20 haziranda 2006da istanbul kuruçeşme arenada yapılacak olan konserdir.
20 haziran 2006 roger waters konseri
biletimi daha satışa çıkmadan önce almanın sevincini yaşadığım konserdir. muhtemelen türkiyede gerçekleştirilmiş en güzel konser olacaktır.
sahne önü biletleri tükenmiştir.
roger waters
the creative genius of pink floyd
performing the dark side of the moon - live
öncelikli dönem bilet fiyatları (3-4-5 nisan)
siyah & beyaz iksd üyeleri :
sahne önü: 225 ytl
genel giriş: 56,50 ytl
kırmızı & sarı iksd üyeleri :
sahne önü: 240 ytl
genel giriş: 60 ytl
bilet satış fiyatları (6 nisandan sonra)
siyah & beyaz iksd üyeleri :
sahne önü: 235 ytl
genel giriş ( ilk 5.000 bilet): 64,50 ytl
genel giriş ( 5.000 biletden sonra) : 76,50 ytl
kırmızı & sarı iksd üyeleri :
sahne önü: 250 ytl
genel giriş: 68 ytl
genel giriş ( 5.000 biletden sonra) : 76,50 ytl
genel
sahne önü: 310 ytl
genel giriş: 83 ytl
genel giriş ( 5.000 biletden sonra) : 99,00 ytl
kapıda: 100.00 ytl
pink floydun yaratici dehasi
roger waters
ilk kez türkiye’de!
program:
kapi açiliş - 20:00
roger waters - 21:30
müzikseverlerin yıllardır dört gözle beklediği, rock müziğinin efsane ismi, pink floydun kurucusu roger waters istanbula geliyor. iksv tarafından bkm ve beşiktaş belediyesi işbirliğiyle ve garanti bankası sponsorluğunda düzenlenen konser, 20 haziran salı günü kuruçeşme arenada gerçekleşecek.
pink floydun kurucularından, şarkı yazarı, bas gitaristi ve grubun beyni roger waters
istanbul konserinde solo albümlerinden örnekler ve pink floydun unutulmaz şarkılarının yanı sıra grubun unutulmaz albümü the dark side of the moonun tamamını çalacak. konserde büyük ekranlarda video projeksiyonları ve özel efektler 360 derecelik quadrophonic ses sistemi ile birleşerek görsel bir şölen yaratacak. roger waters konserinin biletleri çok yakında biletix üzerinden satışa çıkacak.
efsanevi rock grubu pink floyd 1966 yılında roger waters ve syd barrett tarafından kuruldu. barrettın ayrılması ile grubun mimarı konumuna gelen waters; the dark side of the moon, the wall (23 platin albüm ödülü), animals, wish you were here ve final cut gibi klasiklere imza attı. grup, geçtiğimiz yıl live8 konseri için yıllar sonra ilk defa bir araya geldi.
20 haziranda istanbulda gerçekleşecek konserin sanatçı bağlantısı gnl entertaintment tarafından yapıldı.
roger waters
the creative genius of pink floyd
performing the dark side of the moon - live
öncelikli dönem bilet fiyatları (3-4-5 nisan)
siyah & beyaz iksd üyeleri :
sahne önü: 225 ytl
genel giriş: 56,50 ytl
kırmızı & sarı iksd üyeleri :
sahne önü: 240 ytl
genel giriş: 60 ytl
bilet satış fiyatları (6 nisandan sonra)
siyah & beyaz iksd üyeleri :
sahne önü: 235 ytl
genel giriş ( ilk 5.000 bilet): 64,50 ytl
genel giriş ( 5.000 biletden sonra) : 76,50 ytl
kırmızı & sarı iksd üyeleri :
sahne önü: 250 ytl
genel giriş: 68 ytl
genel giriş ( 5.000 biletden sonra) : 76,50 ytl
genel
sahne önü: 310 ytl
genel giriş: 83 ytl
genel giriş ( 5.000 biletden sonra) : 99,00 ytl
kapıda: 100.00 ytl
pink floydun yaratici dehasi
roger waters
ilk kez türkiye’de!
program:
kapi açiliş - 20:00
roger waters - 21:30
müzikseverlerin yıllardır dört gözle beklediği, rock müziğinin efsane ismi, pink floydun kurucusu roger waters istanbula geliyor. iksv tarafından bkm ve beşiktaş belediyesi işbirliğiyle ve garanti bankası sponsorluğunda düzenlenen konser, 20 haziran salı günü kuruçeşme arenada gerçekleşecek.
pink floydun kurucularından, şarkı yazarı, bas gitaristi ve grubun beyni roger waters
istanbul konserinde solo albümlerinden örnekler ve pink floydun unutulmaz şarkılarının yanı sıra grubun unutulmaz albümü the dark side of the moonun tamamını çalacak. konserde büyük ekranlarda video projeksiyonları ve özel efektler 360 derecelik quadrophonic ses sistemi ile birleşerek görsel bir şölen yaratacak. roger waters konserinin biletleri çok yakında biletix üzerinden satışa çıkacak.
efsanevi rock grubu pink floyd 1966 yılında roger waters ve syd barrett tarafından kuruldu. barrettın ayrılması ile grubun mimarı konumuna gelen waters; the dark side of the moon, the wall (23 platin albüm ödülü), animals, wish you were here ve final cut gibi klasiklere imza attı. grup, geçtiğimiz yıl live8 konseri için yıllar sonra ilk defa bir araya geldi.
20 haziranda istanbulda gerçekleşecek konserin sanatçı bağlantısı gnl entertaintment tarafından yapıldı.
msn messengerda soldaki sekmelerden birisini siyah arka planlı prizma olarak yaptı biletix bu konser için.
ilk 5500 bilet 7 saat içinde tükendi. geriye 2500 bilet kaldı.
roger waters konser biletleri 6 nisan saat 11:00 de biletix üzerinden satışa çıktı. ön bölüm biletleri zaten hafta içi tükenmişti ancak ilaveten çok az sayıda da ön bilet satışa çıktı onlar da bittikten sonra saat 18:00 civarı bu biletler de bitti. şimdi ilave edilen 99 ytl ye satılan 3. blok bilet satışları başlamış durumda.
roger waters konser biletleri 6 nisan saat 11:00 de biletix üzerinden satışa çıktı. ön bölüm biletleri zaten hafta içi tükenmişti ancak ilaveten çok az sayıda da ön bilet satışa çıktı onlar da bittikten sonra saat 18:00 civarı bu biletler de bitti. şimdi ilave edilen 99 ytl ye satılan 3. blok bilet satışları başlamış durumda.
biletlerin satışa çıkmasından bir gün öncesinde konserin sponsorlarından olan garanti bankasında çalışan bir adet über-cool baba sayesinde 5 bilet temin ettiğim, pixie ile beraber katılacağım konserdir.
2006da bir insanın başına gelebilecek en güzel etkinliktir. ithilquessir ve pederi sayesinde benim de başıma bir bilet düşmüştür. düşündükçe insanın "nasıl bekleyeceğim 20 hazirana kadar" diyesi gelmektedir. 73 gün vardır hala.
(bkz: ölme eşeğim ölme)
(bkz: ölme eşeğim ölme)
bu muhtesem duyurunun etkisiyle, bugun itibariyle yillik izini biraz daha one alma gayretlerim baslamis durumdadir...insallah basaririm, gazamiz mubarek olsun diyelim, kandil dolayisiyla da bu dilegimin ayni gune gelmesinden cok umutluyum...ayrica, butun inananlarin bu kutlu gunu, hayirlara vesile olsun...
biletleri çoktan tükenen,(bkz: pink floyd ) efsanesinin kurucusunu yakından görebileceğimiz ve gittikçe yaklaşan konser.
muhtemel playlisti aşağıdaki gibi olan ve artık biletleri tükenen konser.
ilk yarı : happiest days of our lives, another brick in the wall, mother, shine on you crazy diamond, have a cigar, wish you were here, set the controls for the heart of the sun, the gunners dream, southampton dock, fletcher memorial home, perfect sense, leaving beirut, sheep.
ikinci yarı : dark side of the moon baştan sona
bisden sonra; in the flesh, vera lynn, bring the boys back home, comfortably numb.
istanbul konseri hakkında tüm bilgiler için:
http://pinkfloydturk.net/waterstanbul/default.asp
ilk yarı : happiest days of our lives, another brick in the wall, mother, shine on you crazy diamond, have a cigar, wish you were here, set the controls for the heart of the sun, the gunners dream, southampton dock, fletcher memorial home, perfect sense, leaving beirut, sheep.
ikinci yarı : dark side of the moon baştan sona
bisden sonra; in the flesh, vera lynn, bring the boys back home, comfortably numb.
istanbul konseri hakkında tüm bilgiler için:
http://pinkfloydturk.net/waterstanbul/default.asp
başlığın yeniden sol frame’e taşınmasıyla damarlarımdaki adrenalin miktarı aniden fırlamış, kan basıncımda yükselme kalp atışımda artma görülmüştür.
biletler tükenmesine rağmen ek olarak 1000 bileti daha satışa çıkan konser.
gerçektende happiest days of our lives´ten birisi olan bugün de konserin ikinci şarkısında her zaman sisteme ve büyüklere uymadığımız kendi yolumuzu çizdiğimiz için duvardaki tuğlalardan biri değiliz diye bağırılacak, sonra her konuda annelere danışıldığı ama annelerin her zaman doğru yolu göstermediğini belirten mother şarkısıyla devam eden konserde shine on you crazy diamond söylenerek syd´e atıfta bulunulacak ve "bir şeyi çok istiyorsanız yapabilecekleriniz sizi şaşırtır" kıvamındaki have a cigar ile devam edilecektir.
konserin ikinci yarısında zaten tek şarkı olarak dinlenen dark side of the moon hep bir ağızdan söylenecek ve muhtemelen biste de herkesin o anki durumunu ortaya koyacak olan comfortably numb ile konser sonlanacak.
(bkz: gün bugündür)
konserin ikinci yarısında zaten tek şarkı olarak dinlenen dark side of the moon hep bir ağızdan söylenecek ve muhtemelen biste de herkesin o anki durumunu ortaya koyacak olan comfortably numb ile konser sonlanacak.
(bkz: gün bugündür)
işte sonunda olmuştur. kendimi konsere gitmek üzere evden çıkmak için hazırlanırken bulmuşumdur. şimdiye kadar olan ve şimdiden sonra olacak hayatımın bir kilit noktasıdır bu gece roger waters.
2 saat sonra kapıların açılmasıyla başlayacak olan ve yıllardır türkiyedeki floydianların beklediği konserdir..roger amca nihayet burdadır..harika bir konser olacağı kesindir..lakin 376 sız bir konser olması hasebiyle konsere giden herkese uzun süreliğine kıl olunacaktır 376 tarafından.ve utanmadan bu başlığı zırt pırt güncelleyip, asabını bozanlara da kıl olacaktır 376.
(bkz: yalnız bırakın lan beni)
(bkz: yalnız bırakın lan beni)
an itibariyle kiz arkadasimin sagladigi canli telefon baglantisiyla kesintisiz dinledigim konserdir. ilk yorumu benden olsun istedim. isteyipte gidemeyen, isi gucu cikan herkesin bin pisman olacagi konserdir. tum salon hep bir agizdan roger waters ile soylemektedir, tuyler diken modundadir.
20sinden 70ine, sağınızda, solunuzda, önünüzde, arkanızda, sağ ayağınızın üstünde, omzunuzun dibinde binlerce insan.. hiçkimse bir kalabalıkta yer almaktan bu kadar mutlu olmamıştır. hepsinin elleri havada. hepsi bir ağızdan bağıra bağıra comfortably numb’ı söylüyor. kendi çığlığını dahi duyamayacak kadar.
insan selinin en ucunda, elinde gitarıyla roger waters görünüyor. hemen arkasındaki ekranda yıllar geçse de belleğimden asla silinmeyecek görüntüler geçiyor. sanki gerçek değil gibi orada olanlar. sanki on bin insan hep beraber aynı hayali görmekteyiz. her saniyesini kazımaya çalışıyorum hafızama. hemen arkamda duran ithilquessir’e dönüp bakıyorum... yok yok kesin hayal bunlar.
artık ses tellerimden tek bir manalı ses dahi çıkaramıyorum..
..ben demiştim. konser öncesi, konser sonrası olarak bölündü hayatlar. k.ö ve k.s.
kulaklarımda hala yankılanan gitar soloları, gözlerimi kapıyorum. ithilquessir’in kucağında uyuyakalıyorum..
..yok yok kesin hayal bunlar..
insan selinin en ucunda, elinde gitarıyla roger waters görünüyor. hemen arkasındaki ekranda yıllar geçse de belleğimden asla silinmeyecek görüntüler geçiyor. sanki gerçek değil gibi orada olanlar. sanki on bin insan hep beraber aynı hayali görmekteyiz. her saniyesini kazımaya çalışıyorum hafızama. hemen arkamda duran ithilquessir’e dönüp bakıyorum... yok yok kesin hayal bunlar.
artık ses tellerimden tek bir manalı ses dahi çıkaramıyorum..
..ben demiştim. konser öncesi, konser sonrası olarak bölündü hayatlar. k.ö ve k.s.
kulaklarımda hala yankılanan gitar soloları, gözlerimi kapıyorum. ithilquessir’in kucağında uyuyakalıyorum..
..yok yok kesin hayal bunlar..
yıllardan 2006, gunlerden 20 haziran. sıcak, kuru, bulutsuz bir istanbul yazı. saat salı.
zaten olayın istanbul,da geciyor olması bambaska bir buyu yaratmısz uzerimde. sehire ucaktan ineli henüz 72 saat olmamıs. 3 saatlik rotarın etkisinden bile çıkamamış ki bünye.
pixie ve kardeşimi alıp otobüs durağına gidiyorum, bu konseri benim kadar umursamadığı için hafif tartışıyoruz durakta. sanki dünyada herhangi biri bu konseri benim kadar önemseyebilirmiş gibi. biniyoruz otobüse, akbil’ler unutulmuş. aman ne leziz. söförün pis bakışları altında bir dahaki durakta inip büfeye depar atıyorum, içeriden kardeşim "bu ne kardeşim bileti olmayan binmesin" diyor. gülenlere kızmıyorum, dusam ben de gülerdim.
maslak’ta garanti bankası genel merkezine gidiyoruz. oradan bize biletleri temin eden, hatta bana zamanında pink floyd’u öğreten uber-cool baba ile bulusucaz. valide hanım da bize katılarak şeref verme lutfunu göstermişler o gece.
o anda fark ediyoruz ki o gece bize gelecek olan 13 yaşındaki kuzenime anahtar bırakmadan çıkmışız. ne zeki bir aileyiz biz. ne sorumluyuz oyle. biniyoruz arabaya bir yandan annem telefonla sitenin güvenlik görevlisi ve komşuları arıyor. herkez panik ve stres içinde. ne o konsere gidiyoruz.
maslaktan sahile inmeye çalışırken şeytanın bulaşmayacağı türden bir yokuştan iniyoruz. sanki araba ile bungee jumping yapıyoruz da kıçımızda ipi yokmuş gibi bir his üzerimde. bir taksinin arkasından dönmemiz ile kabus başlıyor.
bizim tarafta 8 karşı tarafta 14 tane araba, hiç kimsenin hiç bir yere kımıldamasına imkan yok. bir de üzerine 55 derecelik bir egim. babamın kafasında ter boncuları, herkes birbirine bağırıyor. hayır arabaları da sınavla mı almıslar ne yapmıslarsa bizim passat içlerinde en dandiği kalıyor. dokunduğun her tampon yarım milyar hesap çıkarıcak nitelikte. annem arabanın her kıpırtısına "ay ay ay" diye tempo tutarak sanki bizi konserin ritmine hazırlıyor. çıkıyorum arabadan, arkadaki arabalarla konusuyorum, biraz geri gidiyorlar, biz kaldırıma çıkıyoruz, babam ömründen 3 yıl kaybediyor, ben babamın direksiyon becerisine hayran kalıyorum. aynı anda 3 kişi sağ yap, 4 kişi sol yap, bir kişi topla gel derken bir karar vermek kolay olmasa gerek.
neyse çıkıyoruz cehennemden ve yaklaşık konser alanına 2 km ileride sahilde resmen cillop gibi bir yer buluyoruz da bırakıyoruz arabayı. bu gün ilk defa bir şeyin iyi gitmiş olması dikkatimi çekiyor.
güneş yavaş yavaş batarken kolumun altında pixie ve elimde kardeşimle boğazın sularının üzerinde yürüyoruz. balık lokantaları ve balıkçı teknelerinin selamında istanbul doluyor içim. 10 metre kadar önümüzde annemle babam el ele. evet diyorum. güzel bir gün bu.
bu arada içindeki bütün belgelerin çıkarılması 1 ay alacak cüzdanımı kaybettiğimi fark ediyorum. içindeki kimlikler kredi kartları yine o kadar önemli değil ama askerlik belgelerı hollanda oturumum falan hepsi içinde. düşünüyorum, o yokuşta arabadan çıkarken mi düşürdüm, yoksa arabada mı bıraktım diye. en sonunda ko götüne diyip tekrar boğaza çeviriyorum gözlerimi.
en sonunda geliyoruz konser alanına. birden içimde bir şeyler kıpırdıyor. bir şairin durmaz parmakları gibi bacaklarım. incecik ve kıpır kıpır. karaborsacılar geçiyor etrafımızdan, çok yaklaşanlara gururla bileti gösteriyorum. çıkışta buluşmak için bir yer karar verip giriyoruz içeri.
