confessions

cremaster

- Yazar -

  1. toplam entry 910
  2. takipçi 1
  3. puan 20118

koltuk altı kili

cremaster
itf endokrinoloji polikliniğinde çalıştığım dönemde şahit olduğum kadarıyla ergenliği bitirme sınırına gelmiş ve dahi bu sınırı geçmiş pek çok kızımızın almadığı, almaya üşendiği kıllar.

beni asıl şaşırtan bu hanım kızlarımızın geldikleri bu muayeneye yabancı olmadıkları ve her geldiklerinde puberte evrelemesi(koltuk altı kıllanması, meme gelişmesi ve pubik kıllanmayla yapılan bir değerlendirme) yapıldığını bilmeleri.buna rağmendir ki saçımdan uzun koltuk altı kıllarını almadan doktor kontrolüne geliyor olmaları beni derin düşüncelere sevketmektedir.

tamam erkek nüfusunun da pek iç açıcı temizlik alışkanlıkları yoktu ama kızları böyle görmek beni mahvetti.

19 eylül 2007 fenerbahçe inter maçı

cremaster
ideal defans hattından hiçbir futbolcuyu sahaya süremeyen inter’in solari’nin etkisiz oyunu, defansta görev alan rivas ve samuel’in ne yapacağını bilemez halleri ile rahatça kazandığı maç.

samuel, rivas ve özellikle de solari bundan sonra o formayı zor sırtlarına geçirirler.materazzi, cordoba ve burdisso geri dönüp takımdaki yerlerini aldıklarında ligde ve avrupa kupalarında daha sağlam ve etkili bir inter seyredeceğiz.bir de mancini şu anlamsız suazo ısrarından vazgeçip crespo’yu zlatan’ın yanına koyarsa kimse inter’in önünde duramaz.

not:fb düşmanı değil fc internazionale taraftarıyım.

19 eylül 2007 fenerbahçe inter maçı

cremaster
adının arkasına çirkef yazıl(a)mayacak ender futbol takımlarından olan inter’in kazansa da kaybetse de efendiliğinden ödün vermeyeceği maç.

inter hakkında en ufak bir bilgisi olmadan futbolcularının çirkeflik yapacağını iddia etmek, kendini buna göre koşullandırmak beslenmiş, büyütülmüş önyargıların dışavurumudur.

inter milano şehrinin diğer takımına benzemez.efendi takımdır, şikeyle falan da işi olmaz...

wesley sneijder

cremaster
la liga’ya harika bir başlangıç yapan hollandalı orta saha oyuncusu:iki maçta 3 gol.devamını bekliyoruz kendisinden.

edit:3 maçta dört gol yaptı wesley.bu akşam oynanacak vallodolid maçında da real madrid’in en büyük kozu olacak.bakalım nasıl bir performans sergileyecek.

real madrid

cremaster
futbolda başarı kazanmış takım/kişileri sevmeyen şovenistlere ithaf edilmiş enfes bir yazı(kaynak aceto balsemico):
yataktan kalk, dişlerini fırçalarken tekrarla: “futbol asla sadece futbol değildir” unutma gün içinde en az 20 kere daha söylemek zorundasın. kahveni iç ama filtre olsun. fotomaç ve fanatik okuma. fatih terim’den nefret ettiğini hiç unutma. sen ersun yanal’cısın. hem onun laptop’u var. olsun bugünlerde lig tv yorumcusu ama dert etme. "aykut kocaman büyük adam" demeden evden çıkma. gittiği her takım harabeye dönüyor ama aldırma. avrupa’daki takımların neler yapmış haftasonu, internetten takip et. ispanya’da barcelona di mi? pis franco, kaka real madrid. yoksa biraz sevilla modası mı var ne? puerta’yı öğle yemeğinde house cafe’de an mutlaka. foe’yi de hatırlat ama. ingiltere’de işler nasıl? liverpool ’lusun öyle değil mi? rafael benitez’e “rafa” diye hitap et, tanıdık sansınlar. manchester united’dan nefret et ama alex ferguson’un istikrarı üzerine arada bir laf sıkıştır. nerde o güzelim yeşil beyaz formalarıyla saint etienne? o.lyon’u da seversin ama. paul le guen iyi hocaydı hani ne oldu ona? başına ağrı girdi di mi? aman aman almanya, illa ki st. pauli. bak bu olmazsa olmaz. schalke 04 de fena değildir. kömürcüler, demirciler, emekçiler gider bu böyle... jose mourinho’yu pas geçtik bak, ilahtır o ilah ama oligarkları sevmezsin sen. chelski demek lazım. abramovich’e güvenmezsin zaten. ingiltere 1. liginden illa ki bir takım belle kendine. eskilerdenim, britanya gördüm hesabı olsun. guardian oku. simon kuper’in üzerine futbol yazarı var mı ki zaten! günde iki kere “ben bir futbol dilencisiyim”diye fısılda, eduardo galeano’yu hatırla. galeyena gelme ama. aek eski istanbulludur, olympiakos’dan nefret et. porto’yu da seversin sen, mourinho hatırasıdır. lazio, inter, milan ile işin olmaz. sen livorno ’lusun. 2 haftada bak 9 gol yemişler, şereflerine bir duble rakı iç, lucarelli neden luce ’nin takımına gittiyi meze yap. luce demişken, onu nasıl unutabilirsin ki? aziz yıldırım’ı zaten hiçbir zaman sevmedin. stadlar da eskisi gibi yarı yarıya olsun değil mi? endüstriyel futboldan nefret edersin ama gizliden gizliye futbol ekonomisi de okursun işte. tribün dergisi var mı arşivinde? islam çupi’nin adının geçtiği cümlelerde lütfen "islam baba" demeyi unutma. pink floyd dinlerdin zaten, oasis mi dinliyorsun şimdi? hıncal uluç ’u da sevmezsin ama -haşmet babaoğlu romantik adamdır seversin- 90 dakika’yı kaçırmazsın işte. ronaldinho ’nun yeteneğini kabul eder ama sevmezsin. sen messi’cisin. maradona ilahındı ama çok bozdu kendini. castro’nun yanında gördüğünde gülümsedin ama değil mi?. castro demişken hugo chavez ve futbolu aynı cümle içinde kullan ayda bir, eksilirsin. hollanda futbolunu da takip edersin ama geçmişinden söz edersin. rinus michel demelisin, total football, hiç seyretmedin ama olsun, namın yürüsün. ersun yanal sevdasına; yürü vestel manisaspor dedin ama evdeki elektronik ya panasonic ya sony’idi. o da olmadı işte. istanbul büyükşehir’i desteklemek istiyorsun ama baskın oran’a oy verdin, olmaz işte. yoksa abdullah hocayı da çok tutarsın. tanju çolak ve hakan şükür ’e yer yoktur kalbinde. metin kurt ’tan bahsetsene, ya da bülent ’in kopenhag’da çıkan kolundan. metin-ali-feyyaz üçü de üniversite mezunuydu, rıza da dört ciğerliydi, of aman nostalji işte. oğuz-aykut dedim bak sen şimdi rakıyı tazelersin. katalan halkını bir de basklar’ı yere göğe sığdıramazsın. boca garibanın takımıydı, onu da pas geçmeyesin. alaçatı’ya gitmedim deme yediremezsin. eskiden gümüşlük’lüsün ama. beyoğlu’nda yer içersin, ocakbaşına gidersin onu da çok zaman gizlersin. sakarya, bursa ve eskişehir, süper lig’de her zaman olmalı -tribünü iyidir- öyle değil mi? bahisi sevmezsin ama gizli gizli oynarsın. eto’o adamındır, cannavaro da belki. henry de, john terry de. inzaghi ’den, totti ’den, fabio capello ’dan nefret edersin...

peki sen kimsin? kimin karbon kopya suretisin.
gece klişelerini sök de yat, yoksa kabus görürsün.
bir bakmışsın futbol sadece futbolmuş.
sen asla sen değilmişsin...

2 eylül 2007 villareal real madrid maçı

cremaster
real madrid real madrid gibi oynadı.takımda topla hızlanabilen, adam gibi paslar atabilen oyuncuların varlığı farkı yaratan temel öğeydi bence.

uzun süre sonra(geçen seneki şampiyonluk dahil) biz madridistaların yeniden heyecanlanmasına los galacticos ruhunun yeniden yeşermesine kaynaklık eden maç.umarım bundan sonra böyle devam eder de tarih sahnesi gerçek efsaneyi yazmaya devam eder.

engin ardıç

cremaster
20.08.2007 tarihinde engin ardıç yazıyor:

allah iyiliğini versin necati!

konuşma necati, konuştukça batıyorsun...

sen tatile gitmemiş miydin yahu, ne geldin buralara?

ayvalık’a takılsana, seçimde madara olan herkes orada... nihat’ın meyhanesi ağlama duvarına döndü.

kaç gündür, “devrimciliği temsil eden güçlü cumhurbaşkanlığı makamıyla”, “halkın daha çok demokrasi ve daha çok tüketim arzusunu temsil eden güçlü başbakanlık makamı” arasındaki dengenin bozulduğunu yazıyorsun. bu denge seksen yıl önce kurulmuş. atatürk, ben devrimciyim, başbakan da halkın arzularını dile getirsin demiş.

sonra da, halkın sesi fethi okyar’ı görevden alıvermiş.

bugüne kadar, daha doğrusu abdullah gül’ün seçileceği güne kadar, türkiye cumhuriyeti’nin bütün cumhurbaşkanları “güçlü laik ve devrimci” kişilermiş. bu bir nehirmiş, bu bir nehir suyunda derin bir dip akıntısıymış.

örneğin memleketi altı yıl kaskatı bir faşizmle, dört yıl da daha yumuşatılmış bir diktayla idare eden milli şef ismet inönü, devrimciymiş.

fakat daha önce başbakanlığı sırasında da “daha çok demokrasi ve daha çok tüketim arzusunu” temsil ediyormuş, öyle de zıt bir nehir varmış ya... başbakan olduğu sürece tüketimci, çankaya’ya çıkınca birdenbire devrimci.

çünkü tüketim devrime aykırıdır arkadaşlar! halkın arzuları da devrime aykırıdır!

bu çankaya’da ne varsa, insanı devrimci ediveriyor. örneğin darbeden yirmi dört gün önce menderes’e “emrinizdeyim muhterem başvekilim” gibilerden bir mektup yazan ve darbe sabahı izmir’deki yazlık evinden uykulu uykulu neredeyse pijamasıyla derdest edilip uçağa bindirilen ve ankara’ya götürülüp cuntanın başına geçirilen cemal gürsel, say ki fidel castro mübarek!

ister misin abdullah gül de havaya girsin de önümüzdeki hafta hayrünnisa hanım’ın türbanını caart diye patiska yırtar gibi yırtıversin!

cevdet sunay... haa, bak o çok devrimciydi rahmetli. o kadar devrimciydi ki, hızını alamayıp bir de silahlı kuvvetler birliği kurmuştu, iç hizmet talimatnamesinde ara ki bulasın...

ama hiçkimse devrimcilikte fahri korutürk’ün eline su dökemez.

çünkü eşi çok güzel resim yapardı. islam’da suret tasviri yasaktır, bu bakımdan.

bu çankaya’nın havasında suyunda ne varsa, insanı fırçaya ve yağlıboyaya yöneltiyor galiba... kenan evren bile picasso’nun tablolarına bakıp bakıp “bu da bir şey mi, bunu ben de yaparım” demişti.

zorunlu din dersi koyan ve imam-hatip okullarını, yani meslek liselerini diğer liselerle bir tutan adam, klasik bir ataürk devrimcisiydi vallahi.

(laf aramızda, atatürk ilkeleri arasında “askerin politikaya karışması” var mıydı yahu? ben tersini hatırlıyorum da...)

ister misin abdullah gül de keçi sakal bırakıp ya da kafayı kazıtıp... fakat o herhalde figüratif değil soyut takılır, jackson pollock tarzı... hem suret yok, hem de amerikan etkisi var, yeni dünya resim düzeni...

nehrin dip akıntısı doğrultusunda celal bayar devrimciydi de, devrimci adamı neden devirdiniz yahu? inönü’yü dört yıl daha tüketimci başbakan yapmak için mi?

fakat en tüketimci ve de tüketici başbakanlarımız da suat hayri ürgüplü, nihat erim, ferit melen, naim talu, sadi irmak ve de bülend ulusu olmuşlardır ha... hepsini de halk seçmişti.

refik saydam, hasan saka, recep peker, şükrü saracoğlu, şemsettin günaltay da senin tanımınla “halkın demokrasi arzusunu temsil ederlermiş” ama ben bilemem, yaşım tutmaz.

vallahi haklısın, demirel başbakanlığı süresince nasıl demokrat ve tüketimciydi de cumhurbaşkanı olur olmaz nasıl zırt diye yüz seksen derece dönmüştü...

fakat turgut özal neciydi yahu, hem tüketimci hem demokrat ama hem de cumhurbaşkanı olmuştu... tüketimciliğe ihanet mi etmişti?

necati, sen de halka sorsana: sayın müşterilerim, şu derin dip akıntılı devrim nehrinde kürek çekmeyi bırakayım mı, yoksa bırakacakmış ayağına yatıp enayilik etmeyeyim, kayıkçılığı sürdüreyim mi?

şimdi moda o da, o bakımdan vay vay vay.



22.08.2007de necati doğru cevap verir gibi oluyor:

allah sana da akıl versin!

hayatları boyunca dini siyasete alet etmişler son seçimlerde çok yüksek oy alınca sen de hemen rüzgâra uydun, allah’ı kaleminden düşürmüyor, “allah iyiliğini versin necati” diye yazılar döktürüyorsun. seviyeli olsa başımın üstünde. seviyeyi düşürmeyi, vasatın altına inmeyi karakterin ve yazı üslubun haline getirip, bizim de senin düzeysizliğine düşmemizi bekliyorsun.

sonra da deliriyorsun.

bekir çoşkun’a kızıyorsun.

necati doğru’ya kinleniyorsun.

sana cevap vermiyorlar, seni okunabilir bir yazar ve üzerinde kalem oynatılabilir bir kimlikte, kişilikte görmüyorlar diye başlıyorsun küfür etmeye.

kaşalotlar.

geri zekâlılar.

düdük makarnaları.

öküzler.

kemalist yeteneksizler.

allah sana akıl fikir versin. bu düzeysizliğin nesine cevap verelim. durmadan da böbürleniyor, kibirleniyor, “ben bu memlekette doğacak adam mıydım, fransız gazetelerinde fransızca, ingiliz gazetelerinde ingilizce günlük makale bile yazacak çaptayım” diye kendi kendini övüyor, bu ülkeye kem gözlerle bakıyor, türkleri cahil, kaba, zekâ yoksunu, 1923’te yaptıkları “kemalist devrimleri de bir çete hareketi” diye aşağılayarak “mütareke basınının” yaşayan son temsilcilerinden biri gibi duruyorsun.


***


bekir çoşkun’u, çok okunuyor diye kıskanıyor, “senin 12 kelimelik cümleyle anlatmaya çalıştığını bekir’in tek kelimelik cümle kurarak anlatabilme yeteneğiyle alay etmeye kalkışıyor,” kısa anlatımlı, süssüz kelimelerle fakat içi dolu yazı yazabilenlerle dalga geçiyor ve “bekir ile

beni işten atması için aklın sıra patronu dolduruşa getirmeye” çalışıyorsun.

gerçekten aklın yok.

biz işsiz kalmayız.

bir gazeteden atılırız.

başka gazeteye çağırılırız.

ben yüzde yüz eminim: bekir senin yazdığın gazeteye gelmeyi kabul etse ve senin düzeysizliğine inip, “sizde yazarım ama engin ardıç’ı işten atacaksınız” dese, seni atarlar.

çünkü bekir yazar.

sen yazar değilsin.

sen rol yapıyorsun.

bekir samimi, gerçek.

“göbeğini kaşıyan adam” diye yazarken de samimi ve bu onun halkı çok sevdiğini gösteriyor. sen “bekir gazeteden atılsın” diye yazıyorsun, başbakan da “bekir ya abdullah’ı cumhurbaşkanı kabul etsin ya da türkiye’yi terk etsin” diye demeç veriyor. demokrat olmak konusunda düştüğün düzeyi görebiliyor musun?


***


emin çölaşan’ın köşesini elinden aldılar, köşesi olmayan bir yazara bile “vay... vay... vay...” diye son yazısının başlığıyla göndermeler yapıp, “ankara gazetecisi, kemalist, genelkurmay basın toplantısı yazarı” diye ağzından tükürükler saçarak saldırıyorsun. senin beğenmediğin emin, gazetesinden atıldığı gün senin gazetenin genel yayın müdürü serdar turgut, tv’de “emin çölaşan bizde yazabilir” diye çağırı yaptı.

vicdanın mühürlenmiş.

bekleyemez misin?

adam bir gazetede yazmaya başlasın. sana cevap verebilecek imkânı olsun. ama sen hep böyle yapıyor; “ya ölenlerin ya da köşesi elinden alınmışların arkasından” bol küfürlü, kin dolu, nefret saçan, içeriği boş, şahsileştirilmiş yazılar yazıyorsun.


***


okuduğunu da anlamıyorsun.

benim son yazıları da anlamamışsın. bir yığın isim sayarak ve onların iktidar için yaptığı kavgaları kanıt gösterip arkasına saklanarak; “mustafa kemal ve ilkelerine” dudak bükme rolü yapıyorsun. kemalist rüzgârlar yükselirken kitap yazıp atatürk’ü övmüştün. solcu rüzgârlar yükselirken solcu olmuştun, şimdi de “islamcı liberal rüzgârlara” yelken açmaktasın. ben diyorum ki; “türkiye cumhuriyeti’nin kurucu babaları yani mustafa kemal ve ilkeleri; devrimcilik, laiklik, demokrasi ve halkçılığı birlikte aynı nehir içinde akan dalgalar olarak” kabul ettiler ve cumhuriyeti öyle kurdular. bunun en somut göstergesi, cumhuriyet nehrindeki demokrasi dalgasını arkalarına alarak “hayatlarını laikliğe karşı olmak üzerine kurmuş tayyip erdoğan’ın başbakan, abdullah gül’ün de cumhurbaşkanı” olabilmesidir. bu iki politikacı, siyasi hayatları boyunca mustafa kemal’i “beton mustafa” diye aşağıladılar, şimdi ise en keskin kemalist oldular. niçin?

senin fikrin ne?

nasıl açıklıyorsun?

fikrin varsa yaz.

küfür etmeden.

düzeyli...


ardından hemen bir gün sonrasında engin ardıç o kendine has uslubuyla lafı yerine koyuyor ve bize sadece eğlenmek düşüyor:

vazgeçtim allah iyiliğini vermesin necati

hayatında herhalde allah kelimesini ağzına hiç almamış olan çok ilerici necati doğru, benim “allah iyiliğini versin” şeklindeki son derece masum dileğimi “dini siyasete alet edenlerin rüzgârına uymak” şeklinde yorumlamış.

bu kafada gidenlerin niçin hayatları boyunca iktidara gelemeyeceklerini dönüp dönüp anlatıyorum, bu sefer de aklımın ve fikrimin olmadığını söylüyor.

gülüp geçecektim, “sen yazar değilsin” gibi parlak yargılarına...

ancak, benim “bekir ile necati’nin işten atılmalarını istediğimi ve bu amaçla patronu dolduruşa getirmeye çalıştığımı” söyleyince dayanamadım.

ben böyle bir şerefsizlik etmedim, etmem necati. kaldı ki senin patronun da böyle bir dolduruşa gelecek kadar eşek değildir.

ama senin bu yaptığına iftira mı, haksızlık mı, gaddarlık mı, alçaklık mı, adilik mi denir, adını kendin koy.

yoksa, seçimde madara olmanın ve bunun yüzüne vurulmasının getirdiği buruk öfke mi, bilemem.

necati, benim kalemimden “ben bu memlekette doğacak adam mıydım” cümlesi asla çıkmadı.

kimseye kinlenmedim, niçin kinleneyim? şöhretlerini mi kıskanacağım, kazandıkları parayı mı? bu ikisinden bende bolca var necati, ben kıskançlık bilmem. yalnızca senin gibilerle dalgamı geçtim, geçerim, işim bu. çünkü geçilecek işler yaptınız.

kimseyle polemik gayretinde değilim, senin deyiminle “beni okunabilir bir yazar olarak ve üzerinde kalem oynatılabilir kimlikte ve kişilikte” görüp görmemeleri de onların sorunudur, benim değil. gören yüzbinlerce kişi var, bana yeter.

fakat... “bekir gazeteden atılsın” demişim... oha be necati, oha, mine’nin deyimiyle!...

nasıl bu kadar çarpıtabilir, saptırabilirsin necati, nasıl? aklım almıyor, ağzım açık kalıyor.

necati, yalan yazıyorsun. birçok konuda.

sen, yalancısın. sen makbul bir adam değilsin. sen iyi bir insan değilsin.

üstelik, “bekir’in ‘göbeğini kaşıyan adam’ demesi halkı çok sevdiğini gösterir” derken de, komiksin.

üstüne üstlük, “türkiye cumhuriyeti’nin kurucu babaları devrimcilik, laiklik, demokrasi ve halkçılığı aynı nehir içinde akan dalgalar olarak kabul ettiler” dediğinde ya zır cahilsin, ya da hep yaptığın gibi amigoluk ediyorsun. onlara demokrat demen ya bilgisiz ya da art niyetli olduğunu gösterir. öyle de böyle de, yalan ve yanlış yazıyorsun.

necati... bekir coşkun da, emin çölaşan da buyursunlar, akşam gazetesi’nde yazsınlar, ben gocunmam. bu gazeteye kimin gelip kimin gittiği beni hiç ilgilendirmez, serdar turgut’un bileceği iştir, benim değil. gelsinler, yanyana yazalım, benim ak dediğime onlar kara desinler.

istersen sen de gel... bozulmam. vallahi ağzımı açmam. (bak, “vallahi” dedim, dincilere yağ çektim.)

ama sözümü geri alıyorum, allah iyiliğini vermesin necati.

sadece müstahakını versin.
19 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol