confessions

quantitatif

- Yazar -

  1. toplam entry 478
  2. takipçi 1
  3. puan 14971

proletarya nasıl dogdu

quantitatif
proletarya, gecen yuzyilin ikinci yarisinda ingiltere’de ortaya cikan ve o zamandan bu yana dunyanin butun uygar ulkelerinde kendini yinelemis olan sanayi devriminin bir sonucu olarak dogdu. bu sanayi devrimine, buhar makinesinin, cesitli dokuma makinelelerinin, buharli tezgahin ve daha bircok baska mekanik aygitlarin icadi neden oldu. cok pahali olan ve, bunun sonucu, ancak buyuk kapitalistler tarafindan satin alinabilen bu makineler, o gune dek varolan tum uretim bicimini degistirdi ve makineler iscilerin derme catma cikriklariyla ve el tezgahlariyla urettiklerinden daha ucuz ve daha iyi metalar urettigi icin, eski iscileri safdisi birakti. boylece bu makineler, sanayii tumuyle buyuk kapitalistlere teslim etti ve iscilerin sayica pek az olan mulklerini (aletler, el tezgahlari, vb.) degersizlestirdi, oyle ki, kapitalistler cok gecmeden her seye el attilar ve iscilere hicbir sey kalmadi. fabrika sistemi, bu yolla, giyim esyalari imalatina girmis oldu. —makine ve fabrika sisteminin harekete gecmesinin ardindan, fabrika sistemi cok gecmeden oteki sanayi dallarinda da, ozellikle pamuklu dokuma ve matbaa islerinde, canak-comlek ve madeni esya sanayiinde kullanilmaya baslandi. tek tek isciler arasinda giderek daha cok isbolumu oldu, oyle ki, daha once tum bir nesneyi yapan isci, artik onun yalnizca bir kismini uretiyordu. bu isbolumu urunlerin daha hizli ve dolayisiyla daha ucuza ikmal edilmelerini olanakli kildi. bu, her iscinin eylemini, bir makinenin yalnizca ayni yetkinlikte degil, hatta bundan cok daha iyi bir bicimde yapabildigi cok basit, surekli yinelenen mekanik bir isleme indirgedi. bu yolla, sanayiin butun bu dallari, tipki iplikcilik ve dokumacilik gibi, birbiri ardindan buhar gucunun, makinenin ve fabrika sisteminin egemenligi altina girdiler. ama boylece, bunlar, ayni zamanda, tamamiyla buyuk kapitalistlerin ellerine gectiler ve buralarda da isciler bagimsizligin son kirintilarini yitirdiler. yavas yavas, gercek manufakturlere ek olarak zanaatlar da, ayni sekilde, giderek daha cok fabrika sisteminin egemenligi altina girdiler, cunku burada da, maliyetlerden bircok tasarruflarin yapilabildigi ve cok yuksek bir isbolumunun olabildigi buyuk atelyelerin kurulmasiyla, buyuk kapitalistler, kucuk zanaatcinin yerini giderek daha cok aldi. boylece simdi, uygar ulkelerde hemen butun calisma dallarinin fabrika sistemi altinda yurutuldugu, ve hemen butun dallarda zanaatin ve manufakturun buyuk sanayi tarafindan safdisi edildigi noktaya ulasmis bulunuyoruz.— bunun sonucu olarak, eski orta siniflar, ozellikle kucuk zanaat ustalari, giderek daha cok yikildilar, iscilerin eski konumlari tamamiyla degisti, ve butun oteki siniflari yavas yavas yutan iki yeni sinif cikti ortaya:1-butun uygar ulkelerde butun gecim araclarina ve bu gecim araclarinin uretimi icin gerekli hammaddelere ve aletlere (makineler, fabrikalar, vb.) daha simdiden hemen tamamiyla sahip buyuk kapitalistler sinifi. bu sinif, burjuvalar sinifi, ya da burjuvazidir.2-tamamiyla mulksuz olan ve bu yuzden, emeklerini, karsiliginda zorunlu gecim araclari edinmek icin burjuvalara satmak zorunda kalanlar sinifi. bu sinifa proleterler sinifi, ya da proletarya denir.

proletarya

quantitatif
proletarya, toplumun, gecim araclarini herhangi bir sermayeden elde edilen kârdan degil, tamamiyla ve yalnizca kendi emeginin satisindan saglayan; sevinci ve uzuntusu, yasamasi ve olmesi, tum varligi emek talebine, dolayisiyla islerin iyi gittigi donemler ile kotu gittigi donemlerin birbirlerinin yerini almasina, sinirsiz rekabetten dogan dalgalanmalara dayanan sinifidir. proletarya, yani proleterler sinifi, tek sozcukle, 19. yuzyilin calisan sinifidir.

şirinler komünist mi

quantitatif
sosyalist rejimde kadinlarin mal gibi kullanildigini soylemek icin sosyalist rejimi yasamak gerekir.esasen kadinlarin hangi rejim sekillerinde mal olarak kullanildigi bilinmektedir.kapitalizm ile bu daha da ayyuka cikmistir.ama eger siz gormek istedignizi soylerseniz ve bunu da kulaktan dolma bilgilerle yayarsaniz cahilligniz acinacak durumu gelmis demektir.bununla beraber kadini ticari bir nitelik tasiyan urun yerine koymak beynimizde kadini ne kadar asaglik konumuna soktugmuzu gosterir ki bu da hakarettir,sapkinliktir.kaldi ki sirinler de bahsedildigi gibi sirinenin kullanilmasi diye bir durum soz konuzu degildir.bu gordugnuz bir seyi nasil dusuncelerle yorumladignizla ilgilidir.

kapitalizmin kara kitabı

quantitatif
kapitalist ekonomi ve politikanin yonetim mekanizmalarinda bulunanlarin yani sira tekelci sermayenin denetimindeki yazili, gorsel ve isitsel medyanin kose basini tutan aydin ve gazeteciler de, sosyalizmin yenilgisinden aldiklari guvenle, kapitalizmin olabilecek en mureffeh, en ozgurlukcu toplum oldugunu bir sarki nakarati gibi tekrarliyorlar. yasananlari ve yasanmakta olanlari gozlerden saklamaya calisirken, kapitalizmi yere goge sigdiramiyorlar. fransiz yayinevi le temps des cerisesin girisimiyle bir araya gelen seckin, ilerici fransiz aydinlari, gozalici bir parlaklik altina gizlenmek istenen kapitalizmin ortaya cikisindan bugune, icraatlarinin en genel hatlariyla bir dokumunu cikarmaya giristiler... ortaya kapitalizmin kara kitabi adini fazlasiyla hak eden kara, igrenc bir tablo cikti. bu hacimli kitap, kapitalizmin, ortaya cikisindan bugune kadarki kotuluk ve suc tarihinin kucuk bir bilancosudur. "butun gozeneklerinden kan ve cirkef sizdirarak" dogup gelisen kapitalizm, ozunde barindirdigi kotuluk tohumu -somuru- ile, ortadan kaldirilmadikca insanligin ilerleyisine set vurmaya ve insanliga karsi suc islemeye devam edecektir.

paris komunu

quantitatif
18 mart 1871’de paris halki nefret edilen ve tiksinilen hukumete karsi ayaklandi, sehrin kendisine ait bagimsiz ozgur bir sehir oldugunu ilan etti.merkezi iktidarin bu dusurulusu devrimin bilinen dekorlari olmaksizin, silah patlamadan, barikatlarin ustune kan dokulmeksizin gerceklesti. silahlanmis halk sokaklara dokuldugu zaman yoneticiler kacistilar, askeri birlikler sehri bosalttilar, devlet gorevlileri tasiyabilecekleri herseyi yanlarina alarak aceleyle versailles’e cekildiler. hukumet, aynen bahar meltemindeki durgun bir su birikintisi gibi buharlasti, ve ondokuzuncu yuzyilin azametli sehri paris, neredeyse cocuklarinin tek bir damla kani bile dokulmeden kendisini kirleten bu pislikten arinmis buldu.basarilan bu degisim, halklarin kolelikten ozgurluge [dogru] yurusunu saglayan uzun devrimler dizisini baslatan yeni bir cagi acti. "paris komunu" adi altinda, gelecegin devrimlerinin baslangic noktasi olacak yeni bir dusunceyi dogurdu.her zaman oldugu uzere, bu verimli dusunce bazi bireylerin zekalarinin, bazi filozoflarin goruslerinin bir urunu degildi; kolektif ruhtan dogmus, tum toplulugun kalbinden yukselmisti. ancak ilk basta belirsizdi, ve ilk harekete gecenler ve onun icin hayatini verenler ona bizim bugun gordugumuz gozle bakmiyorlardi; acilisini yaptiklari bu devrimin boyutunun ve uygulamaya calistiklari yeni ilkenin dogurganliginin farkinda degildiler. ancak uygulamaya basladiklari zaman, onun gelecekteki hali ustlerine dogmaya basladi. ancak sonradan, yeni ilke ayrintisiyla dusunuldukten sonra, belirli ve kesin bir hale burundu; adaletinin ve sonuclarinin onemi tum acikligiyla goruldu.komun’den onceki bes alti yil boyunca, uluslararasi isci birligi’nin yaygin ve hizli buyumesiyle sosyalizm yeni bir yonelime girmisti. avrupa iscileri yerel ve genel kongrelerde biraraya geliyor ve daha once hic yapmadiklari bir sekilde toplumsal sorun konusunda birbirlerinin onerilerini dinliyorlardi. toplumsal devrimin kacinilmaz oldugunu dusunen ve bunun hazirliklarini yapmakla yogun bir sekilde mesgul olanlar arasinda, herseyin otesinde bir sorunun cevap bekledigi gorusu giderek agirlik kazaniyordu. "sanayinin bugunku gelisimi toplumuzu buyuk bir ekonomik devrime zorlayacaktir; bu devrim ozel mulkiyeti ortadan kaldiracak, daha onceki nesillerin biriktirmis oldugu sermayeyi herkesin kullanimina sunacaktir; ancak, ekonomik sistemimizdeki bu degisikliklere hangi politik kumelenme en uygun gelir?"."kumelenme yanlizca ulusal olmamalidir", uluslararasi isci birligi’nin cevabiydi; "bu tum suni sinir ve sinir cizgilerinin otesine gecmelidir". ve kisa zamanda bu muazzam dusunce halkin kalbinde yer edindi ve cabucak zihinlere kazindi. her turden gericilerin birlesik cabalariyla hep kovalanmis olsa da, o zamandan beri bununla beraber hala yasiyor, ve ayaklanan halkin sesi onun gelisimi onundeki engelleri erittigi zaman, daha once oldugundan cok daha guclu bir sekilde yeniden canlanacak.

hero

quantitatif
4 kisi ve imparator arasinda gecen filmde 3 ayri bolum var. geriye donuslerle anlatilan olaylar, renklerle de iliskilendirilmis. kirmizi, mavi, beyaz bolumlerin hepsi ve film bir gorsel solen niteliginde ve fantastik ogelerle ve durumlarla da baglantilari kurulmus.qin kralinin korktugu 3 suikastci kirik kilic,gok ve karbeyazı yaptiklari ile kralin kurtulmak istedigi kisilerdir. ucu ayni amaca yonelmis durumda gorunuyor ama gercegin ne oldugunu film sonuna kadar ogrenemiyoruz. sonunda ise gercek ortaya cikiyor, hem de dusunmedigimiz bir sekilde.ilmde kilic kullanma ile kaligrafi sanati arasindaki baglantilarin kurulmasi da cok ilginc sekilde veriliyor. kalem ve kilic kullanmanin ayni temele dayandigini ve birinin digerini gelistirebildigini de gosteriyor. kilic kelimesinin 19 adet olan yazilma biciminin 20.ncisinin bulunmaya calisilmasi, yaraticiligin da nasil kullanilmasi gerektigine dair onemli gosterge ve varsayim.kilic kullanan kisinin once kilici ile butunlesmesi, sonra kilicini yonetmesi ve daha sonra da kilicsiz da istedigi sonuca ulasabilmesi ile ilgili sozler de ogrenme surecleri acisindan onemli bir veriyi bize sunuyor.yapilan duellolarin muzik esliginde ve zihinsel olarak yapilmasi ve bu sahnelerin baslangicta siyah beyaz ve daha sonra renkli verilmesi filme ilave bir zenginlik katmis durumda. olaylarin zihinsel olarak duzenlenmesi ve konsantre olunabilmesi icin muzik ve mum isiginin kullanilmasi ve duygularin yaydigi pozitif ya da negatif enerjinin algilanabilmesi filmi zenginlestiren unsurlar.

baran

quantitatif
en iyi yabanci film dalinda oscar’a aday gosterilen ’cennetin cocuklari’yla (bacheha-ye aseman) tanidigimiz iranli yonetmen majid majidi’nin cesitli festivallerden odullerle donen 2001 yapimi filmi ’baran’, iran’da bir insaatta calisan kacak afgan isci baran’a (kendisini erkek gibi gostererek girer bu ise) âsik olan kurt isci latif’in hikâyesini anlatiyor. baran icin her turlu fedakârligi yapmaya hazir latif’in ’kara sevda’sinin etrafinda donen film, yonetmenin pembe gercekci tavrinin yansimalariyla dolu. zor durumdaki insanlarin dramina egilirken, bunu seyirciyi zorlayabilecek bir anlatimdan kacinarak veren majidi, olaya naif bir yaklasim getiriyor coklukla. ’baran’in, iran sinemasinin son yillardaki en carpici urunlerinden biri oldugunu soyleyebiliriz.

gus van sant

quantitatif
amerikan bagimsiz film yonetmenlerinden olan gus van sant pek cok ilginc filme imza atmistir.genelde filmlerinde genclerin yasamlarini konu alan yonetmen toplumsal ve sosyal pek cok konuya deginir.mala noche(1986)adli filminde,ilk uzun metrajli,genc gocmen isci ile icki dukkani tezgahtari arasindaki imkansiz aski anlatir.bu filmi los angeles film elestirmenleri birligi ve torino uluslararasi gay-lezbiyen film festivali’nden odulle dondu.bagimsiz sinemanin temel taslarindan biri olan “yol” temasi, van sant’in filmlerinde hic eksik olmadi.ses getiren sonraki uzun metraji, 1989 tarihli drugstore cowboy’da bunu acikca gormek mumkun.diger filmleri;to die for,my own private idaho,can dostum,psycho.van sant, baska bir boyutta 37 yasina basan nirvana solisti kurt cobain’in bu gezegendeki son gunlerinden esinlenilen the last days adinda bir filmin cekimlerinde su siralar. senaryoyu da bizzat kaleme aliyor.

fil

quantitatif
20 nisan 1999 columbine lisesinde meydana gelen katliam;okulun iki ogrencisi tarafindan gerceklestirilen bir vahset.filmin konusunda boylesi bir durum.yonetmen cok siradan gecen bir gunun nasil vahsetle sona erebilecegni gosteriyor.belli bir senaryonun olmadigi kameranin cocuklarin gerinsinde durdugu ve onlarin uzun koridorlarda nereye giderlerse gittigi minimalist bir konu.ve kamera her defasinda koridordan gecen diger karakterlerin gozunden de onceki goruntunun nasil gorundugnu gosterir.her defasinda ayni sahne baska oyuncularin gozunden tekrarlanir.yonetmen bununla az sonra ne olacagni bilmeyen ogrencilere empati duymamizi saglamak istemistir.filmde homoseksuellikte ilginc sahnelerle gondermeler yapilan konulardan.filmden ilginc bir not;filmde ki kisilerin daha evvelden oyuncalikla ilgili bir deneyimi yok.film cannes film festivalinde altin palmiye odulunu kazandi.

margarita

quantitatif
ispanyolcasi papatya olan margarita;tekila,portakal likoru ve limon suyunun karistirilmasiyla elde edilir.karisim;bir olcu portakal suyu(cointreau)uc olcu tekila ve bir olcu limon suyu karistirilarak elde edilir.

clint eastwood

quantitatif
oscarlilarin en yaslisi

western filmlerinde en hizli silah ceken kovboy olarak unlenmisti. 75 yasindaki clint eastwood simdi de en hizli film ceken yonetmen oldu. oscar’lari toplayan milyon dolarlik bebek’i sadece 37 gunde bitirdi.1959 yilinin ilk gunlerinden birinde, hollywood’daki cbs studyolarinin koridorunda, donemin tv dizilerinin unlu senarist, yonetmen ve yapimcilarindan charles marquis warren, bir gencle yuz yuze geldi. genc carpismamak icin yana cekilirken, warren soyle basini kaldirip dikkatlice suzdu, sonra cigligimsi bir tonda konustu: "aman allahim! otantik bir kovboy fizigi ve havasi var sende. tam da aradigim tipsin. adin ne?"utangac delikanli kekeleyerek, "clint eastwood efendim" dedi, "aslinda clinton jr. eastwood ama kisaca clint diyorlar."
- memnun oldum. televizyon icin bir western dizisi hazirliyorum. oynar misin?
- uygun gorurseniz, neden olmasin ki...
el sikistilar. ayakustu anlasmislardi. en azindan prensip olarak. clint eastwood’u bir iki ay sonra une kavusturacak "rawhide" dizisinin oykusu iste bu koridor karsilasmasiyla basladi. gercekten de bir "yalniz kovboy" havasi vardi onda. ayrica siradan gibi gorunen ama ayrintilarda siradisi bir fizik, esrarengiz bir ifadenin muhurledigi guzel bir yuz. warren kafasinda olusturdugu ama kaliba dokemedigi kahramani bulmustu. clint eastwood o gun cbs studyolarinda calisan bir arkadasini ziyarete gitmisti. "benim icin bir seyler ayarlayabilir misin" diye agzini yoklamak icin. yani "ufak-tefek rollerde, ekmek parami cikarabilecegim filmler var mi?" cunku onun otesine ne hayalleri ulasiyordu, ne de cesareti. hep soyle bir gorunup kayboldugu, bir baska deyisle, pencereden ya da kapi araligindan basini uzattigi, izleyicinin belleginde asla iz birakmayan rollerle yetinmek zorunda kalmisti. dogrusunu soylemek gerekirse, hollywood’da sansini zorlamaya calistigi 4 yil boyunca oyle ahim-sahim bir yetenek de sergilememisti.ilk yonetmenlik denemem olan "gecedeki urperti" icin kamera arkasina gectigimde herkes bana deli gozuyle bakti. sergio leone bana "bir avuc dolar icin"in basrolunu teklif ettiginde herkes dalga gecti. ama bugune kadar son gulen hep ben oldum.
1955’te "yaratigin intikami" (revenge of the creature) filmiyle baslamisti beyazperdede gorunmeye. adi jenerigin altlarina, cok altlarina dogru, kargacik-burgacik yazilmis onlarca ucuncu rol oyuncunun arasinda salisenin bilmem kacta biri kadar hizla gelip gecmisti. o yil uc filmde daha kucucuk rolleri kapmayi basarmisti. "francis in the navy" (francis donanmada), "lady godiva" ve "tarantula". ertesi yil da aldigi ucretler karnini pek doyurmasa bile dort filmde olmayan hayranlarinin onune cikmisti: "asla elveda demeyin" (never say goodbye), "star in the dust", "away all boats" ve "the first travelling saleslady". onu izleyen iki yil o kadar az is bulabildi ki, gitmekle kalmak arasinda bocalayip durdu: 1957’de japonya kacamagi’nda (escapade in japon) oynayabildi sadece...
1958’de de iki filmde: "lafayette escadrille" ve "ambush at cimarron pass". iste 1959’un o ilk gunlerinden birinde, agzini aramaya gittigi arkadasindan aldigi olumsuz yanit ustune "galiba buralara veda etme zamani geldi" diye ic cekerek studyonun cikis kapisina yonelirken, charles marquis warren’le karsilasti. ya da hizir’la. o rastlanti olmasa, hollywood’daki 4 yili, dogdugu gunden bu yana mekan degistirmeye, calisma yasina bastigindan beri de daldan dala konmaya alismis genc icin yasaminin sadece kisa bir parantezi olarak kalacakti. ustelik artik pek o kadar genc de sayilmazdi. en azindan delikanlilik cagini geride birakmak uzereydi. hayatta dikis tutturabilmesi icin artik aklini basina toplamasi gerekiyordu. (clint eastwood 31 mayis 1930’da san francisco’da dogdu. 1929’da patlak veren buyuk ekonomik krizin sadece abd’yi degil, dunyayi kasip kavurdugu bir sirada. babasi muhasebeciydi. hani kovboy filmlerinde, gansgterlerin soygun icin bastigi vahsi bati bankalarinda, veznenin arkasinda duran, dirseklerine kadar siyah kolluk gecirmis, dogrultulan ilk silahta ellerini kaldiran korkak tipler var ya onlardan biri. o pisirikligi yuzunden hicbir iste dikis tutturamiyordu zaten. mesleginin disinda, duz iscilik icin bile her kapiyi caliyordu. ve karavanlariyla, is pesinde bir kentten oburune abd turu yapiyorlardi. biraz da bu gocebe hayatin etkisiyle ya da o bahaneye siginarak, clint cabuk bitecek bir ogrenime yoneldi. 18 yasinda tornaci-tesviyeci olarak meslek lisesinden diplomayi kapip, kendini sokaklara atti.
cesitli isleri denedi. odunculuk yapti, yani orman isciligi. sonra demir-celik fabrikalarinda yuksek firinlarin basinda ter doktu. o isin de kendisine gore olmadigini anlayip barmenligi denedi. daha sonra plajlarda cankurtaranligi ve yuzme ogretmenligini. ardindan benzin istasyonunda calisti. (sunset bulvari’ndaki o istasyon bugun de varligini surduruyor.) babasi gibi istikrarsizdi. ya da babasi kadar sanssiz. boyle daldan dala atlarken, "hic olmazsa aradan askerligi cikarayim" diye dusunup orduya basvurdu. 7’nci sanata, yani sinemaya kafayi takmasi da o donemde oldu. universal studyolari’nin ekibi, bir belgesel cekimi icin onun kislasina gelince. terhis olunca evlendi. maggie johnson ile. o siralar o bes parasiz gence ileride, 20 yil sonra maggie’den bosanmak icin 35 milyon dolar vermek zorunda kalacagini soyleseler, herhalde "kafayi mi usuttunuz siz" derdi. o evlilikten iki oglu oldu: kyle ve alison. asil ilginci o siralar bir baska ozelliginin ortaya cikmasiydi: muzik. ozellikle de trompet ve piyano. hic olmazsa o yetenegini saglam temellere oturtmak icin seattle universitesi’nin muzik bolumune kayit yaptirdi. aksilik... tam da o gunlerde kore savasi patlak vermesin mi? seferberlik emri cikti. haydi, yeniden askere... ondan sonrasi biraz karisik, esrarengiz ve de hayli eglenceli. kendisi anlatsin: "1952 yiliydi. bir ucakla kesife giderken, denize cakildik. pilotun disinda bir ben vardim ucakta. dalgalarin ustunde hayatta kalmayi basardim. sonra gelip kurtardilar. ancak kazanin nedeniyle ilgili sorusturma acildi ve bilgime basvurulabilmesi icin garnizondan disari cikmamam istendi. o sorusturma hicbir zaman acilmadi ya da tamamlanmadi. ancak kendimi kore gazilerinin arasinda buluverdim. yapacak bir is de yoktu. gazilere denize dusunce hayatta kalmanin puf noktalari ustune dersler vermeye basladim. sonra her sey normale dondu, beni baska bir birlige kaydirdilar. ancak bilmiyorum neden, kore’ye gondermediler. dogrusu ben de pek istekli degildim cepheye gitmeye..." iste onca "badire"den sonra tezkereyi alinca, yine birkac is denedi ama tabii hicbirinde tutanamadi. ve "ver elini hollywood" dedi. hem sonra oralar pek yabancisi sayilmazdi; dogdugu yerin, san francisco’nun kus ucusuyla birkac kanat cirpma otesinde...)tuhaf biri clint; yonetmen ama kamera hilelerinden hoslanmiyor. kovboy ama atlardan nefret ediyor. siyasetci ama secmenlerini canlarindan bezdiriyor. buna ragmen kazanan hep o oluyor.bu epeyce uzun -kolay mi; 29 yili ozetliyoruzparantez arasi bilgiye nihayet son noktayi koyarak basa donduk. daha dogrusu cbs studyolarinin koridorunda karsimiza cikiveren genc aktor adayinin gecmisini ozetleyip ipi kordugum etmeden baglamayi basardik. umariz. gerisi kolay charles marquis warren’in "otantik bir kovboy fizigi var sende" gozlemiyle baslayan ayakustu sohbetten, bugun "tv klasikleri" arasinda sayilan bir dizi dogdu: "rawhide". bir kovboy dizisiydi bu. clint eastwood’un canlandirdigi rowdy yates oylesine sevildi ki dizi 5 yil boyunca surdu. sadece abd’de kalmadi unu, 30 ulkenin tv’lerine satildi. clint eastwood artik kuresel bir aktordu. tam da diziden ve kovboyculuk oynamaktan sikildigi bir sirada, "spagatti western" turunun, yani abd sinirlari disinda vahsi bati oykuleri ustune cevrilen filmlerin buyuk ustasi olarak tarihe gececek sergio leone onu aradi. teklifi duyunca biraz yuzunu burusturdu; cunku yine kovboy filminde oynamasi isteniyordu. ama buyuk beyazperde icin. hem de basrolde. "peki" dedi. sinema tarihinin muthis uclemesi boyle dogdu. once "bir avuc dolar icin", ardindan "birkac dolar daha icin" ve nihayet "iyi, kotu ve cirkin". (sevgili reha muhtar, herhalde "kult" filmi oldugu icin, su son iki haftada uc defa "iyi, kotu ve cirkin"i yazi konusu yapti. onun -siki bilgi sahibi oldugu- alana burnumuzu sokarak dertsiz basimiza dert acmamak ve de "ates hatti"nin mayinlarina basmamak icin bu konuyu bu kadarla kesiyoruz.) ispanya’da cekilen italyan western filmlerinden sonra 1968’de abd’ye dondugunde, sozlesmesine istedigi kosullari koydurabilecek ve de kabul ettirebilecek kadar unlu ve gucluydu artik. koydurdu. kabul de ettirdi. birkac yil gecikmeli de olsa. o arada birkac kovboy filminde daha basrolde oynadi. hollywood dekoruyla. sarti suydu: basrolunde oynayacagim her filme karsilik, yonetecegim bir filme izin ve destek vereceksiniz. "mufettis harry" dizisi icin teklif getiren warner bross’la gorusmelerde masaya koydu bu kosulu. (o dizideki bir replik, yildizliktan super starliga atlatti onu. soyleydi: "i know what you’re thinking. did he fire on six shots or only five?" yani "ne dusundugunu biliyorum; 6 el mi ates ettim, yoksa 5 mi, onu sayiyorsun degil mi?") uzatmayalim; cepten cevirecegi filmler icin "malpeso productions" adiyla kendi yapimcilik sirketini kurdu; hem oynadi, hem yonetti. basta - epeyce uzun sure- bildigi konulara, yani vahsi bati oykulerine dayali senaryolarla. 1992’de "merhametsiz" ile zirveye cikti, yonetmen olarak ilk oscar’ini kazandi. sonra birden toplumsal sorunlari ele aldigi filmlere cevirdi yonunu.ama bir sorun cikti: hollywood sirketleri hesabina cevirdigi ve kendisinin kalitesiz buldugu filmler gise hasilatinda rekor kiriyor, kendisinin yonetip pek cogunda oynadigi ve de kaliteli diye niteledigi filmler ise elestirmenlerden alkis alsa da seyirci cekmiyordu. yani kalite ugruna zarar ediyordu durmadan. bu ticari gercek bile onu yildirmadi, yolundan ceviremedi. ve de bu inanci ya da inadi sayesinde ilk oscar’dan 13 yil sonra, gecen hafta bugun o buyulu oscar heykelciklerinden ikincisine sahip oldu. yine ticari kaygi gutmedigi bir konuyu, "otenazi"yi isleyen "milyon dolarlik bebek" filmiyle. (not: gise acisindan milyon dolarlik bebek’te de sonuc -en azindan simdilik- degismedi; film 120 milyon dolara mal oldu, biz bu satirlari yazarken beklenen en iyimser hasilat 90 milyon dolar civarindaydi. oscar’a ragmen!) ozetlersek; oyuncu olarak 57 filme, yapimci ve yonetmen olarak da 26 filme imzasini atan, sergio leone’nin yani sira don siegel, john sturges, wolfgang petersen gibi devlerle calisan 74 yasindaki clint eastwood, dunya sinema tarihinde cok parlak bir sayfayi simdiden kapatmis durumda. ancak bu kadarla yetinmeye niyetli degil. olmadigini da gecen hafta bugun, daha dogrusu bu gece kodak theater’daki odul toreninde yaptigi konusmada cumle aleme duyurdu. soyle dedi cok sik "armani" kostumuyle goz kamastiran hollywood’un yasayan efsanesi: "ben sansliyim; cunku annem bugune kadar hep yanimda oldu. bu aksam siz ona bir armagan daha vermis oluyorsunuz. tesekkurler anne. ve tesekkurler ucuncu yas kusagindaki bir ekibin yaptigi bir filmi odullendirenler. siz bu odulunuzle ayrica 80 yasindaki sidney lumet’i onurlandirmis oluyorsunuz. ve ben cocuklar gibi seviniyorum ve de yapacagim daha cok is oldugunu anliyorum." sonra toreni izlemekte olan 96 yasindaki annesi ruth’a (babasi clinton eastwood, 21 temmuz 1970’de kalp krizinden oldu) avuc dolusu opucuk gonderip coskuyla yerine dondu. kafasinda yeni fikirler, yeni senaryolar, yeni odul umutlariyla. (aslinda bu kadari bile yeterli; kac yonetmen var ki, birden cok oscar kazanan? sayalim: 4 heykelli john ford, 3’er odullu frank capra ve william wyler, sonra o, clint eastwood.)
gulumsemesi, ayakkabisi vuran birinin yuz ifadesini cagristiriyor. dunya gorusunu ise onu olumsuzler alemine tasiyan filmin adi ozetlemeye yeterli: ya iyisiniz ya da kotu...
"bende annemin genleri var, onun kadar yasayacagim" dedigine ve de soylediklerine tum kalbi ve iradesiyle inandigina gore, gelecek yillarin oscar torenlerinde de bu yasli kurdun yeni mucizelerine tanik olmamiz mumkun. unutmadik; onun bir de muzisyen yonu var: bircok filminin muzigi (milyon dolarlik bebek dahil) onun piyanosundan cikti, ayrica muthis bir cd’si de var: "eastwood after hours." ve de neredeyse unutuyorduk; onun bir de siyasi yonu var. tum kovboylar gibi elbette o da cumhuriyetci. ronald reagan’in, arnold schwarzenegger’in ilimlisi, o odunsuz baba john wayne’in epeyce ilimlisi. ustelik elini tasin altina koyanlardan: hollywood’a yakin ve ununu elemis, elegini duvara asmis hollywood emeklilerinin yasadigi kaliforniya’nin carmel kasabasinda 1986- 1988 arasinda belediye baskanligi yapti. oylarin yuzde 75’ini alarak. abd baskaninin bile bir cani olabilecegini isleyen muthis filmine (hani herkesten gizledigi sevgilisinin varliginin kamuoyuna sizacagini anlayinca ortaligi kan golune ceviren beyaz saray efendisinin oykusu) esin kaynagi olusturan o gorevinde en onemli icraati neydi, biliyor musunuz?
soyleyelim: turistlere dondurma satisini yasaklamasi. gerekcesi: "ortaligi kirletiyorlar." peki belediye baskanligi deneyi, daha yukarilardaki gorevler icin, hatta abd baskanligi icin bir staj olabilir mi? (unlu amerikali yazar norman mailer de bu olasiligi seslendirmisti.) iste hic yorumsuz cevabi: "norman mailer’in bazen aklina tuhaf, cilginca fikirler geliyor. iyi bir yazar, hatta abd tarihinin en iyi yazarlarindan ve de romancilardin biri. ancak bu hikayesi sadece hayalinin urunu. ben herhalde abd baskanligi itin adi en son akla geleceklerden biriyim."
kesin yalanlama mi, yoksa gec kalmis olmanin hayiflanmasi ya da huzunlu itirafi mi?
metin yazari:sabah gazetesi yazari erdal safak.

geceye yakısan renkler

quantitatif
kumuluslu bir havanin hakim oldugu gece de evinin penceresinde bulutlarin akisini seyrederken cama bir isik vurur tanyeri misali,az once yaktigin mumdan.ve odanda hep bir golgen dolasir bu yasli gecenin ortasinda ve sikintinin gecmesi icin aklina gelecek kucuk bir oyun;geceye yakisan rengi bulmaktir.

rock n coke

quantitatif
rock muziginin baskaldiri,haksizliklara isyan ve varolan sisteme elestiri mahiyetindeki tavri bilinmekle beraber neden kapitalin onculerinin aleti(araci)oldugunu anlayamadigim muzik festivali.belkide bu festivale katilacak olanlarin boyle bir derdi olmamasi bununla beraber yaptiklari rock muziginin de amacini degistiren bir tavri olmalari buna sebep olabilir.bir de bu festivale izleyici olarak giden katilimcilar var.onlarin vay haline dedirtirecek etkinlik.

türkiye komünist partisi

quantitatif
sosyalist isci partisiyken sempatizani oldugum turkiye komunist partisi bana cok seyler katan; gercegin,paylasmanin,yoldasligin,benimsenmenin,ne oldugunu gosteren,ogreten yerdir.hayata bakisim ve durusum bu partide olgunlasti.simdi de aldigim her nefeste hatirlarim katildigim 1 mayislari,panelleri,gosterileri,heyecani ve ordaki arkadaslarimi.sip’in genel sekreteri(muhtemelen tkp’nin de) kemal okuyan adindaki sahsiyetin sol dergisinde yazdiklarini unutmam kolay degil.istiklal’e her ciktigimda o eski binanin uzerinde duran tkp tabelasini ve dergi satan tkp’li arkadaslari gordugumde icime umut dolar.kos yeni yollara yeni yillara.hasretle andigim zamanlarima borclu oldugum kurumdur tkp.

arkadaş niye değiştin

quantitatif
cok eskilerden beri tanidigniz,pek cok seyi paylastigniz dostunuzun anlamsiz yere farkli dusuncelere,davranislara burunmesi.hatta hayat gorusunu degistirmesi sonucunda uzulmeniz,dert yapmaniz,neden boyle oldu diye dusunurken soylenen cumle.aslinda bu cumle eskiden solcu olup sonradan kapitalizmin nimetlerinden fazlaca faydalanmak icin fikir degistiren sahislar icin,kafayi dunya meselelerine taktigniz ve beraberinde efkarlanip ickinin sisesi olduktan sonra soylenebilecek cumle de diyebiliriz.

kalkarim yüce dağlar güvenliginiz için

quantitatif
bre yaman koclar,yigitler toplanmis geyik avinda.ala geyik sakin gozlerini onlardan.savur kendini daglarin en kuytu yamaclarina.yagmura karsi yuruyusteler.yagmur damlalarini savurur yigitlerin gozlerine.sesini duyduklari ala geyigi goremesinler diye.salinirim,agaclarin yapraklari korur beni.aklima yarim duser.sicak yataginda uyuyan ele gozlu yavrum.babasini gorse tanimaz.sigaramin kulunu savuran ruzgar al nefesimi gotur yavruma.al nefesimi savur daglarin karanligina.kalkarim yuce daglar guvenligniz icin sabahin seherinde ala geyigi avlamak icin dedirttiren turkuleri dinlerken aklima gelen seydir.

miller deneyi

quantitatif
1953 yilinda amerikali arastirmaci stanley miller tarafindan yapilan deney;milyarlarca yil onceki cansiz dunyada proteinlerin yapi taslari olan amino asitlerin olusabileceklerini gosteren bir deneysel kanit ortaya koymakti.ilkel dunya atmosferinde bulundugunu varsaydigi amonyak, metan, hidrojen ve su buharindan olusan bir gaz karisimini kullandi. bu gazlar, dogal sartlar altinda birbirleriyle reaksiyona giremeyeceklerinden deney ortamina disaridan enerji takviyesi yapti. ilkel atmosfer ortaminda yildirimlardan kaynaklanmis olabilecegini dusundugu enerjiyi, yapay bir elektrik desarj kaynagindan sagladi.miller bu gaz karisimini bir hafta boyunca 100°c isida kaynatti, bir yandan da karisima elektrik akimi verdi. haftanin sonunda miller, kavanozun dibinde bulunan karisimdaki kimyasallari olctu ve proteinlerin yapitaslarini olusturan 20 cesit amino asitten ucunun sentezlendigini gozledi.


köpek balığı karacığer yağı

quantitatif
derin ve soguk denizlerde yasayan kopek baliklarinin karacigerlerinden suzulerek elde edilmistir.bir kopek baliginin karacigeri, onun vucut agirliginin yaklasik %25 ’ini olusturur.kopek baliklari 400 milyon yildir hicbir degisiklik gecirmemis olup, yorulmazlar, devamli hareket halindedirler, uyumazlar, hastalanmazlar, en onemlisi dogada bilinen tek kansere yakalanmayan canlilardir. kopek baligi karaciger yagi, 18. yuzyil sonlarindan beri iskandinavya’li balikcilar tarafindan solunum yollari tahrislerini iyilestirmek ve yavas iyilesen yaralara karsi bir care olarak kullanilmaktaydi. son 40 yildir onun hakkinda yapilan arastirmalar, bu yagin cok daha faydali sonuclari oldugunu ortaya koydu.insan vucudu uzerindeki etkileri,bilim adamlari tarafindan yapilan klinik denemeler ile teyit edildi.bu bilesikler insan vucudunda bazi organlarda az bir miktarda uretilmekteydi. bunlar; kemik iligi, karaciger, dalak ve anne sutuydu

cama vuran ay ışığı

quantitatif
uyanirsin gece yarisi saat bilmem kac.usumussundur.acik olan penceriyi kapatmak icin kalkarsin.perdeyi actiginda disarida yari aydinlik bir gecede bulursun.gozlerin kamasir.kediler secdeye durmus ayi seyreder.ayin yuzeyinde tebessum eden bir kadin surati gorurusun.ay isigi pencerene vurur, birden aglamakli olursun derin bir nefes alirsin sehir kokan yerden ve cama vuran ay isigi dersin kadinim,ilk askim,buyuk askim dedirttiren zaman.
20 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol