tabii ki nihal atsızın bolca kullandığı bir söz olduğu için ve günümüzde de atsızı örnek aldıklarını söyleyen bir sürü akıl-erdemden yoksun insan topluluğunun çeşitli forumlarda insanlık dışı yazılarını okuma olanağına sahip olduğumuz için bu düşünce bir yere kadar açıklanabilir. çünkü düşünce şudur muhtemelen: "eğer bu adamlar her yerde tanrı türkü korusun diyorlarsa, kesin bir terslik vardır." ve dolayısıyla ırkçılara hitap eden bir cümle olarak hafızalarda yer edinmiştir.
bir de bu konuya bakış açısına göre, cümlenin algılama şekli de değişebiliyor. türk kelimesi bir ırk olduğu gibi aynı zamanda türklük de türkiyede yaşayan insanların ortak değeridir.
ve şu da çok önemli bir konudur ki, eğer kafamızı anti-ırkçı bir seviyede sürekli uyarılmaya hazır bir şekilde hazır bulunduruyorsak , tarihte söylenmiş birçok şeyin ırkçılık kavramına yakın olduğu konusunda da kendimizi ikna edebiliriz. çünkü çok ince bir kavram ve şu zamanda küçük bir söz bile ırkçılığa uzanabiliyor.
tanrı türkü korusun cümlesi, ülkenin ırkçı kesiminin sloganı olmasaydı galiba bu kadar üzerinde durulmazdı. ya da böylesine bir tepkiyle karşılanmazdı.
yüce önderimiz atatürk, türk ve türklük kavramı üzerinde çok defa durmuştur. mesela atatürkün "muhtaç olduğun kudret damalarındaki asil kanda mevcuttur" sözü, nasıl oluyor da ırkçı bir söz olarak algılanmıyor bazı çevrelerce onu da anlamak mümkün değil. sebebi de şu: anti-ırkçı uyarıcı sistemi burada "türkün kanının asil" olduğunun söylendiğini göremiyor mu? türkün kanı asildir de diğerlerinin ki değil midir? türkün kanının diğerlerinden ne farkı vardır da asil oluyor? öyleyse "tanrı türkü korusun" sözüne bir dolu laf eden kişilerden bunun da açıklamasını bekliyorum. ancak "ne mutlu türküm diyene" sözünü bile başka tarafa çeken sözde anti-ırkçı, ideolojiyi hayat meselesi olarak kavramış, mide bulandırıcı şekilde kavramlara boğulmuş boş teneke sesinden farkı olmayan kesimin buna da kendi içlerinde çelişkiye düştüklerinin farkında olmadan cevap yetiştireceğinden eminim.
tanrı türkü korusun sözü bana göre "tanrı ülkemizi korusun" sözüyle eşdeğerdir. ırkçı kişilerin sloganı olmuş diye bu cümleye önyargıyla bakmıyorum. zira kafaları bulanık o ırkçılar, sitelerinde önderlerinin atatürk olduğunu bile söylüyorlar, ne alakaysa, bu insanlar atatürkü bile kavrayamamış bir algılama düzeyine sahipler. tanrı türkü korusun sözünü de ne şekilde algıladıkları şüpheli.
(bkz: god save the queen)
özellikle slashin elektro gitar performansıyla ön plana çıkmış afdnin en bilindik, gnrın da en özel aşk parçalarından biridir. ödül kazanmış güzel bir klibi de mevcuttur.
ilgi çekmek amacıyla alakasız bir başlık kullanılarak ortaya atılmış haber. kimi zaman medyanın bu yönünü çok iyi bilen ve eleştiren kişiler buna rağmen oltaya düşerler, gariptir. bu noktada türk tarih kurumu başkanı yusuf halaçoğlu gibi değerli bir insana çeşitli yakışıksız ithamlarda bulunmak da çirkin bir davranıştır. ama alışmışız bir kere basında çıkan bir kelimenin ardından hemen okları doğrultmaya, hem de bilgimizin olmadığı konularda. hem basının dürüst olmadığından dert yanarız hem de abartı başlıkların kullanıldığı haberleri ciddiye alırız. yusuf halaçoğlu "türkiyede kürt yoktur" diyecek bir bilim adamı mıdır, önce bunun farkına varmak lazım, buna inanan insanlar çok saf olmalı.
sonrasında yaşanan günler boyunca artık hayatın hiçbir zaman eskisi gibi olamayacağını çok keskin bir görüntüyle çoğumuzun içine işleten depremdi, ama eskiye de döndük, ve hatta unutabildik... sözlüğe girmesem belki bu gece hiç aklıma gelmeyecekti. bu depremle ilgili aklımda kalan bazı şeyler var. belki alakasız olacak ama yazmak istiyorum.
deprem gecesi adapazarındaydım ve eğer evdekilerin çığlıkları olmasaydı, beni uyandırmayı başaramayan o müthiş uğultuya rağmen uyumaya devam edecektim galiba. aslında kapı sesine bile dayanamayıp uyanabilen bünyemin böyle bir gürültüye nasıl oldu da dayanabildiğini ben de anlayamadım, bu durumu kafama da takmadım. o gece dışarı çıkınca mahalledeki herkesin aynı anda yüzlerinden okunması kolay olan o korkuyla birlikte dışarı çıktıklarını görünce olayın dehşet boyutunu az da olsa anlamıştım, çünkü depremi hissetmemiştim ve olayın tam olarak farkında değildim.
daha önce hiç başörtüsü takarken görmediğim bazı kadınlar nedense başörtüsü takmışlardı. herkesin ağzında "allah" lafı geçiyordu. gecenin ilerleyen saatlerinde gerçekleşen artçı şoklarla birlikte daha önceden hiç duymadığım duaları birlikte olduğumuz mahalle ahalisinden duyma şansına sahip oldum. ama herkes daha çok, sanki ortak bir karar alınmış gibi tekbir getiriyordu.
aynı mahallede oturduğumuz halde daha önceden hiçbir şekilde muabbetimin olmadığı insanlarla aynı ortamı -ve hatta yatağı- paylaştık. bu afet olayı, insanların birbirlerine nasıl muhtaç olduklarını o anda bana hissettirdi. çünkü herkes kalabalıkta bulunma ihtiyacı duyuyordu.
sabah olunca ankaradan gelen otobüslerin ekmek dağıtması bizi ne kadar da sevindirmişti. çeşitli illerleden birçok yardım geliyordu bizim çevreye. herkes ihtiyacı olanlara bir şekilde ulaşmaya çalışıyordu, bilemiyorum ama benim gördüğüm kadarıyla o zamanlarda kimse yalnız değil gibiydi.
daha sonra ertesi gün oldu, zaman yine ilerledi, haftalar geçti. insanların ağzından en çok çıkan kelime "bina" ve "fay hattı" olmuştu. binaların fiziki dayanımı ve toprağın jeolojik yapılarıyla ilgili birçok nutuk dinledik tabii. bu iki kelimeyi duymaktan bıkmıştım. bir araya gelen bir topluluk muhakkak ki deprem olayı ile ilgili bilgilerini diğerleriyle paylaşıyordu.
bir de o zamanlar evimizin 20 metre uzağında bulunan camiinin belli bir zamana kadar dolup taştığını hatırlıyorum. deprem korkusu insanları imana getirmişti, camii bile yetmiyordu, bir kısım imana gelen kişiler bahçede kılıyordu namazlarını. o zamanlar bu depremin allahın kullarına bir seslenmesi olduğunu söyleyen o kadar çok insan gördüm ki, bu manzara da bana bu yüzden hiç şaşırtıcı gelmemişti. mahallede dolaşırken gözümüze takılan bu görüntü de pek fazla devam etmedi ama, artçıların azalma miktarına oranla cemaatte de azalma görüldü.
