gazeteci yazar suat derviş 67 yaşında vefat etti.
(bkz: 23 temmuz 1967)
şair, yazar ahmet kutsi tecer 66 yaşında öldü.
türk edebiyatçılar birliği olağanüstü toplantı yaptı. toplantıda peyami safa, samet ağaoğlu ve faruk nafız çamlıbel, 27 mayıstan önce baskı rejimi taraftarı oldukları gerekçesiyle birlikten çıkarıldılar.
mısırda general muhammed necip askeri darbe yaptı.
hatayda yönetim, türk hükümetine devredildi.
butun hocalarinizin etkisi altisinda da olup soru cozerken aklinizin hem derse hem sekse kayma ihtimali.
ornek fanteziler icin:
+ohh emine hocam kendimi kendimden cikarsam kac kalir dur aaa
+oh yavrum x i bul bakalim
+oh yeahh sair burda ne anlatmak istemiş acaba
+ben sporcunun seksisini severimn yeahh
+olmaya devlet cihanda bir saniyelik zevk gerek
+zinaya hayir hamdullah
+cok guzel necati yazlari ve kişlari yagişli ogrencim sensin.
ornek fanteziler icin:
+ohh emine hocam kendimi kendimden cikarsam kac kalir dur aaa
+oh yavrum x i bul bakalim
+oh yeahh sair burda ne anlatmak istemiş acaba
+ben sporcunun seksisini severimn yeahh
+olmaya devlet cihanda bir saniyelik zevk gerek
+zinaya hayir hamdullah
+cok guzel necati yazlari ve kişlari yagişli ogrencim sensin.
okuyacak baba yigit varsa :
başkent olduktan sonra, ankaranın temelden çatıya kadar kurulması için çeşitli yollar aranır. sonunda uluslararası bir proje yarışması açılır. gelen planları mustafa kemalin de incelediği bu yarışmayı ünlü alman mimar prof. jansen kazanır.
jansen, bu adı var kendi yok anadolu kasabasından çağdaş bir başkent yaratmak için sonsuz bir heyecanla kolları sıvar. hiç durmadan yinelediği bir söz vardır. "yepyeni bir şehir kuracaksınız, dünyaya yepyeni ve çok güzel bir örnek vereceksiniz" ve hemen ardından ekler:
"biliyorsunuz, avrupa şehirlerinin hemen hepsi motordan önce yapılmıştır. motor eski nizamları ve anlayışları altüst etti. ben size şehircilik sanatının son sözlerini getiriyorum."
hermann jansenin dilinden düşürmediği "şehircilik sanatının son sözlerinde", otomobiller için ayrılmış çok geniş bir cadde, bu caddeye açılacak ve her biri caddeyi bir bloğa bağlayacak yan yollar vardır. geriye doğru yapılacak ve kapıları caddeye değil, yan yollara açılacak evler, apartmanlar vardır. tüm ankarada, bir-birinin altından üstünden geçirileceği için, üzerinde hiçbir trafik memurunun bulunmayacağı ve trafiğin düzen içinde akacağı çok işlek yollar vardır. arka taraflarda, hızla gelen arabaların bu hızını kesecek dönemeçler vardır. yollar boyunca dikilecek ağaçlar vardır. en önemlisi, son şehircilik anlayışı gereği, yalnızca dört katlı meskenler vardır.
hemen belirtilmelidir ki, bu plan en çok üçyüz bin nüfusa ulaşabileceği öngörülmüş olan bir kent için hazırlanmıştır. temel strateji olarak, kızılay meydanında kesişen iki aks üzerinde kentin gelişimi düşünülmüştür. nüfusun milyonları aştığı günümüzde bu aks görevini yapamamakta, trafiği başka kanallara çekecek çevre yollarının düşünülmemiş olmasının güçlüğü yaşanmaktadır.
jansen planı çankaya-telsizler doğrultusunda bir gelişmeyi esas alan, bugünkü gar binasının arkasında bir sanayi bölgesi düşünen, gar binasını dtcfnin karşısına, havaalanını da tandoğan meydanına oturtan bir plandı. bu planda tüm devlet daireleri bugünkü yerinde bulunuyor ve bu dairelerin çok yakınında üçbin memur için düşünülen evler yer alıyordu. ayrıca bugünkü güvenparktan başlayan ve meclise kadar uzanan alan, üniversitelerin, bilim ve kültür kuruluşlarının bulunacağı bir merkez olarak düşünülüyordu. tbmm bugünkü yerindeydi. jansen planı, bütün iyi niyete karşın, tam olarak uygulanamamış bir plan olarak kaldı. ama ankaranın önemli merkezleri bu süreç içinde anıtlarla süslendi.
bugün ulus alanında bulunan cumhuriyet anıtı, başkent ankaranın ilk günlerinin anısını yaşatmak üzere zafer abidesi adıyla kısa sürede tamamlanmıştır. at üzerinde atatürk heykeli, üçgen bir kaideye oturur. çevresindeki heykellerde ise, ufku gözetleyen bir asker, sırtında cephane taşıyan kadın, hücum emri veren bir çavuş temsil edilmektedir.
etnografya müzesi önündeki atatürk heykeli, kentin yüksek bir kesimindedir. atatürk yine at üzerinde simgelenmiştir. kırmızı mermer gövde panolarla süslüdür. ayakta duran bir atatürk heykeli ise lozan alanında, orduevinin önündedir.
kurtuluş savaşı dönemini anımsatan bir yapı da, eski türkiye büyük millet meclisi binasıdır. yine ulus alanında yer alan bu yapı, dönemin ankarasının ender düzenli yapılarından biriydi. osmanlı dönemi siyasal örgütlerinden biri olan ittihat ve terakki partisinin yerel binası olarak yaptırılmıştı. pek çok eksiği bulunan bu bina, çevreden sağlanan öteberi ile meclis binası olarak düzenlenmiş ve 23 nisan 1920 tarihinde hizmete başlamıştı.
bugün bu bina, ilk meclisin toplandığı haliyle kurtuluş sav~aşı müzesi olarak düzenlenmiştir. bunun yanında ise daha sonra yaptırılan ve ikinci tbmm binası olarak hizmet veren cento müzesi yer alır. hemen karşısında da eski adıyla ankara palas, şimdiki adıyla devlet konukevi bulunmaktadır. cumhuriyet ilanına kadar geçen dönemde ankarada bulunan milletvekilleri ve akın akın ankaraya gelenler, oturacakları, geceleyecekleri bir yer bile bulamıyorlardı. bugünkü sümerbankın bulunduğu noktada yer alan taşhan, hemen hemen kalınabilecek tek yerdi.
mustafa kemal paşa bile, bir süre istasyon binasının bir parçası olan taştan bir evde oturmuştur. bu ev de, bugün ankara müzeleri arasındadır. gazi paşaya daha sonra çankaya sırtlarında bir bağ evi bulundu. hiçbir lüksü olmayan bu ev, birkaç oda ve bir avlu ilavesi ile hizmet görmüştür. bu bağ evi bugün müze olarak korunmaktadır. camlı kapıdan, önce küçük hole girilir, oradan da büyük hole geçilir. büyük holün solundaki bölüm o yıllarda elçi kabul salonu olarak kullanılmıştır. sağda yeşil salon bulunur. bu salonda yeşil egemendir ve yerlere kaplan postları serpiştirilmiştir. ikinci katta gazi paşanın çalışma odası ve kütüphanesi yer alır.
ankara palas ise, cumhuriyetten hemen sonra bir otel olarak düşünülmüştü. ama otelden çok, cumhuriyetin ilk yıllarında çok önemli siyasal ve toplumsal kararların alındığı, uygulamaya geçirildiği, 29 ekimlerde cumhuriyet balolarının yapıldığı bir mekan oldu.
binanın yapımına 1924 tarihinde başlandı ve açılışı 1927de yapıldı. cadde yönündeki ana giriş bir "taçkapı" olarak düşünülmüştü. bu oldukça yüksek ana girişin üzerindeki ahşap kubbe, zemin katın sivri kemerli pencereleri, giriş-teki sütunlar hep o yılların mimari anlayışını yansıtan çizgilerdir.
taçkapıdan geçtikten sonra, sağa sola uzanan koridorların önünde büyük balo salonu, onun sağ yanında da, önü büyük teraslı çay ve yemek salonları vardır. 60 odalı binanın 16 odası bu kattadır. yukarı kattaki 44 odanın her birinin önünde küçük birer balkon yer alır.
ankara palasın dış cephelerindeki süslemelerde selçuklu ve osmanlı mimarisinden etkiler vardır. ön cephenin iki yanındaki kuleler, binayı örten ahşap çatı, girişteki kemerin üstündeki rumi motifler, balkon korkuluklarındaki geometrik çizgiler ve alt yüzü nakışlarla bezeli geniş saçaklar 1920ler - 30lar türkiyesinin havasını yansıtır. bu yapı 1980 sonrasında devlet konukevi olarak kullanılmaya başlandı.
ankara palas, cumhuriyetin ilk yıllarında pek çok devrimin heyecanını yaşamıştır. miladi takvim, 1925te kabul edilmişti. din adamlarının dinsel giysilerini yalnızca görevleri sırasında giyebilmeleri ve geleneksel bir başlık olan fesin yasaklanması daha sonra oldu. 1934 ve 1935 yıllarında cuma tatili pazar gününe alındı, bütün dinsel unvanlar kaldırıldı, soyadı kanunu yürürlüğe girdi. 1928de latin alfabesi kabul edildi. bu alfabenin türkçeye uygulanması atatürk başkanlığında bir kurulun altı hafta süren çalışması sonucunda başarıldı. bugün türkçe, fonetik kuralları yazılım diline mükemmel uyum gösteren ender dillerden biridir.
bunlara paralel olarak köklü hukuk reformları yapıldı; medeni kanun, ceza kanunu, ticaret kanunu batılı örneklerine uygun olarak düzenlendi ve dinsel kuralların sıralanmasından ibaret olan mecelle hukuku uygulamasına son verildi.
tek eşlilik, medeni nikah, kadın erkek eşitliği yine bu yıllarda sağlanan düzenlemelerin sonucu ortaya çıktı. bunun en üst noktası da, o günlerde bazı batı ülkelerinde bile bulunmayan bir uygulama ile kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi oldu.
eğitimde yenileşme, dinsel eğitiminin yasaklanarak tüm eğitim kurumlarının laik bir düzen altında toplanması yine bu dönemin başarıları arasında sayılabilir. bu devrimlerin tartışıldığı, görüşüldüğü bir başka ortam da ismet inönünün evidir.
çankayanın sınırlan içinde, cumhurbaşkanlığı köşkü kadar ünlüdür bu ev. pembe köşk adıyla ünlenen bu iki katlı evde türkiyenin ikinci cumhurbaşkanı ismet inönü, atatürkün başbakanı olarak görev yapmıştır. geniş bir bahçede koca koca ağaçlar ve yeşil alanlar arasında yer alan bu köşk, cumhuriyetin ilk yıllarıyla birlikte ülkede başlatılan çağdaşlığın bir sonucu olarak yaptırılmıştır.
cumhurbaşkanı atatürk, inönüden yeni devletin konuklarının ağırlanabileceği bir köşk yaptırmasını ister. köşkün yapımına 1926da başlanır ve kısa sürede bitirilir. 1. ulusal mimarlık döneminin çizgilerini yansıtan köşk, ankaranın toplumsal yaşamına girer. cumhuriyet baloları, ankara palas yapılıncaya kadar pembe köşkte verilir. atatürk bu baloları bayan inönüyle dansederek açar.
pembe köşk, daha sonra eklenen camlı salon ve bazı bölümlerle biraz daha büyütülür. yüksek ve motiflerle süslü tavanları, geçmeli salonları, yemek salonunun ortasındaki -atatürkün de sık sık yemek yediği- masası, eşyaları, duvarlardaki tabloları, bastıkça gıcırdayan ahşap tabanı ve geniş ahşap merdivenleriyle, hepsinden önemlisi, yaşanmış anılarıyla pembe köşk, "tarihin yudum yudum içileceği, nefes nefes ciğerlere doldurulacağı" bir değerli ortamdır. 1987den bu yana, zaman zaman çocukların ziyaretine açılan pembe köşk, inönü müzesi olarak düzenlenmektedir. müze, cumhuriyet tarihiyle ilgili araştırmaların yapılabileceği bir kültür merkezi işlevi de görecektir.
atatürkün çankayada oturması, büyükelçiliklerin çankayaya giden yolda birbiri ardınca sıralanması, ıssız-sessiz ankaranın bu en ıssız köşesini birdenbire canlandırdı ve ön plana çıkardı. çankaya "ankaranın kalbi"dir artık. bütün ankaranın şantiye havasına çankaya da bürünür. ahmet hamdi tanpınarın kaleminden tanımaya çalışalım o günlerin ankarasını:
"her tarafta bir şantiye havası vardı. hiçbirinin üslubu yanı başındakini tutmayan, çoğu mimari mecmualarından olduğu gibi nakledilmiş villalarıyla, küçük memur mahalleleriyle yeni şehrin kurulduğu devirdi bu. tek bir sokakta riviera, isviçre, isveç, baviera ve abdülhamit devri istanbulunun ev ve köşklerini görmek mümkündü. yeni yapılmış sefaret binaları da bu çeşidi artırıyordu. sovyet sefareti, modem mimarinin kendisini aradığı bu 1920 yıllarının en atılgan tecrübelerinden biriydi ve daha ziyade büyük bir vapura benziyordu. iran sefareti eski sasani saraylarının hatıralarından bir şark üslubu aramıştı. biz birkaç arkadaş belçika sefaretinin sakin ve gösterişsiz, klasik yapısını seviyorduk. bu tecrübeler arasında türk mimarisi de kendisine bir üslup yaratmaya çalışıyordu. türkocağı binası (bugünkü devlet resim ve heykel müzesi), etnografya müzesi olan bina, gazi terbiye enstitüsü; istanbulda yeni postane ve dördüncü vakıf hanı ile başlayan tecrübenin devamı idiler. sonra da güzel sanatlar akademisinde arkadaşlık ettiğimiz profesör egli, cebecideki musiki muallim mektebi ile (eski konservatuar) çoğu dıştan taklit edilen bu tecrübeleri ilk defa modem malzemenin imkanlarıyla birleştirmeye muvaffak olmuştur."
aynı dönemi yakup kadri karaosmanoğlu ankara romanında bakın nasıl anlatıyor:
"bunların her biri yapanın bilgisine ve yaptıranın zevkine göre birtakım şekiller ve renkler almakla beraber, dikkatli bir göz için hemen hepsine birden hakim olan bir exotique tarzın sırıttığı da aşikardı. mesela yenişehirden kavaklıdereye doğru sıralanan villalar arasında kulesiz, saçaksız binalara rastlamak mümkün değildi. birbirlerinden örnek alan ve bazıları hep bir mimarın elinden çıkmış olan bu kuleli ve geniş saçaklı evler, etrafını çeviren hendekle-ün ortasında kurulu vustai (ortaçağ) birer derebeyi şatosunu andırıyordu."
yakup kadriyi sevindiren bir gelişme, ilk yıllardaki acemilik ve zevksizliğin, yerini modem mimariye bırakmasıdır. kulelerin yıktırılmaya, yaldızlı saçakların kaldırılmaya, çok köşeli pencerelerin dikdörtgene dönüştürülmeye başlamasıdır. ama ünlü yazar yine de mutlu değildir. çünkü, "...birçok binanın cephelerinin, sakalını, bıyığını tıraş eden adamların yüzleri gibi sadeleşip düzelmesi" yeterli değildir. "zira bu modern zevk evlerin içine doğru sokulurken acayip bir tereddiye (bozulmaya) uğruyor ve adeta rokokolaşıyordu. bir macar sıvacı, duvarları ıstampa nakışlarla boyama modası getirdi. öbür taraftan beyoğlunun mobilyacıları, bu duvarların estetiğinden daha feci döşeme tarzlarıyla evlerin içini adeta bir kabus havasına buladılar." 1934 yılının ortalarında hakimiyet-i milliye gazetesinin sık sık şu ilanı yayınlamaktadır:
"ankaralı,
yapı kooperatifine ortak ol,
yapı kooperatifine ortak bul.
çünkü, yapı kooperatifine ortak olmak demek, bugün kira için verdiğinden daha aşağı bir taksitle bu defa bir ev sahibi olman demektir. yapı kooperatifine ortak bulmak demek, senin olacak evi daha ucuza mal etmek demektir."
bu ilanlar, modem bir mahalle oluşturacak bin evlik bir girişimin kooperatife dönüşmesi içindir. konuya ilişkin çabalar halkevindeki çalışmalarla, gazetedeki yazılarla ve radyodaki konuşmalarla sürdürülür. ve 26 ocak 1935 günü bankaya yüzer lira yatırarak beş liralık hisse senetlerinden yirmişer tane alan 134 kişinin oluşturduğu kooperatif kurulur.
kooperatifin kurulmasından sonra gerekli arsanın sağlanması girişimine başlanır. uzun arayışlardan sonra, istasyondan atatürk orman çiftliğine giden asfalt yolda bulunan abdi paşa çiftliğinden bir bölüm satın alınır. metrekaresi iki buçuk kuruştan satın alınan bu arazi bahçelievler mahallesi olacaktır.
ulus gazetesi yerli ve yabancı uzmanlar arasında ev tipi konusunda bir anket açar. bu ankete yanıt gönderenler arasında jansen de vardır. jansen bu soruları şöyle yanıtlamaktadır:
"avrupanın bütün büyük şehirlerinde... insanlar birbirinin üzerine istiflenmiş bir halde yaşadıkları için kendilerini doğadan uzaklaştıran dört, beş, altı, yedi, hatta sekiz katlı kira kışlaları denilen büyük kurağların sıkıntısını çekmektedirler... işte bu sebeple, yapı kooperatifleri çok katlı meskenlerden her ne pahasına olursa olsun çekinmek ve hususi, bahçeli, tek veya iki katlı bitişik sıra evler kurmayı diğer herhangi biçimdeki evlere üstün tutmalıdır. bunlardan bitişik evler çok daha ekonomiktir. çünkü bu tarzda daha ufak arsa ve sokak cephelerine ihtiyaç olduğundan, sıcaklık daha iyi muhafaza olunabilir. ankaranın iklimi dolayısıyla gece ve gündüz arasındaki sühunet farkları bakımından bu çok ehemmiyetlidir. bundan başka tek evler arasında kalıp kullanılmayan avlular da bu suretle ortadan kalktığı için, genişleyen bahçeden daha çok faydalanmak mümkündür. en son olarak şuna işaret edelim ki, dört ila sekiz evin yarı yana kurulması, gösterişli bir mimari tatbikine de izin verir."
çok sayıda ikiz villaları, güzel düzenlenmiş bahçeleri, tenis alanları, yüzme havuzları, rekor denecek derecede ucuza mal edilmiş yolları ve kişi başına 38 metrekarelik yeşil alanı, telefon, havagazı, elektrik tesisatının yer altından tek bir kanalla geçirildiği bu şirin evler 24 ekim 1938 günü sahiplerine teslim edilir.
bugün bu düzen yazık ki bozulmuş, güzelim evler yıkılarak yerine çok katlı apartmanlar yapılmıştır. bahçelievlerin bahçeleri kalmamıştır.
başkent olduktan sonra, ankaranın temelden çatıya kadar kurulması için çeşitli yollar aranır. sonunda uluslararası bir proje yarışması açılır. gelen planları mustafa kemalin de incelediği bu yarışmayı ünlü alman mimar prof. jansen kazanır.
jansen, bu adı var kendi yok anadolu kasabasından çağdaş bir başkent yaratmak için sonsuz bir heyecanla kolları sıvar. hiç durmadan yinelediği bir söz vardır. "yepyeni bir şehir kuracaksınız, dünyaya yepyeni ve çok güzel bir örnek vereceksiniz" ve hemen ardından ekler:
"biliyorsunuz, avrupa şehirlerinin hemen hepsi motordan önce yapılmıştır. motor eski nizamları ve anlayışları altüst etti. ben size şehircilik sanatının son sözlerini getiriyorum."
hermann jansenin dilinden düşürmediği "şehircilik sanatının son sözlerinde", otomobiller için ayrılmış çok geniş bir cadde, bu caddeye açılacak ve her biri caddeyi bir bloğa bağlayacak yan yollar vardır. geriye doğru yapılacak ve kapıları caddeye değil, yan yollara açılacak evler, apartmanlar vardır. tüm ankarada, bir-birinin altından üstünden geçirileceği için, üzerinde hiçbir trafik memurunun bulunmayacağı ve trafiğin düzen içinde akacağı çok işlek yollar vardır. arka taraflarda, hızla gelen arabaların bu hızını kesecek dönemeçler vardır. yollar boyunca dikilecek ağaçlar vardır. en önemlisi, son şehircilik anlayışı gereği, yalnızca dört katlı meskenler vardır.
hemen belirtilmelidir ki, bu plan en çok üçyüz bin nüfusa ulaşabileceği öngörülmüş olan bir kent için hazırlanmıştır. temel strateji olarak, kızılay meydanında kesişen iki aks üzerinde kentin gelişimi düşünülmüştür. nüfusun milyonları aştığı günümüzde bu aks görevini yapamamakta, trafiği başka kanallara çekecek çevre yollarının düşünülmemiş olmasının güçlüğü yaşanmaktadır.
jansen planı çankaya-telsizler doğrultusunda bir gelişmeyi esas alan, bugünkü gar binasının arkasında bir sanayi bölgesi düşünen, gar binasını dtcfnin karşısına, havaalanını da tandoğan meydanına oturtan bir plandı. bu planda tüm devlet daireleri bugünkü yerinde bulunuyor ve bu dairelerin çok yakınında üçbin memur için düşünülen evler yer alıyordu. ayrıca bugünkü güvenparktan başlayan ve meclise kadar uzanan alan, üniversitelerin, bilim ve kültür kuruluşlarının bulunacağı bir merkez olarak düşünülüyordu. tbmm bugünkü yerindeydi. jansen planı, bütün iyi niyete karşın, tam olarak uygulanamamış bir plan olarak kaldı. ama ankaranın önemli merkezleri bu süreç içinde anıtlarla süslendi.
bugün ulus alanında bulunan cumhuriyet anıtı, başkent ankaranın ilk günlerinin anısını yaşatmak üzere zafer abidesi adıyla kısa sürede tamamlanmıştır. at üzerinde atatürk heykeli, üçgen bir kaideye oturur. çevresindeki heykellerde ise, ufku gözetleyen bir asker, sırtında cephane taşıyan kadın, hücum emri veren bir çavuş temsil edilmektedir.
etnografya müzesi önündeki atatürk heykeli, kentin yüksek bir kesimindedir. atatürk yine at üzerinde simgelenmiştir. kırmızı mermer gövde panolarla süslüdür. ayakta duran bir atatürk heykeli ise lozan alanında, orduevinin önündedir.
kurtuluş savaşı dönemini anımsatan bir yapı da, eski türkiye büyük millet meclisi binasıdır. yine ulus alanında yer alan bu yapı, dönemin ankarasının ender düzenli yapılarından biriydi. osmanlı dönemi siyasal örgütlerinden biri olan ittihat ve terakki partisinin yerel binası olarak yaptırılmıştı. pek çok eksiği bulunan bu bina, çevreden sağlanan öteberi ile meclis binası olarak düzenlenmiş ve 23 nisan 1920 tarihinde hizmete başlamıştı.
bugün bu bina, ilk meclisin toplandığı haliyle kurtuluş sav~aşı müzesi olarak düzenlenmiştir. bunun yanında ise daha sonra yaptırılan ve ikinci tbmm binası olarak hizmet veren cento müzesi yer alır. hemen karşısında da eski adıyla ankara palas, şimdiki adıyla devlet konukevi bulunmaktadır. cumhuriyet ilanına kadar geçen dönemde ankarada bulunan milletvekilleri ve akın akın ankaraya gelenler, oturacakları, geceleyecekleri bir yer bile bulamıyorlardı. bugünkü sümerbankın bulunduğu noktada yer alan taşhan, hemen hemen kalınabilecek tek yerdi.
mustafa kemal paşa bile, bir süre istasyon binasının bir parçası olan taştan bir evde oturmuştur. bu ev de, bugün ankara müzeleri arasındadır. gazi paşaya daha sonra çankaya sırtlarında bir bağ evi bulundu. hiçbir lüksü olmayan bu ev, birkaç oda ve bir avlu ilavesi ile hizmet görmüştür. bu bağ evi bugün müze olarak korunmaktadır. camlı kapıdan, önce küçük hole girilir, oradan da büyük hole geçilir. büyük holün solundaki bölüm o yıllarda elçi kabul salonu olarak kullanılmıştır. sağda yeşil salon bulunur. bu salonda yeşil egemendir ve yerlere kaplan postları serpiştirilmiştir. ikinci katta gazi paşanın çalışma odası ve kütüphanesi yer alır.
ankara palas ise, cumhuriyetten hemen sonra bir otel olarak düşünülmüştü. ama otelden çok, cumhuriyetin ilk yıllarında çok önemli siyasal ve toplumsal kararların alındığı, uygulamaya geçirildiği, 29 ekimlerde cumhuriyet balolarının yapıldığı bir mekan oldu.
binanın yapımına 1924 tarihinde başlandı ve açılışı 1927de yapıldı. cadde yönündeki ana giriş bir "taçkapı" olarak düşünülmüştü. bu oldukça yüksek ana girişin üzerindeki ahşap kubbe, zemin katın sivri kemerli pencereleri, giriş-teki sütunlar hep o yılların mimari anlayışını yansıtan çizgilerdir.
taçkapıdan geçtikten sonra, sağa sola uzanan koridorların önünde büyük balo salonu, onun sağ yanında da, önü büyük teraslı çay ve yemek salonları vardır. 60 odalı binanın 16 odası bu kattadır. yukarı kattaki 44 odanın her birinin önünde küçük birer balkon yer alır.
ankara palasın dış cephelerindeki süslemelerde selçuklu ve osmanlı mimarisinden etkiler vardır. ön cephenin iki yanındaki kuleler, binayı örten ahşap çatı, girişteki kemerin üstündeki rumi motifler, balkon korkuluklarındaki geometrik çizgiler ve alt yüzü nakışlarla bezeli geniş saçaklar 1920ler - 30lar türkiyesinin havasını yansıtır. bu yapı 1980 sonrasında devlet konukevi olarak kullanılmaya başlandı.
ankara palas, cumhuriyetin ilk yıllarında pek çok devrimin heyecanını yaşamıştır. miladi takvim, 1925te kabul edilmişti. din adamlarının dinsel giysilerini yalnızca görevleri sırasında giyebilmeleri ve geleneksel bir başlık olan fesin yasaklanması daha sonra oldu. 1934 ve 1935 yıllarında cuma tatili pazar gününe alındı, bütün dinsel unvanlar kaldırıldı, soyadı kanunu yürürlüğe girdi. 1928de latin alfabesi kabul edildi. bu alfabenin türkçeye uygulanması atatürk başkanlığında bir kurulun altı hafta süren çalışması sonucunda başarıldı. bugün türkçe, fonetik kuralları yazılım diline mükemmel uyum gösteren ender dillerden biridir.
bunlara paralel olarak köklü hukuk reformları yapıldı; medeni kanun, ceza kanunu, ticaret kanunu batılı örneklerine uygun olarak düzenlendi ve dinsel kuralların sıralanmasından ibaret olan mecelle hukuku uygulamasına son verildi.
tek eşlilik, medeni nikah, kadın erkek eşitliği yine bu yıllarda sağlanan düzenlemelerin sonucu ortaya çıktı. bunun en üst noktası da, o günlerde bazı batı ülkelerinde bile bulunmayan bir uygulama ile kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi oldu.
eğitimde yenileşme, dinsel eğitiminin yasaklanarak tüm eğitim kurumlarının laik bir düzen altında toplanması yine bu dönemin başarıları arasında sayılabilir. bu devrimlerin tartışıldığı, görüşüldüğü bir başka ortam da ismet inönünün evidir.
çankayanın sınırlan içinde, cumhurbaşkanlığı köşkü kadar ünlüdür bu ev. pembe köşk adıyla ünlenen bu iki katlı evde türkiyenin ikinci cumhurbaşkanı ismet inönü, atatürkün başbakanı olarak görev yapmıştır. geniş bir bahçede koca koca ağaçlar ve yeşil alanlar arasında yer alan bu köşk, cumhuriyetin ilk yıllarıyla birlikte ülkede başlatılan çağdaşlığın bir sonucu olarak yaptırılmıştır.
cumhurbaşkanı atatürk, inönüden yeni devletin konuklarının ağırlanabileceği bir köşk yaptırmasını ister. köşkün yapımına 1926da başlanır ve kısa sürede bitirilir. 1. ulusal mimarlık döneminin çizgilerini yansıtan köşk, ankaranın toplumsal yaşamına girer. cumhuriyet baloları, ankara palas yapılıncaya kadar pembe köşkte verilir. atatürk bu baloları bayan inönüyle dansederek açar.
pembe köşk, daha sonra eklenen camlı salon ve bazı bölümlerle biraz daha büyütülür. yüksek ve motiflerle süslü tavanları, geçmeli salonları, yemek salonunun ortasındaki -atatürkün de sık sık yemek yediği- masası, eşyaları, duvarlardaki tabloları, bastıkça gıcırdayan ahşap tabanı ve geniş ahşap merdivenleriyle, hepsinden önemlisi, yaşanmış anılarıyla pembe köşk, "tarihin yudum yudum içileceği, nefes nefes ciğerlere doldurulacağı" bir değerli ortamdır. 1987den bu yana, zaman zaman çocukların ziyaretine açılan pembe köşk, inönü müzesi olarak düzenlenmektedir. müze, cumhuriyet tarihiyle ilgili araştırmaların yapılabileceği bir kültür merkezi işlevi de görecektir.
atatürkün çankayada oturması, büyükelçiliklerin çankayaya giden yolda birbiri ardınca sıralanması, ıssız-sessiz ankaranın bu en ıssız köşesini birdenbire canlandırdı ve ön plana çıkardı. çankaya "ankaranın kalbi"dir artık. bütün ankaranın şantiye havasına çankaya da bürünür. ahmet hamdi tanpınarın kaleminden tanımaya çalışalım o günlerin ankarasını:
"her tarafta bir şantiye havası vardı. hiçbirinin üslubu yanı başındakini tutmayan, çoğu mimari mecmualarından olduğu gibi nakledilmiş villalarıyla, küçük memur mahalleleriyle yeni şehrin kurulduğu devirdi bu. tek bir sokakta riviera, isviçre, isveç, baviera ve abdülhamit devri istanbulunun ev ve köşklerini görmek mümkündü. yeni yapılmış sefaret binaları da bu çeşidi artırıyordu. sovyet sefareti, modem mimarinin kendisini aradığı bu 1920 yıllarının en atılgan tecrübelerinden biriydi ve daha ziyade büyük bir vapura benziyordu. iran sefareti eski sasani saraylarının hatıralarından bir şark üslubu aramıştı. biz birkaç arkadaş belçika sefaretinin sakin ve gösterişsiz, klasik yapısını seviyorduk. bu tecrübeler arasında türk mimarisi de kendisine bir üslup yaratmaya çalışıyordu. türkocağı binası (bugünkü devlet resim ve heykel müzesi), etnografya müzesi olan bina, gazi terbiye enstitüsü; istanbulda yeni postane ve dördüncü vakıf hanı ile başlayan tecrübenin devamı idiler. sonra da güzel sanatlar akademisinde arkadaşlık ettiğimiz profesör egli, cebecideki musiki muallim mektebi ile (eski konservatuar) çoğu dıştan taklit edilen bu tecrübeleri ilk defa modem malzemenin imkanlarıyla birleştirmeye muvaffak olmuştur."
aynı dönemi yakup kadri karaosmanoğlu ankara romanında bakın nasıl anlatıyor:
"bunların her biri yapanın bilgisine ve yaptıranın zevkine göre birtakım şekiller ve renkler almakla beraber, dikkatli bir göz için hemen hepsine birden hakim olan bir exotique tarzın sırıttığı da aşikardı. mesela yenişehirden kavaklıdereye doğru sıralanan villalar arasında kulesiz, saçaksız binalara rastlamak mümkün değildi. birbirlerinden örnek alan ve bazıları hep bir mimarın elinden çıkmış olan bu kuleli ve geniş saçaklı evler, etrafını çeviren hendekle-ün ortasında kurulu vustai (ortaçağ) birer derebeyi şatosunu andırıyordu."
yakup kadriyi sevindiren bir gelişme, ilk yıllardaki acemilik ve zevksizliğin, yerini modem mimariye bırakmasıdır. kulelerin yıktırılmaya, yaldızlı saçakların kaldırılmaya, çok köşeli pencerelerin dikdörtgene dönüştürülmeye başlamasıdır. ama ünlü yazar yine de mutlu değildir. çünkü, "...birçok binanın cephelerinin, sakalını, bıyığını tıraş eden adamların yüzleri gibi sadeleşip düzelmesi" yeterli değildir. "zira bu modern zevk evlerin içine doğru sokulurken acayip bir tereddiye (bozulmaya) uğruyor ve adeta rokokolaşıyordu. bir macar sıvacı, duvarları ıstampa nakışlarla boyama modası getirdi. öbür taraftan beyoğlunun mobilyacıları, bu duvarların estetiğinden daha feci döşeme tarzlarıyla evlerin içini adeta bir kabus havasına buladılar." 1934 yılının ortalarında hakimiyet-i milliye gazetesinin sık sık şu ilanı yayınlamaktadır:
"ankaralı,
yapı kooperatifine ortak ol,
yapı kooperatifine ortak bul.
çünkü, yapı kooperatifine ortak olmak demek, bugün kira için verdiğinden daha aşağı bir taksitle bu defa bir ev sahibi olman demektir. yapı kooperatifine ortak bulmak demek, senin olacak evi daha ucuza mal etmek demektir."
bu ilanlar, modem bir mahalle oluşturacak bin evlik bir girişimin kooperatife dönüşmesi içindir. konuya ilişkin çabalar halkevindeki çalışmalarla, gazetedeki yazılarla ve radyodaki konuşmalarla sürdürülür. ve 26 ocak 1935 günü bankaya yüzer lira yatırarak beş liralık hisse senetlerinden yirmişer tane alan 134 kişinin oluşturduğu kooperatif kurulur.
kooperatifin kurulmasından sonra gerekli arsanın sağlanması girişimine başlanır. uzun arayışlardan sonra, istasyondan atatürk orman çiftliğine giden asfalt yolda bulunan abdi paşa çiftliğinden bir bölüm satın alınır. metrekaresi iki buçuk kuruştan satın alınan bu arazi bahçelievler mahallesi olacaktır.
ulus gazetesi yerli ve yabancı uzmanlar arasında ev tipi konusunda bir anket açar. bu ankete yanıt gönderenler arasında jansen de vardır. jansen bu soruları şöyle yanıtlamaktadır:
"avrupanın bütün büyük şehirlerinde... insanlar birbirinin üzerine istiflenmiş bir halde yaşadıkları için kendilerini doğadan uzaklaştıran dört, beş, altı, yedi, hatta sekiz katlı kira kışlaları denilen büyük kurağların sıkıntısını çekmektedirler... işte bu sebeple, yapı kooperatifleri çok katlı meskenlerden her ne pahasına olursa olsun çekinmek ve hususi, bahçeli, tek veya iki katlı bitişik sıra evler kurmayı diğer herhangi biçimdeki evlere üstün tutmalıdır. bunlardan bitişik evler çok daha ekonomiktir. çünkü bu tarzda daha ufak arsa ve sokak cephelerine ihtiyaç olduğundan, sıcaklık daha iyi muhafaza olunabilir. ankaranın iklimi dolayısıyla gece ve gündüz arasındaki sühunet farkları bakımından bu çok ehemmiyetlidir. bundan başka tek evler arasında kalıp kullanılmayan avlular da bu suretle ortadan kalktığı için, genişleyen bahçeden daha çok faydalanmak mümkündür. en son olarak şuna işaret edelim ki, dört ila sekiz evin yarı yana kurulması, gösterişli bir mimari tatbikine de izin verir."
çok sayıda ikiz villaları, güzel düzenlenmiş bahçeleri, tenis alanları, yüzme havuzları, rekor denecek derecede ucuza mal edilmiş yolları ve kişi başına 38 metrekarelik yeşil alanı, telefon, havagazı, elektrik tesisatının yer altından tek bir kanalla geçirildiği bu şirin evler 24 ekim 1938 günü sahiplerine teslim edilir.
bugün bu düzen yazık ki bozulmuş, güzelim evler yıkılarak yerine çok katlı apartmanlar yapılmıştır. bahçelievlerin bahçeleri kalmamıştır.
alaman sehir plani uzmani ankara plani adli yarişmayı kazanip ankara imar planini hazirlamiş zat-i alman muhterem.
alman mimar hermann jansenin hazırladığı ankara planı onaylandı.
erzurum kongresi basladi.
serbesti gazetesinde, ittihat ve terakki karşıtı yazılarıyla tanınan gazeteci hasan fehmi, galata köprüsünde kimliği belirlenemeyen bir kişi tarafından tabancayla öldürüldü.
filmlerde görmüşüzdür. aslında kulaklara zarar verebilecek kadar yüksek olan silah sesi, silahın ucuna takılan boru gibi çok basit bir madeni parça ile neredeyse işitilemeyecek kadar, çok düşük bir seviyeye indirilebilmektedir.
gerçekten de susturucular silahın sesini çok aza indirirler ve de çok basit bir prensibe göre çalışırlar. bir balon düşünün, bu balonu iğne ile patlattığınızda yüksek bir ses çıkar. alt tarafı balonun içindeki basınçlı havayı boşaltmışsınızdır. halbuki balonun ağzını çok az açarak basınçlı havanın yavaşça boşalmasını sağlarsanız, çok az bir ses çıkar.
bir diğer örnek de şarap şişeleridir. köpüklü şarap veya şampanya şişelerinin mantarları çıkartıldığında çok yüksek bir ses çıkmasına rağmen, normal bir şarabın mantarı çıkartıldığında az bir ses çıkar. çünkü şampanya şişesinde mantarın arkasında sıkıştırılmış basınçlı gaz bulunmaktadır.
her iki örnekte de görüldüğü gibi, kapalı bir yerde sıkıştırılmış bir gaz aniden küçük bir delikten salını verirse, ortaya bir patlama sesi çıkmaktadır. gazın basıncı fonksiyonel olarak size gerekli olduğu için, bu sesi azaltmanın tek yolu boşalan gazın tek bir delikten değil de, daha büyük bir delikten boşalmasını sağlamaktır. işte silah susturucularının arkasında yatan temel fikir budur.
kurşunu silahtan atabilmek için, kurşunun arkasındaki barut ateşlenir. ateşlenen barut çok yüksek basınçlı ve hacimli bir sıcak gaz ortaya çıkarır. bu gazın basıncı kurşunu namluya doğru iter.
kurşun mermiden çıktığında, bir şişenin mantarının çekilip çıkarıldığında oluşan sese benzer bir olay olur. kurşunun arkasındaki yaklaşık santimetrekarede 200 kilogram olan basınç, şampanyanın mantarının patlatılmasında olduğu gibi, kurşunun mermiyi terk etmesiyle birlikte yüksek bir ses çıkmasına yol açar.
namlunun ucuna vidalanan ve üzerinde delikler bulunan susturucunun hacmi, namludan 20-30 kat daha fazladır. kurşunun arkasındaki sıkıştırılmış, basınçlı sıcak gaz anında buraya boşalır ve basıncı yaklaşık santimetrekarede 15 kilograma kadar düşer. kurşun da namludan çıkarken arkasında şampanya örneğinde olduğu gibi basınçlı gaz olmadığından, normal bir şarap şişesi mantarı çıkarılıyormuş gibi, çok az bir ses çıkarır.
gerçekten de susturucular silahın sesini çok aza indirirler ve de çok basit bir prensibe göre çalışırlar. bir balon düşünün, bu balonu iğne ile patlattığınızda yüksek bir ses çıkar. alt tarafı balonun içindeki basınçlı havayı boşaltmışsınızdır. halbuki balonun ağzını çok az açarak basınçlı havanın yavaşça boşalmasını sağlarsanız, çok az bir ses çıkar.
bir diğer örnek de şarap şişeleridir. köpüklü şarap veya şampanya şişelerinin mantarları çıkartıldığında çok yüksek bir ses çıkmasına rağmen, normal bir şarabın mantarı çıkartıldığında az bir ses çıkar. çünkü şampanya şişesinde mantarın arkasında sıkıştırılmış basınçlı gaz bulunmaktadır.
her iki örnekte de görüldüğü gibi, kapalı bir yerde sıkıştırılmış bir gaz aniden küçük bir delikten salını verirse, ortaya bir patlama sesi çıkmaktadır. gazın basıncı fonksiyonel olarak size gerekli olduğu için, bu sesi azaltmanın tek yolu boşalan gazın tek bir delikten değil de, daha büyük bir delikten boşalmasını sağlamaktır. işte silah susturucularının arkasında yatan temel fikir budur.
kurşunu silahtan atabilmek için, kurşunun arkasındaki barut ateşlenir. ateşlenen barut çok yüksek basınçlı ve hacimli bir sıcak gaz ortaya çıkarır. bu gazın basıncı kurşunu namluya doğru iter.
kurşun mermiden çıktığında, bir şişenin mantarının çekilip çıkarıldığında oluşan sese benzer bir olay olur. kurşunun arkasındaki yaklaşık santimetrekarede 200 kilogram olan basınç, şampanyanın mantarının patlatılmasında olduğu gibi, kurşunun mermiyi terk etmesiyle birlikte yüksek bir ses çıkmasına yol açar.
namlunun ucuna vidalanan ve üzerinde delikler bulunan susturucunun hacmi, namludan 20-30 kat daha fazladır. kurşunun arkasındaki sıkıştırılmış, basınçlı sıcak gaz anında buraya boşalır ve basıncı yaklaşık santimetrekarede 15 kilograma kadar düşer. kurşun da namludan çıkarken arkasında şampanya örneğinde olduğu gibi basınçlı gaz olmadığından, normal bir şarap şişesi mantarı çıkarılıyormuş gibi, çok az bir ses çıkarır.
daktilo, bir klavye aracılığıyla harekete getirilen harfleri mürekkepli bir sistem yardımıyla kağıda basarak yazı yazan makine.
ilk yapılışı 1829;da teroitli william austin burt tarafından gerçekleştirildi. tipograf adı verilen bu makine elden daha yavaş yazıyordu. bundan sonraki denemeler pek başarılı olamadı. aradan 40 yıl geçtikten sonra sholes 1868;de ilk pratik daktiloyu yaptı. remington’un 1878;de yaptığı daktilo ise bir dikiş makinesinın üzerine yerleştirilmişti. şaryo dikiş makinesinin pedalına benzeyen bir pedalla döndürülüyordu. makine ise silik ve büyük harf yazabiliyordu. bu mahsurlarının yanında büyük ve pahalı olması piyasaya sürülmesine engel oldu. remington, royal smith gibi amerikan firmaları yanında italyan underwood-olivetti, alman olympia, adler ve triumph ve isveç facit firmaları da daktiloların yapımında görülen çeşitli kusurları yavaş yavaş düzelterek bugün kullanılan daktiloya benzeyen makineler yaptılar.
sholes’in yaptığı makineyı inceleyen thomas edison, elektrikle çalışabileceğini söyleyerek üzerinde çalışmaya başladı. edison, çubuğun elektromıknatısla hareket ettiği elektrikli daktilo makinesi yaparak 1872;de patentini aldı.
çeşitli deneme ve üzerinde yapılan çalışmalardan sonra 1930 yılında seri halde elektrikli makinelerin satışına başlandı. piyasada tutunması, seri iş yapması bunun üzerinde firmaların çalışmasını sağladı.
daha sonrasında ise şimdi kullandıgımız mekanik tabanlı daktilolar uretildi.
ilk yapılışı 1829;da teroitli william austin burt tarafından gerçekleştirildi. tipograf adı verilen bu makine elden daha yavaş yazıyordu. bundan sonraki denemeler pek başarılı olamadı. aradan 40 yıl geçtikten sonra sholes 1868;de ilk pratik daktiloyu yaptı. remington’un 1878;de yaptığı daktilo ise bir dikiş makinesinın üzerine yerleştirilmişti. şaryo dikiş makinesinin pedalına benzeyen bir pedalla döndürülüyordu. makine ise silik ve büyük harf yazabiliyordu. bu mahsurlarının yanında büyük ve pahalı olması piyasaya sürülmesine engel oldu. remington, royal smith gibi amerikan firmaları yanında italyan underwood-olivetti, alman olympia, adler ve triumph ve isveç facit firmaları da daktiloların yapımında görülen çeşitli kusurları yavaş yavaş düzelterek bugün kullanılan daktiloya benzeyen makineler yaptılar.
sholes’in yaptığı makineyı inceleyen thomas edison, elektrikle çalışabileceğini söyleyerek üzerinde çalışmaya başladı. edison, çubuğun elektromıknatısla hareket ettiği elektrikli daktilo makinesi yaparak 1872;de patentini aldı.
çeşitli deneme ve üzerinde yapılan çalışmalardan sonra 1930 yılında seri halde elektrikli makinelerin satışına başlandı. piyasada tutunması, seri iş yapması bunun üzerinde firmaların çalışmasını sağladı.
daha sonrasında ise şimdi kullandıgımız mekanik tabanlı daktilolar uretildi.
http://img45.imageshack.us/img45/1367/typo3vd4.jpg
http://img164.imageshack.us/img164/7024/typogjq4.jpg
(bkz: daktilo)
http://img164.imageshack.us/img164/7024/typogjq4.jpg
(bkz: daktilo)
daktilonun atasi olmakla birlikte ureticisi william austin burttur .
ahanda imzasi ve zimbirtinin kendisi
http://img45.imageshack.us/img45/1367/typo3vd4.jpg
http://img164.imageshack.us/img164/7024/typogjq4.jpg
ahanda imzasi ve zimbirtinin kendisi
http://img45.imageshack.us/img45/1367/typo3vd4.jpg
http://img164.imageshack.us/img164/7024/typogjq4.jpg
dakttilonun ilk halini bulan er kişi.
william austin burt, daktilonun ilk hali olan typographeri buldu.
erzincandaki şiddetli depremde 5 bin kişi öldü.
2000- yasemin dalkılıç, bodrumda sualtı sporları limitsiz dalışta 120, limitli değişken ağırlıkla serbest dalışta ise 100 metre ile iki yeni dünya rekoru kırdı.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?