içeride konser afişinin önünde tam prizmanın altında resim çektiriyoruz. niyeyse fikir çok hoşuna gidiyor insanların, bir anda orası bir monument oluyor, her gelen bir afişin önüne atıyor kendini. içeri girince bizim peder beyin istekleri doğrultusunda sahneye hafif yukardan bakan bir tepe konuşlanıyoruz. ve tam 21:34’te kafama kazınmış çekiç figürleri, waters’ın isyankar sesi ve the wall’un simgeleşmiş elektro solosu ile başlıyor konser.
ilk anda alkışlıyamıyorum bile, sahneden verilen kutsal ışık bedenimi delip geçiyor, gözlerimi kapayıp kollarımı açıyorum, waters bas gitara her dokundugunda adını bilmediğim bir turfanı çarpıyor yüzüme. ilk parça bittiğimde kollarım havada bir elimde rock diğerinde barış işareti ve sesim şimdiden kısılmış şekilde geliyorum kendime. pixie bedeninin yaslıyor bana, babam gülümsüyor, göz ucuyla görüyorum.
kardeşimle pixie’yi bırakıp annemle babamın yanına gidiyorum. tam mother başladığında sarılıyorum anneme. o şarkının içinden sadece "mother" kelimesini anladığı için büyük ihtimalle "sevgi dolu türkülerle annemize dönelim" tarzında bir şeyler söylendigini zannediyor. bense kollarımı beline sarmış, gözlerimi kapamış "mother will she tear your little boy apart" diye mırıldanıyorum. tam "have a cigar" başlarken kolumu babamın omzuna atıyorum. aradaki otuz yılın tanrısallığa ulaşmış 3 nota ile birleştirildiği o anda baba ve oğul olmanın bağını hissediyorum içimde. o konser alanında birbirimizi o anda en iyi birbirimiz anlıyoruz.
görüntülerde radyoyu görünce zaten wish you were here’ın başlayacağını anlamak için bir dahi olmak gerekmiyor. "so... so you think you can tell/ heaven from hell, blue skies from..." pixıe nin gözlerinin arkasında elimdeki kahverengi gitarla bu şarkıda ben, bensiz bu şarkının dinlendiği onlarca gece, benim ona bu şarkıda nelerin anlatıldığını açıkladığım gece, pixie’nin gözlerinin arkasında anılar, pixie’nin gözlerinde yaşlar "two lost souls swimming in a fish bowl...".
daha sonrasındaa final cut, onlarca yıl önce amerika ve ingilterenin tutumunu protesto etmek için yazılmış şarkıların hala bütün gerçekliğini koruyor olmasının acı tadı gelıyor dudaklarıma. fonda bir kısa filmmişcesine işlenmiş görüntüler, duvarda bush’un resimlerı, sehircilerden kopan alkış "its the only connection they feel"
babama bir öpücük veriyorum, annema sarılıyorum, tutuyorum pixie’nin elini, diger elimde de kardeşim, hoop dalıyoruz kalabalığa.
hücum botu gibi insan dalgalarını yara yara ilerliyoruz sahneye. tek sorun normalde omuzu koyup gececegin bir ton insanın senden 20 yaş büyük olması... inciltmeden, kabalaşmadan, sigaraların arasından hugo gibi hoplaya zıplaya ilerliyoruz.
derken ara veriyor konser. her ilerleyen şey gibi bizim de bir duruşumuz oluyor. millet oturmuş yerlere simsiyah kıyafetlerle uzerlerine basmak da istemiyorum. kendimizi güzel bir lokomotif bulup biraz daha onların arkasından ambulans ardına takılmış cingöz gibi ilerliyoruz.
orada etraftaki insanlarla laklak ederken ne olduğunu anlamadan başlıyor yine konser. ayın karanlık yüzünde kayboluyoruz hepimiz.
bir ara transın üst noktalarında gezinirken biri arkadan omzuma dokunuyor, dönüp bakıyorum, 40larının ortalarında bir adam "kolunu indir" diyor. "hassiktir len" gibisinden bir bakıyorum adama dönüyorum dans etmeye, 3 dakika geçmiyor ki tekrar bu sefer daha yüksek sesle
-kolunu indir
-yok duydum zaten ne dediğinizi...
yok canım... ben 7 yıl beklemişim bu konser için. çağın en protest grubuyla kendımden geçerken biliyorum ki ömrümde bir daha olmayacak. ve kollarımı indiricekmişim. hadi len...
neyse tabi 10 saat zaten o şekilde durmanın imkanı olmadığı için indiriyorum kollarımı. bir ara bir saksafon solonun gazıyla tam tekrar kaldırıyorum ki adam geliyor aklıma, soldaki mavi t-shirtlu arkadaşa yüklenip bir adım yana kayıyorum.
solo bittiginde amca elini denım sırtıma koyoyur gülümseyerek, "ben bu anı 30 yıldır beklıyorum" diyor... bir anda fark ediyorum ki ben 7 yıldır bekliyorusam adam 27 yıldır bekliyor bu konseri. bu yaşında kısa boylu ve yapayalnız adamcağıza çok acıyorum. elimi adamın omzuna atıp "benim de bu anı 30 yıldır bekleyen bir babam var, zaten o yüzden burada olma şansım var" diyorum. konser salonunun ortasında sarılıyoruz adamla birbirimize. öpsem ayıp mı olur diyorum, bir yandan da hayırdır manyak mıyım neyim.
vokal’ler başlangıçta teknik sorun çekselerde açılıyorlar sonra, müzik, ortam ve görsel şölen sarıp sarmalıyor insanı ve sözler minicik yapıp yok ediyor.
dark side of the moon bitip the wall başlıyınca otoriteye karşı birikmiş kollektif nefret adına ne warsa çıkyor dışarı. yumruklar sıkılmış bağırıyoruz çığlık çığlıga, beyin yıkamasına, kalıplaşmışlığa, ön yargılara, savaşa karşı 3 nesil bir arada. sanki biz değiliz öss sınavına giren, karikatür için adam öldürüp bir top peşinde fanatikleşen.
pixie’nin saçlarından kokusu yayılıyor içime, gözlerimi kıstıkça içim akıyor ona. sırtını, kollarını, kalçalarını hissediyorum üzerimde, ayrılık susatıyor insanı.
ikinci bir kadın yanımda. belki pixie’nin beni belli bir seviyeye kadar paylaşmaktan rahatsız olmayacağı tek kadın. canım. kardeşim.
o günden sonraki bir hafta boyunca hiç bir müzik dinleyemeyeceğimi bilsem de tadını çıkarıyorum elimdekinin. kendimi bir göz yaşında kaybedip geri dönerken neden "hey you"’yu çalmadılar diye hayıflanıyorum.
arabada buluyorum cüzdanımı. pixie yolda kucagımda uyuyor. yaslanıyorum koltuğun arkasına. mırıldanıyorum "together we’ll stand, divide and we’ll fall..."
zaten olayın istanbul,da geciyor olması bambaska bir buyu yaratmısz uzerimde. sehire ucaktan ineli henüz 72 saat olmamıs. 3 saatlik rotarın etkisinden bile çıkamamış ki bünye.
pixie ve kardeşimi alıp otobüs durağına gidiyorum, bu konseri benim kadar umursamadığı için hafif tartışıyoruz durakta. sanki dünyada herhangi biri bu konseri benim kadar önemseyebilirmiş gibi. biniyoruz otobüse, akbil’ler unutulmuş. aman ne leziz. söförün pis bakışları altında bir dahaki durakta inip büfeye depar atıyorum, içeriden kardeşim "bu ne kardeşim bileti olmayan binmesin" diyor. gülenlere kızmıyorum, dusam ben de gülerdim.
maslak’ta garanti bankası genel merkezine gidiyoruz. oradan bize biletleri temin eden, hatta bana zamanında pink floyd’u öğreten uber-cool baba ile bulusucaz. valide hanım da bize katılarak şeref verme lutfunu göstermişler o gece.
o anda fark ediyoruz ki o gece bize gelecek olan 13 yaşındaki kuzenime anahtar bırakmadan çıkmışız. ne zeki bir aileyiz biz. ne sorumluyuz oyle. biniyoruz arabaya bir yandan annem telefonla sitenin güvenlik görevlisi ve komşuları arıyor. herkez panik ve stres içinde. ne o konsere gidiyoruz.
maslaktan sahile inmeye çalışırken şeytanın bulaşmayacağı türden bir yokuştan iniyoruz. sanki araba ile bungee jumping yapıyoruz da kıçımızda ipi yokmuş gibi bir his üzerimde. bir taksinin arkasından dönmemiz ile kabus başlıyor.
bizim tarafta 8 karşı tarafta 14 tane araba, hiç kimsenin hiç bir yere kımıldamasına imkan yok. bir de üzerine 55 derecelik bir egim. babamın kafasında ter boncuları, herkes birbirine bağırıyor. hayır arabaları da sınavla mı almıslar ne yapmıslarsa bizim passat içlerinde en dandiği kalıyor. dokunduğun her tampon yarım milyar hesap çıkarıcak nitelikte. annem arabanın her kıpırtısına "ay ay ay" diye tempo tutarak sanki bizi konserin ritmine hazırlıyor. çıkıyorum arabadan, arkadaki arabalarla konusuyorum, biraz geri gidiyorlar, biz kaldırıma çıkıyoruz, babam ömründen 3 yıl kaybediyor, ben babamın direksiyon becerisine hayran kalıyorum. aynı anda 3 kişi sağ yap, 4 kişi sol yap, bir kişi topla gel derken bir karar vermek kolay olmasa gerek.
neyse çıkıyoruz cehennemden ve yaklaşık konser alanına 2 km ileride sahilde resmen cillop gibi bir yer buluyoruz da bırakıyoruz arabayı. bu gün ilk defa bir şeyin iyi gitmiş olması dikkatimi çekiyor.
güneş yavaş yavaş batarken kolumun altında pixie ve elimde kardeşimle boğazın sularının üzerinde yürüyoruz. balık lokantaları ve balıkçı teknelerinin selamında istanbul doluyor içim. 10 metre kadar önümüzde annemle babam el ele. evet diyorum. güzel bir gün bu.
bu arada içindeki bütün belgelerin çıkarılması 1 ay alacak cüzdanımı kaybettiğimi fark ediyorum. içindeki kimlikler kredi kartları yine o kadar önemli değil ama askerlik belgelerı hollanda oturumum falan hepsi içinde. düşünüyorum, o yokuşta arabadan çıkarken mi düşürdüm, yoksa arabada mı bıraktım diye. en sonunda ko götüne diyip tekrar boğaza çeviriyorum gözlerimi.
en sonunda geliyoruz konser alanına. birden içimde bir şeyler kıpırdıyor. bir şairin durmaz parmakları gibi bacaklarım. incecik ve kıpır kıpır. karaborsacılar geçiyor etrafımızdan, çok yaklaşanlara gururla bileti gösteriyorum. çıkışta buluşmak için bir yer karar verip giriyoruz içeri.
içeride konser afişinin önünde tam prizmanın altında resim çektiriyoruz. niyeyse fikir çok hoşuna gidiyor insanların, bir anda orası bir monument oluyor, her gelen bir afişin önüne atıyor kendini. içeri girince bizim peder beyin istekleri doğrultusunda sahneye hafif yukardan bakan bir tepe konuşlanıyoruz. ve tam 21:34’te kafama kazınmış çekiç figürleri, waters’ın isyankar sesi ve the wall’un simgeleşmiş elektro solosu ile başlıyor konser.
ilk anda alkışlıyamıyorum bile, sahneden verilen kutsal ışık bedenimi delip geçiyor, gözlerimi kapayıp kollarımı açıyorum, waters bas gitara her dokundugunda adını bilmediğim bir turfanı çarpıyor yüzüme. ilk parça bittiğimde kollarım havada bir elimde rock diğerinde barış işareti ve sesim şimdiden kısılmış şekilde geliyorum kendime. pixie bedeninin yaslıyor bana, babam gülümsüyor, göz ucuyla görüyorum.
kardeşimle pixie’yi bırakıp annemle babamın yanına gidiyorum. tam mother başladığında sarılıyorum anneme. o şarkının içinden sadece "mother" kelimesini anladığı için büyük ihtimalle "sevgi dolu türkülerle annemize dönelim" tarzında bir şeyler söylendigini zannediyor. bense kollarımı beline sarmış, gözlerimi kapamış "mother will she tear your little boy apart" diye mırıldanıyorum. tam "have a cigar" başlarken kolumu babamın omzuna atıyorum. aradaki otuz yılın tanrısallığa ulaşmış 3 nota ile birleştirildiği o anda baba ve oğul olmanın bağını hissediyorum içimde. o konser alanında birbirimizi o anda en iyi birbirimiz anlıyoruz.
görüntülerde radyoyu görünce zaten wish you were here’ın başlayacağını anlamak için bir dahi olmak gerekmiyor. "so... so you think you can tell/ heaven from hell, blue skies from..." pixıe nin gözlerinin arkasında elimdeki kahverengi gitarla bu şarkıda ben, bensiz bu şarkının dinlendiği onlarca gece, benim ona bu şarkıda nelerin anlatıldığını açıkladığım gece, pixie’nin gözlerinin arkasında anılar, pixie’nin gözlerinde yaşlar "two lost souls swimming in a fish bowl...".
daha sonrasındaa final cut, onlarca yıl önce amerika ve ingilterenin tutumunu protesto etmek için yazılmış şarkıların hala bütün gerçekliğini koruyor olmasının acı tadı gelıyor dudaklarıma. fonda bir kısa filmmişcesine işlenmiş görüntüler, duvarda bush’un resimlerı, sehircilerden kopan alkış "its the only connection they feel"
babama bir öpücük veriyorum, annema sarılıyorum, tutuyorum pixie’nin elini, diger elimde de kardeşim, hoop dalıyoruz kalabalığa.
hücum botu gibi insan dalgalarını yara yara ilerliyoruz sahneye. tek sorun normalde omuzu koyup gececegin bir ton insanın senden 20 yaş büyük olması... inciltmeden, kabalaşmadan, sigaraların arasından hugo gibi hoplaya zıplaya ilerliyoruz.
derken ara veriyor konser. her ilerleyen şey gibi bizim de bir duruşumuz oluyor. millet oturmuş yerlere simsiyah kıyafetlerle uzerlerine basmak da istemiyorum. kendimizi güzel bir lokomotif bulup biraz daha onların arkasından ambulans ardına takılmış cingöz gibi ilerliyoruz.
orada etraftaki insanlarla laklak ederken ne olduğunu anlamadan başlıyor yine konser. ayın karanlık yüzünde kayboluyoruz hepimiz.
bir ara transın üst noktalarında gezinirken biri arkadan omzuma dokunuyor, dönüp bakıyorum, 40larının ortalarında bir adam "kolunu indir" diyor. "hassiktir len" gibisinden bir bakıyorum adama dönüyorum dans etmeye, 3 dakika geçmiyor ki tekrar bu sefer daha yüksek sesle
-kolunu indir
-yok duydum zaten ne dediğinizi...
yok canım... ben 7 yıl beklemişim bu konser için. çağın en protest grubuyla kendımden geçerken biliyorum ki ömrümde bir daha olmayacak. ve kollarımı indiricekmişim. hadi len...
neyse tabi 10 saat zaten o şekilde durmanın imkanı olmadığı için indiriyorum kollarımı. bir ara bir saksafon solonun gazıyla tam tekrar kaldırıyorum ki adam geliyor aklıma, soldaki mavi t-shirtlu arkadaşa yüklenip bir adım yana kayıyorum.
solo bittiginde amca elini denım sırtıma koyoyur gülümseyerek, "ben bu anı 30 yıldır beklıyorum" diyor... bir anda fark ediyorum ki ben 7 yıldır bekliyorusam adam 27 yıldır bekliyor bu konseri. bu yaşında kısa boylu ve yapayalnız adamcağıza çok acıyorum. elimi adamın omzuna atıp "benim de bu anı 30 yıldır bekleyen bir babam var, zaten o yüzden burada olma şansım var" diyorum. konser salonunun ortasında sarılıyoruz adamla birbirimize. öpsem ayıp mı olur diyorum, bir yandan da hayırdır manyak mıyım neyim.
vokal’ler başlangıçta teknik sorun çekselerde açılıyorlar sonra, müzik, ortam ve görsel şölen sarıp sarmalıyor insanı ve sözler minicik yapıp yok ediyor.
dark side of the moon bitip the wall başlıyınca otoriteye karşı birikmiş kollektif nefret adına ne warsa çıkyor dışarı. yumruklar sıkılmış bağırıyoruz çığlık çığlıga, beyin yıkamasına, kalıplaşmışlığa, ön yargılara, savaşa karşı 3 nesil bir arada. sanki biz değiliz öss sınavına giren, karikatür için adam öldürüp bir top peşinde fanatikleşen.
pixie’nin saçlarından kokusu yayılıyor içime, gözlerimi kıstıkça içim akıyor ona. sırtını, kollarını, kalçalarını hissediyorum üzerimde, ayrılık susatıyor insanı.
ikinci bir kadın yanımda. belki pixie’nin beni belli bir seviyeye kadar paylaşmaktan rahatsız olmayacağı tek kadın. canım. kardeşim.
o günden sonraki bir hafta boyunca hiç bir müzik dinleyemeyeceğimi bilsem de tadını çıkarıyorum elimdekinin. kendimi bir göz yaşında kaybedip geri dönerken neden "hey you"’yu çalmadılar diye hayıflanıyorum.
arabada buluyorum cüzdanımı. pixie yolda kucagımda uyuyor. yaslanıyorum koltuğun arkasına. mırıldanıyorum "together we’ll stand, divide and we’ll fall..."
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?