"islam!" denince aklıma ilk gelen şey merhamettir benim.
anladigim islam
ahmed hulusinin bir yazısıdır :
yeryüzüne gelmiş en muhteşem “beyin” ve sonsuzluğa uzanan en muhteşem “ruh” olan hazreti muhammed aleyhisselâm, acaba bize ne bağışladı?
yaşadığı çağın insanlarının anlayışını hesaba katarak açıkladığı gerçekler, acaba günümüz şartları içinde yetişen insanlık tarafından, ne kadarıyla algılanıp değerlendirilmekte?
insanlığın kıyametine kadar geçerli teklifler ve sonsuza kadar geçerli sistem ipuçları ihtiva eden, değerlendirebilenleri, sonsuz yaşamda mutlu kılacak olan bilgileri kapsayan kurân-ı kerîm, acaba insanlık tarafından ne kadar değerlendirilebiliyor?
çeşitli çevrelerin anlatımımı saptırmaları dolayısıyla, kitaplarımda farklı bölümler hâlinde anlatmaya çalıştığım “islâm” anlayışımı yeniden toplu halde özetle size sunmak mecburiyeti hasıl oldu!.
bilelim ki...
dünya üzerinde, iki ana farklı yapıda anlaşılan islâm dini ve hazreti muhammed aleyhisselâm anlayışı vardır.
bunlardan birincisi ve yaygın olanına göre:
yukarıda, gökte bir yerde bir “tanri” vardır!. müslümanlar, o tanrının adına “allah” derler!. yukarıdaki o tanri, insanların görüp-bilemediği bir yerlerde “cehennem” ve “cennet” adında iki mekân yaratmıştır.
o tanrı önce cennet denilen yerde, çamuru elleriyle insan suretinde şekillendirip, içine kendi ruhundan “üflemek” suretiyle insanı yaratmış, sonra da onu cennetten dünyaya indirmiştir. zamanla bu insan nesli dünya üzerinde çoğalınca kendisiyle insanlar arasında postacı – aracı türünden bir elçilik yapması için peygamberler seçip, yanındaki cebrail isimli melek aracılığıyla o elçilerine kitaplar yollamıştır. peygamberler de o tanrıdan kendilerine melek aracılığıyla indirilen kitaplara ve getirdikleri vahiylere dayanarak, “gökte allah var, öldükten sonra kıyamet günü o sizin hepinizi diriltecek, sonra karşısına alıp yaptıklarınızdan dolayı hesaba çekecek” diye insanlığı uyarmışlar, buna göre o tanrının emirlerini ve insanlardan neler istediğini tebliğ etmişlerdir. tanrının, bu elçi peygamberleri vasıtasıyla insanlara duyurduğu günahları işlemeyenler ve sevapları yerine getirenler sonuçta cennete gidecekler, buna karşılık peygamberleri dinlemeyip tanrının emirlerine uymayanlar da cehenneme atılacaklardır.
evet, “yukarda allah var ve hazreti muhammed o’nun peygamberidir” diyen dünyadaki önemli çoğunluk ana hatları böyle; detayları ise toplumlara göre farklılık gösteren bir anlayışla yaşamlarını sürdürmektedir. bu anlayışta olanlar genellikle din konu olunca hiç bir kelimeyi sorgulamaz, araştırmaz, kelimelerin anlamını birebir kabul ederler. “biz, bize söylenenlere inanırız ve gerisini araştırmayız; yap denileni yapar ötesini düşünmeyiz. bize inan denmiş; biz de bunlara inanırız, ötesi bizi ilgilendirmez” derler.
buna karşın hazreti muhammed aleyhisselâm ve bildirdiği kurân-ı kerîmi içindeki mecaz ve benzetmeleri deşifre ederek derinliğine anlamaya çalışan hazreti âli ve hazreti ebu bekir gibi o devrin bazı derin anlayışlı kişilerince oluşturulan “derinlikli islâm” anlayışı ise hakikat ehli tarafından (ehlullah), “islâm tasavvufu” adı altında, ana hatları şu olan bir anlayışı günümüze kadar ulaştırmışlardır.
bu hakikat ehli denilen zevatın “islam” anlayışı ise şöyle bir oluşumu anlatır:
ismi “allah” olarak bildirilen, her türlü beşeri anlayış ve kapsamsal kavramın ötesinde olarak, yalnızca “hu” yani sadece “o” olarak tanımlanır (ki bu boyuta “âlemi lâhut” da tabir edilir).
“hu”, evren içre evrenleri, ilminde, ilmiyle, bir “nokta”dan yaratmıştır!
o “nokta”, “hu” zamiriyle işaret edilenin, ilminde açığa çıkardığı özelliklerinin varlığıyla var kılınmış şuurlu bir çekirdektir (heyûla); “hakikati muhammedî”dir (âlemi ceberûttur)!.
algılanan ve algılanamayan, bilinen ve bilinmeyen her şey, bu şuurlu ve bilinçli “nokta”nın varlığındaki isimlerin işaret ettiği özellikler ile gene ilimde varolmuş “ilmî suret”lerdir.
bu “nokta”nın ilim mertebesinde ilmî açılımı ile “melekût âlemi” meydana gelmiştir ki bu mertebe, evren içre evrenlerin meydana geldiği “salt enerji okyanusu”dur. burada çokluktan, çokluğa ait sayısallıktan ve birimsellikten söz edilemez!.
buraya kadar açıklanan durum, hazreti âli’nin “bu an o an’dır” işaretinin ihtiva ettiği “nokta”dır; ki bu, ezelden ebede böyledir ve hiç değişmez!.
işte bu “nokta” içinde, “nokta”nın varlığındaki allah isimlerinin, değişik bileşimler hâlindeki açığa çıkışları ve bunların yapıları gereği algılamaları, “göreselliği” ve çokluk (kesret) kavramlarını oluşturmuştur (nâsut âlemi).
burada konunun iyi anlaşılabilmesi için, çok önemle dikkat edilmesi zorunlu olan husus şudur:
olay, yukardan aşağı, gökten yere değil; bir tekillikten açılan, gelişen, oluşan, meydana gelen algılamalara dayalı “çokluk” tarzında düşünülmelidir.
her birim, aynı tek’ten (melekût) meydana gelmiştir!. melekût, birimin dışından gelen değil; birimin derûnundan zahirine (bilincine) açığa çıkan, birimin varlığını meydana getiren mertebe anlamındadır!. kurân-ı kerîm’deki “b” sırrı, kişinin hakikatindeki bu mertebeye işaret eder!.
“melekût”, evren içre evrenlerin varlığını meydana getiren şuurlu enerji-kudret sıfatının açığa çıkışıdır!.
evren içre evrenlerde meydana gelen her yapı ve birim, evrensel enerji ve şuurla meydana geldiği için de, aslında cansız ve şuursuz hiç bir şey yoktur evrende!. belki algılama sınırları ötesini inkâr edenler tarafından cansız ve şuursuz yakıştırması yapılır bir kısım yapılara.
tümüyle canlı ve şuurlu olan evren ve içindeki tüm yapılar “sünnetullah” diye isimlendirilmiş olan “evrensel sistem ve düzen” içinde oluşmuştur. ve gene sonsuza dek o sistem içinde yaratanın muradına göre her an yeni bir şan alarak yaşamını sürdürecektir.
insanlık içinde açığa çıkan rasûl ve nebilere gelince...
bu zevât, yukarıda denilen gökteki ve “allah” ismiyle etiketlenen tanrı tasavvurunun seçtiği aracılık işiyle görevli postacılar veya elçiler olmayıp, hakikatlerinden bilinçlerine “nâzil” olmuş, kendi derûnlarındaki isimlerin özelliklerinden kaynaklanan ilmin, şuurlarında açığa çıkmasıyla, hakikate tercüman olan ve o evrensel hakikati dillendiren zevâttır!. “irsâl”, “açığa çıkarma” anlamındadır... “rasûl” ise türkçe karşılığı itibariyle “açığa çıkarılmış yakînî bilgi kaynağı” anlamına gelir. “semâ” yalnızca gök katları anlamına gelmez; bilinç (nefs) mertebeleri anlamını da ihtiva eder!. “nüzul”ün anlamı mekânsallık ifade eden “inme”-“indirilme” değildir. “gök”ten “kitap” inmemiştir!. kurân’da geçen “kitap” kelimesinin türkçe’deki anlam karşılığı “bilgi”dir!.
bunlar gibi pek çok kelime dilimize veya yabancı dillere yanlış anlamlarla çevrildiği için, eciş bücüş bir “din” anlayışı ortaya çıkmakta; o yüzden de pek çok aklıbaşında insan bu anlatımlardan yüz çevirmektedir.
artık bu yanlış anlatımları yeniden sorgulama zamanı gelmiştir!.
vahiy meleği, gökteki bir mekânda yerleşik tanrının katından; rasûl veya nebinin yanına gelmemiştir! varlıklarında bilkuvve (potansiyel) olarak bulunan melekî özelliğin (ilmin), bilfiil (aktive) oluşudur. beynin algılama mekanizması bu “bilkuvve” olanın “bilfiile” dönüşmesini sanki dışarıda (afakta) meydana gelen bir olay gibi değerlendirmektedir!.
bu suretledir ki, rasûl ve nebîler, evren içre evrenleri yaratanı, hakikatiyle, derûnlarında vahiy denen suretle (özlerinden gelip şuurlarında açığa çıkması suretiyle) yaşamışlardır. bunun sonucu “sünnetullah”ı “oku”muşlar (ikra) ve bu “oku”duklarını insanlara aktarmışlardır!.
onların bize aktardığı bu “oku”nan verilere göre...
bugün yeryüzünde var olan insan sonsuzluk için varolmuş bir yapıdır ve asla “ölüm” ile yok olmayıp yaşamına sonsuza kadar ve de geriye dönüşsüz hep ileriye şekilde devam edecektir. “ölüm” bildiğimiz biyolojik bedenin yaşamının son bulup kişinin ruh adı verilen bedeniyle yaşamına devam etmeye başlamasının adıdır.
yeryüzünde yaşamış o en muhteşem beyin ve sonsuzluğun en muhteşem ruhu’nun, gelmiş geçmiş tüm beyinlerden üstünlük yanı ise öncelikle şudur:
o, hem ismi “allah” olanı en mükemmel ve kapsamlı şekilde anlatmıştır; hem de “sünnetullah”ı bütün incelikleriyle gözlerimizin önüne sermiştir vahyolan kurân-ı kerîm’de!.
o’nun dışında bu açıklamanın değil benzerini yapmak, açıkladıklarının yanına dahi yaklaşamamıştır hiç kimse!.
o’nun bildirip açıkladığı kurân-ı kerîm tümüyle mutlak gerçeği vurgular!.
insanlık, bildirilen bu gerçeğe göre, dünya yaşamından sonra bir başka boyutta yer alacak; herkes, dünyada kendisinden açığa çıkanların kendisine ne getirdiğini veya neler kaybettirdiğini o ortamda görüp sonuçlarını yaşayacak, yaşam mahalli ya azap ve sıkıntı mahalli olacak ya da huzur ve mutluluk ortamı olacaktır.
“sünnetullah”ın bireyi ilgilendiren yönü itibariyle, herkes kendisinden açığa çıkanların sonucunu kesin bir şekilde yaşayacaktır bu dünyada ya da devamı olan boyutta.
“sünnetullah” denilen allah yaratısı sistem ve düzen, her an, varlığını oluşturan allah isimlerinin oluşturduğu özelliklere göre, yeni bir oluşla varolmakta ve evren her an yenilenmekte; yaratış her an değişerek, yenilenerek sonsuza devam etmektedir.
ismi “allah” olarak tanıtılanın, algıladığımız boyuttaki en büyük mucizesi bana göre “beyin”dir!. insanlık henüz bu mucizeyi değerlendirmekten çok uzaktır!. bu konudaki pek çok tesbitlerimizi henüz yazabilme imkânımız yoktur maalesef. zira yirmi otuz yıl önce yazdıklarımız bugün daha yeni yeni konuşulmaya başlanmıştır.
zaman ve mekân esasen insan beyninin algılama sistemine göre vardır!. insan gerçekte salt bir düşünceden ibarettir!. “allah” yaratısı veri tabanının kendisinde açığa çıkarttıklarının sonuçlarını her an yaşamakta olan bir kuldur insan!.
herkes kendisinden açığa çıkanların sonuçlarını âhiretinde kesinlikle yaşayacaktır!. bu çok önemli gerçek dolayısıyla da herkesin “sünnetullah” denilen ve “din” olarak tanımlanmış olan değişmez evrensel sistem ve düzeni, değişmez evrensel yasaları çok iyi öğrenmesi gereklidir, kendi geleceği dolayısıyla.
bu açıklamamızı şu cümleyle noktalayalım:
evrensel gerçekleri ve “allah” ismiyle işaret edileni bize bildiren en muhteşem “beyin” ve sonsuzluğa uzanan o en muhteşem “ruh”u, ne gerekçeyle olursa olsun bu dünyada değerlendiremeyenler, bunun sıkıntı ve acısını sonsuza dek çekeceklerdir.
ahmed hulûsi
25 nisan 2006
north carolina, usa
http://www.ahmedhulusi.org
yeryüzüne gelmiş en muhteşem “beyin” ve sonsuzluğa uzanan en muhteşem “ruh” olan hazreti muhammed aleyhisselâm, acaba bize ne bağışladı?
yaşadığı çağın insanlarının anlayışını hesaba katarak açıkladığı gerçekler, acaba günümüz şartları içinde yetişen insanlık tarafından, ne kadarıyla algılanıp değerlendirilmekte?
insanlığın kıyametine kadar geçerli teklifler ve sonsuza kadar geçerli sistem ipuçları ihtiva eden, değerlendirebilenleri, sonsuz yaşamda mutlu kılacak olan bilgileri kapsayan kurân-ı kerîm, acaba insanlık tarafından ne kadar değerlendirilebiliyor?
çeşitli çevrelerin anlatımımı saptırmaları dolayısıyla, kitaplarımda farklı bölümler hâlinde anlatmaya çalıştığım “islâm” anlayışımı yeniden toplu halde özetle size sunmak mecburiyeti hasıl oldu!.
bilelim ki...
dünya üzerinde, iki ana farklı yapıda anlaşılan islâm dini ve hazreti muhammed aleyhisselâm anlayışı vardır.
bunlardan birincisi ve yaygın olanına göre:
yukarıda, gökte bir yerde bir “tanri” vardır!. müslümanlar, o tanrının adına “allah” derler!. yukarıdaki o tanri, insanların görüp-bilemediği bir yerlerde “cehennem” ve “cennet” adında iki mekân yaratmıştır.
o tanrı önce cennet denilen yerde, çamuru elleriyle insan suretinde şekillendirip, içine kendi ruhundan “üflemek” suretiyle insanı yaratmış, sonra da onu cennetten dünyaya indirmiştir. zamanla bu insan nesli dünya üzerinde çoğalınca kendisiyle insanlar arasında postacı – aracı türünden bir elçilik yapması için peygamberler seçip, yanındaki cebrail isimli melek aracılığıyla o elçilerine kitaplar yollamıştır. peygamberler de o tanrıdan kendilerine melek aracılığıyla indirilen kitaplara ve getirdikleri vahiylere dayanarak, “gökte allah var, öldükten sonra kıyamet günü o sizin hepinizi diriltecek, sonra karşısına alıp yaptıklarınızdan dolayı hesaba çekecek” diye insanlığı uyarmışlar, buna göre o tanrının emirlerini ve insanlardan neler istediğini tebliğ etmişlerdir. tanrının, bu elçi peygamberleri vasıtasıyla insanlara duyurduğu günahları işlemeyenler ve sevapları yerine getirenler sonuçta cennete gidecekler, buna karşılık peygamberleri dinlemeyip tanrının emirlerine uymayanlar da cehenneme atılacaklardır.
evet, “yukarda allah var ve hazreti muhammed o’nun peygamberidir” diyen dünyadaki önemli çoğunluk ana hatları böyle; detayları ise toplumlara göre farklılık gösteren bir anlayışla yaşamlarını sürdürmektedir. bu anlayışta olanlar genellikle din konu olunca hiç bir kelimeyi sorgulamaz, araştırmaz, kelimelerin anlamını birebir kabul ederler. “biz, bize söylenenlere inanırız ve gerisini araştırmayız; yap denileni yapar ötesini düşünmeyiz. bize inan denmiş; biz de bunlara inanırız, ötesi bizi ilgilendirmez” derler.
buna karşın hazreti muhammed aleyhisselâm ve bildirdiği kurân-ı kerîmi içindeki mecaz ve benzetmeleri deşifre ederek derinliğine anlamaya çalışan hazreti âli ve hazreti ebu bekir gibi o devrin bazı derin anlayışlı kişilerince oluşturulan “derinlikli islâm” anlayışı ise hakikat ehli tarafından (ehlullah), “islâm tasavvufu” adı altında, ana hatları şu olan bir anlayışı günümüze kadar ulaştırmışlardır.
bu hakikat ehli denilen zevatın “islam” anlayışı ise şöyle bir oluşumu anlatır:
ismi “allah” olarak bildirilen, her türlü beşeri anlayış ve kapsamsal kavramın ötesinde olarak, yalnızca “hu” yani sadece “o” olarak tanımlanır (ki bu boyuta “âlemi lâhut” da tabir edilir).
“hu”, evren içre evrenleri, ilminde, ilmiyle, bir “nokta”dan yaratmıştır!
o “nokta”, “hu” zamiriyle işaret edilenin, ilminde açığa çıkardığı özelliklerinin varlığıyla var kılınmış şuurlu bir çekirdektir (heyûla); “hakikati muhammedî”dir (âlemi ceberûttur)!.
algılanan ve algılanamayan, bilinen ve bilinmeyen her şey, bu şuurlu ve bilinçli “nokta”nın varlığındaki isimlerin işaret ettiği özellikler ile gene ilimde varolmuş “ilmî suret”lerdir.
bu “nokta”nın ilim mertebesinde ilmî açılımı ile “melekût âlemi” meydana gelmiştir ki bu mertebe, evren içre evrenlerin meydana geldiği “salt enerji okyanusu”dur. burada çokluktan, çokluğa ait sayısallıktan ve birimsellikten söz edilemez!.
buraya kadar açıklanan durum, hazreti âli’nin “bu an o an’dır” işaretinin ihtiva ettiği “nokta”dır; ki bu, ezelden ebede böyledir ve hiç değişmez!.
işte bu “nokta” içinde, “nokta”nın varlığındaki allah isimlerinin, değişik bileşimler hâlindeki açığa çıkışları ve bunların yapıları gereği algılamaları, “göreselliği” ve çokluk (kesret) kavramlarını oluşturmuştur (nâsut âlemi).
burada konunun iyi anlaşılabilmesi için, çok önemle dikkat edilmesi zorunlu olan husus şudur:
olay, yukardan aşağı, gökten yere değil; bir tekillikten açılan, gelişen, oluşan, meydana gelen algılamalara dayalı “çokluk” tarzında düşünülmelidir.
her birim, aynı tek’ten (melekût) meydana gelmiştir!. melekût, birimin dışından gelen değil; birimin derûnundan zahirine (bilincine) açığa çıkan, birimin varlığını meydana getiren mertebe anlamındadır!. kurân-ı kerîm’deki “b” sırrı, kişinin hakikatindeki bu mertebeye işaret eder!.
“melekût”, evren içre evrenlerin varlığını meydana getiren şuurlu enerji-kudret sıfatının açığa çıkışıdır!.
evren içre evrenlerde meydana gelen her yapı ve birim, evrensel enerji ve şuurla meydana geldiği için de, aslında cansız ve şuursuz hiç bir şey yoktur evrende!. belki algılama sınırları ötesini inkâr edenler tarafından cansız ve şuursuz yakıştırması yapılır bir kısım yapılara.
tümüyle canlı ve şuurlu olan evren ve içindeki tüm yapılar “sünnetullah” diye isimlendirilmiş olan “evrensel sistem ve düzen” içinde oluşmuştur. ve gene sonsuza dek o sistem içinde yaratanın muradına göre her an yeni bir şan alarak yaşamını sürdürecektir.
insanlık içinde açığa çıkan rasûl ve nebilere gelince...
bu zevât, yukarıda denilen gökteki ve “allah” ismiyle etiketlenen tanrı tasavvurunun seçtiği aracılık işiyle görevli postacılar veya elçiler olmayıp, hakikatlerinden bilinçlerine “nâzil” olmuş, kendi derûnlarındaki isimlerin özelliklerinden kaynaklanan ilmin, şuurlarında açığa çıkmasıyla, hakikate tercüman olan ve o evrensel hakikati dillendiren zevâttır!. “irsâl”, “açığa çıkarma” anlamındadır... “rasûl” ise türkçe karşılığı itibariyle “açığa çıkarılmış yakînî bilgi kaynağı” anlamına gelir. “semâ” yalnızca gök katları anlamına gelmez; bilinç (nefs) mertebeleri anlamını da ihtiva eder!. “nüzul”ün anlamı mekânsallık ifade eden “inme”-“indirilme” değildir. “gök”ten “kitap” inmemiştir!. kurân’da geçen “kitap” kelimesinin türkçe’deki anlam karşılığı “bilgi”dir!.
bunlar gibi pek çok kelime dilimize veya yabancı dillere yanlış anlamlarla çevrildiği için, eciş bücüş bir “din” anlayışı ortaya çıkmakta; o yüzden de pek çok aklıbaşında insan bu anlatımlardan yüz çevirmektedir.
artık bu yanlış anlatımları yeniden sorgulama zamanı gelmiştir!.
vahiy meleği, gökteki bir mekânda yerleşik tanrının katından; rasûl veya nebinin yanına gelmemiştir! varlıklarında bilkuvve (potansiyel) olarak bulunan melekî özelliğin (ilmin), bilfiil (aktive) oluşudur. beynin algılama mekanizması bu “bilkuvve” olanın “bilfiile” dönüşmesini sanki dışarıda (afakta) meydana gelen bir olay gibi değerlendirmektedir!.
bu suretledir ki, rasûl ve nebîler, evren içre evrenleri yaratanı, hakikatiyle, derûnlarında vahiy denen suretle (özlerinden gelip şuurlarında açığa çıkması suretiyle) yaşamışlardır. bunun sonucu “sünnetullah”ı “oku”muşlar (ikra) ve bu “oku”duklarını insanlara aktarmışlardır!.
onların bize aktardığı bu “oku”nan verilere göre...
bugün yeryüzünde var olan insan sonsuzluk için varolmuş bir yapıdır ve asla “ölüm” ile yok olmayıp yaşamına sonsuza kadar ve de geriye dönüşsüz hep ileriye şekilde devam edecektir. “ölüm” bildiğimiz biyolojik bedenin yaşamının son bulup kişinin ruh adı verilen bedeniyle yaşamına devam etmeye başlamasının adıdır.
yeryüzünde yaşamış o en muhteşem beyin ve sonsuzluğun en muhteşem ruhu’nun, gelmiş geçmiş tüm beyinlerden üstünlük yanı ise öncelikle şudur:
o, hem ismi “allah” olanı en mükemmel ve kapsamlı şekilde anlatmıştır; hem de “sünnetullah”ı bütün incelikleriyle gözlerimizin önüne sermiştir vahyolan kurân-ı kerîm’de!.
o’nun dışında bu açıklamanın değil benzerini yapmak, açıkladıklarının yanına dahi yaklaşamamıştır hiç kimse!.
o’nun bildirip açıkladığı kurân-ı kerîm tümüyle mutlak gerçeği vurgular!.
insanlık, bildirilen bu gerçeğe göre, dünya yaşamından sonra bir başka boyutta yer alacak; herkes, dünyada kendisinden açığa çıkanların kendisine ne getirdiğini veya neler kaybettirdiğini o ortamda görüp sonuçlarını yaşayacak, yaşam mahalli ya azap ve sıkıntı mahalli olacak ya da huzur ve mutluluk ortamı olacaktır.
“sünnetullah”ın bireyi ilgilendiren yönü itibariyle, herkes kendisinden açığa çıkanların sonucunu kesin bir şekilde yaşayacaktır bu dünyada ya da devamı olan boyutta.
“sünnetullah” denilen allah yaratısı sistem ve düzen, her an, varlığını oluşturan allah isimlerinin oluşturduğu özelliklere göre, yeni bir oluşla varolmakta ve evren her an yenilenmekte; yaratış her an değişerek, yenilenerek sonsuza devam etmektedir.
ismi “allah” olarak tanıtılanın, algıladığımız boyuttaki en büyük mucizesi bana göre “beyin”dir!. insanlık henüz bu mucizeyi değerlendirmekten çok uzaktır!. bu konudaki pek çok tesbitlerimizi henüz yazabilme imkânımız yoktur maalesef. zira yirmi otuz yıl önce yazdıklarımız bugün daha yeni yeni konuşulmaya başlanmıştır.
zaman ve mekân esasen insan beyninin algılama sistemine göre vardır!. insan gerçekte salt bir düşünceden ibarettir!. “allah” yaratısı veri tabanının kendisinde açığa çıkarttıklarının sonuçlarını her an yaşamakta olan bir kuldur insan!.
herkes kendisinden açığa çıkanların sonuçlarını âhiretinde kesinlikle yaşayacaktır!. bu çok önemli gerçek dolayısıyla da herkesin “sünnetullah” denilen ve “din” olarak tanımlanmış olan değişmez evrensel sistem ve düzeni, değişmez evrensel yasaları çok iyi öğrenmesi gereklidir, kendi geleceği dolayısıyla.
bu açıklamamızı şu cümleyle noktalayalım:
evrensel gerçekleri ve “allah” ismiyle işaret edileni bize bildiren en muhteşem “beyin” ve sonsuzluğa uzanan o en muhteşem “ruh”u, ne gerekçeyle olursa olsun bu dünyada değerlendiremeyenler, bunun sıkıntı ve acısını sonsuza dek çekeceklerdir.
ahmed hulûsi
25 nisan 2006
north carolina, usa
http://www.ahmedhulusi.org
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?