confessions

emma the gold one

- Yazar -

  1. toplam entry 928
  2. takipçi 1
  3. puan 31226

you talk

emma the gold one
iki tarafı çöl olan asfalt ve de dümdüz yolda arabada dinlenesi babyshambles şarkısı. başa güzelce sarılacak bir eşarp ve güneş gözlükleri opsiyonel.

you talk, you talk a good game
i wish i could talk the same
writing songs’ just a game i’m getting good at cheating at...

utah, remember utah in the rain
and those little red shoes and some kid with the blues
who gets right on your tits, you just grin and bear it

oh well i know, i know, i know, i know it’s wrong and so and so and so
so what i suppose it’s got to

oh but i never ever said it was clever
i just like getting leathered
and looking for the light the light behind your eyes


emiliano zapata

emma the gold one
’’yurda ve halkın özgürlüğüne düşman olanlar, her zaman halkın soylu davası uğrunda kendilerini feda edenlere haydut gözüyle bakmışlardır.’’ demiş. meksikadakiler için söylemiş evet türkiye ile ilgisi bile yok. ohhooo siz de yani!

tosawi

emma the gold one
kızılderililerin bilinen önderi. kendini ’’iyi kızılderili’’ diye tanıtan ulu manitu. hepimizin bildiği o cevabı da işte bu adama vermişler kendini tanıttığında;

- gördüğüm tek iyi kızılderili ölü kızılderilidir.

tosawi’nin o süper cool cafelerin duvarlarında muhakkak asılı olan söylevini de yapıştırayım tam olsun;

’’önce bir gemiyle geldiler... misafirlerimizdi, onları sahilde hediyelerle karşıladık. silahsızdık; çünkü hiç ihtiyacımız olmadı. kardeştik, severdik, paylaşırdık... silahı onlar tanıttı... tutarken yanlislikla elimizi kestik, kanımız aktı... evlerimize buyur ettik, konuklarımızdılar... yedirdik içirdik, yatırdık, hizmet ettik... topraklarımızı, dağlarımızı, sularımızı, ovalarımızı gezdirdik... sevindiler... sevindik!..

renkleri ne kadar beyazdı bizimkilere göre...
sonra gittiler; memnun ederek uğurladık dostlarımızı!..
bir gün, tam sabah gün doğarken, ak tenli dostlarımız; gemileriyle, çok, çok olarak geldiler... beklemiyorduk; çok erken gelmişlerdi...
demek sevmişlerdi bizi, toprağımızı, göğümüzü; sevindik...
çoktular... silahlıydılar; üstelik ellerini de kesmiyorlardı...
ayakları karaya bastı ve sonra hiç beklenmeyen, olmayacak olan oldu... şaşırmıştık, acaba ne yapmıştık da beyaz dostlarımız bizleri öldürüyordu...

evet, beyaz adam, bu sefer gülen yüzlerimizi ağlatmaya, varlığımızı yağmalamaya, gençlerimizi köle yapmaya, karılarımıza tecavüz etmeye gelmiş! şaşırdık!.. neden?

biz özgür göğün, geniş toprağın, mağrur dağların insanları; barış, sevgi, dostluk bilirdik, savaşı beyaz adam öğretti... hiç haketmedik öldürülmeyi, savaşı, köleliği...

erkeklerimizi öldürdüler, yaktılar çocuklarımızı ateşte diri diri... toprağımızı yağmaladılar... karılarımıza kızlarımıza tecavüz ettiler... köle diye götürüldük yurtlarına... sattılar...
tanrıya inanmamızı söylüyordu, elinde incil, siyah cübbeli, beyaz tenli papaz... reisimiz sordu: "tanrı size bunları yapmanızı mı söylüyor? cennet dediğiniz yere sizler mi gideceksiniz? öyleyse; ben sizin olmadığınız yeri, cehennemi seçiyorum. eğer bizleri değil de, sizleri, zulmünüzü onaylıyorsa tanrınız; böyle bir tanrıya inanmaktansa, inanmamayı yeğlerim! "

hiç bitmedi beyaz adamın gelmesi... onlar geldikçe biz bittik; biz bittikçe onlar geldi...

beyaz adam, yaptıklarını anlatacak kelime bulamıyorum, bizim böyle kelimelerimiz yok; senin yaptıklarını en iyi anlatacak yine sensin, senin kelimelerin... kara yüreğin, beyaz tenin gibi olabilirse birgün, anlatırsın yaptıklarını!..

iyi kızılderili"

tezer özlü

emma the gold one
’’aranızda dolaşmak için çalışıyorum. istediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. içgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. evlerinizle. okullarınızla. işyerlerinizle. özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim, dirilttiniz. yazı yazmak istedim, aç kalırsın dediniz. aç kalmayı denedim, serum verdiniz. delirdim, kafama elektrik verdiniz. hiç aile olmayacak insanla biraraya geldim, gene aile olduk. ben bütün bunların dışındayım...’’

demişti.

kalanlar

emma the gold one
tezer özlü namına bilinen, bilinebilen ne varsa barındıran kısacık küçücük bir hayattan kalanların kısacık küçücük kitabı.

iktidardaki egemen sınıf ve toplumdaki düzen her gün sayısız kez benim ve benim gibileri vazgeçmeye ve bizi kendisi gibi olmaya zorladı. ben bir kezinde aklımı yitirdim, ama kendimi yeniden kendi elime geçirdiğimde daha da zor yenilebilir durumdayım. -syf 31-

düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. hiçbir şey. hiçbir korku… aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. sakin ol. öylece dur. yaşamdan geç. kentlerden geç. sınırları aş. gülüşlerden geç anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelere otur – artık hiçbir yerdesin. -syf 47-


şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum. tartışmaları biliyorum. duyguları. korkuları. sözcükleri. her dili anlıyorum. anlıyor ama kavrayamıyorum. -syf 48-

insanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. yazdıkları, okumak istedikleridir. sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir. -syf 61-

oblomov

emma the gold one
-----------------------------ağlantı----------------------------
biliyor musun andrey, benim içimde ne yakıcı, ne de kurtarıcı hiçbir ateş yanmadı. hayatımda hiçbir zaman başkalarınınki gibi gittikçe renklenen, parlak bir güne çevrilen bir sabah olmadı; bir sabah ki yakıcı öğlesi geçtikten sonra yavaş yavaş solsun ve kendiliğinden akşama karışsın. hayır, benim hayatım sönmüş başladı. tuhaf, fakat böyle. kendimi bilir bilmez sönmeye başladığımı hissettim. sönüşüm dairede, evrak başında oturduğum zaman başladı; sonra kitapları okuyup da onlarda hayatta kullanmayacağım gerçekler buldukça, dostlar arasında dedikodular, alaylar, soğuk, kötü, boş gevezelikler dinledikçe, gayesiz, sevgisiz, toplantılara katıldıkça daha da kötü oldum. mina ile de hayatımı, kuvvetlerimi harcadım: onu sevdiğimi sanarak gelirimin yarısından fazlasını israf ettim. nevski bulvarında kürklü mantolar arasında bir aşağı bir yukarı dolaştığım zamanlar; evlenecek iyi bir kısmet olduğum için akşam toplantılarına çağrıldığım zamanlar; şehirden sayfiyeye, sayfiyeden gorohova sokağına taşındığım zamanlar, hayatımı, kafamı boşu boşuna harcıyordum. ilkbahar benim için ıstakoz ve istiridye mevsimiydi; sonbahar ve kış kabul günleriyle doluydu; yaz gezintilerle geçerdi... bütün hayat, tembel ve rahat bir uyku idi. gururumu da nelerde kullandım? ünlü bir terziye elbise ısmarlamakta; tanınmış aileler içine kabul edilmekte; prens p.’nin elini sıkmakta... gurur hayatın tuzudur derler; gururum nereye gitti? ya ben yaşadığım hayatı anlayamadım, ya da bu hayatın hiçbir değeri yoktu. daha iyisini de bulamadım, göremedim, kimse göstermedi. sen bir gelip, bir kayboluyordun, kuyruklu yıldız gibi; bense her şeyi unutuyordum, ağır ağır, sönüyordum.
-----------------------------ağlantı----------------------------

korkuyu beklerken

emma the gold one
-----------------------------ağlantı----------------------------
düşlemeyi bıraktım.. bağırmayı da.. ağlamayı da bıraktım.. sigarayı bırakamadım.. okumayı bıraktım.. düşünmeyi bırakamadım ..

