüne hizmet etmiyordu. hepsi iphone kullanıp, mercedes arabalara binmiyorlardı sonuçta. yani tüketim kültürü dediğimiz şey de nüfusa endeksli bir yapı değildi. eşcinsellere ilişkin bu tutumun kapitalizmden değil muhafazakar güdülerden ve daha çok da dini temellerden kaynaklanıyordu. bütün ilahi dinlerde eşcinsellik büyük bir günahtı.
ben bunlardan bahsederken muhtemelen söylediklerim hoşuna gitmiş olan gülay hocamız sözü benden devraldı ve eşcinsellerin ne kadar çok tükettiklerinden bahsetmeye başladı. eşcinseller çok alışveriş yapıyor, modayı takip ediyor adeta tüketim çarkını onlar çeviriyorlardı. tüm bunlardan bahsederken de inceden gülen hocamız arada bana bakıyor “değil mi? değil mi ama?” diye başını sallıyordu. eşcinselleri kendi kafasında kategorize eden hocamız onlara bi yaşam tarzını özgülemiş ve konuyu bambaşka bi yere getirmişti. anfinin önlerinde oturduğumdan arkalarda oturanlar sürekli öne doğru eğilip kimlik tespiti yapmaya çalışıyorlardı. neden mi? anfide gey var çünkü. demin söylediklerimin hiç bir önemi yok. teorikmiş, mantıklıymış kimse önemsemiyor artık. muhtemelen o gün anfide dersi dinleyen insanlara bu konu tekrar açılırsa ilk söz alan arkadaşlardan duyduklarını başka insanlara aktaracaklardır.
eşcinsellere ilişkin tutum özgürlük ve adaletin öğretildiği hukuk fakültesinde bile böyle iken mahkemelerden ve barolardan farklı bir davranış beklemeyin. o gün beni rahatsız eden hocanın bana öyle davranması değildi. insanların beni gey zannetmesi de umrumda değil. benim orada bahsettiğim şeylerin hocanın manevrası ile nasıl farklı bir alana kaydığıdır. artık söylenen sözler değil kimlik ön plana çıkmıştır çünkü.
özünde keçi sütü ve salepin olduğu dünya tatlısı yiyecek. ama benim için dondurma olayı maraş dondurması ve diğerleri olarak ikiye ayrılır.
kaç yaşındaydım hiç hatırlamıyorum. aklımda en çok kalan bizim eve dondurma alınacaksa bu hep maraş dondurması olurdu. çarşıya çıktığımız zamanlarda algida max alırlardı bana, yolda yemem için (burada yaşımın çok küçük olduğuna dair bi vurgu var).
herkes gibi televizyonun başından ayrılmadığım yaz tatillerinde bol miktarda reklam izler ve otomatik portakala bağlardım beynimi. reklamlarda çıkan abla (yazar gerçekten küçük yaşta) magnum dondurmayı ısırıyor ve çıkan sesle adeta bizleri büyülüyordu. o dönemde babamdan kaç kez magnum istesem de gene gidip maraş dondurması alıyordu. maraşlılık ruhuna işlemiş olan ailem başka dondurma yemem diye maraş dondurması faşizmi estiriyordu evde.
her sabah ekmek almaya giden evin küçüğü (yazar evin zaten tek çocuğu, yoksa küçük olduğuna vurgu yok. ama küçük) olarak ekmek paralarından artanları biriktiriyordum. bende o abla gibi seksi bir şekilde magnumu ısırabilecektim (seksi kelimesi beni o zamanlar utandırıyordu çünkü k).
bir iki gün sonra bakkala gidip magnumu aldım. hevesle açtım paketini. magnumu ağzıma götürürken geçen sürede mahalleli bir gençte bisikletin bedalına aynı zamana denk gelsin diye özellikle yeterli miktarda kuvvet uyguluyordu. çocuk bana çarptı ve magnum elimden düşerken bisikletin çamurluk ve arka tekerleğinin arasına düştü. bisikletli çocuk giderken arkasından tekerleğe yapışık biçimde dönen magnumu izledim.
bu olayı neden hala unutmam bilemem. o dönemde dondurma yemeyen bi çocuk değildim, magnum gözümde büyütülecek ulaşılması zor bişi değildi. almaya karar verdikten sonra hemen elde ettiğim bir şeydi.
artık bu olay beni ne kadar derinden sarstıysa liseye kadar hiç magnum yemedim. külah külah maraş dondurması yedim, cornetto yedim ama magnum
kaç yaşındaydım hiç hatırlamıyorum. aklımda en çok kalan bizim eve dondurma alınacaksa bu hep maraş dondurması olurdu. çarşıya çıktığımız zamanlarda algida max alırlardı bana, yolda yemem için (burada yaşımın çok küçük olduğuna dair bi vurgu var).
herkes gibi televizyonun başından ayrılmadığım yaz tatillerinde bol miktarda reklam izler ve otomatik portakala bağlardım beynimi. reklamlarda çıkan abla (yazar gerçekten küçük yaşta) magnum dondurmayı ısırıyor ve çıkan sesle adeta bizleri büyülüyordu. o dönemde babamdan kaç kez magnum istesem de gene gidip maraş dondurması alıyordu. maraşlılık ruhuna işlemiş olan ailem başka dondurma yemem diye maraş dondurması faşizmi estiriyordu evde.
her sabah ekmek almaya giden evin küçüğü (yazar evin zaten tek çocuğu, yoksa küçük olduğuna vurgu yok. ama küçük) olarak ekmek paralarından artanları biriktiriyordum. bende o abla gibi seksi bir şekilde magnumu ısırabilecektim (seksi kelimesi beni o zamanlar utandırıyordu çünkü k).
bir iki gün sonra bakkala gidip magnumu aldım. hevesle açtım paketini. magnumu ağzıma götürürken geçen sürede mahalleli bir gençte bisikletin bedalına aynı zamana denk gelsin diye özellikle yeterli miktarda kuvvet uyguluyordu. çocuk bana çarptı ve magnum elimden düşerken bisikletin çamurluk ve arka tekerleğinin arasına düştü. bisikletli çocuk giderken arkasından tekerleğe yapışık biçimde dönen magnumu izledim.
bu olayı neden hala unutmam bilemem. o dönemde dondurma yemeyen bi çocuk değildim, magnum gözümde büyütülecek ulaşılması zor bişi değildi. almaya karar verdikten sonra hemen elde ettiğim bir şeydi.
artık bu olay beni ne kadar derinden sarstıysa liseye kadar hiç magnum yemedim. külah külah maraş dondurması yedim, cornetto yedim ama magnum
hayalimdeki suç ne mi?
bir gece yarısı tiffanys’e girmek.
soymak için mi?
hayır. avizesi için.
paha biçilemez.
tam ben indirirken bir kadın beni yakalıyor.
bana durmamı söylüyor, babasının dükkanıymış.
yani kız tiffany.
hayır diyorum.
bütün gece sevişiyoruz.
sabah, polisler geliyor…
ben de birisinin üniformasını giyerek arkadan kaçıyorum.
ona “benimle meksika’da buluş.” diyorum.
fakat kanada’ya gidiyorum.
neden? çünkü ona güvenmem.
ayrıca, soğuğu da severim.
30 yıl sonra bir kart alıyorum.
o gece bir oğlum olmuş ve polis şefi olmuş.
hikaye işte burda ilginçleşiyor.
tiffany’e paris’te, trocadero meydanında buluşalım diyorum.
onca yıl beni beklemiş.
benden başkasını sevmemiş.
umrumda olmaz.
buluşmam…
berlin’e giderim.
çünkü avizeyi oraya saklamıştım.
dwight schrute / the office
bir gece yarısı tiffanys’e girmek.
soymak için mi?
hayır. avizesi için.
paha biçilemez.
tam ben indirirken bir kadın beni yakalıyor.
bana durmamı söylüyor, babasının dükkanıymış.
yani kız tiffany.
hayır diyorum.
bütün gece sevişiyoruz.
sabah, polisler geliyor…
ben de birisinin üniformasını giyerek arkadan kaçıyorum.
ona “benimle meksika’da buluş.” diyorum.
fakat kanada’ya gidiyorum.
neden? çünkü ona güvenmem.
ayrıca, soğuğu da severim.
30 yıl sonra bir kart alıyorum.
o gece bir oğlum olmuş ve polis şefi olmuş.
hikaye işte burda ilginçleşiyor.
tiffany’e paris’te, trocadero meydanında buluşalım diyorum.
onca yıl beni beklemiş.
benden başkasını sevmemiş.
umrumda olmaz.
buluşmam…
berlin’e giderim.
çünkü avizeyi oraya saklamıştım.
dwight schrute / the office
yaşadığı yüzyıla uyum sağlayamayan müslümanların büyük bir muhafazakarlık ile devam ettirdikleri mesleklerden birisidir. meslek demek de doğru olur mu bilinmez. at hırsızı tipli adamlar(şimdiye kadar gördüklerim). çalar saatler gibi binlerce teknolojik cihaz dururken neden davulda ısrar ederler bilinmez. insanlara zorla dinlettirilen bir işkenceden başka bir şey değildir.
istanbul üniversitesi hukuk fakültesi türkiye’de ki iyi hukuk fakültelerindendir. buna çoğu kimse itiraz etmez. ama eksikleri de yazmak lazım ki istanbul üniversitesi hukuk fakültesini tercih edecekseniz bir kez daha düşünürsünüz.
istanbul üniversitesi hukuk fakültesi (iühf) son dört yıldır sürekli kontenjanını arttırdı. bundan dolayı sizi yaklaşık olarak dört yüz kişilik sınıflar bekliyor. anfiler büyük ve tavanları da yüksek olduğu için çok rahatsız edici olmaz ama kalabalık olması tabi ki dersleri dinlerken ve yer bulmada sorun çıkaracaktır.
kampüs gayet iyidir. havuzlu bahçesi, süleymaniye manzaralı olan bahçe, ön bahçe hepsi çok güzeldir. sınav dönemi ders çalışmak için de okul içerisinde kütüphane sayısı artırıldı. zaten merkez kütüphane beyazıt meydanında geceye kadar açık. sınav dönemleri veya sınavlardan önce çalışmak isterseniz rahatlıkla ders çalışabilirsiniz. ben beşiktaş’ta ki bahçeşehir üniversitesine ait barbaros kütüphanesini kullanıyorum. kütüphaneye giriş için nüfuz cüzdanı yeterli.
iühf’de kontenjan artmasına rağmen hoca sayısında bir değişiklik olmadı. araştırma görevlisi sayısı artmadığı içinde derslerdeki verim düştü, yıllık sisteme geçildi. yıllık sistem derslerin dönemlere bölünmeden bütün olarak verilip sadece sene sonunda yapılan bir final ile sonuçlandırılması. eskiden dönemlik sistem vardı ve dersleri geçmek daha kolaydı. yıllık sistem bütünsellik açısından iyi olsa da sınavların üç saat sürmesi (sınav üç saat olunca yaklaşık 7-8 sayfa cevap kağıdı yazmak ve soruları düşünmek-hızlı olmak öyle çok kolay olmuyor) insanı hayattan soğutuyor.
okulda derslerden çok ekstrem bir tembellik yapmadığınız sürece kalmazsız. semih gemalmaz’ın dersleri hariç tabi ki. gemalmaz birinci sınıfta genel kamu, üçüncü sınıfta ise insan hakları dersini veriyor. ikiside zorunlu dersler. sınavlara fotokopi hariç ders notu ve isteğiniz kitaplarla girebilirsiniz. ama bu dersten kim neye göre geçer halen bilen yok. kıstas nedir bilinmez. bir de semih hocanın bel çantası vardır ki o çantanın içinde ne olduğunu herkesler merak eder. (şayet öğrenen bi arkadaş olursa muhakkak bana ulaşsın.)
derslere hazırlık olarak kitaplar ve kanunlar yeterli. hukuk okunmayacak kadar zor bir bölüm ya da insanların bahsettiği üzere “kalın kalın kitapların ezberlettirildiği” bir fakülte değildir. ancak hukuku sevmeyenler ya da okumak istemeyenler kesinlikle yazmasınlar. sevmeyen tanıdıklarım çekilmez bir bölüm olduğunu defalarca söylediler.
iühf’de çok sevilen hocalardan bazıları aydın gülan, fatih selami mahmutoğlu, nami barlas. bu üç hocadan çok daha fazla hocayı seveceğinize eminim ama benim fakülte hayatımda en çok sevdiğim hocalarımdır.
özetle şayet iyi vakıf üniversitelerini kazanabiliyorsanız ( bahçeşehir, bilgi vs.) iühf’yi tercih etmeyin. devlet üniversitesi olduğu üzere imkanları çok sınırlı ve kalabalık. ingilizce ve başka yabancı dilleri okulda öğrenmek istiyorsanız vakıf üniversiteleri daha iyi bir seçim olacaktır.
istanbul üniversitesi hukuk fakültesi (iühf) son dört yıldır sürekli kontenjanını arttırdı. bundan dolayı sizi yaklaşık olarak dört yüz kişilik sınıflar bekliyor. anfiler büyük ve tavanları da yüksek olduğu için çok rahatsız edici olmaz ama kalabalık olması tabi ki dersleri dinlerken ve yer bulmada sorun çıkaracaktır.
kampüs gayet iyidir. havuzlu bahçesi, süleymaniye manzaralı olan bahçe, ön bahçe hepsi çok güzeldir. sınav dönemi ders çalışmak için de okul içerisinde kütüphane sayısı artırıldı. zaten merkez kütüphane beyazıt meydanında geceye kadar açık. sınav dönemleri veya sınavlardan önce çalışmak isterseniz rahatlıkla ders çalışabilirsiniz. ben beşiktaş’ta ki bahçeşehir üniversitesine ait barbaros kütüphanesini kullanıyorum. kütüphaneye giriş için nüfuz cüzdanı yeterli.
iühf’de kontenjan artmasına rağmen hoca sayısında bir değişiklik olmadı. araştırma görevlisi sayısı artmadığı içinde derslerdeki verim düştü, yıllık sisteme geçildi. yıllık sistem derslerin dönemlere bölünmeden bütün olarak verilip sadece sene sonunda yapılan bir final ile sonuçlandırılması. eskiden dönemlik sistem vardı ve dersleri geçmek daha kolaydı. yıllık sistem bütünsellik açısından iyi olsa da sınavların üç saat sürmesi (sınav üç saat olunca yaklaşık 7-8 sayfa cevap kağıdı yazmak ve soruları düşünmek-hızlı olmak öyle çok kolay olmuyor) insanı hayattan soğutuyor.
okulda derslerden çok ekstrem bir tembellik yapmadığınız sürece kalmazsız. semih gemalmaz’ın dersleri hariç tabi ki. gemalmaz birinci sınıfta genel kamu, üçüncü sınıfta ise insan hakları dersini veriyor. ikiside zorunlu dersler. sınavlara fotokopi hariç ders notu ve isteğiniz kitaplarla girebilirsiniz. ama bu dersten kim neye göre geçer halen bilen yok. kıstas nedir bilinmez. bir de semih hocanın bel çantası vardır ki o çantanın içinde ne olduğunu herkesler merak eder. (şayet öğrenen bi arkadaş olursa muhakkak bana ulaşsın.)
derslere hazırlık olarak kitaplar ve kanunlar yeterli. hukuk okunmayacak kadar zor bir bölüm ya da insanların bahsettiği üzere “kalın kalın kitapların ezberlettirildiği” bir fakülte değildir. ancak hukuku sevmeyenler ya da okumak istemeyenler kesinlikle yazmasınlar. sevmeyen tanıdıklarım çekilmez bir bölüm olduğunu defalarca söylediler.
iühf’de çok sevilen hocalardan bazıları aydın gülan, fatih selami mahmutoğlu, nami barlas. bu üç hocadan çok daha fazla hocayı seveceğinize eminim ama benim fakülte hayatımda en çok sevdiğim hocalarımdır.
özetle şayet iyi vakıf üniversitelerini kazanabiliyorsanız ( bahçeşehir, bilgi vs.) iühf’yi tercih etmeyin. devlet üniversitesi olduğu üzere imkanları çok sınırlı ve kalabalık. ingilizce ve başka yabancı dilleri okulda öğrenmek istiyorsanız vakıf üniversiteleri daha iyi bir seçim olacaktır.
hukuki facebook sayfası.
https://www.facebook.com/gayrimumeyyiz
https://www.facebook.com/gayrimumeyyiz
cezai ve hukuki sorumluluğu bulunmayan birey.
(bkz: ifade özgürlüğü)
özgürlük üzerine okumak isteyeceğiniz, okunması gereken makalelerin bulunduğu sitedir. şiddetle tavsiye edilir.
http://ozgurtoplumundegerleri.com/index.php
http://ozgurtoplumundegerleri.com/index.php
en yorucu mesleklerden birisi olmasına rağmen müvekkiller tarafından bazende adliye ile yakından uzaktan ilgisi olmayanlarca alakasız ithamlara maruz kalınan meslektir.
ankarada istanbula göre kat kat pahalı olan ulaşım aracı.
vizyondaki iki film, iki farklı vizyon. türklerin hayatları boyunca kendi başaramadıkları her şeye rağmen övünç kaynağı olarak gördükleri istanbul’un fethini konu alan fetih 1453 ilk gösterim saati ile de oldukça ses getirdi. bir dönem kurtlar vadisi, deli yürek gibi filmler ile genç muhafazakar milliyetçi kesimin sevgisini kazanan yapıtlar sonrasında bu alanlara yönelik çalışmalarda arttı. türk sinemasında milliyetçiliğe oynamak yada 1980 darbesi üzerine filmler yapmak gişede işe yarıyor.
fetih filmine gidenlerin film sonrasında bir kez daha “türkün türkten başka dostu olmadığı, türkiye’nin üç yanı deniz dört yanı düşmanlarla çevrili” olduğunu hatırlayıp evlerine dönecekler. nefret etmek, düşmanlık beslemek için onlarca sebep kafalarında. iç mihraklar ve dış mihraklar ile örülü duvarlar arasında kendi gettolarına çekilip yeniden dünyayı fethetme düşünceleriyle girecekler yorganlarının altına. artık onlar için hrant bu ülkenin vatandaşı değil “ermeni” olacak, kürtlere yapılan haksızlıklara karşı şiddeti söylem olarak belirlemeyip bireyin özgürlüğünü savunanlar pkk’lı damgasını yiyecekler. filmler bakış açıları üzerinde etki edebilir. özellikle henüz kişiliği oturmamış, ilkesel fikirleri olmayan insanlar üzerinde derin etkiler bırakır. sırf bu sebeplerden dolayı bile milliyetçiliği, ırkçılığı tetikleyen film ve dizilerden uzak durulması gerektiğini her seferinde dile getirdim.
the help filmi de ırkçılık üzerine olan filmlerden. ama film sonrasında ırkçı düşünceler kara leke olarak zihninize yapışmayacaktır. film klasik siyah-beyaz çatışmasına farklı bir açıdan ele almış. missisippi eyaletinde geçen hizmetçi kadınların hayatını gözler önüne seriyor. filmde mesaj verme çabası içerisine girilmemiş, mahsun kırmızıgül’ün filmleri gibi her konuya el atma girişimi de yok. film yardımcı kadınların ırkçılık düzlemindeki yaşamlarını işliyor. bu filmi izleyen arkadaşlar amerikayı kınayıp, osmanlı tarihinden güzide örnekler vereceklerdir. zira biz türkiye cumhuriyeti vatandaşları değiliz ya. ondan dolayı türkiye’deki kara lekeler ile yüzleşmemize gerek yok! hatta her fırsatta istanbul’un fethi ile övünmenizi de açıklığa kavuşturmuş olduk.
istanbul’un fethi tarihte yaşanmış bir olaydan ibarettir. çağ açıp çağ kapamamıştır. bunu dünyada türkiye dışında kabul eden devlet yok. hadi o zaman sürekli geçmişte yaşanmış olaylar ile övünüp oturmak yerine herkes kendi yaptıkları ile övünmeye başlasın. tabi övünecek bir şeyler yapmışsa, yapıyorsa. fetih 1453 filmi, milliyetçilik duygusunu şaha kaldıran kurtlar vadisi gibi yapımlar yerine vaktinize ve fikirlerinize faydalı yapımları izleyin.
özetle milliyetçilik/irkçılık duygusu üzerinde vizyonda iki film var. the help ve fetih 1453 seçim size kalmış.
http://mehmetkoker.com/2012/02/17/fetih-1453-ve-the-help/
fetih filmine gidenlerin film sonrasında bir kez daha “türkün türkten başka dostu olmadığı, türkiye’nin üç yanı deniz dört yanı düşmanlarla çevrili” olduğunu hatırlayıp evlerine dönecekler. nefret etmek, düşmanlık beslemek için onlarca sebep kafalarında. iç mihraklar ve dış mihraklar ile örülü duvarlar arasında kendi gettolarına çekilip yeniden dünyayı fethetme düşünceleriyle girecekler yorganlarının altına. artık onlar için hrant bu ülkenin vatandaşı değil “ermeni” olacak, kürtlere yapılan haksızlıklara karşı şiddeti söylem olarak belirlemeyip bireyin özgürlüğünü savunanlar pkk’lı damgasını yiyecekler. filmler bakış açıları üzerinde etki edebilir. özellikle henüz kişiliği oturmamış, ilkesel fikirleri olmayan insanlar üzerinde derin etkiler bırakır. sırf bu sebeplerden dolayı bile milliyetçiliği, ırkçılığı tetikleyen film ve dizilerden uzak durulması gerektiğini her seferinde dile getirdim.
the help filmi de ırkçılık üzerine olan filmlerden. ama film sonrasında ırkçı düşünceler kara leke olarak zihninize yapışmayacaktır. film klasik siyah-beyaz çatışmasına farklı bir açıdan ele almış. missisippi eyaletinde geçen hizmetçi kadınların hayatını gözler önüne seriyor. filmde mesaj verme çabası içerisine girilmemiş, mahsun kırmızıgül’ün filmleri gibi her konuya el atma girişimi de yok. film yardımcı kadınların ırkçılık düzlemindeki yaşamlarını işliyor. bu filmi izleyen arkadaşlar amerikayı kınayıp, osmanlı tarihinden güzide örnekler vereceklerdir. zira biz türkiye cumhuriyeti vatandaşları değiliz ya. ondan dolayı türkiye’deki kara lekeler ile yüzleşmemize gerek yok! hatta her fırsatta istanbul’un fethi ile övünmenizi de açıklığa kavuşturmuş olduk.
istanbul’un fethi tarihte yaşanmış bir olaydan ibarettir. çağ açıp çağ kapamamıştır. bunu dünyada türkiye dışında kabul eden devlet yok. hadi o zaman sürekli geçmişte yaşanmış olaylar ile övünüp oturmak yerine herkes kendi yaptıkları ile övünmeye başlasın. tabi övünecek bir şeyler yapmışsa, yapıyorsa. fetih 1453 filmi, milliyetçilik duygusunu şaha kaldıran kurtlar vadisi gibi yapımlar yerine vaktinize ve fikirlerinize faydalı yapımları izleyin.
özetle milliyetçilik/irkçılık duygusu üzerinde vizyonda iki film var. the help ve fetih 1453 seçim size kalmış.
http://mehmetkoker.com/2012/02/17/fetih-1453-ve-the-help/
stüdyodan izledğim eve yeni gelebildiğim programdır. stüdyoya gidecek arkadaşlara yanlarında pamukta götürmelerini tavsiye ederim. bazı zamanlarda müziğin sesinden geçici sağırlık oluşabiliyor. program için rezervasyonda falan harika nazik davranıyorlar. gittiğimizde program saatine kadar cafesinde takıldık. tek kelimeyle harika bi geceydi.
cennetteki güzel gözlü kız.
yaz olduğu için midir neden bilinmez ama iğrenç dandik türk filmlerini ısrarla yayınlayan kanaldır. şuanda maskeli beşler var oradan anlayın artık siz.
düğünde halay için akrabaları oynamaya ikna etmeye benzer eylemdir. çok zor bir eylem değildir. eylem hiç değildir. olmadı lan bu.
https://twitter.com/tamehliyetsiz
https://twitter.com/tamehliyetsiz
esadın zalimliğinin ön plana çıktığı ve bir sürü insanın canını kaybettiği ülke.
beş tane sigaranın üzerine iki tane yediğinizde ağızda koku falan bırakmayan enfes şeker.
sohbet kısmında yazıştıklarınızı arşivleme imkanı da getirmiş olan sosyal medyanın gözdesi olan site.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?