bir turlu hazmedemedigim su adamın en berbat ve en ergen kitabı.
şizofren aşka mektup
"yanlızım..
bunca acı,tek bir söze nasıl sığabiliyordu..
aldım bu sözü dudaklarınızdan,saplayıp kalbinimi onunla parçaladım..
o söz ki;
rengi , yarım kalmış aşkların tarifsiz esmerliğine kaçıyordu..
o söz ki;
sapladıkça kalbimin her parçasına yüzünüzü yeniden çiziyordu..
şimdi içimde, binlerce yüz oldunuz..
şimdi içimde binlerce siz oldunuz.."
bunca acı,tek bir söze nasıl sığabiliyordu..
aldım bu sözü dudaklarınızdan,saplayıp kalbinimi onunla parçaladım..
o söz ki;
rengi , yarım kalmış aşkların tarifsiz esmerliğine kaçıyordu..
o söz ki;
sapladıkça kalbimin her parçasına yüzünüzü yeniden çiziyordu..
şimdi içimde, binlerce yüz oldunuz..
şimdi içimde binlerce siz oldunuz.."
sen şimdi dalgınlığına kaç;mürekkep balığı gibi;
kalbindeki o eski sevdaları bir gölge gibi kullan.
çırpınan sevgini korumak için durmadan yüz
değiştir
ama unutumazsın yüzünü..
yüzün ki senin rakibin,.
yüzün ki kalbini hiç saklayamaz
yüzün ki aşkına rakip
sen şimdi dalgınlığına kaç;mürekkep balığı gibi
kalbindeki o eski sevdaları bir gölge gibi kullan.
çırpınan sevgini korumak için durmadan yüz
değiştir
ama unutumazsın yüzünü..
yüzün ki senin rakibin,.
yüzün ki kalbini hiç saklayamaz
yüzün ki aşkına rakip
sen şimdi dalgınlığına kaç;mürekkep balığı gibi
simdi, bu aciya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluga birakip gitmesi için birbirine yalvaran iki yüregiz artik... "ayazda iki yürek" gibiyiz...
sen benim sizofren askimsin... bense senin kanayan vicdaninim...
affet beni sevgilim... verdigim sözleri tutamadim...
sen benim sizofren askimsin... bense senin kanayan vicdaninim...
affet beni sevgilim... verdigim sözleri tutamadim...
cezmi ersöz ün mahkemelik eseri.
cezmi ersöz ün mahkemelik eseri.
okuduktan sonra insanı $izofren olmaya özendiren kitaptır,öyle böyle değil..
gittin...
dudagima, çocuksu susuzlugumla asla doyamadigim öpücüklerinden birini kondurup gittin. "nolur öyle bakma bana" dedin en son... daha birkaç dakika önce, gözlerimde varliginla alevlenen yasam sevincinin yerine, boyun egmis, donuk ve daha simdiden hasretinle kavrulmus bir karanligi birakip gittin...
dolmustu zamanin...
yüregimdeki kum saatini, o göz açip kapayincaya kadar geçen "sen"den, sanki asirlarca tükenmek bilmeyen "sensizlige" tersyüz ederek gittin.
içimde, günlerdir yoklugunla zayiflamis, kalbi kupkuru kalmis ask çocugunu sevginle emzirme sarhosluguyla delirdigim su "üç saatin" içindeki yüzlerce "an"i "ani"ya dönüstürerek...
önce gözlerim öksüz kaldi yoklugunda. sonra, nefesinin o bugulu sicakligindan mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarlari...
gittin...
iki askin arasinda saskin, ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbini cebine koyup, baska bir eve gittin uyumaya. artik senin degildi evin,. "sizin"di. benim özledigim o eski evin degildi gittigin...
o eski ev... oturup, zamanin o yagmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, günesin bütün gün sadece yalayip geçtigi los pencerelerinde dalginligimizi biriktirdigimiz o ev...
susardik bazen... ansizin, hesapsizca, belki de yorgun düserek... akildisi bir hizla devinen imgelerin ortasinda, bir çig gibi ömrümüze yigilan anilardan birini seçip, dondurarak... hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir ritüel gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafimizda, umurumuzda olmadan...
elin çaya uzanirdi...
tenim dudaklarini özlerdi...
bir sözüm siirin olurdu... demlenirdik.
gömüldükçe düslerin o büyülü uykusuna, askimin kalbimdeki ilahi melodisi çalinirdi kulaklarina birden. nasil da ürkerdin... karanliktan korkan bir çocugun teselli isligi gibi bölerdi sesin suskunlugumuzu...
ruhlarimizin biryerlerde bulustuguna, düslerimizin biryerde kesistigine inanmak istedigim bu hayattan çalinti anlari, beni bunun aksine inandirmaya çalisan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin.
iste böyle anlarda yüzü daha da netlesirdi dünyaya gözlerinden bakan o yarali çocuklugunun...
iste ben en çok seni içimden dogru sevdigim böyle anlari severdim...
hayatin içinde seni barindirdigi her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük, o siradan ayrintilarini alabildigince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... odanin içinde, varligina yillardir asina oldugun bir esya gibi sessizce kaybolarak seni izlemek ve basinin üzerinden sonsuzluga akip giden düs bulutlarinda sekillenen her sözü, yüregimde senin için büyüttügüm siire misra yapip eklemekti seni sevmek...
sevmek hayatina taniklik etmekti benim için...
sabahlari evden çikmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere bogarken "gitme" diye sayiklayan sesine kiyamayip, patrona binbir yalanlar uydurarak sik sik ise gitmemekti seni sevmek...
sana kahvalti hazirlamakti. özenle hazirlidigim sofraya istahla oturup, "sen var ya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben... senden daha iyisini mi bulacagim" diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de çocukça inanmakti... ince ince kiyilmis, tabaga motif gibi islenerek dizilmis ve hep sevdigin gibi üzerinde zeytinyagi ve limon gezdirilmis domateslere, yaptigim mezelere duydugun minnete sasirmakti...
hayatina eklemekten çilginca zevk aldigim o sefkatli inceliklere duydugun minnete...
seni sevmek, bundan yillar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranligimin yavas yavas aska dönüsünü ürkekçe gizleyerek kaleme aldigim mektuplarima, ayni incelikle, ayni özlemle, ayni hayranlikla verdigin cevaplarina inanmamakti... tüm israrlarina ragmen, bu essiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamakti. sonra ansizin yollara düsüp, çocuklugumda kalbimde filizlenen sevdasi senin askinla yeseren bu kentin sokaklarinda izini sürmek, kendi sözlerinle "bu inceligin ve bu derin anlayisin yüzünü", yani o merak ettigin yüzümü, gözlerine tasimakti... bulustugumuz cafede, aylarin günlerin telasi ve susuzluguyla, anlattigin seylerin hiçbirini algilamadan, sadece hayranlikla seni, o hepimiz gibiligini seyrederken, masanin altindan bir türlü çikartamadigin o telasli, o çocuk ellerinde kendini eleveren heyecanina inanamamakti...
seni sevmek, o gece raki içtigimiz köhne meyhaneden çikip yürüdügümüz sokaklarda, nisan ayinda bir mucize gibi gökyüzünde dans eden kar tanelerinin tanrinin bu ask için gönderdigi bir isaret olduguna inanmakti...
seni sevmek kadinligimi, bedenimi ve hazzi ilk defa seninle kesfetmekti. 17 yildir sanki sadece senin için sakladigim bedenimi, en ufak bir tereddüt duymadan ve beklentisiz bir sarhoslukla sana sunmakti... her dokunusunda kutsal bir ayinin o sicak ve tatli sarabini yudum yudum içer gibi...
seni sevmek, askin ugruna, ama senden izinsiz, baska bir kentteki hayatimi sifirlayip, yasadigin kente, yasadigin gögün altina, islandigin yagmurlarin altina gelip yerlesmekti. senden baska, bu koca kentte bir basinalik ve kimsesizlikti seni sevmek... sokaklarda tek bir tanidik simaya rastlamamaya alismakti güçlükle... hücrelerimle beraber çogalan askini özgürce ve sinirsizca yasamak için ailemin sefkatli ve anlayisli kollarindan siyrilip kanatlanmak, yillanmis can dostlarin sevgisini çok uzaklarda birakmakti...
seni sevmek, yalnizligin soguk kollarindan biraz olsun siyrilip, nefes alabilmek için geceleri saatlerce tek basima beyoglunun karanlik sokaklarinda kalabaligin soluguyla isinmaya çalismakti. hiç tanimadigim insanlarin yüzünde senin yüzünü aramak, onlarin kaybetmis, umutsuz hayatlarinda yarali geçmisinin ve çocuksu düslerinin izlerini sürmekti...
seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk isiklari ruhumu isirirken, ayni gecenin yildizlari altinda seni deliler gibi özlemekti... o geceyi de kollarinda geçirebilmeye seni ikna edebilmek için saatlerce sokaklarda dolasip, barlarda, kahvelerde oturup eve dönüsünü beklemekti... bazen bu bekleyislerin sonu, yorgun düsmüs bedenimi sürükledigim evimde, o gece bir baska kadinin yaninda uyumana aglamak olurdu sabaha kadar... ertesi gün bir sizofren gibi, hiçbir sey olmamis gibi tekrar seni sevmeye koyulurdum...sasirirdin.
çünkü, seni sevmek direnmekti sevgili... güçsüz olani acimasizca yokeden bu kentin hoyratligina ve senin için artik inanmaktan çoktan vazgeçtigin, yasadigin hayalkirikliklariyla çok uzun zamandir kaybettigin o ask duygusunun gerçekliginin canli ispati olmaya direnmekti... kalbine inançla ask tohumlari ekmekti seni sevmek... sevmek o yitirdigin ask sarkisi adina sana umut vermekti...
seni sevmek, ait oldugun gökyüzünde seni özgür birakmakti... koparmamakti kanatlarini... ruhunun ve kaleminin tek besin kaynagindan, baska sevgilerin siirine ekledigi misralardan kiskançlikla seni mahrum etmeye yeltenmemekti...
sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razi olmakti... çocuksu bir saflikla tek vazgeçemeyeceginin ben olduguma kendimi inandirarak, hayatina boyun egmekti...
seni sevmek, bir babayi, bir canyoldasini hayatinin sonuna kadar yaninda oldugunu bildigin güvenilir bir dostu, ilgiye ve sefkate doymayan çaresiz bir küçük çocugu, ama en çok da tutkulu, kiskanç ve yüregi sonsuz maviliklere akan bir deli asigi sevmek gibiydi... birgün ansizin, telefonda duydugun bir sese, ya da yeni tanistigin bir kadina asik oldugunu, sanki tepkimi ölçmek ya da seni nasil kiskandigimi görmek isteyen abartili bir heyecanla söylediginde, telasa kapilmamak, bunun gelip geçici bir duygu olduguna ve asla benden vazgeçemeyecegine inanmakti... yine de içimdeki o kaçinilmaz endise ister istemez sarardi yüzümü... sesim solugum kesilirdi birden... iste, öyle anlarda beni simsiki sarip, tutkulu bir sevismenin ilk öpücüklerini dudagima kondururken, "sen küçücük bir kizsin, biliyor musun" diyen sefkatli sesini severdim en çok... ve aslinda ben dahil, hiç kimseye asik olamayacagini düsünür, hüzünlenirdim...
rüyalarimin gül kokusu...
sonra birgün aska açildi yüreginin sürgüleri...
sonra birgün siirlerin baska bir askin kokusuna büründü...
yikildi tabularin... kirildi zincirlerin... uzagima düstün..
bu defa farkliydi, hissetmistim. yalniz bedenini degil, ruhunu da paylasmaya baslamistin bir baska kadinla...
sonra sevmek yavas yavas kayisini izlemek oldu avuçlarimdan... seni sevmek, sen sabaha karsi uyudugumu sanarak yanimdan kalkip bir baska yürekle telefonda özlem giderirken, içimde kopan firtinalari susturmaya çalismak oldu sessizce...
habersizce kapini çaldigim o gün, kapinda kalip, içeri girememek oldu...
o güne kadar hiç olmazsa bana karsi dürüst olmanla, yasadiklarini benden gizlememenle, yalan söylememenle avunuyordum... ama bir baskasini incitmemek, üzmemek için ondan gerçekleri gizledigini, yalanlarla da olsa onu korudugunu farkedince bu avuntu da terketti beni... yalanlarini bile kiskanir oldum.
neden dürüst olmak için beni seçmistin sanki... gerçegin acimasiz zindanlarinda neden beni kilitli birakmistin...
ne çok düsündüm bu sorularin cevaplarini... ne çok sorguladim kendimi, nerde hata yaptigimi, neyi eksik biraktigimi...
kadinca oyunlardan haberim olmadi hiçbir zaman. seçtigin yasam biçiminden koparmak, seni soluksuz birakmak demekti benim için. hatam seni bir mülk gibi sahiplenmemek miydi? acaba istedigin bu muydu? seni yanlis mi tanimistim?.. bana hep, ne kadar asil bir yüregim oldugunu söyler dururdun... isyanim, kalbimin ezilmis parçalarinin üstünü örtüp, sessizce çekip kapini çikmak olurdu en fazla...
yalniz kalmak istedigini daha sen söylemeden yüzündeki bulutlardan hisseder, çikip giderdim... özür diler gibi bir sesle, onun gelecegini söylediginde, sessizce çikip giderdim... karsinda ben otururken, onunla saatlerce telefonda konustugunda çikip giderdim... hep giderdim...
bu onurlu tavrimdi belki de ezen yüregini... vazgeçemedigin tek yanim buydu belki...
sonra, sevmek yarali kadinligimi baska yüreklerle avutma yanilgisina kapilmak oldu... buna hakkim oldugunu söyleyip dursan da, biliyorum, aslinda içten içe hiç affetmedin beni... sen çoktan parçalanmistin zaten... benim de yüregimi böldügümü düsünmek sana bile agir geldi... oysa ben, seni degil, kendimi cezalandiriyordum baska bedenlerde... ruhumu kemiren bu deli aski cezalandiriyordum... bunu anlamadin mi sevgili?
sevmek seni degil çocuklugumu, düslerimi, kendimi aldatmak olmustu artik... bana baglanan masum asklari seninle aldatmak olmustu... kimseye veremedim yüregimi. ne zaman baksalar içime, yüregimin kirik aynasinda kendilerinin degil, senin yüzünün aksini gördüler hep. sessizce çekip gittiler. farketmedim bile gittiklerini...
gittin...
seni sevmek, bensiz akip giden hayatina bir yabanci gibi uzaktan bakmak oldu çoktandir... o çocuk ellerinin, bir baskasinin saçlarinda gezindigini, aniden özlemle sarilip bir baska yüzü öpücüklere bogdugunu, sabahlari uykunda bir baska kadina sarilip bir baska yüzü öpücüklere bogdugunu, sabahlari uykunda bir baska kadina "gitme" diye sayikladigini düsünmek oldu, seni sevmek... geceleri, kokuna hasret yatagimda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemedigi bir bencillikle, kalbindeki tek askin benimki olmasi için gözyaslari içinde tanriya yalvarmak oldu..
seni yasak bir ask gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasinda yasamak oldu, sevmek... beni hayatindan disladigin için öfke nöbetlerine kapilip, bana bile yabanci gelen, hiç tanimadigim bir sesle sana bagirmak, haykirmak, aglamak, sonra pismanlikla affedip tutkuyla sana tekrar sarilmak oldu...
yabani bir ot gibi ruhumu sarip sarmalayan öfke ve kiskançlik duygulariyla benligimden uzaklasmayi kendime yakistirmamak, sikisip kaldigim bu karanlik dehlizde, kendi kalbimde, yalnizligimda, sensizligimde, kendi askimla delirmek oldu artik seni sevmek...
simdi, bu aciya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluga birakip gitmesi için birbirine yalvaran iki yüregiz artik... "ayazda iki yürek" gibiyiz...
sen benim sizofren askimsin... bense senin kanayan vicdaninim...
affet beni sevgilim... verdigim sözleri tutamadim...
dudagima, çocuksu susuzlugumla asla doyamadigim öpücüklerinden birini kondurup gittin. "nolur öyle bakma bana" dedin en son... daha birkaç dakika önce, gözlerimde varliginla alevlenen yasam sevincinin yerine, boyun egmis, donuk ve daha simdiden hasretinle kavrulmus bir karanligi birakip gittin...
dolmustu zamanin...
yüregimdeki kum saatini, o göz açip kapayincaya kadar geçen "sen"den, sanki asirlarca tükenmek bilmeyen "sensizlige" tersyüz ederek gittin.
içimde, günlerdir yoklugunla zayiflamis, kalbi kupkuru kalmis ask çocugunu sevginle emzirme sarhosluguyla delirdigim su "üç saatin" içindeki yüzlerce "an"i "ani"ya dönüstürerek...
önce gözlerim öksüz kaldi yoklugunda. sonra, nefesinin o bugulu sicakligindan mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarlari...
gittin...
iki askin arasinda saskin, ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbini cebine koyup, baska bir eve gittin uyumaya. artik senin degildi evin,. "sizin"di. benim özledigim o eski evin degildi gittigin...
o eski ev... oturup, zamanin o yagmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, günesin bütün gün sadece yalayip geçtigi los pencerelerinde dalginligimizi biriktirdigimiz o ev...
susardik bazen... ansizin, hesapsizca, belki de yorgun düserek... akildisi bir hizla devinen imgelerin ortasinda, bir çig gibi ömrümüze yigilan anilardan birini seçip, dondurarak... hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir ritüel gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafimizda, umurumuzda olmadan...
elin çaya uzanirdi...
tenim dudaklarini özlerdi...
bir sözüm siirin olurdu... demlenirdik.
gömüldükçe düslerin o büyülü uykusuna, askimin kalbimdeki ilahi melodisi çalinirdi kulaklarina birden. nasil da ürkerdin... karanliktan korkan bir çocugun teselli isligi gibi bölerdi sesin suskunlugumuzu...
ruhlarimizin biryerlerde bulustuguna, düslerimizin biryerde kesistigine inanmak istedigim bu hayattan çalinti anlari, beni bunun aksine inandirmaya çalisan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin.
iste böyle anlarda yüzü daha da netlesirdi dünyaya gözlerinden bakan o yarali çocuklugunun...
iste ben en çok seni içimden dogru sevdigim böyle anlari severdim...
hayatin içinde seni barindirdigi her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük, o siradan ayrintilarini alabildigince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... odanin içinde, varligina yillardir asina oldugun bir esya gibi sessizce kaybolarak seni izlemek ve basinin üzerinden sonsuzluga akip giden düs bulutlarinda sekillenen her sözü, yüregimde senin için büyüttügüm siire misra yapip eklemekti seni sevmek...
sevmek hayatina taniklik etmekti benim için...
sabahlari evden çikmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere bogarken "gitme" diye sayiklayan sesine kiyamayip, patrona binbir yalanlar uydurarak sik sik ise gitmemekti seni sevmek...
sana kahvalti hazirlamakti. özenle hazirlidigim sofraya istahla oturup, "sen var ya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben... senden daha iyisini mi bulacagim" diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de çocukça inanmakti... ince ince kiyilmis, tabaga motif gibi islenerek dizilmis ve hep sevdigin gibi üzerinde zeytinyagi ve limon gezdirilmis domateslere, yaptigim mezelere duydugun minnete sasirmakti...
hayatina eklemekten çilginca zevk aldigim o sefkatli inceliklere duydugun minnete...
seni sevmek, bundan yillar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranligimin yavas yavas aska dönüsünü ürkekçe gizleyerek kaleme aldigim mektuplarima, ayni incelikle, ayni özlemle, ayni hayranlikla verdigin cevaplarina inanmamakti... tüm israrlarina ragmen, bu essiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamakti. sonra ansizin yollara düsüp, çocuklugumda kalbimde filizlenen sevdasi senin askinla yeseren bu kentin sokaklarinda izini sürmek, kendi sözlerinle "bu inceligin ve bu derin anlayisin yüzünü", yani o merak ettigin yüzümü, gözlerine tasimakti... bulustugumuz cafede, aylarin günlerin telasi ve susuzluguyla, anlattigin seylerin hiçbirini algilamadan, sadece hayranlikla seni, o hepimiz gibiligini seyrederken, masanin altindan bir türlü çikartamadigin o telasli, o çocuk ellerinde kendini eleveren heyecanina inanamamakti...
seni sevmek, o gece raki içtigimiz köhne meyhaneden çikip yürüdügümüz sokaklarda, nisan ayinda bir mucize gibi gökyüzünde dans eden kar tanelerinin tanrinin bu ask için gönderdigi bir isaret olduguna inanmakti...
seni sevmek kadinligimi, bedenimi ve hazzi ilk defa seninle kesfetmekti. 17 yildir sanki sadece senin için sakladigim bedenimi, en ufak bir tereddüt duymadan ve beklentisiz bir sarhoslukla sana sunmakti... her dokunusunda kutsal bir ayinin o sicak ve tatli sarabini yudum yudum içer gibi...
seni sevmek, askin ugruna, ama senden izinsiz, baska bir kentteki hayatimi sifirlayip, yasadigin kente, yasadigin gögün altina, islandigin yagmurlarin altina gelip yerlesmekti. senden baska, bu koca kentte bir basinalik ve kimsesizlikti seni sevmek... sokaklarda tek bir tanidik simaya rastlamamaya alismakti güçlükle... hücrelerimle beraber çogalan askini özgürce ve sinirsizca yasamak için ailemin sefkatli ve anlayisli kollarindan siyrilip kanatlanmak, yillanmis can dostlarin sevgisini çok uzaklarda birakmakti...
seni sevmek, yalnizligin soguk kollarindan biraz olsun siyrilip, nefes alabilmek için geceleri saatlerce tek basima beyoglunun karanlik sokaklarinda kalabaligin soluguyla isinmaya çalismakti. hiç tanimadigim insanlarin yüzünde senin yüzünü aramak, onlarin kaybetmis, umutsuz hayatlarinda yarali geçmisinin ve çocuksu düslerinin izlerini sürmekti...
seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk isiklari ruhumu isirirken, ayni gecenin yildizlari altinda seni deliler gibi özlemekti... o geceyi de kollarinda geçirebilmeye seni ikna edebilmek için saatlerce sokaklarda dolasip, barlarda, kahvelerde oturup eve dönüsünü beklemekti... bazen bu bekleyislerin sonu, yorgun düsmüs bedenimi sürükledigim evimde, o gece bir baska kadinin yaninda uyumana aglamak olurdu sabaha kadar... ertesi gün bir sizofren gibi, hiçbir sey olmamis gibi tekrar seni sevmeye koyulurdum...sasirirdin.
çünkü, seni sevmek direnmekti sevgili... güçsüz olani acimasizca yokeden bu kentin hoyratligina ve senin için artik inanmaktan çoktan vazgeçtigin, yasadigin hayalkirikliklariyla çok uzun zamandir kaybettigin o ask duygusunun gerçekliginin canli ispati olmaya direnmekti... kalbine inançla ask tohumlari ekmekti seni sevmek... sevmek o yitirdigin ask sarkisi adina sana umut vermekti...
seni sevmek, ait oldugun gökyüzünde seni özgür birakmakti... koparmamakti kanatlarini... ruhunun ve kaleminin tek besin kaynagindan, baska sevgilerin siirine ekledigi misralardan kiskançlikla seni mahrum etmeye yeltenmemekti...
sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razi olmakti... çocuksu bir saflikla tek vazgeçemeyeceginin ben olduguma kendimi inandirarak, hayatina boyun egmekti...
seni sevmek, bir babayi, bir canyoldasini hayatinin sonuna kadar yaninda oldugunu bildigin güvenilir bir dostu, ilgiye ve sefkate doymayan çaresiz bir küçük çocugu, ama en çok da tutkulu, kiskanç ve yüregi sonsuz maviliklere akan bir deli asigi sevmek gibiydi... birgün ansizin, telefonda duydugun bir sese, ya da yeni tanistigin bir kadina asik oldugunu, sanki tepkimi ölçmek ya da seni nasil kiskandigimi görmek isteyen abartili bir heyecanla söylediginde, telasa kapilmamak, bunun gelip geçici bir duygu olduguna ve asla benden vazgeçemeyecegine inanmakti... yine de içimdeki o kaçinilmaz endise ister istemez sarardi yüzümü... sesim solugum kesilirdi birden... iste, öyle anlarda beni simsiki sarip, tutkulu bir sevismenin ilk öpücüklerini dudagima kondururken, "sen küçücük bir kizsin, biliyor musun" diyen sefkatli sesini severdim en çok... ve aslinda ben dahil, hiç kimseye asik olamayacagini düsünür, hüzünlenirdim...
rüyalarimin gül kokusu...
sonra birgün aska açildi yüreginin sürgüleri...
sonra birgün siirlerin baska bir askin kokusuna büründü...
yikildi tabularin... kirildi zincirlerin... uzagima düstün..
bu defa farkliydi, hissetmistim. yalniz bedenini degil, ruhunu da paylasmaya baslamistin bir baska kadinla...
sonra sevmek yavas yavas kayisini izlemek oldu avuçlarimdan... seni sevmek, sen sabaha karsi uyudugumu sanarak yanimdan kalkip bir baska yürekle telefonda özlem giderirken, içimde kopan firtinalari susturmaya çalismak oldu sessizce...
habersizce kapini çaldigim o gün, kapinda kalip, içeri girememek oldu...
o güne kadar hiç olmazsa bana karsi dürüst olmanla, yasadiklarini benden gizlememenle, yalan söylememenle avunuyordum... ama bir baskasini incitmemek, üzmemek için ondan gerçekleri gizledigini, yalanlarla da olsa onu korudugunu farkedince bu avuntu da terketti beni... yalanlarini bile kiskanir oldum.
neden dürüst olmak için beni seçmistin sanki... gerçegin acimasiz zindanlarinda neden beni kilitli birakmistin...
ne çok düsündüm bu sorularin cevaplarini... ne çok sorguladim kendimi, nerde hata yaptigimi, neyi eksik biraktigimi...
kadinca oyunlardan haberim olmadi hiçbir zaman. seçtigin yasam biçiminden koparmak, seni soluksuz birakmak demekti benim için. hatam seni bir mülk gibi sahiplenmemek miydi? acaba istedigin bu muydu? seni yanlis mi tanimistim?.. bana hep, ne kadar asil bir yüregim oldugunu söyler dururdun... isyanim, kalbimin ezilmis parçalarinin üstünü örtüp, sessizce çekip kapini çikmak olurdu en fazla...
yalniz kalmak istedigini daha sen söylemeden yüzündeki bulutlardan hisseder, çikip giderdim... özür diler gibi bir sesle, onun gelecegini söylediginde, sessizce çikip giderdim... karsinda ben otururken, onunla saatlerce telefonda konustugunda çikip giderdim... hep giderdim...
bu onurlu tavrimdi belki de ezen yüregini... vazgeçemedigin tek yanim buydu belki...
sonra, sevmek yarali kadinligimi baska yüreklerle avutma yanilgisina kapilmak oldu... buna hakkim oldugunu söyleyip dursan da, biliyorum, aslinda içten içe hiç affetmedin beni... sen çoktan parçalanmistin zaten... benim de yüregimi böldügümü düsünmek sana bile agir geldi... oysa ben, seni degil, kendimi cezalandiriyordum baska bedenlerde... ruhumu kemiren bu deli aski cezalandiriyordum... bunu anlamadin mi sevgili?
sevmek seni degil çocuklugumu, düslerimi, kendimi aldatmak olmustu artik... bana baglanan masum asklari seninle aldatmak olmustu... kimseye veremedim yüregimi. ne zaman baksalar içime, yüregimin kirik aynasinda kendilerinin degil, senin yüzünün aksini gördüler hep. sessizce çekip gittiler. farketmedim bile gittiklerini...
gittin...
seni sevmek, bensiz akip giden hayatina bir yabanci gibi uzaktan bakmak oldu çoktandir... o çocuk ellerinin, bir baskasinin saçlarinda gezindigini, aniden özlemle sarilip bir baska yüzü öpücüklere bogdugunu, sabahlari uykunda bir baska kadina sarilip bir baska yüzü öpücüklere bogdugunu, sabahlari uykunda bir baska kadina "gitme" diye sayikladigini düsünmek oldu, seni sevmek... geceleri, kokuna hasret yatagimda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemedigi bir bencillikle, kalbindeki tek askin benimki olmasi için gözyaslari içinde tanriya yalvarmak oldu..
seni yasak bir ask gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasinda yasamak oldu, sevmek... beni hayatindan disladigin için öfke nöbetlerine kapilip, bana bile yabanci gelen, hiç tanimadigim bir sesle sana bagirmak, haykirmak, aglamak, sonra pismanlikla affedip tutkuyla sana tekrar sarilmak oldu...
yabani bir ot gibi ruhumu sarip sarmalayan öfke ve kiskançlik duygulariyla benligimden uzaklasmayi kendime yakistirmamak, sikisip kaldigim bu karanlik dehlizde, kendi kalbimde, yalnizligimda, sensizligimde, kendi askimla delirmek oldu artik seni sevmek...
simdi, bu aciya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluga birakip gitmesi için birbirine yalvaran iki yüregiz artik... "ayazda iki yürek" gibiyiz...
sen benim sizofren askimsin... bense senin kanayan vicdaninim...
affet beni sevgilim... verdigim sözleri tutamadim...
içinde hiç bir özellik bulamadığım konusunu tamamen yadırgadığım gerçekle hiç bağdaştramadığım ama akıcı çabucak okunabilen bir kitap. nasıl bir insan biriyle sevişirken asıl sevdiğini düşünebilir ki o zaman bu aldatmak değil midir, aldatmaktır işte bu da.. fiziksel aldatma işte ruhsalı olmasa da aldatmak aldatmaktır.
(bkz: odanda tek basina)
ne kadar guzel anlatmis cezmi ersoz ..
bir sizofrendim artik... yalanlar soyluyordum, hem sana hem de ona... kendimi taniyamaz olmustum. hangisi bendim? icimdeki, o guzelligiyle dunyayi elde etmeye kiskirtilmis, karanlik ve ilgi tutsagi kadin miydim; yoksa ugruna hayatindan vazgecmeye hazir oldugu askina mahkum, ezilmis, kapilarda birakilmis, verdigi guven ve tasidigi masumiyetle sana cazip gelmeyen o sevdali kadin mi? ikisi de olmak istemiyordum. ama ikisinden de vazgecemiyordum. sanki biri olmazsa digeri yikilacak gibiydi. birbirinden nefret eden ve birbirinin varligina tahammul edemeyen bu iki benlikle yalniz kaldigimda cildiracak gibi oluyor, agir agir ruhumu olduruyordum. artik yalniz kalmak dayanilmaz olmustu benim icin. seni goremedigim zamanlar ona gidiyor, onu goremedigim zamanlar sana siginiyordum. icimdeki bu birbirine aykiri iki kadin beni durmadan diplere cekiyordu...
bir sizofrendim artik... yalanlar soyluyordum, hem sana hem de ona... kendimi taniyamaz olmustum. hangisi bendim? icimdeki, o guzelligiyle dunyayi elde etmeye kiskirtilmis, karanlik ve ilgi tutsagi kadin miydim; yoksa ugruna hayatindan vazgecmeye hazir oldugu askina mahkum, ezilmis, kapilarda birakilmis, verdigi guven ve tasidigi masumiyetle sana cazip gelmeyen o sevdali kadin mi? ikisi de olmak istemiyordum. ama ikisinden de vazgecemiyordum. sanki biri olmazsa digeri yikilacak gibiydi. birbirinden nefret eden ve birbirinin varligina tahammul edemeyen bu iki benlikle yalniz kaldigimda cildiracak gibi oluyor, agir agir ruhumu olduruyordum. artik yalniz kalmak dayanilmaz olmustu benim icin. seni goremedigim zamanlar ona gidiyor, onu goremedigim zamanlar sana siginiyordum. icimdeki bu birbirine aykiri iki kadin beni durmadan diplere cekiyordu...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?