temel,dursun ve iki çırak küçük bir imalathanede 3-5 yıldır çalışıyorlar. sabah patronla iş yerine gelip akşam 21.00 de hep birlikte işten çıkyorlarmış. fakat son bir aydır patron öğleden sonra 5 cıvarları iş yerinden ayrılıyormuş ve ertesi sabah geliyormuş. yine patonun erken çıktığı bir gün temel dursuna demişki - nasılsa patron gelmez bizde iş yerini kapatalım kahveye okey oynamaya gidelim demiş. dursunda - tamam demiş kapatmışlar çıkmışlar. kahveye giderken temel eve uğrayayımda ceketimi alayım kahveye gelirim demiş. temel evin kapısını açmış ceketetini alırken yatak odasından sesler geldiğini duyar kapıyı yavaşca aralar ne görsün patronla kendi karısı sevişiyorlar. ses çıkarmadan hemen evden çıkar koşarak kahveye gider. dursuna - eyvah az daha patrona yakalanacaktım, patron bizim evdeymiş.
insanı ta derinden carpan tek ickidir. nedeni basit, icilen aslında üzümün gozya$larıdır..
yazanların " bu sozluk tutacak kanımca " dusuncesinde odukları şey, sozlukmus.
akp iktidarının hazırladığı ve zorla dayattığı, güya demokrasi özgürlük eşitlik gelecekmiş, bu anayasayı mucadele etme dayanma azim devrimcilik olarak niteleyenlerin sloganı.
artık yavas yavas futbol hayatından çekilmesinin gerektiği sinyallerini veren,milli takımdaki kötü performansıyla başı taşlara vurduran ve dünkü ıslıklanmayla da taraftarının gozunde kotasını dolduran futbolcu. her ne kadar euro 2008de iyi iş çıkardı gibi laflar dolansada etrafta bunu futbolculuguna değil şansına borcludur.
annelerin cocuklarına kaka o kaka demesine sebep olan davranıs. hayır nesi yanlıstır anlasılmaz cocuk psikolojinde bu cocugun bu davranısı yapmasının nedeni anne babadır o halde azarı yiyen neden kucuklerdir.
genelde sadece dostoyevski olarak bilinen ve diger iki adının bilinme oranının %0.01 olan tapılası yazar.
seks düşünemediği anı düşünürken.
melekler korusun adlı bir dizideki sorunlu kızlardan biri.
girene ödül var mı sorusunu akla getiren entry.
terentius, "onunla her şeyi paylaşmak zevkinden mahrum kalınca, hiçbir zevki tatmamaya karar verdim" demiş, yitirdiği bir dostunun ardından.
nasıl bir insandan bahseder terentius?
karşısında zavallı gibi görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil zenginleştirmeye çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan biri midir yitirilen? sabahın 3ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır? terentiusun acısını bu şekilde dillendiren?
nedenlerini merak etse de, göz yaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükunetle dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek kadar cömert ve yürekli insanlar mıdır dost diye seçtiklerimiz?
sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kafi gelen insanlara mı dostum deriz?
başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karşımızdaki uykulu sese "kulaklarına inanamayacaksın!" diye bağırdığımızda, "sabahı bekleyemez miydin?" demeyen biri midir gerçek bir dost?
güzel bir film izlediğimizde, keşke o da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz bir kitaptan bahsedebildigimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?
konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız yalnızlığımız mıdır dost dediğimiz insanlar?
ne bileyim, aynı fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar mıdır dost payesi verdiklerimiz?
tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi saşırtan kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?
aristo haklı mıdır; "dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır" derken ve terentius, başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yaşını mı tutmaktadır?
paylaştığı her şeye ölüm de mi dahildir?
acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir?
ya biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde, sahip miyiz gerçek bir dosta?
ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda?
yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz insanı kendimizden?
ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz?
iş işten geçmeden önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği için...
(bkz: can dündar)
(bkz: can dündarın inkar ettiği yazılarından biri)
nasıl bir insandan bahseder terentius?
karşısında zavallı gibi görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil zenginleştirmeye çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan biri midir yitirilen? sabahın 3ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır? terentiusun acısını bu şekilde dillendiren?
nedenlerini merak etse de, göz yaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükunetle dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek kadar cömert ve yürekli insanlar mıdır dost diye seçtiklerimiz?
sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kafi gelen insanlara mı dostum deriz?
başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karşımızdaki uykulu sese "kulaklarına inanamayacaksın!" diye bağırdığımızda, "sabahı bekleyemez miydin?" demeyen biri midir gerçek bir dost?
güzel bir film izlediğimizde, keşke o da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz bir kitaptan bahsedebildigimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?
konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız yalnızlığımız mıdır dost dediğimiz insanlar?
ne bileyim, aynı fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar mıdır dost payesi verdiklerimiz?
tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi saşırtan kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?
aristo haklı mıdır; "dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır" derken ve terentius, başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yaşını mı tutmaktadır?
paylaştığı her şeye ölüm de mi dahildir?
acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir?
ya biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde, sahip miyiz gerçek bir dosta?
ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda?
yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz insanı kendimizden?
ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz?
iş işten geçmeden önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği için...
(bkz: can dündar)
(bkz: can dündarın inkar ettiği yazılarından biri)
hem slow hem hareketli bir sarkı izlenimi veren reinada 2 saat 6 kere calınan sarkı.
marmara sozluk. kesin kazanacagım gozuyle baktıgım icin hemen yazmaya baslamıstım kısmet burasıymıs.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?