sözlüğe entry girmek için yarıda bıraktığım 1939 yapımı victor fleming filmi.
gone with the wind
50li yillarda yapilan her film klasik mi oldu kardesim sorusunu insana tekrardan sorduran,bir yagmur sahnesi cekmek icin 6 ay beklenen film.
margeret mitchell, amerikan kuzey-güney savaşında güneylilerin kaybetmesiyle "batmakta olan kayığını", yani tara çiftliğini kurtarmayı başarmış, ancak "kayıktan attığı" manevi değerleri tekrar kazanamayan güneyli kızı scarlett oharayı anlattığı kitabıdır. aynı adla sinema filmi çekilmiştir.bu aslında tarihsel bir fon önünde sahnelenen bir pembe dizi, ancak hiç bir pembe dizide, scarlett gibi bir karakter olmamıştır. zaten kitabın ve filmin başarısının sebebi de bu benzersiz karakter.
scarlett çok inatçi, azimli, zeki, güzel, sağlıklı bir genç kadın. ve çooook bencil. tuttugunu koparıyor ve zekasını kullanıyor. ama hep kendi hayallerini (saplantılarını) gerçeklestirmeyi düşünüyor. bu uğurda bazen istemeden de olsa çevresindekileri takmadığı, incittigi oluyor. bazen amacina ulaşabilmek uğruna o kadar çok kendi duygularina ve bu amaca eğiliyor ki, aslında elde etmek istediği insani bile anlayamıyor, gözleri kapanıyor.
hayalci, savaş öncesinde yaşayan, başarısız ashleyi sevdiğini sanıyor, oysa bu sadece bir saplantıdır ve o aslında kendisine çok benzeyen rhett butlerı sevmektedir. bu saplantı, başka bir sevgisini de görememesine yol açar: zorla atlanta yangınından kurtardığı, ancak hep nefret ettiğini düşündüğü ashleyin iyilik meleği karısı melly. rhett de başlangıçta onu delicesine sevmiş olmasına rağmen aralarında geçen bu "gurur saklambaçı" sonucu genç kadının ashleyi sevmesinden ve bencilliginden sıkılır. scarlett rhetti sevdigini itiraf edebildiğindeyse çok geç olmuştur ve çok şey kaybetmiştir...
fr:autant en emporte le vent
scarlett çok inatçi, azimli, zeki, güzel, sağlıklı bir genç kadın. ve çooook bencil. tuttugunu koparıyor ve zekasını kullanıyor. ama hep kendi hayallerini (saplantılarını) gerçeklestirmeyi düşünüyor. bu uğurda bazen istemeden de olsa çevresindekileri takmadığı, incittigi oluyor. bazen amacina ulaşabilmek uğruna o kadar çok kendi duygularina ve bu amaca eğiliyor ki, aslında elde etmek istediği insani bile anlayamıyor, gözleri kapanıyor.
hayalci, savaş öncesinde yaşayan, başarısız ashleyi sevdiğini sanıyor, oysa bu sadece bir saplantıdır ve o aslında kendisine çok benzeyen rhett butlerı sevmektedir. bu saplantı, başka bir sevgisini de görememesine yol açar: zorla atlanta yangınından kurtardığı, ancak hep nefret ettiğini düşündüğü ashleyin iyilik meleği karısı melly. rhett de başlangıçta onu delicesine sevmiş olmasına rağmen aralarında geçen bu "gurur saklambaçı" sonucu genç kadının ashleyi sevmesinden ve bencilliginden sıkılır. scarlett rhetti sevdigini itiraf edebildiğindeyse çok geç olmuştur ve çok şey kaybetmiştir...
fr:autant en emporte le vent
(bkz: gone with the sin)
14 yaşında okuduğunuzda günlerce etkisinden kurtulamadığınız,yüreğinizin pır pır etmesini sağlayan,kitap boyunca rhettin scarlette verdiği sınırsız aşkın scarlett tarafından hoyratça kullanıldığını,kitabın sonunda ise aklının başına geldiğini anladığınızda sizde aşkı anlarsınız..
clark gableın aşmış bir oyunculuk sergilediği film. müthiştir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?