confessions

lenore

- Yazar -

  1. toplam entry 532
  2. takipçi 2
  3. puan 12500

nevrotik sayıklamalar

lenore

güneş kadıköy’de batıyordu ve doğu ve batının arasında , üçüncü tekil şahıslar tarafından kemirilmenin, üçlü bir ilişkide bir tarafın suistimalini andıran belediye yapımı arnavut kaldırımlı sokakları yavaş yavaş karanlık esir alıyordu. kadıköy’ün tüm sokakları birbirine benzer ama hep aynı yere çıkar, mc.donaldsdan adını alan havuza. semti iyi bilmeyenler sinirlenerek kan ter içinde kaybolup yine
aynı yere geldiği, semti iyi bilenlerin ise ilk biralarını yudumlamaya başladığı zamanlardı. vitrin canavarları çoktan evlerine gitmiş ve kaybolan değerlerin vitrinini zoomlayan yönetmenlerin dizilerindeki rollerin, oynayan aktörlerden daha fazla ciddiye alarak, dedikodularını yapmaya başlamışlardı. o sırada adı geçen aktörse, kendini kurtaramayarak bir süre sonra teslim olduğu sado mazolu tutku tutkusunun kırbaçlarıyla bol çığırtılı ve şiddetli bir orgazma ulaşıyordu. koalisyon güçleri sigaralık paketlerinin parasını tamamlamak için etrafa iş olup, ona buna sinyal çakıyorlardı. kadıköy’ün sakallı delisi meraklı bir bakış aldığı herhangi birinin peşine takılıp dini nutuklar çekiyordu. liseli sevgililer sarhoş sallanarak minibüslerine doğru ilerliyor, konsomatrisler yenilmiş türk islam sentezli bıyıklı adamların arasından meyhanelere doğru işe çıkıyorlardı. seyhan müzik satabileceği müzikleri prime time saatlerde çaldıktan sonra kapanmaya yakın saatlerde grup yorum’un son kasedini çalmaya başlıyordu. moda’nın kibar insanları istanbul’un kalabalıklaşmasından şikayet ederek kibarlıklarının daralan metrekarelerini ekşimiş bir suratla düşünerek evlerine ilerliyorlardı.
pideciler pidelerini bitirip müşterilerinden kurtuldukları zamanlarda kürdistan’ı kurarcasına bir ışıltıyla dinledikleri ahmet kaya eşliğinde temizlik yapıyorlardı. müziklerin yüksek dinlendiği evlerdeki öğrenciler kadıköy’deki ,umutsuz hatun, avlarına çıkıyorlardı. bu saatler gece ve gündüz insanlarının bir arada olduğu belki de tek saatlerdi, yazıcıoğlu’nun sokağındaki tezgahlarda aile boyu film
filmler indirilip, kaygısızca pornolar diziliyordu, zaman ise kimseden habersiz kendini kovalayanların en hızlılarına verip, kan ter içinde bırakıp orospulaşarak ilerliyordu, kadıköy’de, gündüzün insanları yerini gecenin karanlık çocuklarına bırakıyordu. kadıköy’de yine, yeni bir akşam oluyordu.

where the wild roses grow

lenore
bana vahşi gül derler
fakat benim adım elisa day
bana niye böyle hitap ederler bilmiyorum
ama benim adım elisa day
onu gördüğüm ilk günden beri ’o’ olduğunu biliyordum
o gözlerime bakıp gülümsediğinde
dudakları güllerin rengindeydi
nehrin aşağısında yetişen hep kanlı ve vahşi
kapımı çaldığında ve içeri girdiğinde
benim ürpertim onun kucaklamasıyla yatıştı
benim ilk erkeğim olabilirdi, dikkatliydi
yüzümden kayan gözyaşlarını sildi
ikinci gün ona bir çiçek götürdüm
şu ana kadar gördüğüm tüm kadınlardan daha güzeldi o
dedim ki: "biliyor musun yaban güllerinin yetiştiği yeri"
o kadar tatlı ve al ve özgür ki
ikinci gün tek bir kırmızı gülle geldi
bana kaybını ve kederini verir misin dedi
yatağa uzanırken başımla onayladım
dedi ki: ’beni takip eder misin, sana gülleri gösterirsem?’
üçüncü gün beni nehre götürdü
bana gülleri gösterdi ve öpüştük
duyduğum son şey fısıltılı bir sözdü
yumruğundaki bir kayayla, önümde diz çökülüydü(gülümseyerek durdu)
son gün onu yaban güllerinin yetiştiği yere götürdüm
ve banka uzandığında rüzgar bir hırsız gibi konmuştu
ve elveda öpücüğü verdim, dedim ki: ’bütün güzellikler ölmeli’
ve eğildim ve dişlerinin arasına bir gül yerleştirdim...
biraz kanlı ama oldukça iyi bir anlatım ve anafikir...


nevrotik sayıklamalar

lenore
elimden böyle hiçbişey gelmemesi
böylece oturup kalmak...
o mucize yavaş yavaş silinirken
peşinden koşamamak...
çok canım yanıyo,hem de çok...
ve yapabiliceğim hiçbişey yok
üzülmeye,ağlamaya bile hakkım yok
çünkü hislerimi belli edersem
başkalarını üzücem,sinirlendiricem
tepkilerini içine saklamak
hayata bağıra bağıra küfretmek isterken
ne zor.
ama ben söylediklerinle deli gibi mutlu olmuş olsam da
heyecansız,kupkuru bi sesle konuştum seninle.
doğru düzgün hiçbişey söyleyemeden.
çünkü elimden gelen hiçbişi yok.
orda olmayı çok fazla istiyorum.
bi işe sahip olmak için değilçünkü benim hayatta tek beklentim
yaptığım şeylerden keyif almak
ve lanet olsun ki ben bu 2. şansı bile
elimin tersiyle itmek zorundayım.
üçüncü bi şansım olur mu olmaz mı bilmiyorum
artık herşey olması gerektiği için oluyo diye
düşünmekten bıktım.
niye böyle olması gerekiyo?
hazır olduğumda başka fırsatlar olucak mı?
onlar da bu kadar mutlu edebilicek mi beni?
kendime ait bi yaşam istiyorum
tek istediğim bu.
"isteyen istediğini yapsın,istediği yere gitsin"
diye bağırıyo.
istediğimi yapabilseydim zaten bu aptal yere
hiç geri dönmezdim
ama ne yazık ki herşey bu kadar basit değil.
bazen..bazen sadece biraz cesaretim olmasını istiyorum
kaybedicek hiçbişeyim olmasa...kaçıp gitsem...
nereye olursa...sadece ortadan kaybolmak.
ama olmam gerekenden başkası olamam
ve yapmam gerekenden başkasını yapamam.
çamurlu patikada yürüsem sessizce
dans etsem yerlilerle birlikte...

nevrotik sayıklamalar

lenore
çok ani ve acı öleceğini söyledi. benim düşündüğüm de buydu kendim için, ama o bilmiyordu. bilmiyordu ki sonsuza dek uyumaya gitmek isteyen bendim, tüm yaşanmayan sevinçlerim, bitip tükenmeyen umutsuzluklarımla. bilmiyordu bu dipsiz kuyudan yukarı çıkmamın tek yolunun, ruhumu bedenimden ayırmaktan geçtiğini ve bilmiyordu ki ruhum göğe yükseldiğinde üstünü ıslatacak olan yağmur damlacıklarının aslında çaresiz gözyaşlarım olduğunu. bilmiyordu pişmanlığın tükenmişliğini, tükenmişliğin umutsuzluğunu, umutsuzluğun büyüklüğünü. bilmiyordu tatlı bekleyişlerin acı sonlara dönüşmekteki kararlılığını ve beni yaşarken öldürmeye çalışmasını. tabii ki ilaçların ruh ağrısıyla ilgilenmediğini de bilmiyordu ve bilmediği bir ruhun bende extasy etkisi yarattığını... bilmiyordu güçlü olmadığımı, güçlü görünmenin yalandan bir maske olduğunu ve benim maske takmaktaki başarımı. ben kaçmaya çalıştıkça, katlanarak üzerime gelen insanların beni boğuşunu da bilmiyordu, içimdeki yalnızlığın çırpınışını da. bilmiyordu kalbimdeki bıçak yaralarının her nefes alışta tattırdığı acıyı.

yaşamaya çalışmanın verdiği sıkıntıyı, yarattığı mide bulantısını, krampları sessizliği, boşluğu, anlamsızlığı, katlanma zorunluluğunu bilmiyordu. yaşamaya çalışmanın verdiği ’hiçbir şey’liğin ne demek olduğunu bilmiyordu.

sadece çok ani ve acı öleceğiymiş bildiği...
19 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol