confessions

paralaks

- Yazar -

  1. toplam entry 209
  2. takipçi 1
  3. puan 47836

barışarock 2006 zirvesi

paralaks
adından da anlaşılacağı üzere ’bu dünyaya nefretimizi kusmaya geldik’ demekten çok ’dünyanın her köşesini saran nefreti kınamaya geldik’ diyen insanların yer aldığı festivaldir.kaliteden yoksun olması coca cola gibi çocukların ve insanların sömürülmesine neden olan ve savaşlarda insanların kafasına bomba olarak düşen bir maddi kaynağının olmamasındandır belki de.

barışarock 2006 zirvesi

paralaks
hayatın her köşesine karıştığı gibi müziği de sinemaya da bilinen tüm sanatlara da siyasi,toplumsal mesajlar ve ya kişisel fikirler yerleşebilir.bu oldukça normal birşeydir.evet barısarock’ın amacı müziktir.ama her şarkının her yapıtın bir anlamı vardır.bu şarkıların da tamamı barış içindir.her melodi barışa armağan edilmiştir.ve evet buraya katılan her insan barış yanlısıdır.festivale katılıp ta ot çekip başka uğraşlar peşinde olanları katmıyorum onlar zaten gelmesin.ama müzikle protesto olmaz fikrini savunanlara en güzel protesto sanatla olur derim.
bu festivale katılmayanların topu barış karşıtıdır diye birşey dedim mi onu hatırlamaya çalışıyorum şimdi.

condoleezza rice

paralaks
amerika’nın izlediği saldırgan politikadan mı yoksa erkek egemen sistemin bir halkası olmasından mı asla bir kadın olduğu izlenimini veremeyen,göz zevkimi bozan ve bu yüzden özellikle erkeklere işkence eden insandır.kendi adıma tüm bunların nedeni de sadece yaptıklarıdır.
(bkz: o ne lan)

karanfil

paralaks
güzel bir yeni türkü şarkısı.

karanfiller açıyordu,o zamanlar gözlerinde
bir baksam kül olurdum yüzüne
başın alıp gittiğinde yağmurlar küstü bana
bir daha yağmadılar çoşkuyla

bir karanfil ,yağsa yağmur
büyülense yeniden dünya

gün olupta geleceksen usul usul gün yağarken
gözlerinde karanfiller açacaklar gülüşüp yine

nerelere gideyim

paralaks
ayrıca harika bir yeni türkü şarkısıdır.

sağır siyah bir yorgun yol
vur kendini sürgün ol
aşk yolunda ölmek kolay

sarhoş gönül dur bir dinlen
çöz kendini kendinden
aşk yolunda ölmek kolay

dört yanımda dört nasihat
az gülüş bol zayiat
ölsem ala dayanmak zor

senden bana zor bir miras
bol çetrefil bol viraj
ölsem ala dayanmak zor

nerelere gideyim...

bir kent bir sevda ve veda

paralaks
bir yılmaz odabaşı şiiri

bir kent

kaldırımlarıyla sarmaş dolaş gecelerinde onbinlerce yüreği o yanlızlıklara teslim alan kent! koca kent! karbon monoksit fonlarda otobüs kuyruklarına savrulan nice heder ömrün büyük susuşlara, musvedde insanlıklara taşındığı ... farkında değildin! farkında değildi belki çoğulluğunuz: boğulmuştunuz, boğuluyordunuz ! köşe başlarında çeyrek biletlerle pek de ucuzlamış umutların korunduğu kent; varsıllıklardaki yoksullukların, ağrılı yalnızlıkların, tutmamak için verilen sözlerin terkedilmek üzere sevilen kızların kenti...yirmidört saatlik dostluklar, ego mastrübasyonları ve hep hüzün taşıyan vapurlar... o vapurlara ben binmedim, binmedim: binseydim batardılar! o kent !aşklarına ihbarcılar tüneyen ... kayıp kimliklerin, “kimse?” lerin... hani hiçbir taşıtında yerimin tam olmadığı ve hiçbir kadınını öpmediğim yağmurlarında..kalsam... bir kalsam o yağmurlara bir saçağın bile payıma düşmediği ıslaklığın kenti...sonra kendine vurgun o deniz ve çarparken sanki tükürmesi avurtlarıma imbat rüzgarlarının; buğulu bir camımın bile olmadığı ve çalmadan girebileceğim bir ev kapısının... çünkü herkesin bir kenti vardır; herkesin bir adı gibi bir kenti... o kent ! vuran ve vuran... bana bir başıma bağırmayı susturan... katıp önüne o kaypak rüzgarlarla sesimi, sesimi rehin alan! sonra bağırıp bütün varoşlarında yakasınıellerimle tuttuğum, vuruştuğum ve yenik düştüğüm.ama öğrendim ki kentler yenik düşmezmiş insanlara.geç anladım; önce vuruştum ve yenildim sonra ... o kent! herkesin kendini, ısrarla hep kendini yaşadığı, sonra kendine kaldığı ve herkesin giderek kendinden kaçtığı... meydanında göğüne buğulu gözlerimle bir dize yazarak bırakıp kaçtığım kent! aramasınlar! o dizeyi ancak ben bulabilirim orada. o kent, bir dizeye sığmıştır anılarımda... hala menekşe gözlü kadınları vardır o kentin; türküleri, bayrakları, bayram yerleri,resmi törenlerle kutlanan kurtuluş günleri ve daha kurtulamayış günleri! törenlerle yeni baştan, yeni baştan kurtarılıp da , insanlarının yeni baştan kurtarılamadığı sabahları hani ıhlamur ve tarçın kokan... geniş çarşıları, düşleri anadolu kokan konsomatrisleri ve ışıklı panolarla kuşatılmış ne azgın,ne tutsak geceleri... (herkesin bir kenti vardır... bir insanı sevmek gibidir bir kenti sevmek; tanınmayan insan, gidilmeyen kent sevilebilir mi?) herkesin bir kenti vardır; ya senin kentin? hani sokaklarında bir misket için debelendiğin... yokuşlarında kiralık bisikletlerin direksiyonunu bırakıp kendini ana caddelerine delice saldığın kent.hani ilk sevgilinin, o liselinin küçük göğüslerine ve iri düşlerine dokunarak uyumaya çalıştığı gecelerde sana semalarda gülümsediği o günlerin kenti...ilk kez traş olduğun, ilk kez yendiğin ya da yenildiğin... sonra ter içinde yüreğinle yaşamla kavga! kavga: peşinde koştuğu ekmeği büyüdükçe kendisi küçülen insanlar arasında... ve ilk sinema geceleri... sevgiliye dehşetle mırıldanılan acemi aşk sözleri...ilk sarhoşluk, ilk korkular, yanılgılar ve ilk sigara...bir gün ölümle ilk tanışma:0.2’de gözlerin bağlı ilk alınışın; ilk sorgu, ilk çarmıh, ilk çığlık ve ilk duruşma... tutuklu hüznüne ilk kez patlayan bir flaşın gözlerini kamaştırmasını büsbütün unuttuğunda, bir gazetede gözlerin kapalı çıkan ilk resmin...ilk görüşme, ilk volta,ilk özlemler buram buram ve boğulurcasına...sonrası nakarat; biliyorsun şimdi herşey nakarat! ikinci, üçüncü aşklar, gözaltılar,yalnızlıklar, yanılgılar vs. ama “ilk”ler o kenttedir ve hiçbir güç bu doğruyu değiştiremez...çünkü herkesin bir kenti vardır; herkesin bir adı gibi bir kenti...

bir sevda

önceleri saray palas(!) otelinin ağır açılan kapısından girip saklı boğuntularımı hapsettiğim odanın kenti; senin kentin! oda no’su: 305! 305 no’lu odanın kenti ve yüzünün sahibi senin...siluetini duvarlarına düşürdüğüm: 305! sabahları üç beş sandalyeli otel lobisinde bir çay, bir cıgara içimi konuk yüzün...sonra mesai çıkışlarıyla eve dönüş saatlerine kıstırılmış akşam merhabaları ve o çıplak, o deli sevda! sonra o kente yeniden konuk geldim; akşamdı ve haziran. bir kaçak gibi geldim, bekledim...geldiğinde o kent kadar üşüyordu ellerin; ellerimi sana verdim; al dedim: -eti benim, ılıklığı senin sevgilim... sonra düşmanlarımı anlattım sana; iz sürenleri gösterdim ardımda...dedim çarmıhlar kuruludur hep benim aşklarıma; dedim yok bir şeyim, bir şeylerim sevdadan başka... o kente konuk geldim; akşamdı ve haziran. seni tepeden tırnağa sevdim...sen, o kent kokuyordun; dudaklarında o denizlerin tuzu, saçlarında bulut katarları o kentin. saçların sarı mıydı? sarıydı...her telinde o kentin baharları. o kaypak baharları... yüzüme bir yer açtın yüzünde sen de; önce kokunu ezberledim, sonra susuşlarını,duruşlarını bir bir...yürüdük o kentin bütün rüzgarlarına, bütün mezarlarına, ağrılarına, puştluklarına karşı...ne iri bir aşktım: gözlerin nereye ben oraya kadar aşk! gözlerin o kentteydi senin; büyüktü o kent ve büyük aşk!(üstüme üstüme geliyordu senin kentin; ama sana korkusuzdum, sana ateş, sana külsana bela! sana korkusuzluğumla ben o korkuyu yendim ve o kente konuk geldim...)

ve veda

usulca ihanetlere açılıyordu pencerelerin; belki yeni sesler, yeni sözler, yeni aşklar çağırıyordu seni, gitmeliydin... ben gittim! mağlup bir sevgi ve bir matem bıraktımo kentte; ellerim uzaklarda kaldı, ya ellerin? sen kıyısız bir ihanettin; belki de özetiydin bütün ihanetlerin... orada bakmıştım ya o kuyruklara; o bezgin, ürkek, üşümüş kalabalıklara, bakmıştım da, kendimi gösterip: -bu adamı bırakmam,demiştim bu kuyruklara! alıp kaçırdım bendeki adamı sonra. belkikısa mesafelerin feodal yürüyüşçüsüydüm; sığmadım, sığmazdım o kuyruklara... giderken sevginin sol bileğinden kan sızlıyordu ve kalbimde kan bulaşığı bir güz; kalbimde sanki fırtınada yapraklar... sanıktın... bir sevgiyi ağır yaralamıştın! infazın o eylül ayına gömüldü ve anılara... ihanet: 1, sevgi: 0, yer o kent... sevgi mağlup geldi ! o hep kazanırdı oysa. sonrası ne yazılır ne anlatılır bir şey... ne yazılır ne anlatılır... ne yazılır ne anlatılır? infazı o eylül ayına ve anılara... daha her yıl eylül’ün avuçlarını her açışımda o aşkın enkazı duruyordu; ateşti,ateşti sevginin göklerinde, küller ise susuyordu...onun denizlerinde bir adam, usulca çekiyordu ağlarını sulardan, gençbir çift konak’ta öpüşüyordu; yaşlı fahişeler geçiyordu alsancaktan, kordon’dan filan; o kadın anılarda sapsarı gülüyordu... sevginin bileklerinden kan sızıyordu... artık yolları uzaktır o kentin; aramızda bin kilometre yol, nice sıradağ durur ve unutulmuş gibi susan ihanetler anılarda vurulur, vurulur! o kenti onunla birlikte yeniden sevmek, artık ölmekten zordur; o , kendi şafağını kirletmiş bir ufuktur... öyle günler vardır ki ömürlerimizde, bir şey ansızın başlar ve başlatmak düşer insana; bitince simsiyah bir nokta ayak uçlarına...işte bir kentti ve bir sevda! özlemi yitik, cürümü enkaz; dağıtır rengini yalnızlıklara...bir kentti ve bir sevda: önce ağrılar şimdi de anılarda... bir kent, gidince ve bir sevda, ayrılınca biter mi? bir kent bitse bile, bir sevda bitse bile, o kente ve o sevdaya gitmiş olmak bitmez ki! bir sevdanın son sözlerini yazdım şimdi ben ona ve giderek küllenen bir aşkın son direncini... noktalama imleriyle sürüp giden bir oyuna benziyor yaşam; noktalı virgüllerle, soru imleriyle sürüp gideni ya da bir ünlemle, bir noktayla ansızın biteni yaşıyor insan. çok şey başlar çok şey biter... bitmeyen anılardır. anılar bitmeyi bilmezler ve bir uğultu gibi savrulurlar yüreklerde, dinmezler... bir sevdanın son sözlerini yazdım şimdi sen ona ve anılarla tütsülenen bir aşkın son direncini... ’artık kendini bıçak gibi ışıyan yeni güne bağışla; yürü, arkana bakma, ama umursa; bazen anılara en çok yakışan elbise, birkaç damla gözyaşıdır unutma...’

neyi anlatiyorum ben bir ozan ciragi bile olmazken

paralaks
orjinali ’neyi anlatıyorum ben bir ozan çırağı bile olamazken’ olan ama incele kısmına yazarken başlığı sığmadığı için bu forma sokulmuş olan yılmaz odabaşı şiiri.

ışıdı
öfkemde dolandı gün allı-mor
neydi az önce
o zifiri karanlık
ağarmadan ortalık

selam civan dost
bozkır mı uyanan
güne dönmüş çorak toprak
seslerle hele yokla kendini

bahçesi olurmuş acılar ülkesinin
tomurcuksuz, çiçeksiz
çocukları oyuncaksız, şekersiz

önceleri böyle değildi insan
bir alageyik seker ormanda
mağrur, atik
acılar yürür insanlarla yollarda

insan,

ilkyaza vuran
öfkeye gül sunan
doğruya dost, eğriye düşman

sevda olmalı
karanın karanlığında
pusatsız
sevda olmalı
bir uçtan bir uca ağlamaksız

ve haber haber olmalı
ölümün sesi toktur
çocuklar duymamalı

bak civan dost
mevzilenmiş acı
bilenir toprağın avuçlarında

birşeyler demelisin artık
neyi anlatır duvaklı güzellikler
neyi anlatıyorum ben
bir ozan çırağı bile olamazken
5 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol