sabah şuurum benden uzak, ayakların rehberliğinde yürürken, etrafta birbirine çarpıp dolaşan cisimlerin arasından geçerken, solipsizm geliyor aklıma, hangi yarım akıllı fark etmiş bunu, bu hayat kimin penceresi. düşünmeden yaşayacağım bu günü, sadece fotosentez yaparak. en hafif hayat dikenine maruz kalmamak için. akşama kadar uzun bi hayat var, saniyelerle saymaya kalksan sırf o yeter kafayı bulmaya.
kendini dinlemeye başladınmı bi kere, susmak bilmez artık. kafayı dağıtmak için içki şart değil. ve aslında kafayı dağıtmıyorsun, tam tersine bilinci daha da ayıltıyorsun, her şeyi daha şiddetli algılıyorsun.
dostluk ve aitlik, sorumluluk yüklüyor insana. sorumluluksa bir çekik göz filminde gördüğüm çivili yatak gibi.. yorgunsun, yatmak zorundasın ama yataktaki çivilere katlanarak. aynı şekilde, insansın, sosyal bi hayvansın, birine tutunmalısın ama sorumluluğun bedelini ödeyerek. uyduruk bi masal kahramanı olsaydım bari, sadece zihinsel bir tasarıdan ibaret. yok! tokanlanıp uyandırılabilen bir gerçekliğe sahibiz.
akşamı ettik öyle böyle düşünmeden yaşayıp. yediğim içtiğim senin olsun, bişi yedimi bilmiyorum. canım sevişmek de istemedi bugün, azmanım da düşünmüyor. ama nefes almayı unutmadım, o da ayaklarım gibi güdüsel programlı.
akşamsa plastik bir sandalyede, plastik bir masa başında, plastik olmayan bir arkadaş yanında buldum kendimi. aklım başımdan gitmesin diye su içmiyorum! tavukta kuş gribi var diyorlardı, geçti o zaten, baya da yedim. gribe bağışıklık kazanmışız önceden. serin yağmurlar çok yaladı bu bedeni zamanında.
yine de bu kemirgen düşüncelere dalmamalıydım. ah şu cuğarayı köklemeseydim. bir de duble bardak uzatıyorsun! ayrıca bir lafım da sana var, orkestra bi saniye susun “sen hala yaşıyo musun müzeyyen nine, senin şarkından ninni olmaz ki uyuyayım, ürkütür sesin bebeği”. zaten içimdekinin büyümeye niyeti yok, şebek etmiş bizi zaman zaman. beni iyice yüz göz ediyorsun onunla. artık kaçmak mümkün değil. kafa kıyak, şuur kaçak..
ağır göz kapakları altından dışarıya bezgin bir bakış. dışarıdaki sesler bulanık ve yankılı. ayağa kalkmak istesen kalkamazsın, yanındakinin sorularını takip edemezsin. kendinde değilsin zaten, bırak başkasını. evet anlamında başını sallasan yeter ama meşgulsun içindekiyle, silkemiyor talimatlarını akıl. can havliyle kalkıp “yatağıma gidiyorum” deyip sağa sola sekerek, yer yer zıplayarak yatağa ulaştım. uzandım. içimdekinin bilince baskısı yoğunlaştı iyice. durduğun pozisyonda boğulacak gibi olsan da sağa sola dönmek için bir newton kuvvet bulamazsın. kafam içerden bir çiviyle yastığa mıhlanmış, göbeğimde akrep nalan oturuyor. kıpırdamak ne mümkün. şimdi tamamen gerçeksin, yalan dünya dönüyor, sarhoş olup kaçacaktın öyle mi? hayat bir film şeridi gibi gözlerinin önünden akıyor, gözler tavandayken. bir ayrılığı uğurlarkenki sarhoşluğunu hatırlarsın, ya da ayık olduğun geçmiş günlerdeki boşvermişliğini.
yavaş yavaş çatlayacak gibi algıya duyarlı hale geliyor kafa. ama orda yalnız, güçsüz, tanımsız bi boşluktasın. sadece dinliyorsun, hücrelerine kadar. mide kötü, gözler nemli. belki bir portakal yesen iyi gelir, ya da ne alakası var? belki derin bir nefes almak için pencereyi açmak iyi gelecek. veya kahve. kapı vuruluyor. yanıt beklemeden içeri girme çabası.
- şş uyumak yok. bizim orda buna “pislik” yapmak derler. kahve içeceğiz gel.
bi kere daha pislik dese yoğurt yapacam üstünü başını. nasıl oluyorsa az önceki güçsüz beden ayakta dikiliyor birden, pencereye gidiyor, açıyor, odadakinden beter bi hava surata çarpıyor. düşmemek için sendeliyor. içeri gidip yine plastik sandalyeli ortama bıraktım kendimi. anlatıyor hevesli katır;
- madonna müttüş karı ya! yürürken yeri dövüyo resmen.
madonna kim! benim madonnamın kolları kılsız, dişleri inci. hala kafam bedene ağır. kulaklar müzeyyene sağır, yine de benzetemiyoruz hayatta kimseyi sana. kahve bitmeden gene yatağımın ve efkar notalarının odasına attım kendimi. uyumadan önce birini aramam lazım. lanet olası “sorumluluk” kavramı bu işte, aşka da soğutuyor. senin o an ne kadar boktan bir durumda olduğunun hiçbir önemi yoktur. saati de 6.45e kurmak şart.
az sonra yine içimdekiyle kafa kafaya veriyoruz. unuttuğum çocukluk günlerinden slaytlar getiriyor gözüme. o gamsız çocuk nerdesin be! ya da öğrencilik günleri. sabah derse gitmiyorum lan. siktiret vizeyi finalden 71 alırım olur. ama şimdi kimse dinlemez böyle şeyleri.
ölçemediğim birkaç saat geçti öyle baş başa, kontrol dışı bi dalgaya kapılmış durumda. sonrası uyku, şekerpareden tatlı.
annenlere söyle bugün bende yöküz
ben bende değilim demenin abartılmışı galiba ya da müsait değilim, görüşmeyelim bugünlük demenin bir başka türevi.
olur bazen öyle. kabuğunda demlenmek istersin. dost yüzü bile ırak olsun dersin.
sormayın dostlarım ne olur, üstüme gelmeyin, üstelemeyin...
olur bazen öyle. kabuğunda demlenmek istersin. dost yüzü bile ırak olsun dersin.
sormayın dostlarım ne olur, üstüme gelmeyin, üstelemeyin...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?