kendisine yapılan en ufak bir eleştiriden rahatsız olan bir yapısı vardı müqüe’nin. nitekim daha önce de eleştirildiğinde de "gidiyorum" deyip, sonra geri gelmişti. bir insan, hayatta her zaman kendisi hakkında olumlu düşünceler beklentisi içinde olmamalıdır kanımca. eleştirildiği zaman da bu eleştirileri olgunlukla karşılayabilmelidir. üstelik bu eleştiriler yapıcı eleştiriler ise bunun önemi daha da artmaktadır. işte bu yapıcı eleştirilerden yola çıkarak hatalarını düzeltmelidir. kendisine güzel ve keyifli bir yaşam diliyorum. umarım bundan sonraki hayatında kendisine yöneltilecek eleştirileri olgunlukla karşılayabilecek düşünce tarzına erişir.
bahtın açık olsun...
bahtın açık olsun...
türkiyedeki irticai faaliyetlerin ne kadar had safhada olduğunu, şeriat özlemiyle yanıp tutuşanların sayıca ne kadar çok olduğunu, aradan 83 küsur yıl geçmesine rağmen hâlâ bu irticai faaliyetlerden kurtulamadığımızı belgeleyen olaydır.
onlar cesaretlidir ve bu cesaretleriyle memleketin danıştayına bile saldıracak kadar cesaret sahibidirler.
o halde, laik cumhuriyete, atatürke gönül verenler de cesaretli olmak zorundadır.
sadece kınamakla, tepki göstermekle iş bitmiyor. bu irticanın başını ezmek şart...
onlar cesaretlidir ve bu cesaretleriyle memleketin danıştayına bile saldıracak kadar cesaret sahibidirler.
o halde, laik cumhuriyete, atatürke gönül verenler de cesaretli olmak zorundadır.
sadece kınamakla, tepki göstermekle iş bitmiyor. bu irticanın başını ezmek şart...
yalancilik
orospuluk
narsizm
jargon
arenasi
orospuluk
narsizm
jargon
arenasi
kesinlikle doğru dürüst söylenemeyen, hele özellikle stadyumlarda söylendigi zaman her kafadan farklı farklı sesler çıkan, bizim yani türk müziğinin yapısıyla asla bağdaşmayan istiklâl marşının bestecisi. çünkü:
"korkmaaa sööönmeeez bu şafaaaak laaardaa yüüüzeeen al sancaaak, sönmeden yuuurdumun üstünde tüteeen en son ocak o be!"
şeklinde bir marş okunamaz. çünkü türk milleti böyle konuşmaz. iste zeki üngör böylesine saçma bir besteyi yaparak o istiklâl marşının anlamının, sözlerindeki derinliğinin kaybolmasına neden olmuştur. çünkü yaptığı beste klâsik batı müziğinden esinlenilmiş bir bestedir, yani bize ait değildir. çünkü bu marşın bestesinde müzik egitimi alan insanların çok iyi bileceği bir müzik terimi olan prozodi hatası vardır. yani zeki üngör bu marşı bestelerken prozodi hatası yapmıştır. yani belli bir sisteme göre bestelememistir istiklâl marşını bestelerken. bestede sistematik bir hata vardır.
erkin koray üstat da bu konuda benimle aynı fikirdedir zaten. kendisi zaman zaman roportajlarında istiklâl marşının yanlış bestelendiğini, zeki üngör’ün hatalı bestelediğini, yeniden bestelenmesi gerektiğini söylemistir ve demistir ki: "istiklâl marşını bana versinler, ben yeniden besteleyeyim."
yine bir başka bir üstat, cinuçen tanrıkorur hoca da bu konuda çok keskin tespitleri vardır ve zeki üngör’ün, marşı yanlış bestelediğini söylemiştir.
ama bu saatten sonra zeki üngör’ün bestesini degiştirip, istiklâl marşını yeniden besteletmek zor bir şey olsa gerek...
"korkmaaa sööönmeeez bu şafaaaak laaardaa yüüüzeeen al sancaaak, sönmeden yuuurdumun üstünde tüteeen en son ocak o be!"
şeklinde bir marş okunamaz. çünkü türk milleti böyle konuşmaz. iste zeki üngör böylesine saçma bir besteyi yaparak o istiklâl marşının anlamının, sözlerindeki derinliğinin kaybolmasına neden olmuştur. çünkü yaptığı beste klâsik batı müziğinden esinlenilmiş bir bestedir, yani bize ait değildir. çünkü bu marşın bestesinde müzik egitimi alan insanların çok iyi bileceği bir müzik terimi olan prozodi hatası vardır. yani zeki üngör bu marşı bestelerken prozodi hatası yapmıştır. yani belli bir sisteme göre bestelememistir istiklâl marşını bestelerken. bestede sistematik bir hata vardır.
erkin koray üstat da bu konuda benimle aynı fikirdedir zaten. kendisi zaman zaman roportajlarında istiklâl marşının yanlış bestelendiğini, zeki üngör’ün hatalı bestelediğini, yeniden bestelenmesi gerektiğini söylemistir ve demistir ki: "istiklâl marşını bana versinler, ben yeniden besteleyeyim."
yine bir başka bir üstat, cinuçen tanrıkorur hoca da bu konuda çok keskin tespitleri vardır ve zeki üngör’ün, marşı yanlış bestelediğini söylemiştir.
ama bu saatten sonra zeki üngör’ün bestesini degiştirip, istiklâl marşını yeniden besteletmek zor bir şey olsa gerek...
- seni hic o anlamda dusunmedim hakan!
- niye hayatim, ne oldu ki?
- cunku biz konjekturel olgular baglaminda reel politik kritikler ve bunlarin dogurdugu acmazin ayirdina varamiyor yadsinamaz bir etimolojik ve epistemolojik yanilsamalara sublime gibi orantisal ve uzantisal eregin geregine aldaniyoruz.
- eeeeeh be! hay senin gibi entel takilan kizin agzina sicayim.
- sen bir hayvansin hakan.
- hayvanim ulan hayvanim. maymun ettin beni, omrumu yedin lan!...
- niye hayatim, ne oldu ki?
- cunku biz konjekturel olgular baglaminda reel politik kritikler ve bunlarin dogurdugu acmazin ayirdina varamiyor yadsinamaz bir etimolojik ve epistemolojik yanilsamalara sublime gibi orantisal ve uzantisal eregin geregine aldaniyoruz.
- eeeeeh be! hay senin gibi entel takilan kizin agzina sicayim.
- sen bir hayvansin hakan.
- hayvanim ulan hayvanim. maymun ettin beni, omrumu yedin lan!...
o siyah boyali saclarina, kasina, biyigina ve o altin zincirli kolyesine, kunyesine kurban olunasi saygideger abimiz hakki bulutun yazdigi en mukemmel sarki. hakki bulutun en cok bilinen ve sanirim en sevilen sarkisi bana gore. ayrica acisiz arabeske ornek teskil edilebilecek sarkilardan biri.
gunesten golgeden esen yellerden
bastigin topragin her zerresinden
boynuna taktigin beyaz inciden
sana selam verip gecen birinden
ne bileyim iste kiskaniyorum
seni elalemden kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskanmak askin kanununda var
gercek seven kalbi bu duygu sarar
henuz uc yasinda bir kardesim var
seni ondan bile kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskaniyorum
guller arasinda gulden guzelsin
tanri kullarinin incisi sensin
gorunme gozlere nazar degmesin
seni kem gozlerden kiskaniyorum
seni elalemden kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskaniyorum
seni kendimden bile kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskanmak askin kanununda var
gercek seven kalbi bu duygu sarar
henuz uc yasinda bir kardesim var
seni ondan bile kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskaniyorum
not: bu entryi "henuz uc yasinda bir kardesim var" nickli sozluk yazarina armagan ediyorum...
gunesten golgeden esen yellerden
bastigin topragin her zerresinden
boynuna taktigin beyaz inciden
sana selam verip gecen birinden
ne bileyim iste kiskaniyorum
seni elalemden kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskanmak askin kanununda var
gercek seven kalbi bu duygu sarar
henuz uc yasinda bir kardesim var
seni ondan bile kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskaniyorum
guller arasinda gulden guzelsin
tanri kullarinin incisi sensin
gorunme gozlere nazar degmesin
seni kem gozlerden kiskaniyorum
seni elalemden kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskaniyorum
seni kendimden bile kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskanmak askin kanununda var
gercek seven kalbi bu duygu sarar
henuz uc yasinda bir kardesim var
seni ondan bile kiskaniyorum
kiskaniyorum
kiskaniyorum
not: bu entryi "henuz uc yasinda bir kardesim var" nickli sozluk yazarina armagan ediyorum...
milliyetci hareket partisi eski genel baskani rahmetli alparslan turkesin lakabidir.
genellikle seviyeli giden muhabbetin birdenbire catismaya ve seviyesizlesme durumuna gelmesi durumunda soylenmesi muhtemel cumle. mesela asagidaki muhabbet buna ornek olabilir.
- simdi serdar bey, kuresellesme aslinda amerika’nin dunya’yi tek kutuplu hale getirmek icin yapmis oldugu, ortaya attigi bir kavramdir. disardan dolu gibi gorunur ama ici bos bir kavramdir.
- hayir altan bey, size katilmiyorum. kuresellesme sayesinde, artik dunyadaki tum ulkeler birbiriyle diyalog icine girdi. butun kulturler bir potada eridi. bakin ulkemiz ne kadar gelisme gosteriyor. ab kapisindayiz, abd siyasi muttefikimiz. daha ne istiyorsunuz anlamiyorum. ilerde bu soylediklerinizin yanlis oldugunu anlayacaksiniz...
- hmm, fikrine saygi duyarim ama agzina da sicarim serdar bey. cunku sen yavsak bir insansin, satilmis, asagilik bi herifsin!
- ne diyecegimi bilemiyorum. ne kadar seviyesizsiniz altan bey.
- al sana seviye (cotark!!!), (yumruk atti)...
- simdi serdar bey, kuresellesme aslinda amerika’nin dunya’yi tek kutuplu hale getirmek icin yapmis oldugu, ortaya attigi bir kavramdir. disardan dolu gibi gorunur ama ici bos bir kavramdir.
- hayir altan bey, size katilmiyorum. kuresellesme sayesinde, artik dunyadaki tum ulkeler birbiriyle diyalog icine girdi. butun kulturler bir potada eridi. bakin ulkemiz ne kadar gelisme gosteriyor. ab kapisindayiz, abd siyasi muttefikimiz. daha ne istiyorsunuz anlamiyorum. ilerde bu soylediklerinizin yanlis oldugunu anlayacaksiniz...
- hmm, fikrine saygi duyarim ama agzina da sicarim serdar bey. cunku sen yavsak bir insansin, satilmis, asagilik bi herifsin!
- ne diyecegimi bilemiyorum. ne kadar seviyesizsiniz altan bey.
- al sana seviye (cotark!!!), (yumruk atti)...
faten’in şirkette çaycı olarak çalışması durumunda siparişlerin kaplumbağa hızıyla geleceği yerdir, şirkettir. malumunuz pek konuşkan bir arkadaş kendileri, sol frame’i becermekten çayları unutur bu...
son yıllarda duyuduğum en rezil cümlelerden biri. türk medyasının, türk televizyonculuğunun nasıl içler acısı bir halde olduğunu adeta suratımıza bir tokat gibi patlatan cümledir kanımca.
nedir bu "halk böyle istiyor" zırvası?
açıklayalım o halde...
son yıllarda türk medyasında ve özellikle televizyonlarda apaçık bir yozlaşmanın olduğunu görmekteyiz.
haber niteliği taşımayan haberlerin "haber" yapılması, iki lafı bir araya getirmekten aciz insanların televizyonlarda program yapması, televoleler, popstar yarışmaları, bbg evleri, gelin-kaynana yarışmaları, dans yarışmaları, ve daha benim aklıma gelmeyen ve insanın midesini bulandıracak seviyedeki programlar...
güya diyorlar ki, bu programlar reyting denen o aşağılık ölçüm sistemi sayesinde çok izleniyor, talep görüyor, yenileri isteniyor...
ve medya patronları, program yapımcıları bir de hiç utanmadan "eee ne yapalım, halk böyle istiyor, biz de yayınlıyoruz" diyorlar...
hem de o programlara gelen onca tepkilere rağmen...
sizce halk böyle mi istiyor?
hayır halk böyle istemiyor!!!
siz topluma ne verirseniz toplum onu alır. bunun istekle alakası yoktur...
topluma, toplumun ufkunu açacak, bilinçlendirecek, ciddiyeti olan programlar sunarsanız toplumun kültür seviyesi artar...
yok böyle sıradan programlar verirseniz halka, halk da bunu kabul eder.
ey medya patronları, ey gereksiz program yapımcıları...
sakın bana "halk böyle istiyor" demeyin...
bu memleketi sizler bu hale getirdiniz...
bu memleketin insanlarını sizler tüketim manyağı yaptınız...
bu memleketi vahşi kapitalizme oyuncak ettiniz...
artık çıkın gidin ülkemden...
halk böyle istemiyor!!!
nedir bu "halk böyle istiyor" zırvası?
açıklayalım o halde...
son yıllarda türk medyasında ve özellikle televizyonlarda apaçık bir yozlaşmanın olduğunu görmekteyiz.
haber niteliği taşımayan haberlerin "haber" yapılması, iki lafı bir araya getirmekten aciz insanların televizyonlarda program yapması, televoleler, popstar yarışmaları, bbg evleri, gelin-kaynana yarışmaları, dans yarışmaları, ve daha benim aklıma gelmeyen ve insanın midesini bulandıracak seviyedeki programlar...
güya diyorlar ki, bu programlar reyting denen o aşağılık ölçüm sistemi sayesinde çok izleniyor, talep görüyor, yenileri isteniyor...
ve medya patronları, program yapımcıları bir de hiç utanmadan "eee ne yapalım, halk böyle istiyor, biz de yayınlıyoruz" diyorlar...
hem de o programlara gelen onca tepkilere rağmen...
sizce halk böyle mi istiyor?
hayır halk böyle istemiyor!!!
siz topluma ne verirseniz toplum onu alır. bunun istekle alakası yoktur...
topluma, toplumun ufkunu açacak, bilinçlendirecek, ciddiyeti olan programlar sunarsanız toplumun kültür seviyesi artar...
yok böyle sıradan programlar verirseniz halka, halk da bunu kabul eder.
ey medya patronları, ey gereksiz program yapımcıları...
sakın bana "halk böyle istiyor" demeyin...
bu memleketi sizler bu hale getirdiniz...
bu memleketin insanlarını sizler tüketim manyağı yaptınız...
bu memleketi vahşi kapitalizme oyuncak ettiniz...
artık çıkın gidin ülkemden...
halk böyle istemiyor!!!
"...artik durumu duzeltmek, hayat bulmak, insan olmak icin mutlaka avrupadan nasihat almak, butun isleri avrupanin emellerine uygun yurutmek, butun dersleri avrupadan almak gibi bir takim zihniyetler cikti. oysa, hangi istiklâl vardir ki, yabancilarin nasihatleriyle, yabancilarin planlariyla yukselebilsin. tarih boyle bir olay kaydetmemistir. tarihte boyle bir olayi yaratmaya kalkisanlar zehirli sonuclarla karsilasmislardir."
ah atam ah, o yattigin yerden bir kalkta gor, nelerle karsilasiyoruz...
ah atam ah, o yattigin yerden bir kalkta gor, nelerle karsilasiyoruz...
eger turkiye cumhuriyeti parcalanirsa bunun bas aktorlerinden bir olacagi asikar kisilerden biridir. avrupa birligini arkasina alarak demokrasi ve insan haklari adi altinda boluculuk faaliyetlerine tam gaz devam eden kisidir. tbmmde ettigi kurtce yemini unutmadik. gene kurtce yemin edecegi gunu beklemektedir. kendisini ailece zevkle izliyoruz...
bedri baykam denen kazma, sanatçı müsveddesi kişiliğin dünkü sabah gazetesi pazar ekinde verdiği müthiş (!) demeç. tebrik ediyoruz kendisini...
abdullah öcalanin kankasi, avrupa birligi yardakçisidir. bunu ben söylemiyorum, zaten her sey ortadadir...
bu entry herhangi bir amac icin yazilmamistir, sadece sergey isimli yazar arkadasimin rus dili ve edebiyati bolumunde okumasindan esinlenerek yazilmistir ve bu entryi ozellikle ona ithaf ediyorum.
konumuz rus kizlari ama ben bu konuya baska bir acidan yaklasacagim. isteyen istedigi yazabilir bu konu hakkinda. neyse konumuza gecelim.
şimdi evvelâ rus kızlarına kesinlikle bir cinsel obje olarak bakmamak gerektiği düşüncesindeyim, çünkü rus kızlari bana göre içimde kabarmış merhamet duygusundan olsa gerek, dünyanın en zavallı, en acınası ve de en çok korumaya ihtiyaç duyan insanlarıdır kanımca.
neden mi böyle düsünüyorum? ona da geleceğim...
malumunuz 1989 yılında sscb cumhurbaşkani mihail gorbaçov o ünlü "perestroyka" cümlesini söylediğinde ve abdnin basini çektigi bir takim bizans oyunlari sayesinde sscb parçalanmıştı. ve gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştı. demirperde ülkesi, komunizm ülkesi dediğimiz sscb meğerse sefalet içerisinde yaşıyordu, insanlar yoksullukla mücadele ediyor, bir lokma ekmeğe muhtaç halde yaşıyorlardı. insanlar ekmek bulabilmek uğruna en degerli eşyalarını, kimbilir kendileri için ne kadar anlam ifade eden antikalarını satıyorlardı. o yıllarda zaten türkiyede yoğun bir rus malı ticareti baş göstermişti.
hadi bunları bir kenara bırakalım. artık olan olmuştu. ama bilmediğimiz bir şey vardı. o rus halkı, dünya sanat tarihine isimlerini altın harflerle kazımış insanların torunlarıydılar. dostoyevski, turgenyev, gogol, tschaikowsky, gorki gibi daha benim aklıma gelmeyen yüzlerce değerli rus sanatçıların torunlarıydılar. tabii durum böyle olunca rusyanın bilim ve kültür alanında dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri olması kaçınılamazdı. en değerli yazarlar, en değerli sanatçılar, en değerli balerinler, en değerli besteciler rusyadan çıktı o dönemlerde.
iste ruslar böylesine muazzam seviyede olan bir kültür hazinesinin mirasçılarıydı. dünyaya "sosyalizm" ve onun bir başka versiyonu olan "komünizm" fikrini onlar öğrettiler. tabii böylesine gurur verici bir kültür hazinesinin mirasçılari olmak güzeldi. o yıllarda rusyada özellikle eğitime, kültüre, sanata önem veriliyordu. bu imkandan oradaki rus kızları da yararlanıyordu. her rus kızı mutlaka bir üniversiteye gidiyordu. çok sayıda rus kızı özellikle konservatuara bale eğitimi almaya gidiyordu anna pavlovanin mirasini devam ettirebilmek için...
fakat ne olduysa o "perestroyka" yıkımından sonra oldu. sscb parçalanınca insanlar çaresiz kaldi. işte o zavallı rus kızlari bir lokma ekmek bulabilmek, bir sıcak çorba içebilmek için göç etmek zorunda kaldılar. büyük bir çoğunlugu da türkiyeye göç etti. fakat ne yapacaklardı türkiyede hayatta kalabilmek için? ne yazık ki dünyanın en eski meslegi olan fahişelik meslegini yapmak zorunda kaldılar. o körpe bedenlerini, o savunmasız bedenlerini yurdum abazan türk erkeklerine sundular ve hâlâ sunmaktalar. fakat onları bu işe yapmaya zorlayan kendileri değildi, sistemin kendisiydi.
bugün rus kızlarına dikkatlice bakın ve düşünün. %80i mutlak surette bir üniversite okumuştur ya da üniversiteden terktir. çoğunun yabanci dil seviyeleri üst düzeydedir. kimisi iktisat okumuştur, kimisi konservatuar okumuştur. ama ülkelerindeki bu zor durumdan olsa gerek bedenlerini satmak zorunda kalmışlardır üç otuz paraya...
akıllara şunu da getırmek lazım tabii. o rus kızlarının mavi gözlerine bir bakın. o gözlere baktığınız zaman çaresizliği, kimsesizliği, parasızlığı, umutsuzluğu ve hayattaki ideallerini gerçekleştirememenin düş kırıklıklarını göreceksiniz...
paran varsa sen hürsün, paran varsa sen adamsın. istediğin kadar kültür seviyen, eğitim seviyen yüksek olsun, paran yoksa hiç bir işe yaramaz. kahrolsun insanı insana kulluk ettiren sistem! kahrolsun insanı paraya tanrı diye taptıran sistem!
hadi şimdi gidin ve o zavallı kızlara bir de bu gözle bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız...
konumuz rus kizlari ama ben bu konuya baska bir acidan yaklasacagim. isteyen istedigi yazabilir bu konu hakkinda. neyse konumuza gecelim.
şimdi evvelâ rus kızlarına kesinlikle bir cinsel obje olarak bakmamak gerektiği düşüncesindeyim, çünkü rus kızlari bana göre içimde kabarmış merhamet duygusundan olsa gerek, dünyanın en zavallı, en acınası ve de en çok korumaya ihtiyaç duyan insanlarıdır kanımca.
neden mi böyle düsünüyorum? ona da geleceğim...
malumunuz 1989 yılında sscb cumhurbaşkani mihail gorbaçov o ünlü "perestroyka" cümlesini söylediğinde ve abdnin basini çektigi bir takim bizans oyunlari sayesinde sscb parçalanmıştı. ve gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştı. demirperde ülkesi, komunizm ülkesi dediğimiz sscb meğerse sefalet içerisinde yaşıyordu, insanlar yoksullukla mücadele ediyor, bir lokma ekmeğe muhtaç halde yaşıyorlardı. insanlar ekmek bulabilmek uğruna en degerli eşyalarını, kimbilir kendileri için ne kadar anlam ifade eden antikalarını satıyorlardı. o yıllarda zaten türkiyede yoğun bir rus malı ticareti baş göstermişti.
hadi bunları bir kenara bırakalım. artık olan olmuştu. ama bilmediğimiz bir şey vardı. o rus halkı, dünya sanat tarihine isimlerini altın harflerle kazımış insanların torunlarıydılar. dostoyevski, turgenyev, gogol, tschaikowsky, gorki gibi daha benim aklıma gelmeyen yüzlerce değerli rus sanatçıların torunlarıydılar. tabii durum böyle olunca rusyanın bilim ve kültür alanında dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri olması kaçınılamazdı. en değerli yazarlar, en değerli sanatçılar, en değerli balerinler, en değerli besteciler rusyadan çıktı o dönemlerde.
iste ruslar böylesine muazzam seviyede olan bir kültür hazinesinin mirasçılarıydı. dünyaya "sosyalizm" ve onun bir başka versiyonu olan "komünizm" fikrini onlar öğrettiler. tabii böylesine gurur verici bir kültür hazinesinin mirasçılari olmak güzeldi. o yıllarda rusyada özellikle eğitime, kültüre, sanata önem veriliyordu. bu imkandan oradaki rus kızları da yararlanıyordu. her rus kızı mutlaka bir üniversiteye gidiyordu. çok sayıda rus kızı özellikle konservatuara bale eğitimi almaya gidiyordu anna pavlovanin mirasini devam ettirebilmek için...
fakat ne olduysa o "perestroyka" yıkımından sonra oldu. sscb parçalanınca insanlar çaresiz kaldi. işte o zavallı rus kızlari bir lokma ekmek bulabilmek, bir sıcak çorba içebilmek için göç etmek zorunda kaldılar. büyük bir çoğunlugu da türkiyeye göç etti. fakat ne yapacaklardı türkiyede hayatta kalabilmek için? ne yazık ki dünyanın en eski meslegi olan fahişelik meslegini yapmak zorunda kaldılar. o körpe bedenlerini, o savunmasız bedenlerini yurdum abazan türk erkeklerine sundular ve hâlâ sunmaktalar. fakat onları bu işe yapmaya zorlayan kendileri değildi, sistemin kendisiydi.
bugün rus kızlarına dikkatlice bakın ve düşünün. %80i mutlak surette bir üniversite okumuştur ya da üniversiteden terktir. çoğunun yabanci dil seviyeleri üst düzeydedir. kimisi iktisat okumuştur, kimisi konservatuar okumuştur. ama ülkelerindeki bu zor durumdan olsa gerek bedenlerini satmak zorunda kalmışlardır üç otuz paraya...
akıllara şunu da getırmek lazım tabii. o rus kızlarının mavi gözlerine bir bakın. o gözlere baktığınız zaman çaresizliği, kimsesizliği, parasızlığı, umutsuzluğu ve hayattaki ideallerini gerçekleştirememenin düş kırıklıklarını göreceksiniz...
paran varsa sen hürsün, paran varsa sen adamsın. istediğin kadar kültür seviyen, eğitim seviyen yüksek olsun, paran yoksa hiç bir işe yaramaz. kahrolsun insanı insana kulluk ettiren sistem! kahrolsun insanı paraya tanrı diye taptıran sistem!
hadi şimdi gidin ve o zavallı kızlara bir de bu gözle bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız...
tamamen kızların karakter yapıları, aldığı eğitim, kültür seviyesi ve asaleti ile alakalı bir durumdur.
kız dediğin taktın mı koluna yakışacak, sevdin mi kraliçen hatta tanrıçan olacak.
eğer bahsi geçen kızlar böyle piçlerle takılmayı tercih ediyorlarsa bu onların tercihidir, zavallılığıdır, basitliğidir. demek ki asil değillerdir bu kızlar. bu kızlardan mümkün mertebe uzak durulmalıdır.
eğer böyle bir kızla çıkıyorsanız ve tercihlerinde piç tercihi de varsa hemen onunla olan muhabbetinizi kesmenizi öneririm. yoksa ilerde çok acı çekebilirsiniz. hatta tıpkı benim gibi bir daha kimseden aşk dilenmemeye yemin etmiş bir insan evladı da olabilirsiniz.
lütfen basit, sıradan, asilliğini-kimliğini kaybetmiş, özenti kızlardan uzak durun.
bunları sevmeye değmez,
uğruna bir ömür vermeye değmez,
onlara bir beddua etmeye değmez,
o yalan aşklarına kanmaya değmez...
not: bu entry aşka, sevgiye yürekten inanmış bir arkadaşa ithafen yazıldı...
kız dediğin taktın mı koluna yakışacak, sevdin mi kraliçen hatta tanrıçan olacak.
eğer bahsi geçen kızlar böyle piçlerle takılmayı tercih ediyorlarsa bu onların tercihidir, zavallılığıdır, basitliğidir. demek ki asil değillerdir bu kızlar. bu kızlardan mümkün mertebe uzak durulmalıdır.
eğer böyle bir kızla çıkıyorsanız ve tercihlerinde piç tercihi de varsa hemen onunla olan muhabbetinizi kesmenizi öneririm. yoksa ilerde çok acı çekebilirsiniz. hatta tıpkı benim gibi bir daha kimseden aşk dilenmemeye yemin etmiş bir insan evladı da olabilirsiniz.
lütfen basit, sıradan, asilliğini-kimliğini kaybetmiş, özenti kızlardan uzak durun.
bunları sevmeye değmez,
uğruna bir ömür vermeye değmez,
onlara bir beddua etmeye değmez,
o yalan aşklarına kanmaya değmez...
not: bu entry aşka, sevgiye yürekten inanmış bir arkadaşa ithafen yazıldı...
1917 yılı yemek listesi
--------------------------------------------------------------------------------
çanakkale kahramanları.
43-ncü alay 1nci p.tb. 1nci bölük
1917 yılı yemek listesi
gün ------- sabah ------- öğlen ----akşam - ----------------ekmek
15 haziran - üzüm hoşafı ---yok ------yağlı buğday çorbası -------tam
26 haziran - yok----------- yok ------üzüm hoşafı -------------- tam
18 temmuz-üzüm hoşafı ----yok ------yok ----------------------yarım
8 ağustos - yarım ekmek ---yok ------şekersiz üzüm hoşafı-------yok
not: 21 temmuz 1917den itibaren başlayarak ordu emriyle ekmek istihkakı 500 grama indirilmiştir çünkü un ve ekmek kalmamıştır.
anlayana...
--------------------------------------------------------------------------------
çanakkale kahramanları.
43-ncü alay 1nci p.tb. 1nci bölük
1917 yılı yemek listesi
gün ------- sabah ------- öğlen ----akşam - ----------------ekmek
15 haziran - üzüm hoşafı ---yok ------yağlı buğday çorbası -------tam
26 haziran - yok----------- yok ------üzüm hoşafı -------------- tam
18 temmuz-üzüm hoşafı ----yok ------yok ----------------------yarım
8 ağustos - yarım ekmek ---yok ------şekersiz üzüm hoşafı-------yok
not: 21 temmuz 1917den itibaren başlayarak ordu emriyle ekmek istihkakı 500 grama indirilmiştir çünkü un ve ekmek kalmamıştır.
anlayana...
eğer hoşlandığınız kız zeki ise allah size kolaylık versin...
bir de kalbini kazanabildiyseniz allah size daha çok kolaylık versin...
bir de kalbini kazanabildiyseniz allah size daha çok kolaylık versin...
üzerinde çok hassasiyetle durulması ve tartışılması gereken bir kavramdır batılılaşma.
batılılaşma derken evvelâ batılılaşma kavramını kafamızda çok iyi şekillendirmemiz gerekiyor. ilkokuldan beri kafamıza sürekli olarak yerleştirilmek istenen, sürekli olarak benimsetilmek istenen bir kavramdır batılılaşma. batılılaşma derken ne anlıyoruz? önce bu sorunun cevabını bulmak lazım gelir. benim şahsi düşünceme göre batılılaşma, ekonomik, siyasi, endüstriyel ve sanayi bakımından çok üst düzey gelişme göstermiş batı ülkelerinin, az gelişmiş ya da gelişme potansiyeli gösteren ülkelerin, bilhassa doğu cenahında bulunan ülkelerin her türlü kaynaklarını kendi çıkarlarına mal edebilmek için ortaya attıkları bir kavram, bir düşünce tarzıdır.
şimdi evvelâ meseleye şu noktadan bakmak lazım gelir. meseleye biraz daha derinlemesine bakacak olursak karşımıza son derece ilginç sonuçlar çıkmaktadır. batılılaşma dediğimiz kavramın asıl amacı az evvel zikrettiğimiz gibi gelişme potansiyeli olan ya da az gelişmiş ülkelerin kaynaklarını kendi çıkarlarına mal etmektir. yani bir başka deyişle batılılaşma, emperyalizm dediğimiz kavramın maskelenmiş hali gibidir. yakın tarihimize baktığımızda, özellikle osmanlı imparatorluğunun son dönemlerine baktığımızda yoğun bir şekilde batılılaşma hareketinde söz edebiliriz. gerek askeri alanda, gerek hukuk alanında, gerek devlet yönetim şekli alanında, gerek eğitim alanında ve diğer aklımıza gelmeyen çok sayıda alanda, yani devletin geleceğini direkt ilgilendiren alanlarda yoğun bir batılılaşma akımı söz konusudur. peki o dönemlerdeki batılılaşma hareketleri acaba o zamanki osmanlı devletinin belini doğrultmasına yardımcı olabilmiş midir? ya da yardımcı olabilmişse ne kadar olabilmiştir? elbette bu soruların cevabını yazmak oldukça uzun zaman alır. ama benim şahsi görüşüm şudur ki, o dönemlerdeki bu batılılaşma hareketi os manlı devletinin belini doğrultmasından ziyade daha fazla çöküntüye girmesine yol açmıştır. o dönemlerde osmanlı devletini dikkatice, etraflıca inceleyecek olursak, osmanlı devleti batıdaki siyasal ve ekonomik gelişmeleri yeteri kadar takip edememiş, sürekli olarak dışarıya kapalı kalmıştır. gelişmeleri takip edememenin ve sürekli olarak dışarıya kapalı bir ülke olmanın neticesinde doğal olarak osmanlı devleti batının gerisinde kalmış ve o dönemlerin padişahlarında ve devlet adamlarında bir batı hayranlığı baş göstermiştir. halbuki bilmedikleri bir şey vardı. "kendine güvenmek". işte onlar kendine güvenmedikleri için ve sahip oldukları aşağılık kompleksleri onları batı hayranı olmaya vesile oldu ve osmanlı devletini bir batı ülkesine benzetmeye, batıyı taklit etmeye çalıştılar. bu hastalık, özellikle abdülmecit dönemindeki tanzimat fermanının ilan edilmesiyle iyice ayyuka çıktı. peki sonuç ne oldu? bu batılılaşma hareketi osmanlı devletini kurtarabildi mi? hayır kurtaramadı ve 1919 yılında osmanlı devleti fiili olarak sona erdi.
aynı batılılaşma hareketi bugünün türkiyesinde gâzinin ölümünün akabinde başlamıştır. ismet inönü cumhurbaşkanı olur olmaz hemen ingilizlerle yani batının en başında duran ülke ile anlaşma yaptı ve istiklâl mücadelesinde bizlere destek veren rusyayı bir kenara attı. onun döneminde yunan-latin düşüncesi yani, batılı tarzı düşünce tarzı memlekete intikâl edildi. batı özentisi şairler ve yazarlar ve aydınlar türemeye başladı. cumhuriyet döneminde batıya tayyare üretip satan bizler, nedense tayyare üretmeyi bir tarafa bıraktık. atatürkün bizzat kurduğu ve çok kuvvetli bir yabancı dil takviyeli bir okul olan türk eğitim derneğine bağlı okullar sanki sihirli bir elin yardımıyla 1954 yılında yabancı dille eğitime geçti ve o yıldan beri dersler ingilizce verilmeye başlandı. ve son olarak da avrupa birliğine girme isteği hadisesiyle bu batılılaşma dediğimiz kavram, memlekette artık iyice ayyuka çıkmış oldu.
batılılaşma derken bu kavramı nasıl algılamamız gerekiyor? bu sorunun cevabını bulmaya çalışalım. batı aslında hayali bir kavramdır. hem bizim ürettiğimiz, hem de batının bizlere ısrarla kafamıza sokmak istediği hayali bir kavramdır. şimdi biz batı derken acaba hangi batıya yüzümüzü döneceğiz? bunu hiç düşündünzü mü? bat dendiği zaman bunun içinde ingiltere var, almanya var, fransa var, ispanya var, hollanda var, isviçre var. yani anlayacağınız batının içinde birbirine asla benzemeyen, kültürleri, düşünce sistemleri, anlayışları tamamen farklı olan ülkeler var. bu ülkelerden hangisi batıyı temsil ediyor? almanyanın müziği fransanın müziğine benzemez, ispanyanın resimi italyanın müziğine benzemez, italyanın dış politikası, ingilterenin dış politikasına benzemez. bu benzersizlikleri daha da çoğaltmak mümkündür gerek siyasal anlamda, gerek kültürel anlamda. onları birleştiren tek bir ortak yön vardır, o da hıristiyanlık dinidir. aslında hıristiyanlığın da onları birleştirdiği pek söylenemez çünkü katolikler, protestanlar ve ortodokslar arasında ciddi bir rekabet söz konusudur. bu yüzden batılılaşma derken hangi ülkeyi örnek olarak gösterebiliriz ki? işte bu denli kısır döngü içerisinde, böylesine bir karışıklık içerisinde acaba batılılaşma kavramının geçersiz olduğunu ya da temelsiz bir kavram olduğunu söylememiz mümkün müdür? bana sorarsanız mümkündür. çünkü az evvel de zikrettiğimiz gibi batı denen şey aslında biribirinden tamamen farklı ve asla bir araya gelmeyen topluluklar ve kültürler bütünüdür. dolayısıyla batılışlaşma kavramının bu sebepten dolayı temelsiz bir kavram olduğunu düşünüyorum.
yeri gelmişken şunu da zikretmek lazım gelir. batının düşünce sistemi doğunun düşünce sisteminden tamamen farklıdır. batı, dünyaya materyalist ve realist bir şekilde yaklaşır. yani batı gerçekçidir. gerçekçi ve disiplinli bir bakışları olmasından dolayı, doğudan aldıkları buluşları kendi içinde benimsemiş, geliştirmiş, harmanlamış ve bu harmanladıklarından bir medeniyet ortaya çıkarmıştır. batının böylesine gerçekçi bir düşünce tarzının olması batının gerek siyasal anlamda, gerek ekonomik anlamda ve gerek kültürel çok ileri bir seviyeye yükselmiştir. böylesine bir yükseliş onalrın aynı zamanda emperyal bir medeniyet olmasına sebep oldu. sömürdükleri ülkelere kendi düşünce tarzlarını yaymaya çalıştılar. çünkü onlar kendilerini diğer medeniyetlerden üstün olduklarını iddia etmektedirler.
batılılaşma dediğimiz kavram aslında kendine güvenmeyen, kendine olan güvenini kaybetmiş, aşağılık kompleksi olanların ortaya attığı hayali bir kavramdır.
bu noktadan hareketle artık kendimize güvenmemiz gerektiğini, kendi başımıza hareket etmemiz gerektiğini, batıdan asla icazet almamamız gerektiğini hararetle vurgulamak istiyorum.
yeri gelmişken şunu da söyleyelim. aldığımız duyumlara göre mustafa kemal atatürkün nutkunu günümüz türkçesine uyarlama işine giren bazı kimseler, nutukta yer alan "çağdaşlaşma", "medenileşme" kelimelerini kasıtlı olarak "batılılaşma" olarak çevirmişlerdir. halbuki şu bir gerçektir ki, mustafa kemal atatürk tamamen batının karşısındaydı, hiç bir zaman batıcı bir tutum içine girmemiştir. o tam bir anti-emperyalist ve anti-kapitalist idi. bu görüşe katılmayanlar varsa, onun nutkunu, söylev ve demeçlerini okuyarak bilgi sahibi olabilirler. bazıları "atatürk, arap alfabelerini kaldırdı, yerine latin alfabesini getirdi, o zaman atatürk batıcıdır" diyorlar. evet doğrudur, o harfleri batıdan getirtmiştir atatürk. ama olayın iç yüzüne dikkatlice bakarsanız atatürkün o harfleri batıdan almasında bir "mecburiyet" olduğunu görürsünüz.
son bir kez daha tekrar etmekte fayda var: "batılılaşma diye bir kavram yoktur, o hayali bir kavramdır..."
yazımı mustafa kemal atatürkün bir sözüyle bitirmek uygun olacaktır sanıyorum.
"...artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak icin mutlaka avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler çıktı. oysa, hangi istiklâl vardır ki, yabancılarin nasihatleriyle, yabancılarin planlarıyla yükselebilsin. tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. tarihte böyle bir olayı yaratmaya kalkışanlar zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır."
batılılaşma derken evvelâ batılılaşma kavramını kafamızda çok iyi şekillendirmemiz gerekiyor. ilkokuldan beri kafamıza sürekli olarak yerleştirilmek istenen, sürekli olarak benimsetilmek istenen bir kavramdır batılılaşma. batılılaşma derken ne anlıyoruz? önce bu sorunun cevabını bulmak lazım gelir. benim şahsi düşünceme göre batılılaşma, ekonomik, siyasi, endüstriyel ve sanayi bakımından çok üst düzey gelişme göstermiş batı ülkelerinin, az gelişmiş ya da gelişme potansiyeli gösteren ülkelerin, bilhassa doğu cenahında bulunan ülkelerin her türlü kaynaklarını kendi çıkarlarına mal edebilmek için ortaya attıkları bir kavram, bir düşünce tarzıdır.
şimdi evvelâ meseleye şu noktadan bakmak lazım gelir. meseleye biraz daha derinlemesine bakacak olursak karşımıza son derece ilginç sonuçlar çıkmaktadır. batılılaşma dediğimiz kavramın asıl amacı az evvel zikrettiğimiz gibi gelişme potansiyeli olan ya da az gelişmiş ülkelerin kaynaklarını kendi çıkarlarına mal etmektir. yani bir başka deyişle batılılaşma, emperyalizm dediğimiz kavramın maskelenmiş hali gibidir. yakın tarihimize baktığımızda, özellikle osmanlı imparatorluğunun son dönemlerine baktığımızda yoğun bir şekilde batılılaşma hareketinde söz edebiliriz. gerek askeri alanda, gerek hukuk alanında, gerek devlet yönetim şekli alanında, gerek eğitim alanında ve diğer aklımıza gelmeyen çok sayıda alanda, yani devletin geleceğini direkt ilgilendiren alanlarda yoğun bir batılılaşma akımı söz konusudur. peki o dönemlerdeki batılılaşma hareketleri acaba o zamanki osmanlı devletinin belini doğrultmasına yardımcı olabilmiş midir? ya da yardımcı olabilmişse ne kadar olabilmiştir? elbette bu soruların cevabını yazmak oldukça uzun zaman alır. ama benim şahsi görüşüm şudur ki, o dönemlerdeki bu batılılaşma hareketi os manlı devletinin belini doğrultmasından ziyade daha fazla çöküntüye girmesine yol açmıştır. o dönemlerde osmanlı devletini dikkatice, etraflıca inceleyecek olursak, osmanlı devleti batıdaki siyasal ve ekonomik gelişmeleri yeteri kadar takip edememiş, sürekli olarak dışarıya kapalı kalmıştır. gelişmeleri takip edememenin ve sürekli olarak dışarıya kapalı bir ülke olmanın neticesinde doğal olarak osmanlı devleti batının gerisinde kalmış ve o dönemlerin padişahlarında ve devlet adamlarında bir batı hayranlığı baş göstermiştir. halbuki bilmedikleri bir şey vardı. "kendine güvenmek". işte onlar kendine güvenmedikleri için ve sahip oldukları aşağılık kompleksleri onları batı hayranı olmaya vesile oldu ve osmanlı devletini bir batı ülkesine benzetmeye, batıyı taklit etmeye çalıştılar. bu hastalık, özellikle abdülmecit dönemindeki tanzimat fermanının ilan edilmesiyle iyice ayyuka çıktı. peki sonuç ne oldu? bu batılılaşma hareketi osmanlı devletini kurtarabildi mi? hayır kurtaramadı ve 1919 yılında osmanlı devleti fiili olarak sona erdi.
aynı batılılaşma hareketi bugünün türkiyesinde gâzinin ölümünün akabinde başlamıştır. ismet inönü cumhurbaşkanı olur olmaz hemen ingilizlerle yani batının en başında duran ülke ile anlaşma yaptı ve istiklâl mücadelesinde bizlere destek veren rusyayı bir kenara attı. onun döneminde yunan-latin düşüncesi yani, batılı tarzı düşünce tarzı memlekete intikâl edildi. batı özentisi şairler ve yazarlar ve aydınlar türemeye başladı. cumhuriyet döneminde batıya tayyare üretip satan bizler, nedense tayyare üretmeyi bir tarafa bıraktık. atatürkün bizzat kurduğu ve çok kuvvetli bir yabancı dil takviyeli bir okul olan türk eğitim derneğine bağlı okullar sanki sihirli bir elin yardımıyla 1954 yılında yabancı dille eğitime geçti ve o yıldan beri dersler ingilizce verilmeye başlandı. ve son olarak da avrupa birliğine girme isteği hadisesiyle bu batılılaşma dediğimiz kavram, memlekette artık iyice ayyuka çıkmış oldu.
batılılaşma derken bu kavramı nasıl algılamamız gerekiyor? bu sorunun cevabını bulmaya çalışalım. batı aslında hayali bir kavramdır. hem bizim ürettiğimiz, hem de batının bizlere ısrarla kafamıza sokmak istediği hayali bir kavramdır. şimdi biz batı derken acaba hangi batıya yüzümüzü döneceğiz? bunu hiç düşündünzü mü? bat dendiği zaman bunun içinde ingiltere var, almanya var, fransa var, ispanya var, hollanda var, isviçre var. yani anlayacağınız batının içinde birbirine asla benzemeyen, kültürleri, düşünce sistemleri, anlayışları tamamen farklı olan ülkeler var. bu ülkelerden hangisi batıyı temsil ediyor? almanyanın müziği fransanın müziğine benzemez, ispanyanın resimi italyanın müziğine benzemez, italyanın dış politikası, ingilterenin dış politikasına benzemez. bu benzersizlikleri daha da çoğaltmak mümkündür gerek siyasal anlamda, gerek kültürel anlamda. onları birleştiren tek bir ortak yön vardır, o da hıristiyanlık dinidir. aslında hıristiyanlığın da onları birleştirdiği pek söylenemez çünkü katolikler, protestanlar ve ortodokslar arasında ciddi bir rekabet söz konusudur. bu yüzden batılılaşma derken hangi ülkeyi örnek olarak gösterebiliriz ki? işte bu denli kısır döngü içerisinde, böylesine bir karışıklık içerisinde acaba batılılaşma kavramının geçersiz olduğunu ya da temelsiz bir kavram olduğunu söylememiz mümkün müdür? bana sorarsanız mümkündür. çünkü az evvel de zikrettiğimiz gibi batı denen şey aslında biribirinden tamamen farklı ve asla bir araya gelmeyen topluluklar ve kültürler bütünüdür. dolayısıyla batılışlaşma kavramının bu sebepten dolayı temelsiz bir kavram olduğunu düşünüyorum.
yeri gelmişken şunu da zikretmek lazım gelir. batının düşünce sistemi doğunun düşünce sisteminden tamamen farklıdır. batı, dünyaya materyalist ve realist bir şekilde yaklaşır. yani batı gerçekçidir. gerçekçi ve disiplinli bir bakışları olmasından dolayı, doğudan aldıkları buluşları kendi içinde benimsemiş, geliştirmiş, harmanlamış ve bu harmanladıklarından bir medeniyet ortaya çıkarmıştır. batının böylesine gerçekçi bir düşünce tarzının olması batının gerek siyasal anlamda, gerek ekonomik anlamda ve gerek kültürel çok ileri bir seviyeye yükselmiştir. böylesine bir yükseliş onalrın aynı zamanda emperyal bir medeniyet olmasına sebep oldu. sömürdükleri ülkelere kendi düşünce tarzlarını yaymaya çalıştılar. çünkü onlar kendilerini diğer medeniyetlerden üstün olduklarını iddia etmektedirler.
batılılaşma dediğimiz kavram aslında kendine güvenmeyen, kendine olan güvenini kaybetmiş, aşağılık kompleksi olanların ortaya attığı hayali bir kavramdır.
bu noktadan hareketle artık kendimize güvenmemiz gerektiğini, kendi başımıza hareket etmemiz gerektiğini, batıdan asla icazet almamamız gerektiğini hararetle vurgulamak istiyorum.
yeri gelmişken şunu da söyleyelim. aldığımız duyumlara göre mustafa kemal atatürkün nutkunu günümüz türkçesine uyarlama işine giren bazı kimseler, nutukta yer alan "çağdaşlaşma", "medenileşme" kelimelerini kasıtlı olarak "batılılaşma" olarak çevirmişlerdir. halbuki şu bir gerçektir ki, mustafa kemal atatürk tamamen batının karşısındaydı, hiç bir zaman batıcı bir tutum içine girmemiştir. o tam bir anti-emperyalist ve anti-kapitalist idi. bu görüşe katılmayanlar varsa, onun nutkunu, söylev ve demeçlerini okuyarak bilgi sahibi olabilirler. bazıları "atatürk, arap alfabelerini kaldırdı, yerine latin alfabesini getirdi, o zaman atatürk batıcıdır" diyorlar. evet doğrudur, o harfleri batıdan getirtmiştir atatürk. ama olayın iç yüzüne dikkatlice bakarsanız atatürkün o harfleri batıdan almasında bir "mecburiyet" olduğunu görürsünüz.
son bir kez daha tekrar etmekte fayda var: "batılılaşma diye bir kavram yoktur, o hayali bir kavramdır..."
yazımı mustafa kemal atatürkün bir sözüyle bitirmek uygun olacaktır sanıyorum.
"...artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak icin mutlaka avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler çıktı. oysa, hangi istiklâl vardır ki, yabancılarin nasihatleriyle, yabancılarin planlarıyla yükselebilsin. tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. tarihte böyle bir olayı yaratmaya kalkışanlar zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır."
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?