hiç hayatında gideceğim bu ülkeden demedin mi?
faili bir türlü bulunamayan cinayetlere, aydınlarının cayır cayır yakılmasına ağlamadın mı? ağlarken bu insanlar benim insanım olabilir mi diye sormadın mı kendine?
en basiti bu yüzyılda hala okuma yazma bilmeyen insanın olduğunda ve bu insanlar cehaletten zerre utanmadığında, bir kitap bile okumadım hayatımda hiç eksiklik hissetmedim dediğinde milletinin vekilleri, bu ülkede genç olmaktan hiçbir şeyi değiştirememekten dolayı kalbin acımadı mı?
mafyanın ve tarikatların hukuktan daha değerli oluşu hala canını yakmıyor mu? yıllarca kadınını okutmaya uğraşıp ardından onu bir bez parçası ile sembole çevirmeye çalışanlara tepkin yok mu? sınırlarını korumak için bile izin almaya giden başbakanına bakıp hala alkışlayabiliyorsan aslında denilmek istenen hiçbirşeyi anlayamamışsın demektir. daha iyi bir türkiye hayal edenlerin cümlesidir bu terk cümlesi ama gitmez hiçbir yere gerçekten vatanını seven.zaten gerçekten vatanını sevdiğinden verir bu tepkiyi. dünyanın her yerinde yaşabilecek olan fazıl sayda gitmez. gideceği, para kazanacağı yer olmadığından değil bu ülkede iki üç kişi neler oluyor diye etrafına baksın ister bu cümleyi söylerken. gerçek bir sanatçının yapması gerektiği gibi muhalliftir fazıl say. türkiye vatan hainleriyle kaçakçılarla gurur duyar. yeteneği olmayan teşirci kadınlara, karısını dövüp yere tüküren türkücülere sanatçı der. insanları geriye götüren bütün düşünceleri yayan, kadınları vurduran ekranlarda gerle gerile konuşan mafya kılıklı sanatçılarını omuzunda taşır. ama sıra fazıl saya gelince tek kabahati kültürlü olmaktır.türkiye herkesle gurur duyar. bir fazıl sayı bu güne kadar bu kadar konuşmamış ve bir türlü gurur duyamamıştır.
yeni mi bu cümle ve bugun mu açıldı bu pankart.
1999’da ilk açıldığında hiç kimse uzun uzadıya düşünmedi bu yazıyı. sokakta bu kafası, beyni ve hatta kalbi olmayan yaratıklar konustular hep ilahi adaletti bu diye. ama en basitinden unuttular müslümanlıkta günahkar doğulmadığını hristiyanlıkta olduğu gibi. 5 yaşında bebeğin günahı olmayacağını, varsa bile ana babaların günahının çocuklara miras kalmadığını. bir insanın günahkar olduğuna ancak yaratanın kendi karar vereceğini bilmeyecek kadar kendilerini yaratanın yerine koydular. bu kadın olmaktan insan olmaktan uzak olanlar başlarına örtükleriyle daha bilmedikleri dinlerini yaşamak istiyorlar depremi hurafelerle değil bilimsel gerçeklerle açıklayan insanların arasında. ellerine evde dayak yedikleri aşağılandıkları babaları kocaları tutuşturmuş besbelli o pankartı yoksa nasıl bir beyin korkmadan taşır o pankartı. nasıl bir cahil cesareti ve hatta cesaretlendirme politikası var bu kadınlarda canlı bombadan farksız bu eylemi yaparken.ve orada bulunan hiç bir kadın allahtan korkarak engel olamadı mı oradakilere. görüpte engellemeyen insan mıdır sizce? insan birileri kıskırtmaya ve kutuplaşma yaratmaya çalıştığı için bu pankart çıktı desin diye bekliyor. ama resim gerçeği söyülüyor. bu kadın yarın çocuğu ağaçtan düştüğünde ilahi adalet diyip belki sakat bırakacak çocuğunu her dayak yediğinde hakettim ben bunu dediği gibi kocasına.
1999’da ilk açıldığında hiç kimse uzun uzadıya düşünmedi bu yazıyı. sokakta bu kafası, beyni ve hatta kalbi olmayan yaratıklar konustular hep ilahi adaletti bu diye. ama en basitinden unuttular müslümanlıkta günahkar doğulmadığını hristiyanlıkta olduğu gibi. 5 yaşında bebeğin günahı olmayacağını, varsa bile ana babaların günahının çocuklara miras kalmadığını. bir insanın günahkar olduğuna ancak yaratanın kendi karar vereceğini bilmeyecek kadar kendilerini yaratanın yerine koydular. bu kadın olmaktan insan olmaktan uzak olanlar başlarına örtükleriyle daha bilmedikleri dinlerini yaşamak istiyorlar depremi hurafelerle değil bilimsel gerçeklerle açıklayan insanların arasında. ellerine evde dayak yedikleri aşağılandıkları babaları kocaları tutuşturmuş besbelli o pankartı yoksa nasıl bir beyin korkmadan taşır o pankartı. nasıl bir cahil cesareti ve hatta cesaretlendirme politikası var bu kadınlarda canlı bombadan farksız bu eylemi yaparken.ve orada bulunan hiç bir kadın allahtan korkarak engel olamadı mı oradakilere. görüpte engellemeyen insan mıdır sizce? insan birileri kıskırtmaya ve kutuplaşma yaratmaya çalıştığı için bu pankart çıktı desin diye bekliyor. ama resim gerçeği söyülüyor. bu kadın yarın çocuğu ağaçtan düştüğünde ilahi adalet diyip belki sakat bırakacak çocuğunu her dayak yediğinde hakettim ben bunu dediği gibi kocasına.
burada yorum yapanların kaçının erkek olduğunu bilmiyorum. ama konuşanların yüzde 80 ninin erkek olduğu gözden kaçmıyor. özgürlüğe inanan derneklerde yorum yapanlar hep erkek. peki özgürlükçü erkekler özellikle erdoğan ve gül hepinize soruyorum. kadınlar sokaklarda bıçaklanıp dayak yerken ve hatta öldürülürken, kız çocukları 14 yaşında daha ergen bile olmadan evlendirilirken ve eğitim hakları ellerinden alınırken,mecliste azıcık insanla temsil edilirken kadınlar pozif ayrımcılık diye yalvarırken adeta nerdesiniz? gül erdoğan eşleriyle evlendiğinde o kadınlar kaç yaşındaydı 14 mü 15 mi? kadınların haklarını savunmaya çalışmakta olanlar ikiyüzlülük yapar mı? en basit tanımıyla türbanı takanlar kadınlarsa ve kadın dövülür aşağılanır evlenirken bile onlara sormaya gerek duyulmazken neyin serbestliğidir bu. bu bir.
üniversitelerde eğitim görecek sevgili türbanlı kardeşlerim dinimizin gereği dediğiniz seyle dinimizi yaşıyorz derken bana ve benim gibi olanlara dinsiz demekteler. ve bunu yüzümüze söyleme cesaretini kendilerinde bulmaktalar. onlarada sorarım şimdi kuranı defalarca ama türkçe okumus kafası azıcık çalışan bir insan olarak. müslümanım diyene hayır sen müslün değilsin diyen müslümanmıdır gerçekten? gerçek müslüman müslümanım diyene değilsin derse günaha girmez mi? saçımın bir teli bile gözükürse karşımdaki adamı tahrik ederim diye düşünenler sorarım size yıllarca bilimden başka sey düşünmeyen erkek akademisyenlere sapık muamelesi değil midir bu? ve son olarak sorarım size dini yaşamayan onun içindei olmayan hurafelere saplanıp depremin ilahi adalet olduğunu düşünenlere biz depremi bilimle açıklamaya çalışanlarla ne konusacaksınız. seraate inanalar hukuk fakültesinde ne okuyacak bize bilim adına neler katacaksınız hurafelerden başka. özgürsünüz özgürüz acaba nedeni dinsizlik diye küçük beyinlerinizde nitelendirdiğiniz laiklik mi..
üniversitelerde eğitim görecek sevgili türbanlı kardeşlerim dinimizin gereği dediğiniz seyle dinimizi yaşıyorz derken bana ve benim gibi olanlara dinsiz demekteler. ve bunu yüzümüze söyleme cesaretini kendilerinde bulmaktalar. onlarada sorarım şimdi kuranı defalarca ama türkçe okumus kafası azıcık çalışan bir insan olarak. müslümanım diyene hayır sen müslün değilsin diyen müslümanmıdır gerçekten? gerçek müslüman müslümanım diyene değilsin derse günaha girmez mi? saçımın bir teli bile gözükürse karşımdaki adamı tahrik ederim diye düşünenler sorarım size yıllarca bilimden başka sey düşünmeyen erkek akademisyenlere sapık muamelesi değil midir bu? ve son olarak sorarım size dini yaşamayan onun içindei olmayan hurafelere saplanıp depremin ilahi adalet olduğunu düşünenlere biz depremi bilimle açıklamaya çalışanlarla ne konusacaksınız. seraate inanalar hukuk fakültesinde ne okuyacak bize bilim adına neler katacaksınız hurafelerden başka. özgürsünüz özgürüz acaba nedeni dinsizlik diye küçük beyinlerinizde nitelendirdiğiniz laiklik mi..
ebebeynlerin çaba sarfetmeden kolay yoldan çocuğu korkutarak yapacaklarını engelleme durumudur. bu durumda yansıma sesler kullanılır. bu korku unsurları arasında bir eylemi yaptığınızda başınıza gelecekler bahsedilen yansıma sesle anlatılır.
-dokunma ona uf olursun ya da cız olur cız.
bununla birlikte daha vahşi korkutma yöntemleride mevcutur.bunlar arasında en klasik korku unsurları "köpeklere veririm seni", "bak doktor gelir iğne yapar", " polis amca kızıyor bak " gibi çeşitli cümlelerle ömür boyu sürecek tramvalara neden olunur. gelişen ve değişen korku unsurları çocuklarıda etkiler ve zaman içinde daha ilginç korkutma cümleleri sarfedilir. bu oldukça fantastik gelişim süresinde çeşitli hayvanlar örneğin dinazor köpekbalığı dev ve çeşitli meslek grupları dahil edilmektedir.
önemli not: kitap ismi olmuş bu resmen
-dokunma ona uf olursun ya da cız olur cız.
bununla birlikte daha vahşi korkutma yöntemleride mevcutur.bunlar arasında en klasik korku unsurları "köpeklere veririm seni", "bak doktor gelir iğne yapar", " polis amca kızıyor bak " gibi çeşitli cümlelerle ömür boyu sürecek tramvalara neden olunur. gelişen ve değişen korku unsurları çocuklarıda etkiler ve zaman içinde daha ilginç korkutma cümleleri sarfedilir. bu oldukça fantastik gelişim süresinde çeşitli hayvanlar örneğin dinazor köpekbalığı dev ve çeşitli meslek grupları dahil edilmektedir.
önemli not: kitap ismi olmuş bu resmen
söyle keyifle oturulur vapurun yanlarındaki açık yere. deniz parlıyor, güzel bir rüzgar esiyordur. martılar uçuşurlar, görüntü mükemmeldir. sonra birileri bu ekmekleri ya da simitleri atmaya başlarlar. yapan için büyük bir keyiftir muhakkak bir canlıyı beslemek. ama vapur ilerledikçe ekmek kırıntıları yüzünüze doğru gelmeye başlar. kuştur bu nihayetinde,üstelik açtır ve bir ekmek kavgası söz konusudur.martının biri bakış atar size. içinizden şimdi gözüme dalacak ekmek kırıntısını almak için dersiniz. o gerginlikle yolculuk devam eder. martı bir numaralı kabus olur, denizi gözünüz görmez, ekmek atan kişiye yeter demek istenir.ama söylenirse hayvan düşmanı ilan edilmekten korkulur. yarım saatlik vapur seyahati hitchkok’un kuşlar filmine dönüşür. uzaktan görünümü hoştur. içinde olmak kabus.
niyeti aslında iyi olsa da mantığı doğru olmayan istektir. böyle bir istekte bulanabilmek için sanat ve dinin birbirine zıt ve bağımsız olması gerekir. oysa sanat hayatın her alanından etkilenir ve her alanı kendince yorumlar. var olan hiç bir şeyi kapatmaz ama sanat okulları acarmak yani camilerin yerine değil hiçbir seyin yerine değil çok daha yararli olur. var olan düzenin yanlışlarını ve doğrularını belirten özgür sanatla çok sayıda olan camilerde kendiliğinden azalmaya başlar. bunu ahlaksızlık arttığı için ya da daha az ibadet edildiğiiçin değil saplantılı durumlarından srılabildikleri için yapar insanlar. sanat bazı seylere bakısımızda ön yzrgılarımızı yoksaymayı ögrettiği için.böylece hem dünyayı hem sanatı hemde kendi dinlerini tabulardan bagımsız algılamayı sağlamış oluruz. sonuç olarak cümlenin olması gereken son durumu;
(bkz: en az camiler kadar bağımsız sanat okulları açılsın)
(bkz: en az camiler kadar bağımsız sanat okulları açılsın)
celal şengörün üak üyelerine mektubu
yüksek öğretim kurulunun (yök) boş bulunan üyeliklerinden birine yer bilimci prof. dr. celal şengör aday gösterildi. şengör de kendisini aday gösteren üniversitelerarası kurulun 219 üyesine birden şok bir mektup gönderdi.
şengörün akıllara durgunluk verecek ifadeler kullandığı mektubu radikal yazarı ismet berkan köşesine taşıdı. berkan, yök üyeliğini atanmak için cumhurbaşkanı abdullah gülün onayını bekleyen şengörün mektubunu bu mektuba ne diyeceğimi gerçekten ben de bilemiyorum. nutkum tutuldu desem yeridir sözleriyle yorumladı. işte o mektup:
temsilciniz olmamı isteyerek bana verdiğiniz şerefin her türlü sevinç ve tatmin hissinin üzerinde olduğunu belirtmiş, bunun yaşamımda bana verilen en büyük mükafat olduğunu arzetmiştim.
bunu çok zor bir zamanda, uygarlığa karşı yöneltilmiş saldırıların fütursuzca geliştiği bir ortamca cesaret ve haysiyetle yaptınız. bu saldırıların en son örneği adalet ve kalkınma partisi ile milliyetçi hareket partisinin ortaklaşa başlattıkları üniversitelerde türban serbestisi atağıdır. bunu yakından izlemekteyim. bizim açımızdan, üniversitelere dini bir sembolün girmesinin hukuk cephesinin, kamuoyunda öne çıkartıldığı kadar belirleyici olduğunu sanmıyorum, çünkü hukuk nihayet aksiyomatik bir sistemdir. baştan kabul edilen aksiyomlara bağlıdır. bu açıdan hukukun rölativist bir temeli vardır ve bu temel onu bazı durumlarda pek tehlikeli bir tahakküm aracı yapabilir. bunun en meşhur misalleri katolik engizisyon mahkemeleri olmakla beraber, onu aratmayacak güncel örnekleri, sovyetler birliğinden nazi almanyasına, çin halk cumhuriyetinden amerika birleşik devlelerine kadar değişen çok geniş bir yelpazede görülmüş, pek çok insanın en feci şartlarda katledilmesine, toplumların sefalet ve felaketine neden olmuştur.
halbuki üniversitede dinin şakırdatılması, bizzat üniversite kavramıyla çelişir. dünyada katolik, protestan veya islami üniversitelerin olması veya üniversitelerin orta çağda dinsel kurumlardan türemiş olması bu gerçeği değiştiremez. din, belirli dogmalar çevresinde kurulmuştur ve yanılmaz olduğu iddia edilen bir veya birkaç tanrının vahiyleri olan dogmalarından vaz geçemez. bilim ise sürekli olarak gerçeği arayan ve gerçekle bağdaşmayan hiçbir şeyi kabul etmeyen bir düşünce sistemidir. bilim, bitmeyen bir deneme-yanılma süreci içerisinde daima yanlışları eleyerek hakikate asimtotik olarak yaklaşır. ancak hepinizin bildiği gibi, tek bir ters veri en ihtişamlı teoriyi çöpe atmaya yeterlidir. dinin pek çok dogması bilimin isbatları karşısında bu şekilde çöpe gitmiştir. bugün artık ne dünyanın yedi günde yaratıldığına, ne nuh tufanına, ne de havva ile adem masalına inanmak mümkündür. ´üniversitede yasak olmaz diyenlerin, üniversitede yanlışlığı isbat edilmiş fikirlerin artık kullanılamayacağını ve öğretilmeye devam edilmelerine izin verilemeyeceğini anlamış olması gerekir. bu nedenle coğrafya derslerinde düz bir dünya veya fizik derslerinde aristo fiziği öğretmeye kalkan hocalara izin verilemez.
karşımıza dinin dogmalarını reddeden bilimi öğrenmek için geldiğini iddia ederken, o dogmalara bağlı olma sembolünden inatla vaz geçmeyenlerin bilimsel dürüstlük ve samimiyetine nasıl inanacağız? akla açık bir ihanet olan bu davranışın temsilcilerini, aklın ve bilimin geliştiricisi olan üniversitelerimize nasıl alacağız? böyle kişilere, öğrettiğimiz bilimi öğrendiklerine itimad ederek nasıl not veya diploma vereceğiz? günün birinde öğrendiklerini, aklı ve bilimi ve dolayısıyla insan uygarlığını boğmak için kullanmayacaklarına nasıl güvenebileceğiz?
bu nedenle üniversite tüm dogmatik inanç sistemlerini işlevine temel yapmayı reddeder. onları bilimsel olarak inceler, ancak temsilcilerini üyeleri olarak kabul etmez. militan dogmatiklerin üniversite bünyesine kabul edilmemelerinin nedeni budur. kimse bize bu açıdan ´bilimperestlik yapıyorsunuz diye bir eleştiri yöneltemez, zira, büyük felsefeci lord bertrand russellın dediği gibi, insanlığın gerçekten bildiği fakat bilimin bulmuş olmadığı hiçbir şey yoktur. bir başka deyişle, bilim dışında insanlığın hiçbir bilgi kaynağı yoktur.
türban yasağının kaldırılmasını temelde yalnızca bu nedenle kabul etmemiz mümkün değildir. bu konuda ne karşımıza çıkarılacak hukuk sistemleri, ne de dünyadan gösterilecek örnekler bizi ikna edebilir (sui-misal, misal olamaz). bizim düşüncemizin ve faaliyetimizin temeli eleştirel akılcılıktır. aklı ve eleştiriyi kabul etmeyen hiçbir sistemi üniversite kapısından içeri alamayız.
icab ederse, ülke yöneticileri akıllarını başlarına alana kadar o kapıları kapatırız. bu bizim tarihsel geleneklerimizden gelen hakkımız ve hem insanlığa hem de öğrencilerimize karşı görevimizdir.
bu düşüncelerimi muhterem kurulunuza en derin saygılarımla arzederim
yüksek öğretim kurulunun (yök) boş bulunan üyeliklerinden birine yer bilimci prof. dr. celal şengör aday gösterildi. şengör de kendisini aday gösteren üniversitelerarası kurulun 219 üyesine birden şok bir mektup gönderdi.
şengörün akıllara durgunluk verecek ifadeler kullandığı mektubu radikal yazarı ismet berkan köşesine taşıdı. berkan, yök üyeliğini atanmak için cumhurbaşkanı abdullah gülün onayını bekleyen şengörün mektubunu bu mektuba ne diyeceğimi gerçekten ben de bilemiyorum. nutkum tutuldu desem yeridir sözleriyle yorumladı. işte o mektup:
temsilciniz olmamı isteyerek bana verdiğiniz şerefin her türlü sevinç ve tatmin hissinin üzerinde olduğunu belirtmiş, bunun yaşamımda bana verilen en büyük mükafat olduğunu arzetmiştim.
bunu çok zor bir zamanda, uygarlığa karşı yöneltilmiş saldırıların fütursuzca geliştiği bir ortamca cesaret ve haysiyetle yaptınız. bu saldırıların en son örneği adalet ve kalkınma partisi ile milliyetçi hareket partisinin ortaklaşa başlattıkları üniversitelerde türban serbestisi atağıdır. bunu yakından izlemekteyim. bizim açımızdan, üniversitelere dini bir sembolün girmesinin hukuk cephesinin, kamuoyunda öne çıkartıldığı kadar belirleyici olduğunu sanmıyorum, çünkü hukuk nihayet aksiyomatik bir sistemdir. baştan kabul edilen aksiyomlara bağlıdır. bu açıdan hukukun rölativist bir temeli vardır ve bu temel onu bazı durumlarda pek tehlikeli bir tahakküm aracı yapabilir. bunun en meşhur misalleri katolik engizisyon mahkemeleri olmakla beraber, onu aratmayacak güncel örnekleri, sovyetler birliğinden nazi almanyasına, çin halk cumhuriyetinden amerika birleşik devlelerine kadar değişen çok geniş bir yelpazede görülmüş, pek çok insanın en feci şartlarda katledilmesine, toplumların sefalet ve felaketine neden olmuştur.
halbuki üniversitede dinin şakırdatılması, bizzat üniversite kavramıyla çelişir. dünyada katolik, protestan veya islami üniversitelerin olması veya üniversitelerin orta çağda dinsel kurumlardan türemiş olması bu gerçeği değiştiremez. din, belirli dogmalar çevresinde kurulmuştur ve yanılmaz olduğu iddia edilen bir veya birkaç tanrının vahiyleri olan dogmalarından vaz geçemez. bilim ise sürekli olarak gerçeği arayan ve gerçekle bağdaşmayan hiçbir şeyi kabul etmeyen bir düşünce sistemidir. bilim, bitmeyen bir deneme-yanılma süreci içerisinde daima yanlışları eleyerek hakikate asimtotik olarak yaklaşır. ancak hepinizin bildiği gibi, tek bir ters veri en ihtişamlı teoriyi çöpe atmaya yeterlidir. dinin pek çok dogması bilimin isbatları karşısında bu şekilde çöpe gitmiştir. bugün artık ne dünyanın yedi günde yaratıldığına, ne nuh tufanına, ne de havva ile adem masalına inanmak mümkündür. ´üniversitede yasak olmaz diyenlerin, üniversitede yanlışlığı isbat edilmiş fikirlerin artık kullanılamayacağını ve öğretilmeye devam edilmelerine izin verilemeyeceğini anlamış olması gerekir. bu nedenle coğrafya derslerinde düz bir dünya veya fizik derslerinde aristo fiziği öğretmeye kalkan hocalara izin verilemez.
karşımıza dinin dogmalarını reddeden bilimi öğrenmek için geldiğini iddia ederken, o dogmalara bağlı olma sembolünden inatla vaz geçmeyenlerin bilimsel dürüstlük ve samimiyetine nasıl inanacağız? akla açık bir ihanet olan bu davranışın temsilcilerini, aklın ve bilimin geliştiricisi olan üniversitelerimize nasıl alacağız? böyle kişilere, öğrettiğimiz bilimi öğrendiklerine itimad ederek nasıl not veya diploma vereceğiz? günün birinde öğrendiklerini, aklı ve bilimi ve dolayısıyla insan uygarlığını boğmak için kullanmayacaklarına nasıl güvenebileceğiz?
bu nedenle üniversite tüm dogmatik inanç sistemlerini işlevine temel yapmayı reddeder. onları bilimsel olarak inceler, ancak temsilcilerini üyeleri olarak kabul etmez. militan dogmatiklerin üniversite bünyesine kabul edilmemelerinin nedeni budur. kimse bize bu açıdan ´bilimperestlik yapıyorsunuz diye bir eleştiri yöneltemez, zira, büyük felsefeci lord bertrand russellın dediği gibi, insanlığın gerçekten bildiği fakat bilimin bulmuş olmadığı hiçbir şey yoktur. bir başka deyişle, bilim dışında insanlığın hiçbir bilgi kaynağı yoktur.
türban yasağının kaldırılmasını temelde yalnızca bu nedenle kabul etmemiz mümkün değildir. bu konuda ne karşımıza çıkarılacak hukuk sistemleri, ne de dünyadan gösterilecek örnekler bizi ikna edebilir (sui-misal, misal olamaz). bizim düşüncemizin ve faaliyetimizin temeli eleştirel akılcılıktır. aklı ve eleştiriyi kabul etmeyen hiçbir sistemi üniversite kapısından içeri alamayız.
icab ederse, ülke yöneticileri akıllarını başlarına alana kadar o kapıları kapatırız. bu bizim tarihsel geleneklerimizden gelen hakkımız ve hem insanlığa hem de öğrencilerimize karşı görevimizdir.
bu düşüncelerimi muhterem kurulunuza en derin saygılarımla arzederim
-bi adres aramıştım. aydınlık türkiyenin adresi akp?
-siz kaç yıldır ilk gelensiniz akpden kimse gelmedi.biraz loş rutubetli burası ondan heralde.yani kısaca aradığınız adreste kimse oturmuyor.dolandırıldınız efendim.
çocukken birer kahramanız aslında. sanki düşsekte çok yaralanmazmışız, başımıza kötü bir şey gelse bile geçip gidermiş gibi gelir hep. canımız ilk yandığında büyüdüğümüzü anlarız. artık hayat vardır hayaller azalır. herşeyi bilimle tecrübeyle açıklar hayal kurmayı, şaşırmayı unuturuz. keşke hiç büyümesek herşeye hayretle bakabilsek, tecrübelerimiz, bildiklerimiz, önyargılarımız olmasa dedirten andır.
baba ve kızı scrabble oynamaktadır. hayatında ilk defa bu oyunu oynayan baba çok hırslanmış kızını yenmek için türlü hilelere başvurmuştur. oyun bitmek üzeredir ve elinde j harfi kalmış, bir yere koyamazsa oyunu kaybedecektir. o sırada jit diye bir kelime uydurur.
kız: baba jit ne demek? yok öyle bişey..
baba:(oldukça saf ve yıkılmış bir şekilde) niye yok ki?
kız: baba jit ne demek? yok öyle bişey..
baba:(oldukça saf ve yıkılmış bir şekilde) niye yok ki?
kendisini bu ülkede hakkı yenilmiş biri olarak gören ve çözümün bu ülke yasalarıyla çözülemeyeceğini düşünmüş manalı manasız her konuda her türk’ün yaptığı gibi insan hakları mahkemesine başvurmuş kişidir. şimdi kendisi cumhurbaşkanı eşidir. hani haksızlık vardı. ben olamadım hala başbakan cumhurbaşkanı ya bu kişilerin eşi. bunu bir yana bırakırsak tamamıyla bir kadın giyimi sorunu olan bir davayı neden erkekler bu kadar benimsemektedir. kadına şiddet, eğitim hakkı gibi konularda dava açmayan bu kişi benim için oldukça samimiyetsizdir. gerçekten bir rejim derdi yoksa bu hanımın tayyip beyin dediği gibi hodri meydan diyorum, bu ülkedeki bütün kadınlara hizmet etsin mazlum edebiyatı yapmasın.bize boşa vakit kaybettirmesin.
hiç sorulmaması gereken sorudur. cevap bizi mutlu etmeyebilir, yetmeyebilir, bir soru daha sorma gereği doğabilir, konuşma uzar hata payı artar, bir soru başımıza olmadık işler açabilir.
allah erkeğe güvenseymiş azıcık beyin verip kadına muhtaç etmezmiş diye karşılık verilmesi gereken fındık kafalı erkeklerin cümlesi.
erkek olmanın kadın olmaktan kat kat kolay olduğunu anlayan kızlardır. takliti kolaydır çünkü, altı üstü kaba saba olunacak,duygusuz durulacak. erkek taklidi yapan erkekler kadar tehlikesizlerdir. cinselliği kimlik yapmış o kimlikle bir ömür geçirecek kafayı başka şeye yorma gereği duymayacak iki cins içinde şanslı insandır.
son derece güzel bir hareket olmakla birlikte böyle bir davranısta bulunacak duyarlığa sahip insanların sadece imza vermenin türkiye gibi demokrasi kelimesini hukukla birleştirememiş ülkelerde yeterli olmadığının, attığınız imzanın arkasından belki yıllarca sürecek ve muhtemelen kazanamayacağınız bu davanın pes etmeden sonuna kadar savaşılarak gerçekten davacısı olunabileceğinin anlaşılması gerekir.
rte’nin turgut özal’la birlikte takip ettiği özendiği kişidir. iktisat politikalarında kararsız kalmıştır aynı zamanda bu şahıs.cumhuriyetin topal kalmasınında nedenidir şahsımca.
popüler olmadığı için neye benzediği ilgili kişiler tarafından bilinen ve hatta resmini 1999 senesinde cüzdanımda taşıdığım soranlara eski erkek arkadaşım diyip keklediğim pek yakısıklı rahmetli kişidir.
bu teyze türlerimiz boş otobüste yanlarına bir erkeğin oturacağı ihtimali karşısında bir bayan yanı seçer ve o talihsiz zat sizseniz boş otobüste teyzenin sizi ezmesi gerçeğiyle baş etmeye çalışırsınız. kalkmaya çalışsanız oda sizle gelir korkusuyla iyice tedirgin olursunuz. sırf bu sebepten ve teyzeye gıcık olduğunuzdan boş otobüste oturmaz yolculuğu ayakta geçirirsiniz. eğer bu teyze yalnız kalmıs ve yanı boşsa ve şans bu ya yanına yaşı ne olursa olsun bir erkek oturduysa oflanıp puflanır, şöyle bir ters bakış atar çekilir çekinir.
işte bu noktada bu teyze türlerine sorulacak önemli soru şudur
teyzecim adam sizi ne yapsın otursanız ne olacak oturmasanız ne olacak?
bu ayırımcılık neden
işte bu noktada bu teyze türlerine sorulacak önemli soru şudur
teyzecim adam sizi ne yapsın otursanız ne olacak oturmasanız ne olacak?
bu ayırımcılık neden
kadınlarda duygu ya da görev durumu yazıkki "kazanılmıştır". evde gördüğü anne örneği etkilidir. erkekler için keyif yaratıcı bir durum olmasına rağmen biz kadınlar bunu üstümüzden atmak için insan üstü güç sarf ederiz.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?