confessions

ilseyim

- Yazar -

  1. toplam entry 606
  2. takipçi 1
  3. puan 15295

özdemir asaf

ilseyim
"kendi bahçesinde dal olmayanın iri girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor" sözünün ve daha birçok lafı gediğine koyan şiirin sahibi, sözcük oyunlarında usta şair. bir gün bir gazetede ukala bir köşe yazarı kendisinden aşağı konumda olduğunu düşündüğü çalışanlar arasında ileri geri konuşmaktadır. o sırada da özdemir asaf’la ilgili bir yazı geçer eline. "bu gazetede" der "edebiyattan anlayan kimseyi bulamazsınız. mesela burada kaç kişi özdemir asaf’ı bilir. ben en az beş şiirini ezberden sayarım." sayması söylenir, bir iki şiir okur, sonra kitlenir. "sizin bildiğiniz şiiri var mı?" der kıvırmak için. oradan edebiyat bilgisi hayli kuvvetli bir çalışan çıkar ve "bir sözünü bilirim ve çok severim" der "kendi bahçesinde dal olmayanın biri girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor"

kestane

ilseyim
bursa’da kışın şehir merkezinde gezerken seyyardan alma adeti olan şey. bir de ailecek evde yemesi vardır ki ayrı bir keyiftir. hele de evde soba varsa ve onun üstünde ısıtılıyorsa.

mustafa

ilseyim
“mustafa” filmi atatürk’e onun iç dünyası açısından yaklaşan bir film. filmde görüntü efektlerini oldukça başarılı buldum. onun dışında çok yeni şeyler söylediğini düşünmüyorum. fakar hepimizin bildiği şeyler daha öncekilerden farklı bir bakış açısıyla yansıtılmış. genel eğilim olan atatürk’e övgüler yağdırıp kutsamanın aksine, onun da bir insan olduğu hatırlanmış ve hislerine yer verilmiş.
film hakkında yapılan kimi olumsuz eleştirileri haksız buldum. içkiye ve kadınlara olan düşkünlüğünden filmin başında, istanbul’a ilk geldiği sene anlatılırken bahsediliyor. o zaman kendisi 18 yaşında bir delikanlı. genç yaşında tek başına istanbul’a gelmiş bir delikanlının bir dönem kendini eğlence hayatına kaptırmış olmasını oldukça doğal buluyor ve bunun onu küçültmeyeceğini düşünüyorum. aksine, o hayattan kendini sadece bir senede kurtarıp yoğun şekilde çalışmaya başlamasının kuvvetli bir iradenin daha o zamanlarda kendini göstermesi olarak yorumluyorum. kadınlara olan düşkünlüğü üzerine eleştiriler oldu ama filmde sadece yabancı bir kadınla olan mektuplarından ve istanbul’dan ayrılırken arka-sında yarım gönül hikayeleri bırakıldığından söz ediliyor. genç bir askerin kimi gönül mace-raları yaşamasını kendi adıma rahatsız edici bulmuyorum. önemli olan gerekli yerde bunlar-dan vazgeçebilecek iradeyi göstermiş olmasıdır. filmin sonunda yaptığı en büyük hatanın ev-lenmek olduğunu söylüyor. bir de ölümüne yakın yabancı bir gazete içkiye ve kadınlığa olan düşkünlüğünün onun büyük zaferler kazanmasına engel olmadığından bahsedilmiş. ömrünün son yıllarında yalnızlık çektiğinden, bu dönemde içme ihtiyacı duyduğu anlatılıyor. ama o bu durumdan rahatsız ve hatay sorunu ortaya çıktığında hasta haliyle bu sorunla uğraşmayı göze alıyor.
filmin amacı atatürk’ün insani yönünü anlatmak. o da her insan gibi bazen kendini mutsuz, yorgun ve yalnız hissedebilir. önemli olan, başka insanlarda yenilgiye, pes etmeye yol açacak durumların onun inancını yok etmemiş, başarısını engellememiş olmasıdır. filmde eleştirilen şeylerin, sözünün bile geçmesine tahammül edemeyenlerin atatürk’ü kutsallaştır-dıklarını, onunla ilgili kimi şeyleri de tabulaştırdıkları görüşündeyim. ben bunu tehlikeli bulu-yorum. çünkü o zaman atatürk gerçekliğinden sıyrılacaktır ve en ufak hatası bile, insanların kafasındaki sağlam zemine oturmamış atatürk hayalini yıkacaktır. kaldı ki hata yapmışsa da bunu görmezden gelmek bizi bir adım öteye götürmeyecektir. böyle davranmanın ona saygı-sızlık olacağını, değerini düşüreceğini sanmıyorum.
çocukların atatürk’ü böyle tanımasının sakıncalı olacağı söyleniyor. ilköğretim düze-yinde bir çocuğun bu filmi izlediğinde sadece içki ve kadınlarla ilgili kısımlarla ilgilenmeleri doğaldır. çünkü filmin hedef kitlesi o düzeydeki çocuklar değil. atatürk’le ilgili diye her bil-giyi çocuğa aktarmak onun kafasını karıştıracaktır. burada hata filmde değil, onu düzeyine uygun olmadığı halde çocuklara izletenlerdedir. bu ilkokul iki çocuğuna kendi algı düzeyinin hayli üstündeki atatürk ilkelerini ezberletmek gibidir. yani "-mış gibi" yapmacılık.
evet, medreselerin kapatılması konusunda kendisini döven hocasından intikam almış olması yanlış bir ifade. ama filmin genelinde atatürk’ün bunu intikam için yapmadığı gayet iyi anlaşılıyor. orada sözcükler yanlış seçilmiş ama o kadar da büyütülecek, can dündar’ı atatürk düşmanı gösterecek kadar büyük bir şey de değil bence.
bu filmin bu kadar çok eleştiri alması, bence ülkemiz insanının hala dogmalarla düşündüğünü, onların dışına çıkmaya cesaret edemediklerini gösteriyor. zayıf anlarında insan toplulukları üstün bir güce tapmaya ihtiyaç duyarlar. hani bazen duyarsınız ya, "bir atatürk gelse de bizi kurtarsa" diye bir cümle... bizde de bir şeyler kötüye gittikçe atatürk dinleştirilmiş adeta. üstelik nasıl birçok inanan kuran’ı anlayarak okumuyorsa, eleştirileri yapanların çoğunun da atatürk’le ilgili ciddi araştırmalar yaptığını sanmıyorum. pek çok insan biliyorum ki kendi hayatlarını kotarmaktan ötesi için çalışmıyorlar. madem o kadar bağlılar atatürk’e, onlar da atatürk’ün onca zorluklar kurduğu bu ülke için vargüçleriyla çalışsalar ya.

ispanyol paca pantolon

ilseyim
paçaları oldukça geniş olan, 60’larda ve 70’lerde çok moda olan pantolon çeşidi. hippilerle özdeşleşmiştir. bugün de bazen denk gelinebilir mağazalarda. eskiden erkekler de giyerken bugün bayanlarda daha yaygındır. bacakları uzun gösterir. titiz insanların rahat giyemeyecektir çünkü topuklu ayakkabı giymeyince paçaları genelde yerlerde sürünür, arkaları aşınır. bazen paça bir yerlere takılır ve düşmeye sebep olur. büyük kalçası veya kısa boylu insanlara pek yakışmaz ama güzeldir her şeye rağmen, candır ciğerdir.

sweet november

ilseyim
yıllar önce izlememe rağmen hala unutamadığım film. hikayeyi aşk tarafından ele almak çok gereksiz bence. bir tarafta hayatını stres altında yaşayan, mutsuz ama doğrunun bu olduğuna inanan bir erkek var, diğer yandan bir ay içinde ona yaşamdan keyif almayı hatırlatacak bir kadın. aşk sadece hikayeye temayı oturtmak için kullanılmış bir araç. hala daha kendime gerçekten beni mutlu eden şeyi mi yoksa bana yapmam gerekeni mi yaptığımı sorduğumda aklıma bu film gelir. her an hepimiz kanser olabiliriz. keyifli anlar kar kalıyor. zaten film de aşkı maşkı değil, bunu anlatıyor.

sevgilisi olan birinden hoşlanmak

ilseyim
kişinin geri planda durması zorunluluğunu getiren durum. hoşlanılan kişi ilgisizse sorun olmaz ama o da ilgiliyse sorun orada başlar. siz konuşmasanız bile o konuşmaya başlayınca kendinizi kaptırdığınızı fark edersiniz. siz aramasanız sormasanız bile o arayıp dışarı çağırınca gitmemekte ne kadar direnseniz de bir yerden sonra yenilirsiniz. ilgisini arkadaşlığa verirsiniz, bu bir yandan sizi rahatlatırken öte yandan içinizi de burkar. görüştüğünüzde aranızda elektriklenme olduğunu hissederseniz korkmaya başlarsınız muhabbetin gitmeye başladığı yerden. tabii bunların sorumlusu aslında sevgilisi olduğu halde size de ilgili davranan o insandır ama bu vicdanınızı rahatlatmaya yetmeyebilir. siz edilgensinizdir. yine de araya giren insan konumuna düşmek hiç hoşunuza gitmez, eğer bunları düşünecek kadar ince biriyseniz tabii. yok değilseniz, muhabbeti iyice ilerletir, sevgilileri ayırır, siz çıkar, keyfinize de bakarsınız.

üniversite mezunu olup evlenince çalışmayan kadın

ilseyim
üniversiteyi neden okuduğu üzerine pek düşünmemiş, herkesin okumaya çalıştığını görüp eskaza üniversiteyi kazanıp okuyan kadındır. evlenince sırtını kocasına dayamak daha kolay gelir. çalışsa da erkeğe yardım için çalışacaktır zaten bu kadın tipi. bağımsızlığını sağlamak gibi bir fikir kafasında oluşmamıştır. çünkü küçüklüğünden beri aslında kadına bakmanın erkeğin görevi olduğu düşüncesi sezdirilerek yetiştirilmiştir. birey olduğunu, hayatının sorumluluğunu yüklenmesi gerektiğini, aksi halde yetişkin bile sayılamayacağının farkında değildir. ayrıntılı bilgi için öteki yayınlarından çıkan "sinderalla kompleksi" adlı kitap.

üniversiteyi bitirmek

ilseyim
ardından insanın hayatındaki en sıkıntılı birkaç yılın başlayacağı dönem galiba. o güne kadar başarmak zorunda olunanların ne kadar da kolay olduğu anlaşılır. össyi kazanmak için çok çalışmak yeter, önünüze sunulacak şeyin ne olacağını şöyle böyle bilirsiniz. vizelere finallere çalışırken de ne yapmanız gerektiği aşağı yukarı bellidir. iş sadece çalışmaya kalır. ama mezun olduğunuz gün yatağınıza yattığınızda altınızdan zeminin kaydığını ve bir boşlukta, iradeniz harici yuvarlandığınız hissine kapılırsınız. bundan sonrasında ne yaparsanız ne olacağını kestirmek zordur, kimse size doğru adımın hangisi olduğunu da söyleyemez. eğer hala ne yapmak istediğinize tam karar vermediyseniz ve "bırak dağınık kalsın" diyebilen bir yapıda değilseniz uykular haram olur. kafada sürekli neler yapılabilir soruları dolaşır. gün içinde en az on tane farklı tasarı kurulur. yıllarca aşk için baktırılan fallar bu sefer işe odaklı baktırılır. bu ta ki gönlünüze uygun bir yol çizilene kadar devam eder ya da o yol hiç çizilmez, pes edilir ve hayattan bezilir. ikinci seçenek olursa hevesli gençlerin hevesini kursağında bırakmak görev bilinir. "ben de gençken senin gibi düşünürdüm ama zamanla o idealizm kalmıyor... ben yapamdım sen de yapamazsın...." kişi mezuniyetinin taze olduğu, o her etkiye açık zayıf döneminde bunu söyleyenlere kulak asmayıp kendi istediği yolda inatla devam etmelidir.

yürüyen merdiven

ilseyim
teknolojinin insanı tembelleştiren bir ürünü. kendi ayaklarımız, bacaklarımız varken niye kullanırız ki? zaten kendi başımıza daha hızlı inip çıkıyoruz. bir de yürüyen merdivene binip aynı zamanda normal merdivendeymiş gibi yukarı çıkanlar, aşağı inenler var. bu kişilerin bir kısmı bunu zaman zaman yaparlar. bu kısma girenlerin aceleleri vardır. bir de sürekli bu yöntemi kullananlar var ki bunlar zamanla problemi olan, beş saniyesini bile kaybetmek istemeyen takıntılı insanlardır.
5 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol