confessions

quantitatif

- Yazar -

  1. toplam entry 478
  2. takipçi 1
  3. puan 14972

kapitalist devlet

quantitatif
kapitalizmin bir coğrafyada(sınırları belirlenmiş toprak parçası anlamında)uygulanabilecek en gelişmiş ve büyük şirkettidir,kapitalist devlet.bu tanımlamaya uyan en büyük kapitalist devlet bilindiği üzere amerika’dir.bizim ülkemizde yakın tarihimizde(tarihi tam olarak belirtmeyişim özellikledir.çünkü kimine göre 40’lı yıllar kimine göre t.c’nin ilk yıllarından itibaren,kimine göre osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan batılılaşma ile birlikte ya da başka başka tarihler ve olaylar alındığı içindir)başlayan ve son dönemlerde gözümüzün yaşına bile bakılmadan uygulanan her türlü ekomik,siyasi,kültürel,sosyal ve daha pek çok alanı sayabileceğimiz şeylerin uygulayacısıdır,kapitalist devlet.bilindiği gibi devlet,kurduğu kurumlar için kar amacı güdmez.çünkü kapitalistsel bir amac için değil halkına hizmet etmek için kurulur bu kurumlar.ama yollar(ulaşım hizmeti),barajlar,hastahaneler,kit’ler,haberleşme ve daha aklıma gelmeyen en temel hizmet kurumları artık ya özelleştiriliyor ya içi boşaltılıp-verimsizleştirilip politika haline getirip satılıyor ya özerkleştiriliyor.ya da kimilerine miras bırakılıyor.son dönemde sağlık sektöründe iktidarın iyileştirme politikaları dediği ama bize göre sağlığı baltalamak ve ’herkeze parası kadar sağlık hizmeti vermek’ anlamına gelen uygulamaları kapitalist devlet anlayışının en güzel ve en yakın örneğidir.(devletin sağlık harcamaları skandalları ile meşhur maliye bakanı’nın eline bırakıldı).ulaşım nedense araba alımını yükseltmek adına yapılacak iyileştirmelere bulandı.kit’ler yabancı-yerli kaynaklı kapitalistlere tek tek satıldı ve özelleştirildi.emperyalizmin uygulamalarına göz yumularak kapitalist alçaklılığına kapılar sonuna kadar açıldı.avrupa birliği diye diye tüm kaynaklarımız elden çıkartıldı.maden kaynaklarımız kimlere hizmet etmekte bilinmez.kimlerin cepleri dolmakta.siyasilerin durumları ortada.daha dün neydiler,şimdi mal varlıklarının haddi hesabı yok.globalleşme adına avrupa birliği yaygarılığı yaparak yok orda şöyle yapılıyor bu işler diyerek halkı kandırarak yeni umutlar müjdeleyerek kanımıza girdiler ve şimdilerde doğacak çocuklarımızı kendilerine borçlu kıldılar.
kapitalizmin en acımasızca uygulanmasına da yol açan kapitalist devlet anlayışı ezilenlerin sırtlarına binerek kendilerini yüceltmeye devam edecektir ta ki,bilimsel olarak miladını tamamladığında.(en kötü ihtimalle)

kaynayan kazan ortadoğu

quantitatif
medyatik bir betimle olan,kaynayan kazan ortadoğu, pek iyi hatırlamasamda birkaç yıl önce söylenen ve sürekli haber programlarında yinelenen bir cümleydi.şimdilerde farklı cümleler kurulsada ortadoğu kaynamaya ve buharlaşmaya devam ediyor.hepimiz biliyoruz ki enternasyonel kapitalizmin kullanılabilir kaynaklarından en önemlilerinden olan petrol rezerevelerinin büyük bölümü ortadoğuda yer alır.ve kazanın kaynamasına sebepte paylaşılamaması ya da bazı ülkeler tarafında ’tekel’ olarak kullanılmak istemesinde kaynaklanır.yapılan araştırmalar mevcut petrol rezervelerinde çok daha fazlası bulunmaktadır,bu da bu coğrafya için kapitalist ülkelerin iştahını kabartmaktadır.bilindiği gibi amerikanın sırtını sıvazladığı(amerikan yahudilerinin kurduğu,ateşi körükleyen)israil devletinin savaş meraklılığı son zamanlarda ayyuka çıktı ve bir sürü insanın ölümüne sebep oldu.nedense medyada savaş kelimesi kullanılmasada.ekranlardan izlediğmiz ve köşe yazarlarından okuduğmuz kadarıyla pek çok sivilin katledildiği,çocukların öldürüldüğü bir yer halini aldı filistin,sonradan kıvılcımın sıçradığı lübnan devletleri.bizlerse seyirci kalmaktan öteye gidemiyoruz.kimilerimiz onlarda müslüman,aynı dindeniz diyerek yardım kampanyaları düzenliyoruz,kimilerimiz bayrakları yakıyoruz.ama ndense savaşın bitmesine neden olacak bir şeye sebep olamıyoruz.
neden?
kimilerimiz ise kapitalizmin bize sunduğu nimetlerden faydalanıp yaşamaya ve olanlara gözümüzü,kulağmızı kapatmaya devam ediyoruz.konserlere gidip,geceleri eğleniyoruz,tv.lerde magazin programlarını seyredip yazlık mekanlarda olan şeyleri izleyip iç çekiyoruz.kimilerimiz ise yarın ne giyeceğni düşünüyor.ya da falancı bikini giymiş,filancı şununla berabermiş,bunlar yurtdışına kaçmış büyük aşk yaşamışlar ya da zapsu şuraya gitmiş,başbakan bunu demiş,baykal ne demiş diyerek aptallaşıyoruz.bush,blair’le konuşurken mikrofon açık kalmış büyük gaf işlemiş de foyaları meydana çıkmış.
yalan!
sanki kişilere bağlıymış gibi bahsediliyor tüm bu olanlardan.suçlu kapitalizmdir!suçlu emperyalizmdir!insanların değil ezilenlerin,yoksulların ve onların çocuklarının ölmesine sebep ,kapitalistlerin kaymağnı yediği emperyalizmdir.
ırak’ta amerika’nın yaptığı insanlık dışı savaşın başladığı günden beri 6.000 ezilen insan öldü.lübnan’da şu anda sayı tahmini yapılamıyor;tahmin 400’e yakın.filistin’de bir devlet yıkıldı ve binlerce insan katledildi.
nereye kadar?
bizi susturan,birbirimize bile yabancılaştıran ve düşman eden kapitalizme ne kadar,dayanırız!

siyah beyaz film

quantitatif
hayatımız o kadar karmasıklaştı ki artık eskiye dair ne varsa özlemle anar olduk.bunlardan birisi de sinemada yer alır.amerikan film endüstririsinin oluşturduğu izlendiği zaman içersinde bir bakıma eğlendiren(bazılarını delirten)film türleri ile;tüketim feryatlığını bulaştırdığı ve filmin bitmesiyle akıllarda hiçbir şey bırakmayan görüntü ve ses yumakları sayesinde,durgun bir nehir gibi akan ve bizi izlerken dinlendiren,düşündürüen hatta başka deryalara gitmemizi sağlayan o nadir ve aslında gücünü görüntüden aldığı efeklerle doruğa çıkan;sineme sanatının; ve bunu yatsıyarak,es geçerek yapılan ve büyük zevk aldığım filmlerdir,siyah beyaz olarak çekilenler.son dönemlerde izlediğim ’sın cıty’,’kill bill’deki bazı sahneler,yine ’hero’daki bazı sahnelerve aklıma gelmeyen geçmişte yapılmış pek çok film vardır siyah beyaz olarak çekilmiş.özellikle sin cıty filminde siyah beyazlığın içindeki bazı şeylere(yönetmenin bazı nesnelere kavramsal olarak verdiği anlamlar sayesinde)verilen renklerle farklı ve kavramsal anlatımla büyülen bir örnektir.yine tarantino’nun son filminde geri dönüş-besleme(feed back)sahnelerinin siyah beyaz oluşu ayrı bir zevk vermektedir.bilindiği gibi siyah ve beyaz sadece bri renk değillerdir.sanatın her dalında,edebiyatta,felsefede ve daha bir çok bilim-ilim-metafizik dallarında üzerlerine başka anlamların yüklendiği kavramlar olarakta bilinir.sadece iki renk olarak gözüken ama güzel ve işlevsel kullanıldığında nasıl muciziler oluşturulduğu bir aşikardır.beynimizi yoran,karıştıran,bulandıran kapitalizm illetinin sinema sanatına bulaştırdığı mikropların arındırılmasıyla yapılan siyah beyaz filmler asıl izleyiciyi sevindiren,hemencicik yutulan yapıtlardır ve takdirleri her zaman bilinenlerdir.

