confessions

wily blake

- Yazar -

  1. toplam entry 131
  2. takipçi 1
  3. puan 47431

oktay sinanoğlu dururken chomsky okumak

wily blake
yozluktur, bilinçsizliktir, yabancı hayranlığıdır.

türk genci amerikan emperyalizmini öğrenmek istiyor ise bunun için başvuracağı öncelikli kişiler vatansever türk aydınlarıdır.

bu aydınlarımız içinde gerek oraları görmüş olması gerekse bu konulardaki "derin" araştırmaları sebebiyle oktay sinanoğlu en nitelikli bilir kişidir.
anti-emperyalizm ise en kralı, dilbilim ise en alası.

vatan millet aşkı ile yanıp tutuşan böylesi bir bilim neferi yerine elin keferesinin sözünü dinleyip, kitaplarını okumak onun bunun oyuncağı olmayı doğurur.

ayrıca bizim bık bık konuşan entellere değil masaya yumruğunu vurabilen, yürekli aydınlara ihtiyacımız var.

chomsky’i yıllardır izlerim, çıkar mıy mıy konuşur.
bu güne kadar ne bir kere şerefsiz dediğini duydum ne de soysuz türü bir kelime ağzından çıktı.

böyle muhalefet mi olur lan?
kimin adamısın koçum? açık konuş!

bağlı bulunduğun üniversitenin en büyük bağışçısı kim? açıklayabilir misin?
hayırdır, sustun.

bir kere halkına yabancısın.
her türlü ahlaksızlığın yaşandığı, her karesine afyon sinmiş m.i.t. koridorları senin kafanı bulandırmış, düşünce üretemez olmuşsun.

açık konuşayım samimiyetinden de süpheliyim. (darılmak yok)

chomsky, sözüm sana:
bugüne kadar vatanına, milletine ne faydan dokundu?

işin gücün milleti ile bölünmez bir bütün olan amerikan devletine laf sokmak.
şu zor günlerinde devletini eleştirmek ancak senin gibi milli menfaat kavramı bulunmayan bir bilinçsizin kalemidir.

new york’da ingilizce konuşan insan kalmamış, sen hala sabi sübyanla uğraşıyorsun.
çoluk çocuğun gelişiminden sana ne lan? başka konu mu yok?

zencilerin konuştuğu ne idugu belirsiz dil ile biz burdan taşşak geçiyoruz, senin umrunda değil.

ispanyolca’nın ingilizceye yaptıklarından bahsetsene.
çogu eyalette ikinci dil olmuş. california’da birçok okul ispanyolca eğitim veriyor, bazı iş ilanlarında ispanyolca bilme zorunluluğu olduğundan bahsediliyor, florida’da adeta ispanyolca bilmeyene kız vermiyorlar ama sen hala abuk sabuk işlerle uğraşıyorsun.

"adios english" adında bir kitap yazıp amerikan gençliğini bilinçlendirmek, yaklaşan tehlikeye karşı uyarmak varken en az senin kadar denyo olan zizek ile saçma sapan tartışmalara girip, ikide bir derrida’ya bok atmak bilim adamına yakışıyor mu?

chomsky akıllı ol!
yaşlı başlı adamsın, yeter artık ülkenin altını oyduğun.
aklını başına devşir ve derhal vatansever(patriotic) saflara katıl!

ich bin ein berliner

wily blake
john f kennedy’nin 26 haziran 1963’te bati berlin’de yaptigi cosku dolu konusmanin sonunda söyledigi meshur cümle.


konuşmanın tam metni şöyledir:

i am proud to come to this city as the guest of your distinguished mayor, who has symbolized throughout the world the fighting spirit of west berlin. and i am proud to visit the federal republic with your distinguished chancellor who for so many years has committed germany to democracy and freedom and progress, and to come here in the company of my fellow american, general clay, who has been in this city during its great moments of crisis and will come again if ever needed.

two thousand years ago the proudest boast was "civis romanus sum." today, in the world of freedom, the proudest boast is "ich bin ein berliner."

i appreciate my interpreter translating my german!

there are many people in the world who really don’t understand, or say they don’t, what is the great issue between the free world and the communist world. let them come to berlin. there are some who say that communism is the wave of the future. let them come to berlin. and there are some who say in europe and elsewhere we can work with the communists. let them come to berlin. and there are even a few who say that it is true that communism is an evil system, but it permits us to make economic progress. lass’ sie nach berlin kommen. let them come to berlin.

freedom has many difficulties and democracy is not perfect, but we have never had to put a wall up to keep our people in, to prevent them from leaving us. i want to say, on behalf of my countrymen, who live many miles away on the other side of the atlantic, who are far distant from you, that they take the greatest pride that they have been able to share with you, even from a distance, the story of the last 18 years. i know of no town, no city, that has been besieged for 18 years that still lives with the vitality and the force, and the hope and the determination of the city of west berlin. while the wall is the most obvious and vivid demonstration of the failures of the communist system, for all the world to see, we take no satisfaction in it, for it is, as your mayor has said, an offense not only against history but an offense against humanity, separating families, dividing husbands and wives and brothers and sisters, and dividing a people who wish to be joined together.

what is true of this city is true of germany--real, lasting peace in europe can never be assured as long as one german out of four is denied the elementary right of free men, and that is to make a free choice. in 18 years of peace and good faith, this generation of germans has earned the right to be free, including the right to unite their families and their nation in lasting peace, with good will to all people. you live in a defended island of freedom, but your life is part of the main. so let me ask you as i close, to lift your eyes beyond the dangers of today, to the hopes of tomorrow, beyond the freedom merely of this city of berlin, or your country of germany, to the advance of freedom everywhere, beyond the wall to the day of peace with justice, beyond yourselves and ourselves to all mankind.

freedom is indivisible, and when one man is enslaved, all are not free. when all are free, then we can look forward to that day when this city will be joined as one and this country and this great continent of europe in a peaceful and hopeful globe. when that day finally comes, as it will, the people of west berlin can take sober satisfaction in the fact that they were in the front lines for almost two decades.

all free men, wherever they may live, are citizens of berlin, and, therefore, as a free man, i take pride in the words "ich bin ein berliner."

nazlı yarım haber salmış

wily blake
sosyal içerikli bir şarkıdır.
kapitalizmin insanları ne denli yozlaştırdığından dem vurur. sitemdeki eşitsizliklere dikkat çeker.
ve bunları bir aşk hikayesi bağlamında ele alır.

modern insanın makine(sistem) karşısındaki yanlızlığını ve çaresizliğini anlatmasına rağmen onurlu bir duruşun, mağrur bir tavrın parçasıdır.

resul balay’ın diğer parçaları gibi bununda kıymeti bilinmemiş, taşşak muhabbeti yapılmıştır.

ayrıca post-modern ve yapıbozumcu versiyonu olan ’nazlı yarimin a.q.’ de dinlenesidir.

anti masonic party

wily blake
birlesik devletlerin ilk ucuncu partisidir. ikinci parti sistemi sayesinde 1828 yılında kurulmuştur.
dönemin major partileri olan demokratik parti(jackson’cılar), önce ulusal cumhuriyetci parti(adams’cılar) daha sonra whig parti’nin(anti-jackson’cılar) ardından önemli bir güç haline gelmiş, özellikle temsilciler meclisinde kendine ciddi sayılabilecek bir yer açabilmiştir.

new york kökenli bu grup william morgan olayından sonra ülkede artan mason karşıtı görüşleri ilk olarak anti masonik hareket çatısı altında toplamış daha sonra da partileşmiştir.

güç kazanmasının bir nedeni morgan olayının toplumda yarattığı tepki olsa da bir diğer önemli neden ulusal cumhuriyetçi parti’nin gizliden verdiği destektir. tahmin edilebileceği gibi bu desteğin nedeni de üst düzey bir mason olduğu bilinen abd başkanı andrew jackson’ın gücünü azaltmaktı.

özellikle partileşme döneminde diğer konularda da görüşler ileri sürmüş olsalar da partinin asıl derdi adından da anlaşılacağı gibi masonlardı. masonik örgütlenmenin toplumda adaletsizlik yarattığı, genelde toplumun üst tabakasından üyelere sahip olan masonların kurumların işleyişine dolaylı yoldan müdehale ettikleri, adaleti bile yönlendirdikleri hatta engellediklerini ileri sürerek bu tip oluşumlara karşı çıkıyor aynı zamanda dönemin jacksonyan demokrasi anlayışını da eleştiriyorlardı.

masonlara karşı olmak dışında pek ortak noktası bulunmayan insanların oluşturduğu zamanla iç anlaşmazlıkların çıktığı parti ilk hareket noktasından ileri gidememiş, bütünlüklü bir siyaset geliştiremeden kendi kendine çökmüştür.

partinin üst düzey üyelerinin çogunun eski masonlar olması da ayrıca trajikomik bir ayrıntıdır.
partinin başkan adayı olarak eski bir farmason olduğu bilinen william wirt’i göstermesi, daha sonra da wirt’in bir konuşmasında masonik örgütlenmeleri savunması da partiyi iyice ciddiyetten uzaklaştırmıştır.

dünya üzerinde yüzlerce siyasal görüş olmasına rağmen "anti masonik" gibi aptal bir parti ancak amerika’da kurulur desem de böyle bir partinin bulunması dahi birleşik devletler’in o dönemdeki toplum ve siyaseti açısından düşündürücüdür.

üniversitelerde din dersi bulunmaması

wily blake
ülkemizin bir diğer acı gerçeğidir.

zamanında zorunlu din dersinin amacını, fikir babası olmasa da o dönemin otorite sahibi saygıdeger kenan paşamız şu şekilde açıklamıştı: "her türk genci en azından abdest almasını, iki rekat namaz kılmasını bilmeli. cenazeye gittiği zaman cenaze namazına eşlik edebilmeli."

ancak görüyoruz ki bu amaç gerçekleştirilememiş, bu yoldan sapılmış. üniversite çağına gelmiş, koca koca adamlar ne namaz biliyor ne niyaz.

bu durumun nedeni liselerde adam akıllı bir din eğitimi verilmemesidir ancak iş işten geçtiğine göre artık üniversiteler için bir şeyler düşünmenin zamanı gelmiştir.

oysa üniversitelerimizin durumu içler acısı. zorunluyu geçtim seçmeli olarak bile din dersi yok.


şüphesiz ki böyle bir eğitimden geçen gençliğin türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu yurttaşlar haline gelebilmelerinin imkanı yoktur!


edit:

biz gençliğimiz hal-i ahvalini düşünürken bakın referans aldığımız kenan evren yakın zamanda ne demiş:

"bunun manası şudur. dinler nasıl meydana gelmiş, dünyadaki dinler hangileridir, bunlar arasında islamiyet nasıldır? çocuk bunlar hakkında bilgi sahibi olsun istedik. alevilik hakkında da bilgi vermesi, öğretmesi lazım. ama namaz nasıl kılınır, dinin gerekleri fiilli olarak nasıl olur bunları değil. bu dersi verecek öğretmenlerde de, ders programlarında da zamanla değişiklikler yaptılar. sonradan gelen iktidarların hatası olmuştur. o maddeyi kaldırmaktan ise aslına uygun yapmak gerek. ama şu anda sulandırılmış durumda."

artık kime güveneceğimizi şaşırdık.


her başlığa uyan bakınız

wily blake
araştırmalarım devam etmekle birlikte yakın zamanda keşfetmeyi umduğum bakinizdır.

bu bakınız öyle bir şey olacak ki her başlığın altına girilebilecek, hem bilgi verecek hem yorum içerecek üstüne birde ayar niyetine kullanılabilecek.

iddia ediyorum, bu bakınızı kamuoyu ile paylaştığım an sözlüğün gidişatı kökünden değişecek.

artık yüzeysellerin her başlık için ayrı ’bakınız’ düşünmesi gerekmeyecek.
her başlığa aynı bakınızı girme rahatlığını doyasıya yaşayabilecekler.


papermoon solu

wily blake
serdar turgut’un ortaya attıgı kavram.

önceleri serdar turgut dalgasını geçiyor sansak da gördük ki gayet ciddiymiş. mustafa sarigul’ün papermoon’da bulent tanla ile oturup deniz baykal’ı nasıl devireceklerini konuşması, ne alacaklarını tartışırken ara sıcaklar eşliğinde darbe planları yapmaları serdar turgut’un çok hoşuna gitmiş.
hemen benimsediği ve "papermoon solu" adını verdiği bu kavramı eleştirenleri de anlayamadığını söylemiş (aslında bal gibi anlıyor da işine gelmiyor.)

kendi kaleminden aktaracak olursak:
"’papermoon solu’ kavramı bir oximoron olarak algılanıyor. gerçi ben bunun neden böyle olması gerektiğini pek anlamıyorum ama böyle bir algılama da var ortada. bu ülkede sol sadece yoksulun ideolojisi olmadığını anlamazsa iktidar olması da pek mümkün gözükmüyor."

evet, pesto soslu bu saçma sapan kavram tam bir oksimorondur.

sol’un ne olduğunu unutanlar en baştan okuma yapmaya başlamalıdır.
bin bir çeşit sol akımın belkide tek ortak noktası sınıfsal hareketler olmasıdır. sol: işçilerin, çalışanların, fakirlerin, yoksulların ezilenlerin... ideolojisidir ve bu tesadüfi bir olay değildir.
"sol kendine taban arıyordu bunları buldu(tutundu) şimdi bu tabanı genişletmeli ve toplumun her kesimini kucaklamalıdır" gibi bir yaklaşım zırvalıktır.

çünkü soyut(tinsel) siyasal görüşlerin somut(maddi) nedenleri vardır.
insanlar eşitliği çok yüksek ahlaki değerlere sahip oldukları için değil kendi çıkarlarına olduğu için savunur. gündemlerinde eşitlik olmayanlar ise kan emici adiler değil bundan rant sağlayamayacağını bilen kişilerdir.

bu açıdan bakılırsa da zengin birinin solcu olması kadar salakça bir durum yoktur.
bulunduğunuz konum ile alakası olmayan, kendinize tamamen yabancı bir ideolojiyi savunarak solcu değil olsa olsa mizah malzemesi olursunuz.

sol’un kapsamı bellidir. çağdaş, medeni, modern gibi içi boş, nereye çeksen gelecek kavramlar ile tanımladığınız sözde ideolojinizin ise sol ile yakından uzaktan alakası yoktur. çünkü sizin konumunuzun solun beslendiği sınıfsal köken ile alakası yoktur.

ama bu durum serdar turgut ve onun jenerasyonunun ciddi bir bölümü için hiçte yeni değil. gençliklerinde de tabansızca sol ideolojileri savunmaktaydılar bu gün de durum pek farklı görünmüyor.
sadece eskiden ön planda değillerdi, bu kadar belli olmuyorlardı, bugün herkesin gözü önündeler. ama hala kendilerine(fikriyatlarına) bir çekidüzen veremiyorlar.
çünkü hata yaptık, ortama uyduk, saçmaladık diyip geçmişleri ile hesaplaşamıyorlar. bu yüzden yaptıkları her şey oksimoronsal oluyor ama kendileri bunun farkında bile değiller.
papermoon’da sol parti kurmak da reklam sektörünün önde gelenlerinin sosyalistiz geyiğine yatmaları da garip gelmiyor bunlara.

serdar turgut kısa zaman önce köşesinden devrimci günlerini anmış deniz gezmis’ten girip yurtdışındaki günlerinden çıkmış, "bu gün olsa yine aynı şekilde davranırım" mealinde bir şeyler söyleyip engin ardic’tan ayarı yemişti.

o yazdıkları ile bugünkü durumu hiçte birbirinden bağımsız değil. hala gençliğini muhakeme edemiyor, hala geçmişi ile hesaplaşamıyor. bu yüzden de saçmalamaya devam ediyor.

çıkıp, o zamanlar gençtik; devrim şarkıları söylemek yüreğimizi kabartıyordu, yüce bir ideal için çalıştığımızı düşünmek bize onur veriyordu, delikanlıydık isyankarlık hoşumuza gidiyordu, derslere girmek yerine boykota katılmak daha zevkliydi, yurtdışında solcu gruplar yabancıları daha kolay aralarına alıyordu, romantik tiplerdik gerilla hikayeleri güzel geliyordu, o mavi gözlü irlandalı dilber fkp’liydi, o zamanlar eli kalem tutan herkes solcu idi, biz sadece ortama uyduk... gibi bir şey söyleseniz; geçmiş defterleri kapatıp daha rasyonel laflar edebileceksiniz ama anıları hala belinizdeki bir kambur gibi taşıyorsunuz.

geçmişteki seçimlerinizden dönemediğiniz için şuan ki konumunuza uygun bir ideoloji oluşturamıyorsunuz, böyle olunca da mehmet agar bile durumunuzu sizden daha iyi tahlil ediyor.

neyse, madem ki böyle bir hareket oluşuyor bizde kendi çapımızda katkımızı yapalım:
bir kere papermoon’un modası geçti yeni bir sol çıkacaksa ya tuus’tan ya da mikla’dan çıkar. sonra gidip ulus 29’dan eski tüfeklerin desteğini alırsınız birde mezzaluna’da gençleri kafaladım mı tamadır bu iş.

yok illa papermoon’da ısrarcıysanız paraya kıyıp adam gibi bir şeyler için, chianti söylemeyin bi boka benzemiyor. risottonuza da parmesan rendeletin, güzel olur...


sony vaio xl2 digital living system

wily blake
sony’nin `media center pc` modelidir.
touchpad’li kablosuz klavyesi, uzaktan kumandası, ağ anteni ve vgp xl1b2 media changer ile gelir.

200 dvd alabilen bu media changer’ı windows xp media center edition’nın ana menüsünden kontrol edebilirsiniz.
muhteşem özelliklerinin yanı sıra kendine hayran bırakan bir tasarıma sahiptir.



http://www.sonystyle.com/intershoproot/ecs/store/en/imagesproducts/650x650/vgxxl2kit1.jpg


http://www.learningcenter.sony.us/digitallivingsystem/xl2series

love of the loveless

wily blake
shootenanny albümünden güzel bir eels parçası.


sözleri:

don’t got a lot of time
don’t give a damn
don’t tell me what to do
i am the man
if there’s a god up there
something above
god, shine your light down here
shine on the love
love of the loveless

love of the loveless

don’t have too many friends
never felt at home
always been my own man
pretty much alone
i know how to get through
and when push comes to shove
i got something that you need
i got the love
love of the loveless

love of the loveless
love of the loveless
the love of the loveless

all around you people walking
empty hearts and voices talking
looking for and finding
nothing

don’t got a lot of time
don’t really care
not selling anything
buyer beware
if there’s a god up there
something above
god, shine your light down here
shine on the love
love of the loveless

love of the loveless
loveof the loveless
love of the loveless

don’t got a lot of time
don’t give a damn
don’t tell me what to do
i am the man
love of the loveless
loveof the loveless
love of the loveless
the love of the loveless
love of the loveless

dear god please help me

wily blake
ringleader of the tormentors albümünden güzel bir morrissey parçası.


sözleri:

i am walking through rome
with my heart on a string
dear god, please help me

and i am so very tired
of doing the right thing
dear god, please help me

there are explosive kegs
between my legs
dear god, please help me

will you follow and know
know me more than you do
track me down
and try to win me?

then he motions to me
with his hand on my knee
dear god, did this kind of thing happen to you?

now i’m spreading your legs
with mine in-between
dear god, if i could i would help you

and now i am walking through rome
and there is no room to move
but the heart feels free

the heart feels free
the heart feels free
but the heart... feels free

the heart feels free

kolektif beyin diye bir şey yoktur

wily blake
kolektif beyin diye bir şey yoktur. kolektif düşünce diye bir şey de yoktur. bir grup insanın vardığı anlaşma, ya bir uzlaşma, ödün verme sürecidir, ya da birçok bireysel düşüncelerin bir ortalamasıdır. ikincil önem taşıyan bir şeydir. birincil eylem.. yani mantık yürütme süreci... bir tek kişinin tek başına yapması gereken bir şeydir. yemekleri bir sürü insana paylaştırabiliriz. ama kolektif bir midede sindiremeyiz. hiç kimse kendi ciğerlerini, başkasının yerine solumak için kullanamaz. hiç kimse kendi beynini, başka birinin yerine düşünmek için de kullanamaz. vücudun ve ruhun bütün işlevleri bireysel ve özeldir. paylaşılamazlar ve devredilemezler.


(the fountainhead - ayn rand)


kaplan kaplan

wily blake
william blake’in the tyger adlı şiirinin selahattin ozpalabiyiklar tarafından dilimize çevrilmiş halidir.
diğer blake çevirilerine göre başarılı olsa da zannımca orijinal dilinden okunulmalıdır.


kaplan! kaplan!

kaplan! kaplan! gecenin ormanında
işıl ışıl yanan parlak yalaza,
hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
kurabildi o korkunç simetrini?

hangi uzak derinlerde, göklerde
yandı senin ateşin gözlerinde?
o hangi kanatla yükselebilir?
hangi el ateşi kavrayabilir?

ve hangi omuz ve hangi beceri
kalbinin kaslarını bükebildi?
ve kalbin çarpmaya başladığında,
hangi dehşetli el? ayaklar ya da

neydi çekiç? ya zincir neydi?
beynin nasıl bir fırın içindeydi?
neydi örs? ve hangi dehşetli kabza
ölümcül korkularını alabilir avcuna?

yıldızlar mızraklarını aşağıya atınca,
göğü sulayınca gözyaşlarıyla,
güldü mü o, görünce eserini?
kuzu’yu yaratan mı yarattı seni?

kaplan! kaplan! gecenin ormanında
işıl ışıl yanan parlak yalaza,
hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
kurabilir o korkunç simetrini?

shoplifters of the world

wily blake
louder than bombs ve the world won t listen albümlerinde bulunan, ilginç sözlere sahip bir smtihs parçası.


sözleri:

learn to love me
assemble the ways
now, today, tomorrow and always
my only weakness is a list of crime
my only weakness is ... well, never mind, never mind

oh, shoplifters of the world
unite and take over
shoplifters of the world
hand it over
hand it over
hand it over

learn to love me
and assemble the ways
now, today, tomorrow, and always
my only weakness is a listed crime
but last night the plans of a future war
was all i saw on channel four

shoplifters of the world
unite and take over
shoplifters of the world
hand it over
hand it over
hand it over

a heartless hand on my shoulder
a push - and it’s over
alabaster crashes down
(six months is a long time)
tried living in the real world
instead of a shell
but before i began ...
i was bored before i even began

shoplifters of the world
unite and take over
shoplifters of the world
unite and take over
shoplifters of the world
unite and take over
shoplifters of the world
take over

aramaya inanma kandirmacasi

wily blake
bilgiçlerin dini duygularını yıpratarak gizli gündemlerini gerçekleştirmeye ugraşan, ortaya anlamsız inançlar atıp oluşan kaos ortamından nemalanmaya çalışan, kökü dışarda hareketlerin bir diğer palavrasıdır.

öncelikli amaçları her zamanki gibi sözlüğün birlik ve baraberliğini bozmak olsa da bu sadece planlarının ilk ayağıdır.
kapalı kapılar ardında sözlüğe nasıl şekil vereceğini tartışan bu toplum muhendislerinin son numarası pozitivizm zırvalığına dayanarak oluşturdukları sozluk dini’dir.

en az "insanlik dini" saçmalığı kadar abuk olan bu sekuler dini bir anda topluma dayatamayacaklarının farkında olan ’secilmisler’ önce varolan dini duyguları yıpratmak, ortaya "aramaya inanmak" gibi dinimizde kati suretle yeri olmayan inançlar atarak büyük planlarını adım adım gerçekleştirmektedirler.

artık birilerinin uyanması ve üzerimizde oynanan bu büyük oyunu farketmesi gerekmektedir.
3-5 nesil sonra tamamen asimile olmuş, değerlerini kaybetmiş bir sözlük görmek istemiyorsak bugünden harekete geçmek zorundayız.

kardeşlerim, artık ayağa kalkalım ve tüm gücümüzle haykıralım: aramaya inanmak kafirliktir!


styrofoam plateş

wily blake
the photo album’den güzel bir death cab for cutie parçası.


sözleri:

there’s a saltwater film on the jar of your ashes; i threw them to the sea,
but a gust blew them backwards and the sting in my eyes
that you then inflicted was par for the course just as when you were living.
it’s no stretch to say you were not quite a father
but the donor of seeds to a poor, single mother that would raise us alone.
we never saw the money that went down your throat
through the hole in your belly.

thirteen years old in the suburbs of denver,
standing in line for thanksgiving dinner at the catholic church.
the servers wore crosses to shield from the sufferance plaguing the others.
styrofoam plates, cafeteria tables,
charity reeks of cheap wine and pity and i’m thinking of you,
i do every year when we count all our blessings
and wonder what we’re doing here.

you’re a disgrace to the concept of family.
the priest won’t divulge that fact in his homily
and i’ll stand up and scream if in the mourning remain quiet,
you can deck out a lie in a suit.
but i won’t buy it.
i won’t join the procession that’s speaking their piece,
using five dollar words while praising his integrity.
just ’cause he’s gone, it doesn’t change that fact:
he was bastard in life, thus a bastard in death.

light and day

wily blake
insana enerji veren, anlamsız bir mutluluk aşılayan the polyphonic spree parçası.
bir çok dizinin ve filmin soundtrackinde bulunur.


sözleri:

because all
my feelings are more
than i can let by
or not
more than you’ve got
just follow the day

follow the day and reach for the sun!

you don’t see me flyin to the red
one more you’re done
just follow the seasons and find the time
reach for the bright side
you don’t see me flyin to the red
one more you’re nuts
just follow the day
follow the day and reach for the sun

just follow the day
follow the day and reach for the sun!

you don’t see me flyin to the red
one more you’re nuts
just follow the seasons and find the time
reach for the bright side
you don’t see me flyin to the red
one more you’re nuts
just follow the day
follow the day and reach for the sun
just follow the day
follow the day and reach for the sun
just follow the day
follow the day and reach for the sun

i m not sorry

wily blake
you are the quarry albümünden bir morrissey parçası.


sözleri:

on returning
i can’t believe this world is still turning
the pressure’s on
because the pleasure hasn’t gone
and i’m not sorry for
for the things i’ve done
and i’m not looking for
just anyone

on competing
oh, when will this tired heart stop beating?
it’s all a game
existence is only a game
and i’m not sorry for
for the things i’ve done
and i’m not looking for
just anyone

i’m slipping below the water line
i’m slipping below the water line
reach for my hand
and
and the race is won
reject my hand
and
the damage is done

i’m slipping below the water line
i’m slipping below the water line

the woman of my dreams
she
she never came along
the woman of my dreams
well there never was one

and i’m not sorry for
for the things i’ve said
there’s a wild man in my head
there’s a wild man in my head

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol