confessions

stella

- Yazar -

  1. toplam entry 2038
  2. takipçi 1
  3. puan 69464

bilgiçlerin nicklerinden roman yazmak

stella
(lenslerim gözlerime batıyor, uykum var, ama yazmak istiyorum, beğenip beğenmeyeceğinizi bilmiyorum.)

-lütfen ellerimi çöz.
-yapamam, çözersem karşı koyarsın, biliyorum.

angelus ayakta, dizlerini karnına çekmiş, başını dizlerine gömmüş olan begüş’e bakıyordu. rüzgârın okşadığı ağaçların hışırtısı ve begüş’ün hıçkırıkları kulağının ardındaydı, "ne kadar güzel bir müzik bu!" diye düşündü angelus. gözleri kapalı, yüzünde garip bir gülümsemeyle müziğe sözler mırıldanıyordu. derken bakışlarını tekrar begüş’e çevirdi. kız, artık yalvarmıyordu, yazgısına boyun eğmiş, öyle acınası duruyordu.

-artık başlayalım, ne dersin?

*

passive kanepeye yayılmış, yeni aldığı filmi izliyordu. goetica’ysa dirseklerini yemek masasına dayamış, düşünüyordu.

-begüş’ten hâlâ haber yok, endişeleniyorum. dedi goetica.
-hebet! napıyım, film izliyorum ben, rahatsız etme. oldu karşılığı.

goetica’nın kaşları çatıldı, passive’i televizyonu ve kanapesiyle bırakıp dışarı çıktı. bu olay canını sıkmıştı. durdu. kime gidecekti? ona yardım edebilecek tek kişiye; scapegoat’a.

*

etom hâlâ gösterdiği cesarete şaşıyordu, biraz da gurur duyuyordu bundan ötürü. av teçhizatını ona yüklemişlerdi, tekteker ve duncan mac leod önden gidiyordu. arkada kalmak sinirlendirmişti etom’u fakat onların hızına erişemiyordu bir türlü. sonunda sitem etmekten vazgeçip hızlı adımlarla peşlerinden gitmeye başladı.

yavaş yavaş karanlık çöküyordu üzerlerindeki göğe. daha bir ürkütücü gözüküyordu orman.

-gördüm! diye bağırdı tekteker.
-hani?

parmağıyla sesin geldiği yeri gösterdi. bir şey göremediklerini söylediler. bir tavşan fırladı gözlemledikleri çalılıktan.

-bu bir tavşan, homo sapiens değil! dedi kılıcına sarılmış duncan mac leod.
-tamam, yanlış görmüşüm. diyerek kabullendi hatasını tekteker.

etom bu olanları biraz öteden izliyordu. bıyık altından güldü. sonra düşündü, ne işi vardı onun burada? o bir avcı değildi, o bir katil değildi, peki ne demeye gelmişti...

*

acıların adamı rolüne bürünmüş alchoburn, düşünceli, rakısını yudumluyordu. kafası karışıktı. annesinin gönderdiği kurabiyeleri kemirmeye başladı. rakıdan bir yudum, kurabiyeden bir ısırık... rakının yanına kurabiyenin iyi gitmediğine karar verdi. eli telefona gitti, zor tuttu kendini, güçlüydü o, kendini tutmalıydı. başını tavana dikti ve futureloverlarını düşünmeye başladı.

*

insomnia jim’i yine uyku tutmamıştı. canı da sıkılmıştı. scapegoat’u aradı:

-size geleyim mi?
-gel, ben de sıkılıyordum zaten, iyi olur.

*

angelus kızı sandalyeye oturttu. o gelene kadar yerinden kıpırdamamasını söyledi. birkaç dakika içinde sadık-kör-keskin-kesici takımıyla geri döndü. parlayan çelikleri begüş’e gösterdi,

-hangisiyle başlamak istersin?
şiddetlenen hıçkırıklar, artan gözyaşları, çenesinin ucuna gelmiş sümükler.
-cevap ver!
-...
-tamam, o zaman ben seçeceğim. hmm, bir düşüneyim. çakım adeta yalvarıyor onu elime almam için...

*

ding dong!

gelen insomnia jim olmalıydı. yakın arkadaşlardı, ondan mı utanacaktı, scapegoat don-atlet açtı kapıyı. aman tanrım o da ne! karşısındaki insomnia jim değil, goetica’ydı! hemen içeri kaçtı, üstüne bir şeyler geçirip goetica’nın karşısına dikildi, anlık hafıza kaybına uğramış numarası yapacaktı. oysa goetica’nn umrunda değildi bu, yüzünden okunuyordu, bir derdi vardı.

-ehm, hoşgeldin, beklemiyordum seni?
-pardon, haber vermedim ama durum acil.
-tamam, içeri geçelim, anlatırsın.
-hayır! zaman kaybetmemeliyiz. begüş kaç gündür ortalarda yok, nerede olabilir? başına bir şey gelmiş midir?
-en son ne zaman gördün onu?
-iki gün önce, beraber pikniğe gitmiştik. sonra o, "ben biraz doğayla baş başa kalmak istiyorum." dedi, biz gittik, o kaldı.
-ormana gidiyoruz!

*

"nerde lan bu herif?" diye söyleniyordu açılmayan kapının önünde ağaç olmuş insomnia jim. kapının önüne çöktü, iki soluklanıp eve yollanacaktı.

*

-aaaaaaaaaaaaaaaah!
-goetica duydun mu?
-evet...
-çabuk gel, şuradan geldi çığlık sesi, koşalım.

kan ter içindeydi ikisi de korkunç kulübenin önüne vardıklarında. bir an hareket edemediler. birbirlerine baktılar, o bağıran, begüş olabilirdi. arkadaşlarını kurtarmak için o kulübeye girmek zorundaydılar. ilk davranan goetica oldu. çekinerek ilerliyordu kulübenin kapısına doğru, kısa bir süre sonra scapegoat onu geçti. kapıyı yumruklamaya başladı. kimse açmayınca kırma girişimlerinde bulundu, goetica da yardım edince, kırdılar sonunda kapıyı.

gördükleri şey karşısında donakaldı ikisi de. bir adam begüş’ün boynuna yapışmıştı, kan damlıyordu yere -pıt pıt. scapegoat adamın üzerine atıldı ve onu begüş’ün boynundan uzaklaştırdı. kızın boynundan kanlar fışkırıyordu, goetica hemen yırttığı tişört parçasıyla pansuman yapmaya başladı. scapegoat ağzı yüzü kan içinde olan adama bir yumruk salladı. angelus kımıldamadı. bir tekme. yine bir şey olmadı. angelus’un gözleri kızıllaştı, yerden yükseldi, herkes dehşet ve hayret içinde ona bakıyordu. daha da yükseldi angelus, siyah kan damlaları düştü sol cebinden.

-kimsin, nesin sen!
-el diablo... fakat çağrılıyorum, gitmeliyim, görüşmek üzere!...

ve parlak toza dönüşüp yok oldu angelus -pardon, el diablo. fantastik filmler sağolsun, etkisi çabuk geçti bu olağanüstü anın. begüş’ü hastaneye yetiştirmeliydiler, dışarı fırladılar. koşarlarken, üç adama rastladılar. deli gibi bağırıyorlardı, kılıçları, bıçakları parladı ay ışığında. onlar da koşturuyordu, aksi yöne. bir şey demeden yollarına devam ettiler, zaten bir şey demeleri gereksizdi.



her şeyden habersiz uyukluyordu alchoburn, telefonun sesiyle uyandı. heyecanlandı, "acaba o mu arıyor?" diye sordu kendi kendine. sonra utandı bu düşüncesinden. bilmediği bir numaraydı, açtı, "selam, ben sinan," dedi karşıdaki ses "sinanhalac". kafasının karışık olduğunu ve bir içkiye ihtiyacı olduğunu söyledi. onu iyi anlayan alchoburn, "buyrun gelin." dedi.

15 dakika sonra kapıda bitti sinanhalac.

-hoşgeldin.
-kafam karışık.
-benim de. gel içelim.
-evet içelim. kırkyıllıkkahve getirdim bak, seversin belki.

ve kurabiye, kırkyıllıkkahve, rakı arasında gidip geldiler sabaha kadar, konuşmadılar, sustular.



insomnia jim horul horul uyuyor scapegoat’un paspasının üzerinde, uyusun.



şafak bir iki saat içerisinde sökecekti fakat hâlâ bir homo sapiens avlayamamıştı duncan mac leod-tekteker ikilisi. etom neredeydi? olması gereken yerde, pişman ama aklı başında.

(bu sırada hoplayıp zıplayıp duran, akli dengesi yerinde olmayan bir yaratık omzunda pompalı tüfekle bir homo erectus aramaktadır -ama umut yok ondan, o hep arayacak, bulacak, öldürecek ve günün birinde o da ölecek.)

biraz güç kaybetmiş olsalar da aranıyorlardı. sonra birden, ikisinden birinin ayağı bir şeye takıldı ve yuvarlanmasına sebep oldu (hangisi olduğu önemli değil). ayağının takıldığı şey bir kutuydu, üstünde sigarakahveçikolata yazıyordu. açtılar, gerçekten bir sigara, bir mug içinde kahve ve bir tablet çikolata vardı. bir de not iliştirilmişti; "bu sigaranın tütünü, insanlık ile harmanlanmıştır, izin verin dolsun içinize duman. bu kahvenin çekirdekleri, yeşil-gri-pembe insanların el birliğiyle toplanmıştır, izin verin karışsın kanınıza kafein. bu çikolataysa bir küçük kızdan size armağandır, izin verin damağınızda erisin, belki gözlerinizi nemlendirir ve hatta belki, bir şeyleri değiştirebilir..."

bir tablet çikolata, bir küçük kızdan size armağan.

fin

15 yaşında hayatı anladığını sanan gerizekalılar

stella
her boku kapasitelerince yargılayan, anlamaya tenezzül etmeden üstüne olumsuzluk yapıştıran gerizekalılar tarafından küçük görülen, alay edilen gerizekalılardır bunlar. anlamlandırma, geçirilen deneyimlerle ilgili diyoruz, tamam, peki deneyimin yıl dağılımı gibi bir şey var mı? ayrıca, hayat, bir anlam mı taşımakta? hayatı anlamak ne? hatta hayat ne? herkes öz-hayat-kavramını yaratmaz mı? o -en üst seviye-ye gelindiğinde "hayat dediğimiz.." diye başlatılan dönük cümle aynı şekilde mi tamamlanır herkes tarafından?

kabul edilmelidir ki hemen herkesin geçtiği yollardır bunlar. bir anlamda burada kişinin kendi 15’ine hakaretini görüyorum ben. küçümseyiş.. ne acı ve gereksiz! saygı duyulmalıdır aksine. çünkü genellemelerden ne kadar kaçınsam da diyebilirim ki, özgür, çocuksu ve hayalperest ruh yeni yeni farkındalığına erişir sınırlandırılmaların. bu yüzden bir arayış içine girer.bir zaman sonra "aradığını" bulduğunu sanır, bir zaman sonra; bir an için, aldanmadır, zaten anlayacaktır.

bu evreleri ve sizin de hala içinde bulunduğunuz döngüleri bu kadar sığlaştırıyor, bir ermiş edası ve soytarı küstahlığıyla bu yorumu/yargıyı getiriyorsanız karşıma, diyebilirim ki; "asıl incelenmesi gereken sizlersiniz"

ve tabii ki, gerizekalı olan da.

not: evet 15 yaşındayım.

edit: hayatı anladığımı sanmıyorum, hatta anlamamak için gerçekten çaba sarfetmekteyim; çünkü anlamsızlık güzel. anlamsızlığı seviyorum.

darağacında üç fidan

stella
aslı ’darağacında üç fidan’ olup, nihat behram’ın büyük bir cesaret gösterip yazdığı kitaptır. kitabı her elime alışımda ağladığımı hatırlıyorum.

ayrıca okuduktan sonra bu şiiri yazmama sebep olan kitap:

biz kolay yaşıyoruz;
normal ve sıradan

sıradan bir sebeple öleceğiz
sıradan bir yere gömüleceğiz
hiç bir insan tarafından,
hatırlanmadan.

eğer bir sebepten yanarsam
o ne olur bilir misin?

bir deniz gezmiş,
bir yusuf aslan,
bir hüseyin inan,
olamadan,
göçmekten,
bu dünyadan.

onlar ki,
unutulmayacak yüzlerin
en çok etkileyenleri belki beni.

onlar ki,
kuru toprağa
kan damlatmış
cesur gençlerden
en çok ağlatanları belki beni.

onlar ki,
bir çınarın,
üç dalı sanki.

bilir misin deniz’im,
yusuf’um
hüseyin’im..?

bilir misin,
ne çiçekler açtı,
ne meyveler verdi
çınarının bebekleri?

bir kişinin ölümü,
bin kişinin yüreğinden
ne çok parça koparır...


siz 1 bedende,
tek bir amaç için birleşmiş
3 büyük adamsınız.

o kadar büyüksünüz ki,
iziniz,
ne dün geçti,
ne bugün,
ne de yarın geçecek.

söz veriyorum ki,
sözleriniz,
her devrimcinin kalp atışlarında,
sonun sonsuzluğuna dek
yinelenecek!

ve işte bu sefer,
işte bu son sefer,
düşman,
kahkahalar olmadan,
kan akmadan,
defnedilecek.
hiç bir iz,
hiç bir küçük iz bile bırakmadan...

edit: "inanılan" yıllardan yadigâr, vuh -dönüş izni istiyorum.

etom

stella
gözümde hep sevmediği bir işte çalışan 25 yaşlarında genç bir kadın olarak canlanmış bilgiç. gerçek halini öğrenince yaşadığım dumurun haddi hesabı yok .

14 nisan 2007 cumhuriyet mitingi

stella
ah.
çok, çok sığ bir boyuta indirgendiğini görmek ne üzücü.
amaç, recep tayyip erdoğan başkan olmasını mı önlemek? bu miting sayesinde kim bunun engelleneceğini düşünebilir ki.. ne var ki bu yalnızca "biz varız" demek için de değildir. "biz varız ve zamanı gelince yürümekten de ötesini yaparız" demektir.
bilmiyorum, belki boş inançlar ya da yaşımın getirdiği hayalperestlik.
ama ben erken yitirdiğim duyguları tekrar kazanma peşindeyim.
ve tabii, umut..

geleceğin geceleyin editi: cumhuriyetçiler, beni iyi kandırdınız.

hiçbir erkeğin anlayamayacağı durumlar

stella
(çok küçük bir bölümü) ne yaparsa yapsın, hep arka planda kalmak. görünür/görünmez ’kızlar giremez’ tabelalarıyla dışlanmak. her konuda kısıtlanmak. bu kısıtlanmanın olmadığını öne sürenlere boş yere açıklamaya/kanıtlamaya çalışmak. başaramamak. güçsüz sayılmak/sanılmak. erkeklerle aynı şekilde ihtiyaçlarını gidermesi yüzünden orospu diye etiketlenmek. anne/baba/toplum baskısı altında ezilmek. direnmek.

..direnememek

addicted to pain

stella
gelişmemiş oğlan çocuklarında görülen "arkadaşım n’apıyorsa ben de onu yaparım" düşüncesine sahip, eğlenmek için sözlükten daha iyi yerler bulabileceğini düşündüğüm kişi. burada ben hakaret etmiyorum, düşüncemdir, önemsizdir. fakat yazan gözünün önünde kanlı canlı bulunmadığından mıdır, bilmiyorum, karşısında insan olduğunu unutanlardan o da. en azından bana karşı.

yalnız olum

stella
bir pablo neruda şiiri.


yapayalnız mezarlıklar vardır
suskun kemiklerle dolu gömütler
bir yürektir geçer ölüm o geçitlerden
karanlık, karanlık ve karanlıktır
bir gemi enkazı gibi
bir yüreğin içinde boğulurken
ya da cana geçerken derinden

cesetler vardır
soğuktan yapılmış ayaklar, yapışkan kilden
ölüm vardır kemiklerin içinde
soyut bir ses gibi
bir havlama gibi köpeksiz
bir sestir kurtulmuş çanlardan ve gömütlerden
bir yağmur gibi kabarır, gözyaşı gibi ya da

yalnız ben görürüm o arada
yelkenli tabutları, geniş
solgun ölüleri taşıyan, ölü saçlı kadınları
melekler gibi beyaz fırıncıları
düşünceli kızları, noterlerle evlenmiş
ölümün dikey nehirlerinde yukarı doğru kayan tabutları

yelkenleri ölümün sesiyle şişmiş
ölümün sessiz sesiyle dolu yelkenleriyle
göklere doğru kayıp gider

sonra varırlar da sesli sahillere ölüler
ayaksız bir kundura, insansız giysiler gibidirler
çalarlar kapıları taşsız ve parmaksız yüzüklerle
gelirler ağızsız bağırmalar, dilsiz ve dudaklsız çığlıklarla

adımları yankılanır gene de
giysileri ses verir, kısık ir sesi ağaçlar gibi

bir şey bilmem, çok az anlarım, görürüm ikide bir
ama derim ki türküleri ıslak menekşelerden
toğrağa alışkın menekşelerdendir
ölümün yüzü yeşildir çünkü
ölümün bakışları yeşildir
bir menekşe yaprağının delici ıslaklığı vardır
sıkıcı bir kışın bungun aklığında

ama ölüm süpürgeden bir evrene dalar da
döşemeyi yalayıp ölüyü araya süpürge
ölüm süpürgenin içindedir
ölümün dilidir ölüleri arayan
ölümün iğnesidir ipliğini arayan her yerde

ölüm çocuk yataklarının kıvrımlarında
ölüm döşeklerde, ölüm kara battaniyelerde
tembelce bekler de canlanır birdenbire
bir yaslı sesle durup kabartır örtüleri
ve yataklar açılır bir limana doğru
ölümün bir amiral gibi sahilde beklediği


manken

stella
mankenin ilk anlamı şudur; "terzilerin, giysi denemek, sergilemek için kullandıkları insan vücudu biçimindeki tahta, mukavva vb. kalıp."

peki daha sonra kazandığı anlamlar farklı mıdır? bence değildir. hem de kesinlikle değildir. bu kadın ve erkeklerin yaptığını gayet bir robot da yapabilir. mankenlik bir meslek, bir iş kolu olamaz. giyim sektörünün aşırı çeşitliliği, hızına yetişilmez rekabet ortamı, paçavraları kakalamasını bilen gereksiz tasarımcılar ve her daim aç cebi dolu tüketiciler sayesinde ya da yüzünden; evet yüzünden, bu nesneler türeyip türeyip bitmemektedir.

erişilmez yükseklikteki podyumlarınızda gebermenizi dilerim.

ülkücu derler bize

stella
bir çocuk oyunu vardır, birkaç kişi kol kola girip havaya tekme savurarak ilerler "bilmem ne, bilmem ne, önümüze gelene bir tekme!" diyerek. önünlerine çıkanı da tekmelerler. şiddet içeren bir oyundur yani. şimdi düşünün, on-on beş ülkücü, kol kola girmiş, ucu sivri köseleleriyle havaya tekmeler savuruyor ve şöyle bağırıyor: "ülkücü derler bizeee! önümüze gelene bir tekmeee!"

adet sancısı

stella
kimi zaman majezik’in bile derman olamadığı sancı. termoforlar da azaltamaz acısını. uyumak da çözüm olmaz, çünkü uyuyamazsınız kolay kolay ağrıdan dolayı. cenin pozisyonuna gelinir, kasılmalar arasında lanetler okunur doğaya, ağlayarak. doğaya ve kanunlarına. o zaman anlar kadın, erkekler neden ağlamaz.

erkek dedim. kadını o halde gören erkeğin tepkisini görelim; "doğal bir olay bu kadar dramatize edilebilir mi?" diye sorar erkek. "abartma." der ardından da.

"haklısın." çıkar karşılığında kadının ağzından. toparlanır. (erkek her zaman haklıdır, toparlanmalıdır.)

insan

stella
her insan bir fikirdir veya ölümlü bedeninde bir fikir barındırır. bu fikir, kaynaklardan sentezlenerek elde edilir veya kişi tarafından yaratılır. sahip olunmaz. belirsiz süreç sona erince fikir başka bir çatıya konmak üzere kanatlanır. hiçbir fikir edinememiş, çatısına konuk edememiş insan -insan değil- ancak bir obje olabilir.


neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol