--spoiler--
- mektup yazdım.
- hiç mektup falan almadım ben.
- niye bu devletin ptt’si çalışmıyor mu?
- çalışıyor da biraz yavaş çalışıyor. anca gelir artık
romantik
toplumu düzeltmenin yolunun bireyden başlamak olduğuna inanan,bende oradaydım diyeceği bir hayat yaşayan,zıtlıkları uzlaştıran.sıradan hayatta sıradışı olmayı beceren kişi yada fikir. sürü içindeki kırmızı koyun.
romantik bir benzerine holywood da bile zor rastlıyacağınız bir ters köşeye yatırma filmi... filmde en az on filme yetecek kadar sürpriz ve şaşırtma sekansı var (abartmıyorum). sağ gösterip tam soluyla vuracağı anda sağıyla vuruyor. sürpriz içinde sürpriz, şaşırtmaca içinde şaşırtmaca sunarak aslında bir yerde bizleri niçin 7 yıl beklettiğininde cevabını vermiş oluyor film bu haliyle. açıkçası sinan çetin in bana işte budur dedirten bir filmini görmedim bu güne kadar (ama yiğidi öldür hakkını yeme demişler, propaganda kayda değer, iyi bir filmdi ve çiçek abbas yarın bir gün televizyonda karşıma çıksa yine izlerim, yine izlerim), ama yinede içimden bir ses sinan çetin bu filmi 7 yıl beklettiyse (aslında bekletti demek pek doğru olmaz, 7 yılda yaptıysa) bir bildiği vardır diyordu. filme gitmemdeki en önemli etkenin bu his olduğunu söylemeliyim. hislerimde yanılmadım, gerçektende karşımda beklediğime deymiş diyebileceğim bir film buldum.
öncelikle sinan çetin i, ahmet ümit in polisiye romanı sis ve gece yi uyarlayacağı esnada, o romanı kolaya kaçıp birebir çekmek varken, romanı çekme sürecinde kendine gelen ilham ve dürtülerin peşinden koştuğu için tebrik etmek gerek. o romanı çekme sürecinde diyorum ama söylenenlere bakılırsa filmin romanla zerre alakası yok. zaten şu anda sinemalarda gösterilen ve romanla aynı adı taşıyan polisiye filmi izleyerek, veyahut doğrudan kitabı okuyarak, kitapla bu film arasındaki farkı görebilirsiniz. bir yönetmen her daim böyle olmalı, içindeki sese kulak vermeli ve dürtülerine güvenmelidir. senaryonun bir kağıt parçasından ibaret olduğunu ve değiştirilebilmeye her daim açık olduğunu unutmamalıdır.
bu 7 yıl süresince ne yapmamış ki sinan çetin. senaryoyu defalarca kez değiştirmiş, kurgu üzerine oynama üstüne oynama yapmış (film ayrıca kurgunun sinemada nelere kadir olduğununda mükemmel bir örneği), yeri gelmiş yeni bir kaç sahne çekmiş (sinema dergisinde yazılanlara bakılırsa teoman la geçtiğimiz ocak ayında bir plan daha çekmiş), kısaca yapmadık şey bırakmamış. neredeyse sinan çetin in gıcıklığına bu kadar süre beklettiğini düşünmeye başlamıştık filmi. sanki filmi keyfi gıcır olunca yayına sokucakmış gibi bir hisse kapıldık ve bu kadar süre bekletmesine bir anlam veremedik çoğumuz. tabii bende. ama şimdi anlıyorum ki bu kadar süre keyfinden bekletmemiş filmi sinan çetin. senaryonun ve filmin olgunlaşmasını beklemiş ve iyi de yapmış.
filmin hikayesini hiç anlatamayacağım. özür dilerim. aslında kendimi zorlasam biraz anlatırım ama yanlış anlatmaktan (filmin bazı kısımlarını unuttumda) ve konuyu toparlayamamaktan korkuyorum. o yüzden filmin en karmaşık yapıya sahip unsuru olduğunu düşündüğüm hikaye kısmına hiç girmiyeyim. ben en az 2 kez izleyerek bu filmin hikayesine vakıf olabileceğimi düşünüyorum. zaten çokta güçlü bir hafızaya sahip değilim. aslında anlaşılmayacak bir hikayesi yok filmin. sadece sonradan elde ettiğin bilgiler ışığında filmi tekrar izlemek istiyorsun, hepsi o. hani sonu sürpriz olan bir filmde katilin kim olduğunu öğrendiken sonra birde bunu bilerek izlemek istersiniz ya o filmi. işte bu filmde de o hisse kapılıyorsunuz. ama tek bir sürprizle karşılaşsanız gene iyi. çünkü filmin entrika dönmeyen sekansı yok neredeyse. öyleki eğer iyi bir izleyici değilseniz filmin sizi ikinci izleyişinizde bile ters köşeye yatırması kuvvetle muhtemel.
filmin cümlesi şu; inanç perdesi ne kadar kalınsa, akıl güneşi o kadar geç doğar. ama bence bu yanlış bir cümle. çünkü sinan çetin bir şeyi yanlış bilmekle, yanlış şeye inanmayı karıştırmış. bu filmin hikayesi tümüyle yanlış bilinen şeyler üzerine kurulu çünkü. böyle bir hikaye üzerinden inanç gibi bir erdemi karalamamak gerek!
eğer bazı sıkıcı kısımlarında sabredebilir, yasemin kozanoğlu nun kötü oyunculuğuna göz yumabilir (kendisi görüntü var ses yok misali) ve bazı erotizm içeren sahnelerden rahatsız olmazsanız (sinan çetin keşke bunu hiç yapmasaymış, bence hiç erotizm kullanmadanda bu filmi yapabilirdi, çünkü gördüğüm kadarıya filmin hayati ihtiyacı yok o sahnelere) sizi çok zekice kurgulanmış, sağlam bir senaryoya sahip kaliteli bir türk filmi bekliyor.
öncelikle sinan çetin i, ahmet ümit in polisiye romanı sis ve gece yi uyarlayacağı esnada, o romanı kolaya kaçıp birebir çekmek varken, romanı çekme sürecinde kendine gelen ilham ve dürtülerin peşinden koştuğu için tebrik etmek gerek. o romanı çekme sürecinde diyorum ama söylenenlere bakılırsa filmin romanla zerre alakası yok. zaten şu anda sinemalarda gösterilen ve romanla aynı adı taşıyan polisiye filmi izleyerek, veyahut doğrudan kitabı okuyarak, kitapla bu film arasındaki farkı görebilirsiniz. bir yönetmen her daim böyle olmalı, içindeki sese kulak vermeli ve dürtülerine güvenmelidir. senaryonun bir kağıt parçasından ibaret olduğunu ve değiştirilebilmeye her daim açık olduğunu unutmamalıdır.
bu 7 yıl süresince ne yapmamış ki sinan çetin. senaryoyu defalarca kez değiştirmiş, kurgu üzerine oynama üstüne oynama yapmış (film ayrıca kurgunun sinemada nelere kadir olduğununda mükemmel bir örneği), yeri gelmiş yeni bir kaç sahne çekmiş (sinema dergisinde yazılanlara bakılırsa teoman la geçtiğimiz ocak ayında bir plan daha çekmiş), kısaca yapmadık şey bırakmamış. neredeyse sinan çetin in gıcıklığına bu kadar süre beklettiğini düşünmeye başlamıştık filmi. sanki filmi keyfi gıcır olunca yayına sokucakmış gibi bir hisse kapıldık ve bu kadar süre bekletmesine bir anlam veremedik çoğumuz. tabii bende. ama şimdi anlıyorum ki bu kadar süre keyfinden bekletmemiş filmi sinan çetin. senaryonun ve filmin olgunlaşmasını beklemiş ve iyi de yapmış.
filmin hikayesini hiç anlatamayacağım. özür dilerim. aslında kendimi zorlasam biraz anlatırım ama yanlış anlatmaktan (filmin bazı kısımlarını unuttumda) ve konuyu toparlayamamaktan korkuyorum. o yüzden filmin en karmaşık yapıya sahip unsuru olduğunu düşündüğüm hikaye kısmına hiç girmiyeyim. ben en az 2 kez izleyerek bu filmin hikayesine vakıf olabileceğimi düşünüyorum. zaten çokta güçlü bir hafızaya sahip değilim. aslında anlaşılmayacak bir hikayesi yok filmin. sadece sonradan elde ettiğin bilgiler ışığında filmi tekrar izlemek istiyorsun, hepsi o. hani sonu sürpriz olan bir filmde katilin kim olduğunu öğrendiken sonra birde bunu bilerek izlemek istersiniz ya o filmi. işte bu filmde de o hisse kapılıyorsunuz. ama tek bir sürprizle karşılaşsanız gene iyi. çünkü filmin entrika dönmeyen sekansı yok neredeyse. öyleki eğer iyi bir izleyici değilseniz filmin sizi ikinci izleyişinizde bile ters köşeye yatırması kuvvetle muhtemel.
filmin cümlesi şu; inanç perdesi ne kadar kalınsa, akıl güneşi o kadar geç doğar. ama bence bu yanlış bir cümle. çünkü sinan çetin bir şeyi yanlış bilmekle, yanlış şeye inanmayı karıştırmış. bu filmin hikayesi tümüyle yanlış bilinen şeyler üzerine kurulu çünkü. böyle bir hikaye üzerinden inanç gibi bir erdemi karalamamak gerek!
eğer bazı sıkıcı kısımlarında sabredebilir, yasemin kozanoğlu nun kötü oyunculuğuna göz yumabilir (kendisi görüntü var ses yok misali) ve bazı erotizm içeren sahnelerden rahatsız olmazsanız (sinan çetin keşke bunu hiç yapmasaymış, bence hiç erotizm kullanmadanda bu filmi yapabilirdi, çünkü gördüğüm kadarıya filmin hayati ihtiyacı yok o sahnelere) sizi çok zekice kurgulanmış, sağlam bir senaryoya sahip kaliteli bir türk filmi bekliyor.
(bkz: allah çok romantik)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?