zaman biraz daha ilerledi. çevrede yıkılan bazı binaların enkazları belli bir süre yerlerinde durmaya devam etti. sonrasında o yıkılmış anılar da yerlerinden süpürüldü. aylar sonra bu travma da etkisini kaybetmeye başladı. insanlar deprem harici şeylerden de konuşabildi. futbol yine en ateşli muhabbetlerde birinci sıraya yerleşmişti, bu çok sevindirici bir gelişmeydi. o zamanlar okuduğum bilim teknik dergisi her ay deprem hakkında farklı farklı makaleler yayımlakta ısrarcı davranıyordu. sonra onlar da bundan vazgeçtiler...
yavaş yavaş normale döndük, unutulmaz denilen o birkaç ay unutuldu gitti. geriye bazı hatılaralar kalmadı değil. ama dönüp bakınca bu acı afetin bize ne gibi tecrübeler kazandırdığı konusunda şüphelerim var:
insanlar depremin hala da doğal bir tabiat olayı olduğunu anlamamakta... onlara göre deprem olunca iman kuvvetlenmeli, yaratıcıya daha sıkı sarınılmalı, tekbir getirilmeli, dualar okunmalı. ne kadar ilginç. şimdi aradan geçen zaman sonrası değişen ne var? ev yaptırmak isteyen, yine bildiğini okumaya devam edip kendi mezarını kazmakta tereddüt etmiyor. çünkü bu konuda yeterli denetim yok. halbuki zamanında, ileride olabilecek bu gibi doğal afetleri düşünüp de ona göre tedbir alıp her şeyi uygun bir şekilde yapılandırsak ne de güzel olur.
deprem gecesi adapazarındaydım ve eğer evdekilerin çığlıkları olmasaydı, beni uyandırmayı başaramayan o müthiş uğultuya rağmen uyumaya devam edecektim galiba. aslında kapı sesine bile dayanamayıp uyanabilen bünyemin böyle bir gürültüye nasıl oldu da dayanabildiğini ben de anlayamadım, bu durumu kafama da takmadım. o gece dışarı çıkınca mahalledeki herkesin aynı anda yüzlerinden okunması kolay olan o korkuyla birlikte dışarı çıktıklarını görünce olayın dehşet boyutunu az da olsa anlamıştım, çünkü depremi hissetmemiştim ve olayın tam olarak farkında değildim.
daha önce hiç başörtüsü takarken görmediğim bazı kadınlar nedense başörtüsü takmışlardı. herkesin ağzında "allah" lafı geçiyordu. gecenin ilerleyen saatlerinde gerçekleşen artçı şoklarla birlikte daha önceden hiç duymadığım duaları birlikte olduğumuz mahalle ahalisinden duyma şansına sahip oldum. ama herkes daha çok, sanki ortak bir karar alınmış gibi tekbir getiriyordu.
aynı mahallede oturduğumuz halde daha önceden hiçbir şekilde muabbetimin olmadığı insanlarla aynı ortamı -ve hatta yatağı- paylaştık. bu afet olayı, insanların birbirlerine nasıl muhtaç olduklarını o anda bana hissettirdi. çünkü herkes kalabalıkta bulunma ihtiyacı duyuyordu.
sabah olunca ankaradan gelen otobüslerin ekmek dağıtması bizi ne kadar da sevindirmişti. çeşitli illerleden birçok yardım geliyordu bizim çevreye. herkes ihtiyacı olanlara bir şekilde ulaşmaya çalışıyordu, bilemiyorum ama benim gördüğüm kadarıyla o zamanlarda kimse yalnız değil gibiydi.
daha sonra ertesi gün oldu, zaman yine ilerledi, haftalar geçti. insanların ağzından en çok çıkan kelime "bina" ve "fay hattı" olmuştu. binaların fiziki dayanımı ve toprağın jeolojik yapılarıyla ilgili birçok nutuk dinledik tabii. bu iki kelimeyi duymaktan bıkmıştım. bir araya gelen bir topluluk muhakkak ki deprem olayı ile ilgili bilgilerini diğerleriyle paylaşıyordu.
bir de o zamanlar evimizin 20 metre uzağında bulunan camiinin belli bir zamana kadar dolup taştığını hatırlıyorum. deprem korkusu insanları imana getirmişti, camii bile yetmiyordu, bir kısım imana gelen kişiler bahçede kılıyordu namazlarını. o zamanlar bu depremin allahın kullarına bir seslenmesi olduğunu söyleyen o kadar çok insan gördüm ki, bu manzara da bana bu yüzden hiç şaşırtıcı gelmemişti. mahallede dolaşırken gözümüze takılan bu görüntü de pek fazla devam etmedi ama, artçıların azalma miktarına oranla cemaatte de azalma görüldü.
zaman biraz daha ilerledi. çevrede yıkılan bazı binaların enkazları belli bir süre yerlerinde durmaya devam etti. sonrasında o yıkılmış anılar da yerlerinden süpürüldü. aylar sonra bu travma da etkisini kaybetmeye başladı. insanlar deprem harici şeylerden de konuşabildi. futbol yine en ateşli muhabbetlerde birinci sıraya yerleşmişti, bu çok sevindirici bir gelişmeydi. o zamanlar okuduğum bilim teknik dergisi her ay deprem hakkında farklı farklı makaleler yayımlakta ısrarcı davranıyordu. sonra onlar da bundan vazgeçtiler...
yavaş yavaş normale döndük, unutulmaz denilen o birkaç ay unutuldu gitti. geriye bazı hatılaralar kalmadı değil. ama dönüp bakınca bu acı afetin bize ne gibi tecrübeler kazandırdığı konusunda şüphelerim var:
insanlar depremin hala da doğal bir tabiat olayı olduğunu anlamamakta... onlara göre deprem olunca iman kuvvetlenmeli, yaratıcıya daha sıkı sarınılmalı, tekbir getirilmeli, dualar okunmalı. ne kadar ilginç. şimdi aradan geçen zaman sonrası değişen ne var? ev yaptırmak isteyen, yine bildiğini okumaya devam edip kendi mezarını kazmakta tereddüt etmiyor. çünkü bu konuda yeterli denetim yok. halbuki zamanında, ileride olabilecek bu gibi doğal afetleri düşünüp de ona göre tedbir alıp her şeyi uygun bir şekilde yapılandırsak ne de güzel olur.
kendisi hakkında girdiğim ilk entryde okuduğunu çok iyi bir şekilde yorumlayabilen yazar, diye bir görüş belirttiğim değerli yazardır. şimdi ise düşüncelerini mükemmel tesirli bir anlam yoğunluğunda kelimelere dökebilen gerçek bir yazar olduğunu da eklemek istiyorum. o zamanlar önemli kitaplar hakkında yaptığı güzel ve dolgun yorumlar sayesinde dikkatimi çekmişti, işin tuhafı o ana kadar varlığından haberim bile yoktu. ve ardından yazdıklarını takip ettim, zevkle okudum. sonrasında sözlükte tanıştığım ilk kişi oldu kendisi. ortak buluşma noktamız olan edebiyat konusunda ürettiklerini benle paylaştı. çeşitli öykü ve deneme tarzı yazılarını okudum. bu sırada beni çok ama çok şaşırttı. çünkü bana göre bu yaşta bir insan, dünyanın sapmış yörüngesiyle böylesine ilgili olamazdı ve daha da önemlisi kendi düşüncelerini fikir anlamında bu derece etkili yazamazdı. kendisiyle tanıştığım iyi oldu, zira bu düşüncelerimin yersiz olduğunu gözüme soktu.ayrıca çok da özgün geldi gözüme, şiirlerini okudum, içinde aşk yoktu, klişe duyguların klişe ifadeleri de yoktu, yine dünyanın sapmış yörüngesi ve dengesini kaybetmiş insanların görüntüleri vardı, ve yine etkilendim... gerçek anlamda iyi bir yazardır, daha çok gençtir... yürüdüğü yol ise çok aydınlık...
queenin yaşça en küçük ve grup içindeki en sessiz, kendi halinde üyesidir. john deacon, diğer grup üyelerine göre daha az sayıda beste yapmışsa da onun şarkılarının hepsi queenin önemli hitleri arasına girmiştir. "i want to break free, another bites the dust, one year of love, youre my best friend, friend will be friens" eserleri bunlardan bazılarıdır.
john, herhangi bir queen albümünde kendi şarkısını okumayan tek üyedir. kendisini iyi bir şarkıcı olarak görmemiştir hiçbir zaman. konserlerde bile sakin duruşunu her zaman devam ettirmiştir, gözöünde olmaktan kaçınmıştır.
ayrıca john deacon, freddie mercury dünya üzerinden göçüp gittikten sonra müziği bırakma kararı almıştır. ona göre freddieden sonra queenin gösterisi bitmiştir. bu sebeple brian may ve roger taylorın aralarına paul rodgersı alarak oluşturdukları "queen + paul rodgers" oluşumunda yer almayı red etmiştir.
john, herhangi bir queen albümünde kendi şarkısını okumayan tek üyedir. kendisini iyi bir şarkıcı olarak görmemiştir hiçbir zaman. konserlerde bile sakin duruşunu her zaman devam ettirmiştir, gözöünde olmaktan kaçınmıştır.
ayrıca john deacon, freddie mercury dünya üzerinden göçüp gittikten sonra müziği bırakma kararı almıştır. ona göre freddieden sonra queenin gösterisi bitmiştir. bu sebeple brian may ve roger taylorın aralarına paul rodgersı alarak oluşturdukları "queen + paul rodgers" oluşumunda yer almayı red etmiştir.
renkli tasarımlara sahip olsa da herhangi bir şekilde arıza yaptığı zaman, maalesef tamir olanağı tanımayan saat firması. swatchların arka tarafında pil kapağı bulunur ve ayrıca cam ve arka kısmı birbirine geçme değildir, tek parçadır. saatin pili bitince değiştirebiliyorsunuz, şükürler olsun ki bunun için küçük de olsa bir yer açmışlar. kendine çok güven, bizim ürünlerimiz arıza yapmaz havası sezdirmiştir.
iyi roman-kötü film uyarlamasına bir örnek daha. maalesef grangeın mükemmel kurgu ve konulara sahip olan romanları, hep kötü sinema yapımlarıyla karşımıza çıkmıştır. kızıl nehirler gibi mükemmel olay örgüleri ve hızla akıp giden bir kurgusu olan romanı fransız yapımcılar nasıl da sıkıcı bir film yapmayı başarmışlardı. grangeın en büyük şanssızlığı amerikalı olmaması, zira stephen king kötü romanları süper film oluyorken, grangeda durum her zaman tam tersi oluyor.
taş meclisi, grangeın sarsıcı romanlarından birisi. telepati, parapsikoloji, nükleer enerji... ve her şeyden önemlisi, yazarın ilk defa bir romanında fantastik öğelerle okuyucunun karşısına çıkıyor olması tabii ki.
taş meclisi, grangeın sarsıcı romanlarından birisi. telepati, parapsikoloji, nükleer enerji... ve her şeyden önemlisi, yazarın ilk defa bir romanında fantastik öğelerle okuyucunun karşısına çıkıyor olması tabii ki.
iyi okuyucular tarafından aşağı yukarı herbiri bilinen kitapların listesi. dikkatimi çeken bir nokta, dostoyevskinin önemli tüm eserleri yer almış burada, bu da dostoyevski eserlerinin edebi dünyada ne kadar önemli bir yere sahip olduğunun küçük bir göstergesi denilebilir.
herhangi bir başlık bakınız kullanılarak diğer başlığa yönlenrildiğinde, yönlendirilen başlıktaki entryler heba olmasa ne de güzel olurdu. yazan kişi emek verip düşüncesini aktarıyor ama yazılan başlık diğer başlığa yönlendirildi mi tüm yazdıkları yok oluveriyor.
bu durumda ya entryler muhafaza edilmeli ya da silinen entryler yazarların çöp kutusuna yollanmalı. emeğe saygı lütfen.
bu durumda ya entryler muhafaza edilmeli ya da silinen entryler yazarların çöp kutusuna yollanmalı. emeğe saygı lütfen.
geçtiğimiz günlerde 20. yıl şerefine yapılan kutlama dolayısıyla gnrnin efsane kadrosunun tekrar bir araya gelmesine vesile olmuş, gelmiş gelmiş en iyi albümlerdendir. paradise city, sweet child o mine... gecede axl haricinde afd kadrosunda bulunan tüm üyeler yer aldı. böylesine mükemmel bir grubun dağılması ve sonrasında olanlar, insanı çileden de çıkarabilir hakkaten. gnr gibisi gelmedi şu müzik dünyasına.
olaya sözlüğün genel eğlence-makara anlayışlı entrylerinin dışına çıkıp da bakacak olursak, konuyu birçok yönden ele almak gerekir (buna değer bir konu olmadığını biliyorum, çünkü hayali bir şahıstan söz ediliyor burada, ama olsun).
fahişelik nedir, ve nasıl bir ruh haline sahip insanlar bu işi seçerler (meslek demiyorum, dikkatinizi çekerim).
bir de ahlak nedir, insan ilişkilerinde yozlaşma veya arsızlaşmanın sebep-sonucu nedir diye de düşünmek lazım(tüm bunları allah ve ahlak inancı kavramları doğrultusunda söylüyorum).
fahişelik hiçbir insan için parasızlığın kaynağı olarak seçilen bir iş olamaz kanımca. mazlum edebiyatının sonucu olarak ortaya çıkan bu söylemler hiç inandırıcı değil. bu bakımdan fahişelik yapan insanlara karşı toplum tarafından iyi duygular beslemez, çünkü para kazanmak için en çirkin-en pis-en arsız yollardan birini seçmişlerdir.
nasıl ki, nefis ve şehvet insani duyguları körelten hislerse, bu duygulardan para kazanmak da aynı şekilde ahlak sistemini tamamen ortadan kaldırabilecek bir durumdur. bu yüzden fahişelik yapan bir kadının kıldığı namazı ne ölçüde anladığı da malumumuz olur.
ibadet, allah ile kul arasında olur, diyebiliriz. ancak allaha ve ibadete inanan kimsenin, allahın yol gösterici varlığı olan "kutsal kitaplara" dolayısıyla da haram-helal, sevap-günah gibi kavramlara da inanması ve buna göre yaşaması gerekir.
5 vakit namaz kılan fahişe, ibadet ve ahlak anlayışına göre hayal ürünü bir masal kahramanıdır.
fahişelik nedir, ve nasıl bir ruh haline sahip insanlar bu işi seçerler (meslek demiyorum, dikkatinizi çekerim).
bir de ahlak nedir, insan ilişkilerinde yozlaşma veya arsızlaşmanın sebep-sonucu nedir diye de düşünmek lazım(tüm bunları allah ve ahlak inancı kavramları doğrultusunda söylüyorum).
fahişelik hiçbir insan için parasızlığın kaynağı olarak seçilen bir iş olamaz kanımca. mazlum edebiyatının sonucu olarak ortaya çıkan bu söylemler hiç inandırıcı değil. bu bakımdan fahişelik yapan insanlara karşı toplum tarafından iyi duygular beslemez, çünkü para kazanmak için en çirkin-en pis-en arsız yollardan birini seçmişlerdir.
nasıl ki, nefis ve şehvet insani duyguları körelten hislerse, bu duygulardan para kazanmak da aynı şekilde ahlak sistemini tamamen ortadan kaldırabilecek bir durumdur. bu yüzden fahişelik yapan bir kadının kıldığı namazı ne ölçüde anladığı da malumumuz olur.
ibadet, allah ile kul arasında olur, diyebiliriz. ancak allaha ve ibadete inanan kimsenin, allahın yol gösterici varlığı olan "kutsal kitaplara" dolayısıyla da haram-helal, sevap-günah gibi kavramlara da inanması ve buna göre yaşaması gerekir.
5 vakit namaz kılan fahişe, ibadet ve ahlak anlayışına göre hayal ürünü bir masal kahramanıdır.
yemin töreninden önce atatürke saygı duruşunda bulunulması, "ideolojik kavramlara boğulmuş" bazı kişiler tarafından anlaşılamamıştır.
insanın duygularını, hissettiklerini, bağımlılıklarını, kendilerini güven içinde gördükleri bazı gerçekleri anlamak için galiba geniş bir bakış açısına sahip olmak gerekiyor. bu hissiyatlar ne "devlet ideolojisiyle" ne de "anayasada bulunan bazı fikir ve yasalarla" açıklanamaz.
bazı kişilerin çok sevdiği o "kavramsal" açıklamalar, insan duygusundan yoksun yaklaşımlar, okurken miğde bulunadıran seviyededir neredeyse. bu gücü anlamak zor değildir halbuki.
o güç, taa tarihten beri gelen, bir milleti şaha kaldıran bir güçtür, hiçbir ideolojisi ya da kavramsal açıklaması yoktur, zira milletin ta kendisidir ve her zaman da saygıyla anılacaktır.
insanın duygularını, hissettiklerini, bağımlılıklarını, kendilerini güven içinde gördükleri bazı gerçekleri anlamak için galiba geniş bir bakış açısına sahip olmak gerekiyor. bu hissiyatlar ne "devlet ideolojisiyle" ne de "anayasada bulunan bazı fikir ve yasalarla" açıklanamaz.
bazı kişilerin çok sevdiği o "kavramsal" açıklamalar, insan duygusundan yoksun yaklaşımlar, okurken miğde bulunadıran seviyededir neredeyse. bu gücü anlamak zor değildir halbuki.
o güç, taa tarihten beri gelen, bir milleti şaha kaldıran bir güçtür, hiçbir ideolojisi ya da kavramsal açıklaması yoktur, zira milletin ta kendisidir ve her zaman da saygıyla anılacaktır.
queen deyince müzikalitenin ne demek olduğunu anlayan insanlar için somut bir örnek olan şarkımız. 15 yıl arayla listelerde 1. sıraya yükselen tek şaheser olduğunu bilmem daha önce kimse yazmış mıydı burada. 1992 yılındaki freddie mercury anma konserinde axl rose ile elton john birlikte söylemişlerdi bu eseri.
firefox ile e-gazete okuyamayanlar için kullanılması gerekilen tarayıcı. ayrıca laptop kullananlar için bazı fonksiyonların yine çalışmadığı firefoxa oranla hiçbir eksiği görülmemiştir. severek kullanmaktayız.
bilgi sözlük deyince aklıma gelen ilk yazarlardandır kendisi. bu sözlükte olduğum süre içinde bu yazarımızın sahip olduğu çizgiden bir gram bile sapma yaptığını görmedim. kendisini entryleri haricinde tanımıyorum, ancak sözlük için oldukça emek verdiğini bizzat gördüm. burada olup yazması; örnek olması istenendir.
son günlerde yazarların birbirlerine şeriatçı-faşist-zart-zurt diye ithamlarda bulunduğu ve buna da kimsenin ses çıkarmadığı yer olmuştur.
burada her zaman siyasi düşünceleri paylaşmışızdır, bu gerçek. ama hiçbir zaman kimse kimseye bu kadar alenen damgalama yapmaya çalışmamıştı. yok o değil, kimse doğru dürüst fikir paylaşımı yapmadan, bir iki cümle sonra birbirlerine laf sokmaya çalışıyorlar, aslan-kaplan kesilmeye çalışıyor. hızlı giden atın boku seyrek düşermiş, demedi demeyin.
burada her zaman siyasi düşünceleri paylaşmışızdır, bu gerçek. ama hiçbir zaman kimse kimseye bu kadar alenen damgalama yapmaya çalışmamıştı. yok o değil, kimse doğru dürüst fikir paylaşımı yapmadan, bir iki cümle sonra birbirlerine laf sokmaya çalışıyorlar, aslan-kaplan kesilmeye çalışıyor. hızlı giden atın boku seyrek düşermiş, demedi demeyin.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?