membracidae familyasi

quantitatif
amazon ormanlarının sıcaklığı 25 derecenin altına düşmeyen farklı ortamlarında yaşayan,bazı bilim adamları tarafından 3.türden canlılar olarakta adlandırılan böcek türleri denilebilir,membracidae familyası için.yelpaze oldukça geniş olup her geçen günde yeni yeni türler eklenmektedir.uzunlukları birkaç milimetreyle bir santim arasında değişen bu canlıları incelemek oldukça zor.genellikle geceleyin beyaz bir perdeye yansıtılan morötesi ışıklar-ki bilim adamları bunlara tuzak diyor ve birkaç tane kuruluyor-sayesinde bu familyaya ait canlıların incelenmesi yapılmaktadır.bu dünyadışı yaratıklarla ilgili gizlerin ve yapılan araştırmaların bir sonuca oluşturulması için daha uzun süre çalışmaların yapılaması gerekiyor.ama şimdilik bilim adamları bu farklı canlıları izledikleri süreçte elde ettikleri bir teorinin doğrulanması gibidir.hepimizin bildiği işlenmemiş haliyle evrim teorisi bu türden canlıların mekanizmalarının daha iyi anlaşılmasına olanak veriyor.çünkü bu alışılmadık canlıların zorunluluk ve raslantı sonucu ortaya çıkmalarının temelinde,doğal seleksiyon ve kendiliğinden mutasyon yatıyor.doğal savunma organlarından yoksun olmaları sebebiyle değişik çıkıntılar oluşmakta bu canlılarda.bu çıkıntıları öncelikle korunma,yaşadıkları çevreye uyum(saklanma)ve avcıları yanıltmak için kullanırlar.bazen diğer türdeş canlılarla iletişim-haberleşme için de kullanırlar.hayatta kalabilmek için diğer cinslerler karmaşık simbiyoz ilişkiler geliştirmişlerdir.erkek ve dişiler arasında dış görünüş itibariyle büyük farklara rastlanıyor.bu ise dış görünüşün cinsellikte çok önemli olduğunu gösteriyor.
uzun ve zahmetli çalışmaların ürünü olan bu bilgiler bize bilimin ışığında ilerleyek farklı canlı türleri ve yaşam alanları olduğunu gösterecek.ve gösterilen tüm bu yeni bilgiler de yeni kapılar açıp doğruya iletecek bizi.

ana haber kuşakları

quantitatif
bir süreliğine çıkmış olduğnuz tatilden dönüşte, yaşadığnız kente geldiğnizde,ki bu kent istanbul’sa yaşanılan acıyı anlayın,merakla televizyondaki haberleri dinleyip sosyal,siyasal,kültürel,ekonomik,sanatsal alanda nelerin olduğunu hemencicik öğrenip özümsemek istersiniz-bir hafta gibi kısacık süren ama bir yılın yükünü atmaya değen tatildeyken uzak kaldığnız için bu tür şeylere-ama nerde?saçma sapan bir sürü şey haber diye gösterilmektedir.bir bunları ana haber programlarında görmek içler acısı.sanki izlediğin magazin programı gibidir.yok mehmet ali’nin çoçuğu olmuş,yok falancı bikiniyle görülmüş,yok falancı doktorun falancı türden zayıflamanın yolları,bikinili kızların haberleri,yok kocasını döven kadın,karısını ezen koca ve daha bir çok savsata.siyaset haberleri de çok feci:sözde siyasetçilerin birbirleri hakkında söyledikleri ya da karılarının giydikleri-giymedikleri-bir de şu chp’lilerin komiklikleri yok mu,acınası?zaten gavur dağı bekcileri akp’liler,saflarından bir şey kaybetmemişler-dolandırıcılıkları devam etmekte-ve daha bir sürü beyini öldüren gelir gelmez aldığın nefesi zehire ceviren türden bihaber savsatalar.bir de bu ana haberlerini sunanlar yok mu eyvahlar,olsun!hepsini bire eve kapatıp birbirlerini imha etmeleri gerekir.kurtulur muyduk?hayır.kapitalizm yerlerine yenilerini getirir.ve bizileri tüketmeye devam eder.düşünmemeye zorlandırılıyoruz.kanımızı emen keneler misali sarmışlar her yanımızı.

televizyon makinası

quantitatif
okan bayülgenin büyük bir başarıymış gibi bahsettiği ve bizim yine sanki bir yenilik ve ilk kezmiş gibi izlediğmiz okan’nın bay cool olmak için büyük çaba sarfettiği taklid olan programdır.biraz araştıranlar programın çok daha evvelden fransız televizyonlarında gösterildiğini görür.(aslında muhtemel bir çalıntı olamsında ki sebep okan’nın fransa kültürüne olan hayranlığından kaynaklanabilir.)hatta fransa da gösterilen kanalın,ismini hatırımda değil,sanırım ’tout le monde en parle (may 2003)olabilir.velhasıl televizyon makinası denilen program bize lanse edildiği gibi değildir,taklittir.
zaten programa katılan konukların basitliği ve okan’ın kendisini yüceltebileceği türden olup aslına bakıldığında popüler kültürün pekte dışında olamayan türden bir programdır.

eski sevgiliyi unutmak için başkasıyla çıkmak

quantitatif
bir aşkı bitirmeden başkasına başlamamak gerekir.lakin doyumsuzluğun sonu yoktur.kendinizi yitirebilir,kaybedebilirsiniz.hatta bir aşk biterse bir süreliğine kendizine aşık olmak en iyi ilaçtır ve dinlenmektir.hatta eski sevgiliyi unutmak niyedir,anlamam.bence unutmak yerine paylaşılan her şeyi hatırlamak ve özümsemek gerekir.yeniden köprüler ve yollar yapmak zordur.yarım kalanları tamamlamak için yeni şeylere gerek yoktur.kendinizle de yaşanmamışları tamamlayabilirsiniz.ayrıca bir yerlere ’çıkmak’ sizi yükseltmez alçaltabilir.bazen yükselirken düşebilirsiniz.
not:çıkmak bir ilişki için kullanılabilecek en bayaği kelimedir.bence yaşamaktır birisiyle beraber olmak.hayattır.aşkı ve sevgiliyi son dönem tüketim toplumunun dilimize yapıştırdığı çıkmak kelimesi ile adlandırmak yapaylıktır.

kapitalizm kokanlar

quantitatif
aslında kimsenin kolaylıkla idrak edemediği ve herkezin uçundan başından bulaştığı ve bulaşan çoğu kişinin de kapitalizmin ne olduğunu ve onlara nasıl zararlar verdiğini bilmediği bence günümüzde tedavisi en zor olan hastalık.zaten tedavi yöntemini kabulenmeye başlamak bile devrim niteliği taşır.içimize işlemiş,söküp atamadığımız pek çok şey var.attığmızda ise büyük bir rahatlama duyacağmız kesin.kanımızı emip duran sülüğü kesip attığmızdaki gibi bir rahatlık.artık öyle bir yerdeyiz ki birbirimizden uzak ve tanımamazlık,beraberinde korku.sabahların tadını işe yetişmek kaygısı ile hissedemez olduk.öyle bir kıvama soktular ki bizleri akşam işten çıktığmızda da sevdiğmize,eşimize,dostumuza vakit ayıramaz duruma geldik.tabii bu ezilenlerin çektikleri sıkıntıların başında gelenlerden.bir de ezenler var kapitalizme batmış.at gözlükleri takanlar.güzel koktuklarını sanırlar ama sosyalitenin pisliğini üzerinde barındırırlar.umursamayanlar.charles bukowski’nin bununla ilgi çok güzel bir kaç cümlesi var.aynen aktarımı:eskiden, evlenmeden önce, bütün perdeleri çekip yatağa girer, üç-dört gün yataktan çıkmazdım. sıçmak için kalkar, konserve fasulye yiyip tekrar yatağa girerdim. üç-dört gün yatakta kalırdım. sonra kalkar, giyinir ve dışarı çıkardım. pırıl pırıl bir güneş olurdu dışarda, harikulade sesler. güçlü hissederdim kendimi, şarj edilmiş bir akü gibi. ama canımı sıkan ilk şey ne olurdu, biliyor musun? kaldırımda gördüğüm ilk insan yüzü. şarjımın yarısını kaybederdim o anda. kapitalizmle yüklü devasa, boş, aptal ve duygusuz bir yüz -"öğütülmüş"
kapitalizm kokan...

babalar günü

quantitatif
babasına hasretlerin günüdür.yarım kalan sevgiyle aç bırakılmış bir çocuğun geriye bakıp gözlerinin bulutlandığı gündür.her ne kadar günün seceresi ve saçmalığı bilinse de işin içine sevgi,özlem girince dayanılamaz olur ve hepimiizn aklından birkaç şey geçer anıların süzgecinden bu gün.benim de babamla yaşadığım ve yaşayamadığım pek çok şey vardır.bir daha babasıyla bir şey yaşamayacakların affına sığınarak biraz bahsetmek isterim.
küçük daha çok küçük değilken dışarıya çıktığmızda kalabalık bir caddeye gelindiğinde babamın pantalonun arka cebine elimi sıkıştırıp yürümeye başlardım.konuşarak anlaştığmız bir davranış değildi ama ikizmizde isteyerek yapardık.onun gölgesinde ve korumasında yüremek güvenliğdi.babamın adımlarını izlemek,adımlarının doğasal ahenginin sesini dinlemek güzeldi.tanıdığı,hoş beş ettiği insanlarla konuşurken ne kadar büyük bir babaya ve yüreğe sahip olduğunu bilemezsiniz.yürüdük,bazen anlamsız yere,gidecek bir yer olmamasına rağmen;ama emindik akşam döneceğimiz yer,evimizdir.
hepimiz sonsuzlukla ifede edilen anne-baba sevgisinin tamamını özümsememişizdir.zaten onlar da hayat şartlarından(kapitalizmin baskılarından)çoçuklarına tam olarak bu sevgiyi verememişlerdir.ama ben yine de kendimi şanslılar koordinatına koyuyorum,analitik düzlemde.bu skalanın altında kalanlar anne-baba sevgisini hiç a(n)lamayanlardır.
sıcacık bir günde merhaba demeyeli uzun zaman oldu baba,hasretim...

soz yuzugu

quantitatif
toplumsal bir baskının örneklerindendir.tıpkı evlilik sözleşmesi gibi.özel mülkiyetin özendirildiği tüm toplumlarda böylesi saçmalıklar her zaman yer alır.sevginin sözü olamaz.sevgi iki kişiliktir.söz kana basılan yemindir.kalbin attığı her saniyede verilen ve asla unutulmayan şeydir,sevginin sözü.tüketimi attırmaya yönelik alınan bir yüzüğün anlamsız ve samimiyetten uzak ortam-mekanlarda yalancık gülüşlerle takılmasıyla söz verilmez.karanlık bir gece de ayın çehresine bakıp aynı aydınlığı gördüğün kişinin gözlerinden ve dudaklarından sızan sözdür,sevgi.tertemiz yarınlarda haksızlığa yenilmemek için birleşen ellerdir,sevginin sözü.
bir kaç kişinin bir araya gelip oğlumuz-kızımız evliliğe ilk adımı atmış olup artık rahat rahat toplum içinde meşk edebilirler,dolaşabilirler.birbirlerinin tapularını aldılar.artık istediğin zaman çıkabilirsin kızım sözlünle gibi saçmalıklara zemin hazırlanmasıdır,söz yüzüğü.
benim yüzüğüm kalbimdir ve ona el atanındır.beni güneşli yarınlara taşıyandır.umuttur,özlemdir,haykırmaktır.

bekaret kuşağı

quantitatif
bekaret kuşağı bağlatan kadınlar erkek egemenliğini kabul etmiş demektir;ama hala günümüzde,değil anadolu büyük şehirlerde bile uygulunan bu saçmalık nedense kadınlar tarafından zorla değil de çokta istenilerek yapılmaktadır.hem kuşağı bağlayanı hem de bağlatanı ve tüm bunları seyirci kalan herkezi aşağlayan bir gelenektir.karanlık günlerin habercilerinin kuşaklarındandır.nedenini,nerden geldiğini bilmeden yapılan kandırmacılardan sadece birisidir.
eyy,kadınlar silkelenin!atın üzerinizden size yapıştırılan tüm bu bulanıklaşmış şeyleri.karatmayın günlerinizi.neden?
bırakın ab’yi.kendiniz için kaldırın başlarınızı.üzerinize kurulmuş erkek egemenliğinin yoğun olduğu baskıcı düşüncelerin yıkılması zor değil.siz emekçi kadınlarsınız.üretensiniz.doğaya yeni yeni canlılar kazandıransınız.emanet etmeyin geleceğinizi böylesi geleneklere.

sevgi anlaşmak değildir nedensiz de sevilir

quantitatif
sevgi anlaşmaktır,paylaşmaktır.niteliği paylaşıldıkça niceliği artar ve ömrü uzar.aşktır nedensizce olan.kement atamadığın duyguların tamamı gibidir aşk.sevgi için cesaretin yanında yürekte gerekir.aşk birden çoşturur,alevlendirir ama sevgi mum alevi kuvvetinde olsa bile için için yakar yürekleri ısıtır.aşk bitendir,sevgi kalandır.bölen o’dur(ya da her şey),bölünen sensin’dir.aşk doğaya aykırıdır.sevgi ağaçtaki yaprakların günü geldiğinde sararıp toğrağa düşüp,karışması gibi ve yeni canlıların oluşmasına sebep olan o doğası gereği özünde uyumu barındırır.sevgi büyük değildir belki an gereği aşktan ama mütamediyen yaşanılandır.

milli park

quantitatif
mfö’nün son albümünde yer alan milli park adında şarkının en vurucu cümlesidir,orman değiliz artık milli parkız;ama bilindiği gibi ismet özel’in bir şiiri değildir.aslında şiir haline getirip besteleyen mazhar alansondur.hatta bu cümle özel’in bir düz yazısından alıntıdır.velhasıl bestelenen şey şiir değil özel’in çeşitli yazılarından ve şiirlerinden derlenen bir şarkıdır.şarkıda ’beraberiz yavrum’gibi bir kaç cümle de alanson’a aittir.medyanın çarpıtması sonucu yanlış bir bilgilenme ve bizim tv de çıkan her şeye inanmamız sonucu böyle bir olgu oluştu bu şarkı hakkında.bu şarkı hakkında da özel şöyle demiş;"eğer bana şiirlerinden yararlanarak bir şarkı sözü çıkar deselerdi, bundan daha iyisini yapamazdım. şarkıyı beğendim, hatta bazen söylüyorum."

kolay mi unutmak

quantitatif
bezirgan bir odanın içine gizlenmiş kaç hatıran vardır;bilir misin?gidenin umurunda olmayan bir kaç önemli şeylerdendir,kalanın şimdiki ve gelecek zamanında hep karşına çıkacak soru:
kolay mı unumak?
haykırırcasına,yırtılırcasına bedenin;en sert rüzgarın dalgalandırıp denizi böldüğü gibi bağırmak ve duymasını istediğin tüm insanlığın...
kolay mı unutmak!
kolay kolay geçse de zaman,farkında olmadan hep içinde kalan bir gizin arada bir aklına neşter tadında saplandığı;acısının zehir alıp kalbinin parçalanmasından daha da fazla olduğu şeyleri;
kolay mı unutmak?
şair dese de;zaman geçer,kabuk bağlar,yara sağılır...
çocukluğunda başlayan yarım bir aşk duygusudur,anne-babanın veremediği,seninle beraber yürüyen ve atamadığın egon,eklenir kimliğine çıkaramazsın:sen ezilenlerdensin.
dolaşamazsın meydanlarda;
hürrüyet gibi
özlem gibi
aşk gibi...
vurulursun güneşe;aydınlık günlere hasret anıları,
kolay mı unutmak?
sana dayanma gücü,umut verenleri;büyük insanlık;emeğine hasret,yüreğinde şekillendirdiğin düşüncene su döken koca koca elleri,
kolay mı unutmak!
unutamazın,kolay mı?

karanligin otesinde ki ışık

quantitatif
ötesine gidemediğini sanırsın.
öyle yerler var mı?
karartılmış anlara hikaye olur yazılsa,
gittiğin yerlerde anlatıp durman gerekir.
destan olur.
unutma!
senin görevin aydınlatmak.
vazgeçilmişlerden olsanda,bildiklerini söylemen gerekir ki
sen karanlığın ötesindeki ışıktan bir süzmesin.
ormanın içindeki en küçük fidanın yaprağının arkasından doğacak
olsanda küçük bir karıncanın gözlerini kamaştıracak kadar da olsan
vazgeçme.
o gözler senin sonun da olabilir;
ama nefesine elbet bir gün karşılık gelecektir.
bilin ki bu dünya da hala umulmadık kuvvette yaşayanlar
ve direnenler var.
dik dur,insanlık!
başın yere düşmesin.
gölgenin ardına saklanmış nice nice insan var.
bir sese bakar.
dağlara seslendiğinde sana binbir katı kuvvetle gelen
yankılanan sesin gibi.
bırakma,sen umudun çocuğusun.
yenilme,
karanlığın ötesi de var:
ışık...

ben aci cektikce ruhum çiçek acar

quantitatif
biliyor musunuz, insanları bekleyen daha nice acılar, kan dökmeye hırslı nice eller var? .. bütün bunlar, bütün çektiğim acılar bir yere gelse, bütün kanım dökülse, beynimde, iliklerimde kazandığım şeylerin, bütün varlığımın küçük, zayıf bir vergisinden başka bir şey olamaz. bir yıldızın ışık zenginliği gibi bir zenginlik bende de var, bende öyle zenginim. her şeye katlanacağım, hepsine dayanacağım. çünkü içimde hiçbir şeyin ezip yok edemeyeceği bir zevk var ki, o da, direnmem ve gücümdür.
gorki’nin ana adlı eserinden bu başlığa yakışan bir alıntıdır yukarıdaki yazı.
gam dolu yüreğe katlanabilmektir,bu kırıntı.küçük bir yaprağın taşıyamayacağı ama dalından kopmamak için direndiği zaman üzerine yağan kara.bekler sabrını,süzüpteverir toprağa bir ışık süzmesinin yanıtını alıncağa dek tutar alnını ve karatmadan durur geceleri,şahlanacağı vakit geldiğinde azim ve güç dolu bir atın sırtında sonsuz kırlarda,rüzgara karşı koşunca.ben acı çektikçe bedenim çiçek açar ve gürlenir yalnızlığım,karışmış ormana.

anadölüyüm ben

quantitatif
ahmet arif’in şiirinde bahsedildiği gibi;
anadolu’yum ben,
taniyor musun ?
tanıyorum.yüreğine gam çökmüş,ezilmiş,sıkıştırılmış,ayak bileklerine toprak bulaşmış nice insanları biliyorum.
yıllarca savaş,eziyet,unutulmuşluk,itilmişlik gören,çayını kardan demleyen,fukarılıktan;yamanmış terlikleriyle karış karış toprağı işleyen insanların coğrafyasıdır anadolu!şailerin,edebiyatçıların ve sanatın her dalında emek veren insanların tümcesidir;anadoluyum ben!
lekelenmiş fidelerim siyasiler tarafından.ezilmiş fidanlar rap rap sesleriyle;yakılmış köyleri ocak ocak.reye kurban edilmiş saflıkları,samimiyetleri,güvenleri ama yılmamışlar,vazgeçilmemiş tarifsiz düşlerinden,umulmadık bir direnç gösteren insanların cümlesidir, anadoluyum ben!
karlı dağlar geçit vermez yare gitmeye,hastasını götürmeye.çöker alnın şakına ve çakmak kayalarıyla toprağa.uzun süre kalkmaz,altında bekler küçük küçük yeşerecek tohumların özü.(birer atom gülleleri gibi)patlarda verir beslendiği kar tanelerini güneş doğunca.güzel günler göreceğiz çoçuklar şarkısıyla fidelenir umutlar.ve son ağıtlar yakılır umuda şu dizelerle;
oyle yikma kendini,
oyle mahzun, oyle garip...
nerede olursan ol,
icerde, disarda, derste, sirada,
yuru ustune ustune,
tukur yuzune celladin,
firsatcinin, fesatcinin, hayinin...
dayan kitap ile
dayan is ile.
tirnak ile, dis ile,
umut ile, sevda ile, dus ile
dayan rusva etme beni.

gor, nasil yaratilirim,
namuslu, genc ellerinle.
kizlarim,
ogullarim var gelecekte,
herbiri vazgecilmez cihan parcasi.
kac bin yillik hasretimin koncasi,
gozlerinden,
gozlerinden operim,
bir umudum sende,
anliyor musun ?

yazıdaki şiir ahmet arif’indir.

sigmund freud

quantitatif
geçen 6 mayıs tarihinde 150 yaşındaydı freud.geçen zaman onun bilime ve sanata olan katkılarını daha da büyültmüştür.bir deyişle "ruhsal dünyanın kristof kolomb’u ya da heinrich schliemann’ı" olan freud’un bilime(psikoloji bilimine)katkısı bilinmektedir ama bir diğer yanığla edebiyata(sanata)katkısı da büyüktür.freud’un edebiyatla kurduğu ilişki çocukluk yıllarında başlar. shakespeare ile 8 yaşındayken tanışır.lisedeyken, ileride önermelerinden birine adını vereceği sophokles’in "kral oidipus"undan 23 dizeyi grekçeden almancaya çevirir.latince, grekçe, fransızca ve italyanca bilen freud, cervantes’in "don kişot"unu yazıldığı dilde okumak isteyince dil skalasına ispanyolca da eklenir.bütün derdi ’insanların davranışlarını öğrenmek’ olan genç freud, alman edebiyatının ve klasizmin en büyük yazarlarından goethe’nin "doğa" adlı denemesinin etkisiyle 1872 yılında viyana üniversitesi tıp fakültesi’ne kayıt olur.1881 yılında doktor diplomasını alan freud, viyana numune hastanesi’nde beyin anatomisi üzerine çalışmaya başlar. bir yıl sonra, yüzlerce mektup yazdığı, 1886 yılında evlendiği ve ölümüne dek tam 53 yıl birlikte olduğu martha ile tanışır. martha’ya yazdığı mektuplardan geriye sadece 900’ü kalır ama freud’un hayatı boyunca yazdığı tüm mektupların sayısı 10 bini geçer. pek çok eleştirmen bu mektupları, alman romantik edebiyatının en güzel örnekleri içinde değerlendirir.896’da orijininde büyük ölçüde edebiyatın yer aldığı (ki freud bunu her fırsatta tekrarlamıştır), zaman içinde tüm dünya edebiyatını etkileyecek kuramından, ona verdiği adla söz etmeye başlar: psikanaliz. psikanalizin ’bilinçdışından hareketle’ geçmişi araştırmak olduğunu vurgulayan freud, 70. doğumgünü kutlamalarında "bilinçdışının kaşifi" olarak takdim edilince bu unvanı reddeder ve şöyle der: "ozanlarla filozoflar bilinçdışını benden çok daha önce açığa çıkarmışlardır. benim açığa çıkarmış olduğum şey ise, bilinçdışının incelenmesine yardımcı olacak bilimsel bir yöntemdir."bilinçdışını tercüme ederek, insan ruhunun karmaşık biyografisini özgün bir kronolojiyle yazan freud, bu yaklaşımı en iyi kullananların edebiyatçılar olduğuna inanır; ’yazarların gökyüzü ile yeryüzü arasında diğer sıradan insanların bilmediği pek çok şeyi bilebildiklerini, görebildiklerini ve yazabildiklerini’ söyler.1933’te berlin’de opera binasının önünde kitapları yakılan freud, hitler yönetiminin baskılarına karşın viyana’yı terk etmemekte ısrar eder. israrını ise goethe ile gerekçelendirir. ona göre hitler, almanların utanç kaynağıdır ama goethe gibi bir ozan yetiştiren avusturya’da hitler faşizminin tutunması mümkün değildir.
bütün inancına rağmen 1938 yılında 78 yıl yaşadığı viyana’dan ayrılıp londra’ya gitmek zorunda kalır.
1923 yılında yakalandığı çene kanseri nedeniyle 16 yılda 33 kez ameliyat olan freud, son günlerini dayanılmaz acılarla geçirir. düşünme yetisini engellemesin diye yüksek dozda ağrı kesicilerden uzak durursa da 22 eylül 1939’da özel doktoru max schur’dan daha önce verdiği sözü yerine getirmesini ister. doktor, freud’a 30 mg. morfin enjekte eder. doz bir süre sonra tekrarlanır. freud komaya girer. 23 eylül 1939’da sabaha karşı 3’te ölür.
yaşam öyküsünün bilgileri bir kaç kaynaktan dökümante edilmiştir.

beyaz ve siyah

quantitatif
beyaz ve siyah iki renk gibidir,aslında;ama sanatın ve felsefenin tüm çelişkiyi anlatan temaları için kullanılmıştır ve halen de kullanılmaktadır.bizimde yaşamımızın psikanilizini yaptığmızda geçmiş ve geleceğimizi beyaz ve siyah olarak simgeleştirebiliriz.zaten yaşadığmız çelişkiler-sıkıntılar da belki beyazın ve siyahın arasında kalan düşüncelerimizden kaynaklanır.
beyaz ve siyah ya da siyah ve beyaz arasında kalanlar,düşler,tutkular,çelişkiler...
siyah ve beyaza yüklenilen anlamların tinsel,dinsel anlamları da vardır ve bazılarını gündelik hayatta da kullanılır.çok uzun zamanlardan süzülen ve doğruluğu kanıksanmış gibi gözüken ama büyük bir çelişkinin gölgesini üzerinde barındıran cenaze merasimi de güzel bir örnektir.
bununla ilgili küçük iskender’in cangüncem adlı kitabının yüz altmış dokuz adlı bölümünde şöyle belirtiyor:
işte bu cevaptır tüm kuşkuları uyandıran
aslında,
neden ölüleri bembeyaz örtülere saralar da
geride kalanlar bürünürler
hiç nazsız,sistemsiz,siyahı!

8 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol