fatiha suresi 1. bölüm, allahın kendisini tanıtmasıyla başlar. burada allah şöyle buyurur:
1. övmek ve övülmek alemlerin rabbi olan allaha mahsustur.
2. o, yarattığı tüm varlıklara merhametini tecelli ettiren rahman ve kendisine itaat edenlere özel olarak merhametini tecelli ettirecek olan rahimdir.
3. doğru olanın yanlış olandan ayrıldığı, hesap gününün tek söz sahibi odur.
fatiha suresinin bu ilk üç ayetinde allah kendisini tanıtarak, bizzat kendisinin yarattığı mahlukattan evvel tüm övgülerin kendisine yönelmesi gerektiğini ve gerçek övme makamında da yalnız kendisinin bulunduğunu söylemektedir.
elbette burada akla "neden?" sorusu gelmektedir... "neden övgüler allaha mahsustur?" aslında hemen ikinci ayette bu sorunun cevabı verilmektedir. hem öyle bir cevap verilmektedir ki iki yönlü... hem tüm yaratılmışlara bakan bir yönü var, hem de allaha itaat edenlere bakan bir yönü var. bu iki yönlerden birisi, allahın "yok" olan tüm mevcudatı "var" lık haline getirmesidir. bunula beraber, varlığı kendi kaderine terketmeyip; her yarattığını, onun ihtiyaç duyduğu içsel ve dışsal; maddi ve manevi donanımlarla donatması göstermektedir ki, esas övgü ancak allaha mahsus olabilir.
cevabın ikinci yönü ise kendisine itaat eden, kul olmayı kabul eden, gelecekte elde edeceği sonsuz özgürlük için kısa süreli dünya esaretini kabullenen kullarına vâdettiği rahimiyet tecellisidir. mahşer günü, dünyada çektiği sıkıntıların ve gösterdiği sabrın bir ödülü olarak allahın rahimiyet tecellisinin güvencesi altında cennete girecek olan kullar için, allah dışında gerçek övgüye layık başka birisi olabilir mi? hem dünyaların mâmur eden, hem de ahiretleri adına onlara güvence veren allaha, iman edenlerin herkesten çok övgü sunmaları kadar doğal bir durum yoktur.
meselenin bir başka yönü ise "övme mak!n da allaha ait olması" konusudur. insan, gerek katlandığı sıkıntılar için gerekse başardıkları için etrafından devamlı övgü bekler. bu övgü, şayet yaratılmış lanlardan beklenirse iki nedenler hüsrana uğrar.
hüsranın birincisi, olayları her yönüyle görmekten ve bilmekten, yaratılmış olanların uzak olmalarından kaynaklanır. bu nedenle insan, övgü beklediği yerde yergi ile karşılaşabilir ya da hakettiği övgüden daha azıyla idare etmek zorunda kalabilir. oysa yaratıcı, olayların iç ve dış yönlerini bilendir. insanın niyetlerini ve düşüncelerini görebilendir. hâliyle en adil ve hakkaniyetli övgüyü ancak allah verebilir.
ikinci hüsran ise, yaratılmışların fâni oluşudur. bir insan, bizi ancak ölümüne kadar övgüye boğabilir... bedeni fâni olan insanın duygularıda fânidir. örneğin bugün bizi övgüye boğan insan belirli bir süre sonra bundan sıkılabilir, bir süre sonra bizim övgüye layık durumlarımız onda kıskançlık ya da usanma duygularını ortaya çıkarabilir. ancak allah hem varlığı ile hem de duyguları ile bâki olandır. onun övmesi de bu yüzden hem ebedî hem de adildir.
ikinci ayetin son kısmında "rahim" ismine yapılan vurgu ile üçüncü aytte yer alan "din gününün malikidir" vurgusu birbiriyle sıkı sıkıya bağlıdır. aslında üçüncü ayette, rahman sıfatının tecelli ettiği varlıklara tehdit, rahim sıfatının tecelli ettiği kullarına ise güvence vardır. şöyle ki;
madem allah, doğru ile yanlışın; kötü ile iyinin birbirinden ayrılacağı din yani hesap gününün malikidir - tek söz sahibidir; o halde, ey rahman sıfatının kendilerine tecelli ettiği ancak allaha karşı sorumluluklarını yerine getirmeyenler, sizler için bir hesap günü var! kendinize gelin! ve siz allahın sadık kulları, sonsuz özgürlüğe kavuşmak için fani özgürlüğünden vazgeçen kutlu insanlar, siz de tek söz sahibinin allah olacağı o hesap gününden ötürü rahat olun! zirâ allahtan daha adil bir hesap görücü bulabilir misiniz? madem hesap gününün tek söz sahibi allah, o halde sizlere zerre kadar haksızlık yapılmayacaktır.
övgü alemlerin rabbi allah a mahsustur
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?