uyumayı unuttum, yıkanmayı, kedilerimi sevmeyi, yemek yemeyi de.. zaten mutfak leş gibi, izmaritlerle dolu tabaklar, saçlarımı kazıttım.. kimseyle konuşacak bir şeyim kalmadı.. bekliyorum...

yolum düşmüyor artık deniz kenarına kaç zamandır martıların seslerini de unuttum üstümde bir gece öncesinden kusmuk lekeleri bulunan eski hırkayı giymek de rahatsız etmiyor artık bunları benden nefret et diye yazmıyorum ama istersen edebilirsin buruşmuş kağıtlarla dolu çalışma odam(ız) o çok istediğin(miz) cam kapaklı kitaplığın camları kırılmış ayağıma batınca farkettim tarçın beni görünce korkuyor eskiden eve gelince kucağıma çıkar beni teselli ederdi balkon penceresine ekmek kırıntısı koymadığım için kuşlar da yok artık

"şu sigarayı bırak artık" diyordun ya bana, ben de bırakabileceğim halde bırakmıyordum. senin benim için üzülüyor olmana içten içe sevindiğimden.. "ben ölürsem üzülür müsün?" dediğimde "saçma saçma konuşma allah aşkına" deyip beni hafifçe itelediğinde, ben içten içe gülüyordum. gece uykunda dönüp bana sımsıkı sarıldığında, hani ben hafifçe kaçmak isterken -ki sen uykunda bile- beni tutardın ya, ben içten içe sıcacık...

sokağa çıkmak arkadaşlarla buluşmak konuşmak içmek bunların hepsini unuttum telefonumu kapattım sonra da kaybettim zaten kaybolması iyi oldu aslında akşam olunca sıkılıyorum biraz zaten uyumadığımdan sokakta sesler azalınca sanki hava da temizleniyor herşey çekilince köpekler bazen hiç susmuyor bazen kediler atışıyorlar

"aslında her şey çok başka olurdu.. biraz çaba gösterseydin" demiştin ya bana -üzüntülü- hani hiç sesimi çıkarmamış ve pencereye dönmüştüm.. kapı sesiyle saç tellerime kadar biriken ağrıyı atmak istercesine haykırarak.. her neyse.. ben beklemeye devam ediyorum, senin burada kalman doğru olmazdı zaten.. hoşçakal diyememiştim ya sana,

hoşçakal...

-----------------------------ağlantı----------------------------

aklı kit

emma the gold one
bizon murat’ın sesinden dinlenesi, aklı kıt adamla ayarmatör dervişin hikayesi.

aklı kıt bir adam vardı
ovada bir dervişe rastladı
dedi ki ’’ey derviş!
ne haldesin ne yapıyorsun’’
’’daracık dünyada
şu daracık dünayda sıkışıp kaldım! ’’

"adam dedi, sözün doğru değil,
şu koca ova dar olur mu hiç?’’
’’eğer şu koca ova dar olmasaydı hiç,
nerden nasıl çatardın bize? "

işte böyleee... dünya daracık bir yerdir, çarpışıp duruyoruz onla bunla.

(bkz: siya siyabend)

fade out taki bizonsal sayıklamaları da yazayım;

aklı kıt adam nedendir, akıllandı mı nedir dedi ’’ derviş dokunma bize, bizi çakmışlar köklerimiz çok derinde biz, biz burda rüzgâr gülüyüz...’’

castle

emma the gold one
abc’nin pek güzel polisiye dizisi- diziport’tan izliyorum haftaları beklemiyorum, freş.

castle adlı pek fırlama polisiye yazarının, cinayet masası dedektiflerine birtakım cinayetlerde yardımcı olması üzerine gelişiyor. cinayetler süper, castle süper.
6 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol